Konu resmiKur’an Gerçek Medeniyetin Aklıdır
Baş Muharrir

قرآن كرچك مدنيتڭ عقليدر كائناتڭ عقلي قرآندر دير، بر متنده . اگر قرآني دنيا/ڭز/دن چيقاريرسه ڭز، قفاسني بر كوك طاشنه  چارپار و قيرار. قيامت قوپار. بونڭله  برلكده  قرآن نازل اولديغي طوپلومي انسانلغڭ اڭ سچكينلري، بولوندقلري عصري ده  سعادت عصري ياپمشدي. قيزيني اليله  طوپراغه  كومن انسانلري، قارينجه يي اينجيتميه جك حاله  كتيرمشدي. قبا و سرت مزاجلي انسانلري، قيصه  زمانده  مدني امّتلره  استادلق ياپاجق سويه لره  طاشمش، او عشقله  دنيانڭ درت بر طرفنه  ياييلان صحابه لر حقيقتڭ و كوزل اخلاقڭ تخوملريني هر طرفه  يايمشلردي. دنيا، مدنيتڭ تمللريني قرآندن آلديغي كوزللكلر أوزرينه  بنا ايتمش، ولو صاواشله  مخاطب اولدقلري مسلمانلرڭ حاللري بعض انسانلر ايچون أورنك و درس اولمش، ئولديرمه يه  كلدكلري يرده  يڭي بر حيات بولمشلردي. توركلر ده  قرآن مدنيتي ايله  طانيشدقدن صوڭره ، فطرتلرنده كي هيجاني اونڭله  يوغورارق كوزللكلرڭ چوغالمه سنه  خدمت ايتمشلردر. قرآنه  آياق اوزاتمامق كبي كوچك بر حركت اما أوزنده  أونملي بر طوروش، عثماني عثمانلي دولتنه چكردك ياپمش، كولگه سي أوچ قطعه يه  اولاشاجق اولو بر چيناره  چويرمشدر. بوندن صوڭره  نه  زمان قرآني رهبر ياپمشلرسه  كوزللك، خير و اييلكلرله  قارشيلاشمشلر، نه  زمان ده  كوشكلك كوستروب غفلته  دوشمشلرسه  او اورانده  ترسيله  مخاطب اولمشلردر. بتون بونلر دنيانڭ كوزي أوڭنده يكن، دون قومونيزمه  قارشي قرآندن استمداد ايدن ايسوچده ، بوكون دولت قورومسيله  بريلري چيقوب قرآني ياقييور. بونڭ آدينه  ده  أوزگورلك دينيلييور. انساني دنيوي اخر وي أوزكور قيلاجق كرچك رهبري ياقمه  فعلنى أوزگورلك كلمه لريله  يان يانه  كتيره رك ياپيلان بو آبدالجه  ايلمه  ده  دنيا قولاقلريني طيقييور، كوزلريني قپاتييور. أوچ مايموني اوينييور. تپكيسز قالمق اڭ بيوك جنايت. بز ده  بو صاييمزله  تپكيمزي اورته يه  قويويور، بوني ياپاركن ده  جديمزڭ قرآنه  صاحب چيقمه سني، بو طرزده  داورانانلره  تپكيسني، قرآن حقّنده  جريده  و موقوته لرده  يازيلانلري سزلرڭ كوندمنه  طاشييورز. تاكه  دركينڭ هدفي و مقصدي اولان عثمانلي تركجه سي أوگرنيليركن، بيلكي طاغارجغمز، كچمشڭ زنكينلكلرندن استفاده يله  زنكينلشسين، بويوسون، او كونڭ روحي بو زمانه  ده  طاشنابيلسين. استفاده يه  و دعايه  مظهر اولمسي نيازيله … Kâinatın aklı Kur’an’dır der, bir metinde. Eğer Kur’an’ı dünya/nız/dan çıkarırsanız, kafasını bir göktaşına çarpar ve kırar. Kıyamet kopar. Bununla birlikte Kur’an nazil olduğu toplumu insanlığın en seçkinleri, bulundukları asrı da saadet asrı yapmıştı. Kızını eliyle toprağa gömen insanları, karıncayı incitmeyecek hale getirmişti. Kaba ve sert mizaçlı insanları, kısa zamanda medeni ümmetlere üstatlık yapacak seviyelere taşmış, o aşkla dünyanın dört bir tarafına yayılan sahabeler hakikatin ve güzel ahlakın tohumlarını her tarafa yaymışlardı. Dünya, medeniyetin temellerini Kur’an’dan aldığı güzellikler üzerine bina etmiş, velev savaşla muhatap oldukları Müslümanların halleri bazı insanlar için örnek ve ders olmuş, öldürmeye geldikleri yerde yeni bir hayat bulmuşlardı. Türkler de Kur’an medeniyeti ile tanıştıktan sonra, fıtratlarındaki heyecanı onunla yoğurarak güzelliklerin çoğalmasına hizmet etmişlerdir. Kur’an’a ayak uzatmamak gibi küçük bir hareket ama özünde önemli bir duruş, Osman’ı Osmanlı Devleti’ne çekirdek yapmış, gölgesi üç kıtaya ulaşacak ulu bir çınara çevirmiştir. Bundan sonra ne zaman Kur’an’ı rehber yapmışlarsa güzellik, hayır ve iyiliklerle karşılaşmışlar, ne zaman da gevşeklik gösterip gaflete düşmüşlerse o oranda tersiyle muhatap olmuşlardır. Bütün bunlar dünyanın gözü önündeyken, dün komünizme karşı Kur’an’dan istimdad eden İsveç’te, bugün devlet korumasıyla birileri çıkıp Kur’an’ı yakıyor. Bunun adına da özgürlük deniliyor. İnsanı dünyevi-uhrevi özgür kılacak gerçek rehberi yakma fiilini özgürlük kelimeleriyle yan yana getirerek yapılan bu aptalca eyleme de dünya kulaklarını tıkıyor, gözlerini kapatıyor. Üç maymunu oynuyor. Tepkisiz kalmak en büyük cinayet. Biz de bu sayımızla tepkimizi ortaya koyuyor, bunu yaparken de ceddimizin Kur’an’a sahip çıkmasını, bu tarzda davrananlara tepkisini, Kur’an hakkında ceride ve mevkutelerde yazılanları sizlerin gündemine taşıyoruz. Ta ki derginin hedefi ve maksadı olan Osmanlı Türkçesi öğrenilirken, bilgi dağarcığımız, geçmişin zenginliklerinden istifadeyle zenginleşsin, büyüsün, o günün ruhu bu zamana da taşınabilsin. İstifadeye ve duaya mazhar olması niyazıyla…

Metin UÇAR 01 Ocak
Konu resmi“Kalbin Şifası Kur’an Okumaktır.”
Poster

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiGençlik Vakti
Beyt-i Berceste

اڭ خيرلي كنج اودركه ، اختيار كبي ئولومي دوشونوب آخرتنه  چاليشارق، كنجلك هوساتنه  اسير اولمايوب غفلتده  بوغولماياندر. و اختيارلريڭزڭ اڭ كوتوسي اودركه ، غفلتده  و هوساتده  كنجلره  بڭزه مك ايستر. چوجقجه سنه  هوسات نفسانيه يه  تابع اولور. كنجلك رهبرنده  ايضاح ايديلديگي كبي، كنجلك هيچ شبهه  يوقكه  كيده جك. ياز، كوزه  و قيشه  ير ويرمسي؛ كوندوز، آقشامه  و كيجه يه  دگيشمسي قطعيتنده ، كنجلك ده  اختيارلغه  و ئولومه  دگيشه جك. اگر او فاني و كچيجي كنجلگنى عفّتله  خيراته  استقامت دائره سنده  صرف ايتسه ، اونڭله  ابدي باقي بر كنجلگي قازاناجغني، بتون سماوي فرمانلر مژده  ويرييورلر. En hayırlı genç odur ki, ihtiyâr gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesâtına esîr olmayıp gaflette boğulmayandır. Ve ihtiyârlarınızın en kötüsü odur ki, gaflette ve hevesâtta gençlere benzemek ister. Çocukçasına hevesât-ı nefsâniyeye tâbi‘ olur. (Mektubat, s. 126) Gençlik Rehberi’nde îzâh edildiği gibi, gençlik hiç şübhe yok ki gidecek. Yaz, güze ve kışa yer vermesi; gündüz, akşama ve geceye değişmesi kat‘iyetinde, gençlik de ihtiyârlığa ve ölüme değişecek. Eğer o fânî ve geçici gençliğini iffetle hayrâta istikamet dâiresinde sarf etse, onunla ebedî bâkî bir gençliği kazanacağını, bütün semâvî fermanlar müjde veriyorlar. (Asâ-yı Mûsâ, s.15) 1. Beyit مى رساند بى دريغى بار و برو آن جوانى همچو باغ سبز و تر O gençlik mevsimi, yeşil ve taze bir bağ gibi bol bol meyve yetiştirir. Mevlana (3) * Bereketlidir o gençlik günleri! Gençliğinde insan tâat eyler, Allah’ın emirlerini yerine getirirse, yaşlanınca (yenilecek meyvelere) pişmanlıktan azad olunmağa ve şükre vesiledir. Daha gençlikte gençliğini ihtiyarcasına yaşayana ne mutlu! 2. Beyit كچمده وقت شباب و كلمده ایام شیبكتمده دلدن صفا كوزدن جلا اكسلمده Geçmede vakt-i şebâb ve gelmede eyyâm-ı şeybGitmede dilden safâ gözden cilâ eksilmede Bağdadlı Ruhi (7) * Sür’atle akıcıdır gençlik günleri! Gönül de göz de ter ü tazeliğini muhafaza edemez. Teslimiyetli bir gençlikle ihtiyarlık günlerine hazırlık yapana ne mutlu! * Şeyb: Saçın, sakalın ağarması; ihtiyarlıkŞebâb: Gençlik 3. Beyit كتدی هنكام شباب الدن دم وصلت كبیكلدی ایّام مشیب ایردی شب فرقت كبی Gitdi hengâm-ı şebâb elden dem-i vuslat gibiGeldi eyyâm-ı meşîb erdi şeb-i firkat gibi Ebu’s-Suud Efendi (4) * Yerini tebeddül eder gençlik günleri! Ki elden vuslat demi gider, ayrılık gecesi gibi ihtiyarlık günleri geliverir. Şem’a-yı ilahi ile bu hakikati derk eden bahtiyara ne mutlu! 4. Beyit دبستان بهارك منتظمدرشمدی احوالیاچلماغ اوزره در كون كلدكنجه غنجه اطفالی Debistȃn-ı bahârun muntazamdur şimdi ahvȃliAçılmag üzredür gün geldügince gonce etfȃli        Azmizade Haleti Çelebi (5) * Mevsimler hengamında bakana bir tefekkürname gençlik günleri! Bakarsın, görürsün, anlarsın ki şu bahar deminde muntazam mektebdir.  Her yerde gonca civanları açılmak üzeredir. Mekteb-i baharın ilmini tahsil eden goncalar, vaktince açılıp güle dönüverecektir. Ne a’lâ! Gençlik, ter ü tazeliğini ve dirilik mevsimini, bahar-yaz/gençlik (okulunda) eyyamında elden kaçırmayana. * Debistan: (Fa.) Mekteb 5. Beyit بر دها بكلييورز، كجلگه  محراب اولسون،روحلری طوتوشديران بر آتش محراق اولسون سینه سنده  برلشسين صاغه  صوله  صاپانلر،قهر اولسون حق طوروركن زوربه لره  طاپانلر Bir deha bekliyoruz, gençliğe mihrap olsun,Ruhları tutuşturan bir ateş mihrak olsun Sinesinde birleşsin sağa sola sapanlar,Kahrolsun Hak dururken zorbalara tapanlar! Osman Yüksel Serdengeçti (8) * Binler selamlar olsun! Hürmetler Ayasofya müjdecisine! Gençliğe müjdeli kelam incileri baş-tacımız... * Mihrak: Aynı düşüncede olan insanların birleştiği nokta, bir şeyin toplanıp yoğunlaştığı yer, merkez, odak 6. Beyit دليقانليم، اشارت آلديغڭ كون آتاڭدنيورويه جكسڭ... ملّت يورويه جك آرقه ڭدن!سڭا سلام كتيردم اولوبا تلی حسندن... سن كه  برجلره  بايراق اولاجق قماشدنسڭ ؛فاتحڭ استانبولي فتح ايتديگی ياشده سڭ! Delikanlım, işâret aldığın gün atandanYürüyeceksin… millet yürüyecek arkandan!Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan’dan… Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın! Arif Nihat Asya (1) * Binler selam olsun! Fetih ve Fâtih neslinin müjdecisine! Müjdesi ile nesillere köprüler kuran şiir üstadına! Gençlik ve fetih kavramları denilince seni hatırlamak ve anlayabilmek vefa borcumuz. 7. Beyit كنجلك... كلوب كچدی... بر كونلك سوسدی؛نفسم طويمامقدن دنيايه  كوسدی.اثر طارمه طاغين، امك يوز اوستي؛طوپلا يڭ اشيامی، ايشم عجله!  Gençlik... Gelip geçti... bir günlük süstü;Nefsim doymamaktan dünyaya küstü.Eser darmadağın, emek yüzüstü;Toplayın eşyamı, işim acele! Necib Fazıl Kısakürek (6) * Binler selam olsun, Muallim-i Ekberden aldığı dersle, sahip olduğu “Tohum saç” tebliğinin sahibine! Binler vefa, sen-şükrü olan’a! Sizden işittik hamd tohumunu gençlik tarlasına serpiştirmenin ehemmiyetini: اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ dedik salavatlarımız eşliğinde… Nefsinize verdiğiniz dersi ayne’l-yakin biz de idrak ettik, hissettik. Şükrün nimeti ziyadeleştirdiği hakikatini hakke’l-yakin yaşadık. Kaynakça ASYA, Arif Nihat, (2021), Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, İstanbul: Ötüken Neşriyat (s. 184) BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2013), Asâ-yı Mûsâ, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2011), Mektubat, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât Bülbül, Tuncay, Muhibbî’nin “Gibi” Redifli Gazeline Ebu’s-suûd Efendi’nin Bilinmeyen Bir Naziresi, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 2016, sayı: 17, s. 1-12 (s.10) Divan-ı Haleti Azmizade, İstanbul Üniversitesi, Nekty 2876 (v. 103A) KISAKÜREK, Necip Fazıl, (2019), Çile, İstanbul: Büyük Doğu Yayınları (s. 114) Kitabet-i Eş’âr-i Ruhi-yi Bağdadi, (1287), İstanbul (s. 51) SERDENGEÇTİ, Osman Yüksel, (2013), Serdengeçti 1 (Mebetsiz Şehir / Bu Millet Neden Ağlar) Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları (s. 235) http://katalog.istanbul.edu.tr/ https://kulliyat.risale.online/ http://lugatim.com/ http://yazmalar.gov.tr/

İbrahim SARITAŞ 01 Ocak
Konu resmiKelimelerin Kökenlerine Yolculuk
Kelimelerin Kökenkerine Yolculuk

سوكيلي دوستلر، بزي بربريمزه  قرداشلك و محبّتله ، حرمت و مرحمتله  باغلايان ديلمز، لسانمز أوزرينه  نه  قدر چوق و چشيتلي چاليشمه لر ياپيلسه  يينه  آزدر. چونكه  ديل مسئله سي، لسان دعواسي ملّتلرڭ تاريخنده  چوق اهمّيتلي بر مسئله  و چوق بيوك بر دعوادر. زيرا ديل، لسان؛ انسانلر آراسنده  آڭلاشمه يي صاغلايان، كنديسنه  خاص قاعده لري اولان و آنجق بو قاعده لر چرچوه سنده  كليشه بيلن، ياشايان سسلردن أورولمش بر آڭلاشمه  سيستميدر. بو نه دنله  ديل، جانلي بر وارلقدر، ملّتي بربرينه  باغلايان اورتاق بر ايلتيشيم آراجيدر، بر آڭلاشمه  سيستميدر، انسان و طوپلوملرڭ دوشونجه ، دويغو و ذكالرينڭ بر كوستركه سيدر. لسانمز اولان ديل؛ ملّتمزڭ معنوي و كولتور دگرلريني، ملّت اولابيلمه  أوزللكلريني بنيه سنده  صيم صيقي محافظه  ايدر. ديل، ملّتي ميدانه  كتيرن بيرَيلر آراسنده  اورتاق دويغو و دوشونجه لر ميدانه  كتيرير و ديل أويله  أونملي بر حقيقتدركه ، بر ملّتڭ برلك و بتونلگني صاغلايان اڭ كوچلي باغدر. بو نه دنله  ايشته  بز ده  ديلمزڭ صينيرلريني كنيشلتمك آرامزده كي ديل باغني قوتلنديرمك آدينه  يڭي بر كلمه لرڭ كوكنلرينه  يولجيلق سفرنده يز. بويورڭ افنديم، شيمدي يينه  كونلك لسانمزڭ كوزللكلريني كشف ايتمه  يولنده  بر سياحت ياپاجغز. ايشته  ايلك كلمه مز “شلاله”. Sevgili dostlar, bizi birbirimize kardeşlik ve muhabbetle, hürmet ve merhametle bağlayan dilimiz, lisanımız üzerine ne kadar çok ve çeşitli çalışmalar yapılsa yine azdır. Çünkü dil meselesi, lisan davası milletlerin tarihinde çok ehemmiyetli bir mesele ve çok büyük bir davadır. Zira Dil, lisan; insanlar arasında anlaşmayı sağlayan, kendisine has kaideleri olan ve ancak bu kaideler çerçevesinde gelişebilen, yaşayan seslerden örülmüş bir anlaşma sistemidir. Bu nedenle dil, canlı bir varlıktır, milleti birbirine bağlayan ortak bir iletişim aracıdır, bir anlaşma sistemidir, insan ve toplumların düşünce, duygu ve zekâlarının bir göstergesidir. Lisanımız olan dil; milletimizin manevî ve kültür değerlerini, millet olabilme özelliklerini bünyesinde sımsıkı muhafaza eder. Dil, milleti meydana getiren bireyler arasında ortak duygu ve düşünceler meydana getirir ve dil öyle önemli bir hakikattir ki, bir milletin birlik ve bütünlüğünü sağlayan en güçlü bağdır. Bu nedenle İşte biz de dilimizin sınırlarını genişletmek aramızdaki dil bağını kuvvetlendirmek adına yeni bir kelimelerin kökenlerine yolculuk seferindeyiz. Buyurun Efendim, şimdi yine günlük lisanımızın güzelliklerini keşfetme yolunda bir seyahat yapacağız. İşte ilk kelimemiz “Şelale”. ŞELALE: Kelime Arapça kökenlidir. Bir nehrin yüksek bir yerden gürültü ile dökülmesinden meydana gelen “büyük çağlayanlara” bu ismi veririz. “Şellâl- şellâle” kelimesinden köken almıştır. GELİN: Eski Türkçe olan bu kelime “kelmek” kökünden türemiştir. Evlenmek üzere süslenip hazırlanmış genç kız veya yeni evlenmiş kadına bu isim verilir. “Gelin almak, gelin etmek, gelin gitmek, gelin alayı, gelin elbisesi, gelin hamamı, gelinlik, gelin arabası, gelin kız gibi oturmak, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!” gibi ifadeler kelimenin kullanım genişliğine delildir. GAZETE: Bu kelimenin aslı “gazeta”dır. Türkçeye İtalyancadan geçmiştir. “Gazeta” bozuk para birimidir. Venedik’te gazete, o zamanın bozuk para birimi olan “gazeta” karşılığında satılırdı. Zamanla bu para biriminin adı bir yayın organı olan gazeteye isim oldu.   NEKTAR: Bu kelime dilimize Latince ve Yunancadan geçmiş bir kelimedir. “Arıların bal yapmak için çiçeklerden topladıkları şekerli sıvıya, bal özüne veya meyvelerin öz kısmına” bu ismi veriyoruz. Lakin aslında bu kelime “Yunan mitolojisinde içenleri ölümsüzlüğe kavuşturduğuna inanılan içecek” olarak biliniyor ONUR: Fransızcadan dilimize geçen bir kelimedir. Aslı “honneur” olan bu kelime XIX. yüzyıl ortalarında Kırım savaşı esnasında Türkçeye girmiş ve halk ağzında da kullanılmıştır. Ancak dil devrimi sırasında Türkçe sanılarak “şeref” kelimesi karşılığı olarak teklif edilmiştir. Zamanla “Haysiyet, öz saygı, şeref, izzetinefis” manalarında kullanılmıştır. Halk ağzında ise farklı bir mana olarak “Kibir, gurur” karşılığı olarak istimal edilir.   ZIRNIK: Farsçadan dilimize gelmiş bu kelimenin aslı “zernih”tir. Olumsuz cümlelerde “bir şeyin çok ufak, çok önemsiz parçası” için bu kelime kullanılır. Mesela “zırnık bile vermemek, zırnık bile koklatmamak” bu anlamdadır. SOKAK: Bu Arapça kökenli bir kelimedir. Arapça “zukak” kelimesinden değişerek dilimizde yerleşmiştir. Malum olduğu üzere, yerleşim yerlerinde ev ve dükkânlar arasında uzanan, caddeye nispetle daha dar ve kısa yollara sokak diyoruz. Kelime dilimizde oldukça anlamlı bir yere sahiptir. “Sokak çocuğu, sokak kapısı, sokağa dökmek, sokağa çıkamamak, sokakları aşındırmak, sokakta kalmak, sokaklara dökülmek” bu anlamlı kullanımlardan sadece birkaç tanesidir. ŞEZLONG: Özellikle deniz kıyılarında üzerine uzanılabilecek biçimde ayarlanan, döşeme yerine bez gerilen bir tür taşınabilir koltuklara bu ismi veriyoruz. Bu kelime Fransızca kökenli birleşik bir kelimedir. “Chaise (chaire) +  longue” kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. “Uzun koltuk” demektir.

Mirza Ayhan İNAK 01 Ocak
Konu resmiBiliyor muydunuz?
Biliyor muydunuz?

نصرالدّين خواجه ، كونمزده  اسكيشهره  باغلي اولان سيوري حصارڭ خورتي كوينده  ١٢٠٨ سنه سنده  دنيايه  كلمشدر. نصرالدّين خواجه نڭ باباسي عبد اللّٰه افندي، خورتي كوينڭ اماميدي. نصرالدّين خواجه ، باباسندن صوڭره  كويڭ امامي اولمشدر. داها صوڭره  ١٢٣٦ سنه سنده  آق شهره  طاشيندي. بوراده  سيّد محمود حيراني و حاجي ابراهيم سلطان وليدن درس آلدي. مزار طاشنده  ٣٨٦ تاريخي موجوددر. بو تاريخڭ ترسدن اوقونمسي ايله  اورته يه  چيقان هجري ٦٨٣ (ميلادي ١٢٨٤-١٢٨٥) تاريخي اونڭ وفات تاريخنى كوسترمكده در. وفاتنڭ آردندن اونڭ ايچون آناطولي سلچوقليلرينڭ صوڭ دورنده ، بگلكلر زماننده  دنيانڭ اورته سي اولارق نيته لنديرديگي آق شهرده  آلتيگن بالداكن بر تربه  انشا ايديلمشدر. هر طرفي آچيق اولديغي حالده  بر طرفنه  ايكي قناتلي كليدلي قاپي ياپيلارق، يينه  اونڭ نكته دان كيشيلگنه  اورغو ياپيلمشدر. بو ايلك تربه نڭ اطرافي، ١٨٧٨ سنه سنده  ١٢ كوشه لي بر رونقله  چوريلمش و پيراميت كلاهله  أوستي قپاتيلمشدر. بو ايچ ايچه  كچن ايكي بالداكن قسم، سلطان ٢نجي عبدالحميد زماننده  قونيه  واليسي فائق بك طرفندن ١٩٠٦ سنه سنده  تعميراتدن كچيريلمش و بوكون كورولن حالنه  قاووشمشدر. بو تعميرات صيره سنده  ايچ قسمنه  بر تعميرات كتابه سي قونولمشدر. نصرالدّين خواجه نڭ تربه سنڭ دواملي اولارق بر تربه دارينڭ بولونديغي آرشيو بلگه لرندن آڭلاشيلمقده در. تربه دارلرندن درويش افندينڭ كربلا و نجفي زيارت ايتمك ايسته مسي أوزرينه ؛ صدارتدن زيارت ايچون كيده جگي يول كذركاهي أوزرنده كي واليلك، متصرّفلق و قائممقاملقلره  ٢٤ آغستوس ١٨٥٠’ده  شقّه يازيلارق تربه داره  يارديمجي اولونمسي ايستنمشدر. Nasreddin Hoca, günümüzde Eskişehir’e bağlı olan Sivrihisar’ın Hortu Köyünde 1208 senesinde dünyaya gelmiştir. Nasreddin Hoca’nın babası Abdullah Efendi, Hortu Köyünün imamıydı. Nasreddin Hoca, babasından sonra köyün imamı olmuştur. Daha sonra 1236 senesinde Akşehir’e taşındı. Burada Seyyid Mahmud Hayrani ve Hacı İbrahim Sultan Veli’den ders aldı. Mezar taşında 386 tarihi mevcuttur. Bu tarihin tersten okunması ile ortaya çıkan Hicrî 683 (Miladî 1284-1285) tarihi onun vefat tarihini göstermektedir. Vefatının ardından onun için Anadolu Selçuklularının son devrinde, beylikler zamanında dünyanın ortası olarak nitelendirdiği Akşehir’de altıgen baldeken bir türbe inşa edilmiştir. Her tarafı açık olduğu halde bir tarafına iki kanatlı kilitli kapı yapılarak, yine onun nüktedan kişiliğine vurgu yapılmıştır. Bu ilk türbenin etrafı, 1878 senesinde 12 köşeli bir revnakla çevrilmiş ve piramit külahla üstü kapatılmıştır. Bu iç içe geçen iki baldeken kısım, Sultan II. Abdülhamid zamanında Konya Valisi Faik Bey tarafından 1906 senesinde tamirattan geçirilmiş ve bugün görülen haline kavuşmuştur. Bu tamirat sırasında iç kısmına bir tamirat kitabesi konulmuştur. Nasreddin Hoca’nın türbesinin devamlı olarak bir türbedarının bulunduğu arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır. Türbedarlarından Derviş Efendi’nin Kerbela ve Necef’i ziyaret etmek istemesi üzerine; Sadâret’den ziyaret için gideceği yol güzergâhı üzerindeki valilik, mutasarrıflık ve kaymakamlıklara 24 Ağustos 1850’de şukka (BOA, A.}MKT.UM, 27/24-1) yazılarak türbedara yardımcı olunması istenmiştir. Transkripsiyonu: Tarih: Hicrî 15 Şevval 1266 (Miladî 24 Ağustos 1850) (1)Bağdad, Musul, Harput Valileri ve Amasya ve Sivas ve Canik Mutasarrıfları ve Diyarbekir Kaymakamına (2)Hoca Nasreddin Rahmetullahi Aleyh Hazretlerinin türbedârı Derviş Ahmed Efendi dâîleri Kerbela-yı (3)muallâ ve Necef-i eşref ziyâreti niyet-i hâlisasıyla Bağdad canibine müteveccihen bu def’a ol-tarafa azîmet etmiş ve efendi-i mûmâ-ileyh (4)şâyeste-i hürmet ve riâyet-i dâiyândan olarak bu makûleler hakkında lâzıme riâyetkârî ve ihtirâmın tamâmen icrâsı (5)şîme-i ehl-nevâzı ve fütüvvet îcâbından bulunmuş olmakla mûmâ-ileyhin savb-ı vâlâlarına dâir ve sâir vukû’ bulacak (6)mes’ûlâtında muâvenet ve hakkında dahî hürmet ve riâyet-i mukteziyenin kâmilen îfâsı ve müreffehen semt-i maksûduna (7)i’zâmı husûsuna himmet buyurmaları siyâkında şukka  

Arif Emre GÜNDÜZ 01 Ocak
Konu resmiEcdadın Kur’an’a Hürmeti
Belge Okumaları

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda herkesin bildiği bir hikâye vardır. Ertuğrul Gazi bir gece Osmanlı’nın ilk kadısı Dursun Fakih’in evinde iken odanın duvarında asılı olan Mushaf-ı Şerife hürmeten ayaklarını uzatmadan sabaha kadar edeple oturmuştur. Arşiv vesikasında Ertuğrul Gazi’ye atfedilen bu hikayedeki kahramanlar Mehmed Neşri’nin eserinde Osman Gazi ve Şeyh Edebali olarak geçer. Yüce Allah da bu kutlu neslin Kur’an-ı Kerim’e hürmetine karşılık istikbalde İslam dünyasına edeceği güzel hizmetleri rüya aleminde göstermiştir. Bu saygı Osmanlı’nın yıkılışına kadar devam etmiş, devlet saraylarında, selatin camilerinde, Mekke ve Medine’de daimî Kur’an hatimleri yapılmıştır. Özellikle Yavuz Sultan Selim hazretlerinin Kutsal Emanetleri Mısır’dan Topkapı Sarayı’na getirdiği zamandan günümüze kadar aralıksız okutulan Kelam-ı İlahi, ecdadımızın İslam hakikatlerine verdiği değeri çok iyi göstermektedir. Yahya Kemal Beyatlı, bu şuuru şu sözlerle aktarır: “Bu devletin iki manevi temeli vardır: Fatih’in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan ki hâlâ okunuyor. Selim’in Hırka-i Saadet önünde okuttuğu Kur’an ki hâlâ okunuyor.” Bununla beraber Kur’an-ı Kerim, hiçbir ülkede olmadığı kadar en güzel hatlarla bu topraklarda yazılmıştır. Hatta Mushaf-ı Şerifin matbaalarda basılması 1873 tarihine kadar yasaktı. Bunun nedenlerinden biri de o dönemlerde genellikle matbaaların yabancı kökenli kişilerde olması, bundan dolayı tabettirilen ayet-i kerime ve dini terimlerin geçtiği sahifelerin baskı sırasında yerlere atılarak saygısızlık edilmesi endişesiydi. Ecdadın İslam’a hürmetini gösteren bir başka örnek, Sultan 2. Abdülhamid Han hazretleri devrinde, Fransa’da “Muhammed” (sav) isimli hakaret içerikli sahne oyununun engellenmesi için yapılan diplomatik girişimlerdir. 1888 yılında sahnelenmesi planlanan oyun, Abdülhamid’in ısrarlarıyla 1890’a kadar ertelenmiş, ardından da tüm Fransa’da yasaklanmıştır. Bu sayıda incelediğimiz vesikalar da ecdadımızın Mushaf-ı Şerife hürmetinin birer numunesini içermektedir. Bu hürmet günümüzde de aynı hassasiyetle nesillerimize aktarılarak diri tutulmalı, ayrıca İslam’ın eskiden olduğu gibi hamiliğini yapan necip bir milletin var olduğu, dünyanın farklı coğrafyalarında hürmetsizliği akıllarından geçiren habis ruhlara hatırlatılmalıdır. Vesika 1 İranlı satıcıların Mushaf-ı şerife hürmetsizliklerinden dolayı ikaz edilmeleri hakkında Hariciye Nezareti tarafından yazılan tezkire (5 Mayıs 1874) Hüve Bâb-ı Âlî Nezâret-i Celîle-i Hâriciye Mektûbî-i Hâriciye Odası Aded (1) Fî 18 Rebîʻüʼl-evvel sene 291 ve fî 23 Nisan sene 290 târîhiyle Maʻârif Nezâret-i celîlesinden vârid tezkirenin sûretidir. (2) Tophaneʼde Taʻlîmhâne önünde ve sâir Pazar yerlerinde tebaʻa-i İraniyeden baʻzı eşhâs beyʻ ü fürûht eyledikleri eşyâyı yere ferş ile satmakda oldukları gibi el yazısıyla yedlerinde bulunan (3) mesâhif ve eczâ-i şerîfeyi dahi yer üzerinde satmakda oldukları baʻzı zevât taraflarından görülerek bu hürmetsizliğin lüzum-ı menʻi cânib-i nezârete ifâde olunmuş ve bunların (4) bu misillü vezâif-i taʻzîmiye-i İslâmiyetʼe münâfî hareketlerinin seyyiâtı kendilere âid olacağı cihetle hükûmet-i seniyece menʻi sûreti belki icrââtda baʻzı mertebe yanlışlığa sebebiyet verebilmesi (5) melhûz olunduğundan bu hareketin sefâretleri tarafından o makûlelere tenbîhât icrâ ettirilmesiyle menʻ ve tahzîri kâil olacağı vârid-i hâtır-ı kâsır  olmağla bu sûret nezd-i âlî-i cenâb-ı (6) dâverîlerinde dahi tasvîb buyurulduğu hâlde icrâ-yı iktizâsı bâbında ve her hâlde emr ü fermân hazret-i men lehüʼl-emrindir. Vesika 2 Mushaf-ı şerife hürmetsizlik eden Çatarslanoğlu Süleymanʼın cezasını çekmek üzere ilk başta Akkaʼya sonrasında Adana Hapishanesine gönderilmesi hakkında Şura-yı Devlet kararı (1 Mart 1893) Hüve Şûrâ-yı Devlet Dâhiliye Dâiresi Aded: 2889 (1) Mushaf-ı şerîf hakkında muhill-i hürmet muʻâmeleye cürʼetinden nâşî kalʻabend edilmek üzere bâ-irâde-i aliyye Adanaʼdan Akkaʼya gönderilen Çatarslanoğlu Süleyman nâm şahıs Akka habishânesinin izdihâmından dolayı Beyrutʼdan (2) iʻâde kılındığından ve merkûmun nevʻ-i cezâsına göre gönderilecek diğer habishâneler dahi kâmilen memlû bulunduğundan bahisle îfâ-yı muktezâsı hakkında Adliye Nezâretinden mebʻûs tezkirenin leffiyle istîzânı hâvî Dâhiliye Nezâretinden (3) takdîm kılınub Şûrâ-yı Devletʼe havâle buyurulan 16 Receb sene 310 târîhli tezkire ile melfûfâtı Dâhiliye Dâiresinde kırâat olundu. (4) Meâlinde, Akka habishânesinde mahbûsînin kesreti cihetiyle baʻde-ezîn oraya mücrim sevk edilmemesi ve gönderilir ise iʻâde edileceği evvel ve âhir Beyrut vilâyetinden işʻâr olunması üzerine lâzım gelenlere teblîğ-i mâdde kılındığı hâlde (5) bir tarafdan mezkûr habishâneye mahkûm sevk edilüb oradan dahi iʻâde olunmakda idüğüne ve bu hâl hem inzibât nokta-i nazarından ve hem de fazla masraf ihtiyârı yüzünden câiz olamayacağı gibi diğer mahaller habishâneleri dahi (6) memlû bulunduğuna nazaran Beyrutʼdan iʻâde olunan merkum Süleymanʼın tekrâr Beyrutʼa mı iʻâdesi yoksa Adanaʼda mı tevkîfi lâzım geleceği ve Trablusşam ve Rodos habishânelerinin dahi dolmuş olması cihetiyle oralarda mahbûs kayd olunmamakda (7) olduğundan Akka ve Trablusşam ve Rodos kürek merkezlerine baʻde-ezîn mahbûs gönderilüb gönderilmemesi istifsâr olunmuşdur. (8) Nerelerde kaç kürek merkezi bulunduğunu nezâret-i müşârun-ileyhâdan ledeʼs-suâl alınan cevâba melfûf bir kıtʻa pusulada Dersaʻâdet ile Hudâvendigâr vilâyeti ve mülhakâtının merkezi habishâne-i umûmî; ve Edirne vilâyetinin Edirne; ve Diyârbekîr (9) ve Sivas ve Maʻmûretülazîz vilâyetlerinin Ergani; ve Trabzon ve Erzurum ve Van vilâyetlerinin Erzurum; ve Ankara ve Kastamonu vilâyetlerinin Sinop; ve Bağdâd ve Basra ve Musul vilâyetlerinin Bağdâd; ve Selanik ve Kosova ve Manastır (10) ve İşkorda vilâyetlerinin Selanik; ve Cezâyir-i Bahr-i Sefîd vilâyetinin kürek merkeziyle Dersaʻâdet habishâne-i umûmîsinin bir şuʻbesi de Rodos olub; Aydın ve Adana ve Konya ve Girid vilâyetlerinin kürek merkezi Kıbrıs ceziresi iken orasının (11) terkinden sonra vilâyet merkezlerinin kürek merkezi ittihâz olunduğu gösterilmiş ve gerçi Akka ile Rodos ve Trablusşamʼın izdihamından ve mahbûsîn-i mevcûdeyi adem-i istîʻâbından bahsedilmiş olduğuna nazaran ya diğer bir merkez daha (12) ittihâz edilüb yahud bunların tevsîʻine teşebbüs olunmak lâzım gelür ise de o havâlî mahbûsiçün öyle münâsib bir mahal olmadığı gibi Akka ve Rodos ve Trablusşam habishânelerinin tevsîʻi de hâl-i hâzır hazinenin müsâʻid olamayacağı mesârif-i zâideye (13) tevakkuf edüb maʻamâfîh Kıbrısʼın terkinden sonra Adana vilâyeti mücrimîni içün zâten Adana habishânesinin merkez ittihâz olunduğu Adliye Nezâretinden verilen îzâhâtdan anlaşılmış olduğu cihetle merkûm Süleymanʼın iʻâdesine hâcet olmayarak (14) Adana habishânesinde tevkîf kılınması ve merâkiz-i mezkûreye baʻde-ezîn mücrimîn gönderilüb gönderilmemesi bahsine gelince bu bâbda mahbûsînin aded-i nüfûsunu hâvî aleʼl-usûl evkât-ı muʻayyenesinde Adliye Nezâretince alınmakda olan defâtir münderecâtından (15) kürek merkezlerinin anlaşılacak derece-i tahammüllerine nazaran mahbûs gönderilerek mütehammil olmayan merkezlerce hâsıl olacak tahammüle değin mücrimîn-i mahkûme muvakkaten vilâyet merkezlerindeki habishânelerde tutulmakla idâre-i maslahat olunması husûsunun (16) Dâhiliye ve Adliye nezâretlerine teblîği tezekkür kılındı. Ol bâbda emr ü fermân hazret-i men lehüʼl-emrindir. Fî 12 Şaʻbân sene 310 ve fî 17 Şubat sene 308 Vesika 3 Hüve Bâb-ı Âlî / Dâhiliye Nezâreti / Hukûk Müşâvirliği / 71 (1) Mesâhif ve eczâ-yı şerîfe ile ism-i Celîl-i İlâhî ve âyât-ı kerîme ve ehâdis-i nebeviye ve edʻiye-i dîniyeyi hâvî kütüb ve resâil (2) evrâkının esnâf tarafından yaygı veya sargı makâmında istiʻmâl edilmek üzere satılmakda olması ve esnâf (3) ve tüccârın bunları o sûretle istiʻmâl etmesi dîn-i resmî-i devlete karşı gösterilmesi lâzım gelen âdâb-ı taʻzîmiyeye muhâlif (4) olduğu derkârdır. Cezâ kânûnunun doksan dokuzuncu mâddesinin üçüncü zeyline müstened 28 Şubat sene 327 (5) târîhli karârnâmenin altıncı mâddesinde memâlik-i Osmâniyede maʻrûf edyân âdâb ve îcâbına muhâlif ve halkın galeyânını (6) muharrik ahvâle alenen cürʼetin memûniyeti ve 11 Şubat 327 târîhli kânûn-ı muvakkatda polisin emr ü (7) nehyine mutâvaʻat etmeyenlerin bu bâbda tutulacak zabt varakası üzerine biʼl-muhâkeme cezâ-yı nakdî ve (8) yahud habs ile mahkûm edileceği münderic olduğundan âdâb-ı dîniyeye mugâyir görülen ahvâl-i (9) mebhûsenin evvel emirde halka iʻlân ve ifhâmından sonra mugâyir-i emr ü ihtâr hareket edenlerin (10) zabt varakasıyla mahkemeye tevdîʻleri lâzım geleceğinden keyfiyetin polis müdîriyet-i umûmiyesine emr ü işʻârı (11) menût-ı reʼy-i sâmî-i nezâretpenâhîleridir. Fî 18 Nisan sene 333 Kelimeler: Adem-i istîʻâb: İçine alamama, küçük gelmeAleʼl-usûl: Usul üzereBaʻde-ezîn: Bundan sonraBeyʻ ü fürûht: AlışverişCenâb-ı dâverî: Vezir hazretleriDefâtir: Defterler Edʻiye: DualarEdyân: DinlerEvkât-ı muʻayyene: Belirli vakitlerFerş: Sermekİfhâm: Anlatmaİstifsâr: Sorma, açıklama istemeİstîzân: İzin istemeKâil olmak: Razı olmak, kabul etmekKalʻabend: Bir kalede kalma cezasına çarptırılmış kimseLedeʼs-suâl: Soru sorulduğundaLef: Ekleme Maʻamâfîh: Bununla beraberMahbûsîn: Hapiste yatanlarMakûle: TürlüMebhûse: BahsedilmişMelhûz: DüşünülmüşMemlû: DoluMenût: BağlıMerâkiz: MerkezlerMesâhif: MushaflarMuhill: İhlal eden, bozanMuhrik: Tahrik edenMutâvaʻat: İtaat etmekMücrim(în): Suçlu(lar)Mülhakât: EklerMünderecât: İçindekilerMütehammil: Tahammül eden, dayananResâil: MektuplarSâmî: YüceTahzîr: SakındırmaTevakkuf: Olması başka bir şeye bağlı bulunmaTevdîʻ: Teslim etme, vermeTezekkür: Konuşma, müzakere etmeTezkire: Resmî belge

H. Halit ATLI 01 Ocak
Konu resmiOsmanlıca Yazabiliyorum
Osmanlıca Yazabiliyorum

Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir. DUA İlahi! Hamdini sözümüze sertac ettik, zikrini kalbimize miraç ettik, kitabını kendimize minhac ettik. Biz yoktuk sen var ettin, varlığından haberdar ettin, aşkınla gönlümüzü bikarar ettin. İnayetine sığındık kapına geldik, hidayetine sığındık lütfuna geldik, kulluk edemedik afvına geldik. Şaşırtma bizi doğruyu söylet, neşeni duyur hakikati öğret. Sen duyurmazsan biz duyamayız, sen sevdirmezsen biz sevemeyiz; sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yar et bize hep erdirdiklerini…            Ç  Ö  Z  Ü  M      دعا الٰهي! حمديڭي سوزيمزه  سرتاج ايتدك، ذكريڭى قلبمزه  معراج ايتدك، كتابڭى كنديمزه  منهاج ايتدك. بز يوقدق سن وار ايتدڭ، وارلغڭدن خبردار ايتدڭ، عشقڭله  كوڭلمزي بي قرار ايتدڭ. عنايتڭه  صيغيندق قاپوڭه كلدك، هدايتڭه  صيغيندق لطفڭه كلدك، قوللق ايده مه دك عفويڭه  كلدك. شاشيرتما  بزي طوغري يي سويلت، نشئه ڭي دويور حقيقتي أوگرت. سن دويورمازسه ڭ بز دويامايز، سن سوديرمزسه ڭ بز سوه مه يز؛ سودير بزه  هپ سودكلريڭي، يردير بزه  هپ يردكلريڭي، يار ايت بزه  هپ ايرديردكلريڭي…

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiİ’tilâ
Bir Dergi Bir Yazı

(1) On beş günde bir neşr olunur risaledir. (2) İnşallahü’l-kerim gayretimiz i‘tilamıza bais olur. Zaten hangi gayret var ki müeddi-i terakki, hangi sa‘y var ki mucib-i i‘tila olmasın. (3) Mekârim-i Ahlak Mekârim-i ahlak insanın bir hadd-i hakikisidir, sözü bir kaziyye ise de öyle sıdka-i kizbe ihtimali olanlardan olmayıp yalnız kendisi için ihtimal-i kizb tasavvur olunmayacak bedihiyyetü’s-sıdk bir kaziyyedir. İnsaniyet tahakkuk eder ise elbette mekarim-i ahlak ile tahakkuk eder. Mekarim-i ahlaktan sarf-ı nazar edenler insanı hayvan-ı natık tarifindeki o koca hayvanlıktan hiçbir zaman kurtaramazlar. (4) Nevruzdaki buhl ve israftan Ma-ba‘d İsraf bir şûre-zâra müşabihtir ki ab-ı hayat serveti bel‘ ve mahveder. İsraf ile mübtela olanlar bir hastaya benzerler ki tabibin eklinden menettiği bir takım muzır şeyleri yiyerek hastalıklarının kesb-i şiddet etmesine badi olur. İsraf bir dahiye-i mücessemedir ki herhangi bir kavimde seyr-zede-i zuhur olsa o kavmin servet ü sâmânını mahveder. Yalnız servetlerini mahvetmekle kalmaz, vücudunun hassasından olan helâhil-i fakr ile o kavmin fenasına sebep olur. İnsan efrad-ı ahaliye müdakkikane bir nazar edecek olursa görür ki bunlardan israfı ihtiyar eden pek az müddet zarfında yürekleri yakacak derecede fark u mezellete duçar oluyorlar. İsraf!.. Ne fena huy! (5) Kâinatın mâ bihi’l-iftiharı, cihanın yegane istifadegahı olan Kur’an-ı azimü’ş-şan bakınız bu mealde ne buyuruyor; Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz! (6) Bismillahirrahmanirrahim Bab-ı evvel İnsanları her arzularının husulüne muvaffak edecek şey yek diğerinin şevaib-i garaz ve kederden ârî olarak muhabbet etmek, kalpleri riya, hud‘adan salim bulunarak beynlerinde safi bir esas uhuvvet tesis eylemektir ki bu sebeple bütün milletin hâhişger ve tâlibi olduğu saadet-i daimiyi bir dakikada husule getirmeye muktedir olan ittifak vücuda gelmiş olur. (7) Ahlak-ı haseneye malik olanlar terbiyesiz ve füru-mâye kimseler ile ülfet ede ede ahlak-ı rezileyi istishab eder, redaet-i ahlaka mübtela olanlar da güzel huylu kimseleri taklid veya terbiye ve te’dib ile mekarim-i ahlakı tahsil ederler.

Zafer ŞIK 01 Ocak
Konu resmiFasl-ı Evvel İlm-i Tıbb Beyânındadır
Osmanlı Tıbbından

İlm-i tıbb bir ilimdir ki, anınla ahvâl-i beden-i insân maʻlûm olur. Meselâ sıhhat ve maraz nedir? Ve sıhhati nice hıfz kābildir? Ve sıhhat ki zâil ola ne vechile iʻâde olunur? Bi-kaderi’l-imkân beyân olunur. Ve tabîʻat ki kuvvete muhtâcdır, anı ne tarîkle nigâh kılmak olur? Ve kemâlât-ı beden ki kuvâ-yı selâsedir, anın efʻâlini iʻtidâlde recâ kılmak muktezâ-yı tabîʻatdır ne keyfiyyet iledir? Ve umûr-ı tabîʻî ki eşyâ dimekle maʻrûfdur, beden-i insânda iʻtidâl-i mizâcî andan ibâretdir. Mevcûde olursa beden sahîh ve kāim olur. Ol eşyâ ki biz vasf eyledik, erkân ve mizâc ve ahlât ve aʻzā ve ervâh ve kuvâdır. Sifr-i ûlânın bâb-ı evveli kavâʻid-i külliyye ki ilm-i tıbba müteʻallikdir İki kısımdır. Kısm-ı evvel kavâʻid-i tıbbiyyeyi beyân ider ki ol umûr-ı tabîʻî beyânındadır. İmdi maʻlûm ola ki, erkân dörtdür. Biri nârdır. Tabîʻatı hârr ve yâbisdir. Mevziʻi taht-ı felek-i kamerdir. Hafîf-i mutlakdır. Fâidesi teshīn ve inzāc ve tahlîl ve taltīf ve ihrâkdır. Erkânın ikincisi havâdır. Tabîʻatı hârr ve ratbdır. (24a) Hafîf-i bi’l-izāfedir. Mevziʻi taht-ı küre-i nârdır. Fâidesi tahlîl ve tartīb ve eşyâyı mütehalhil kılmakdır. Erkânın üçüncüsü âbdır. Tabîʻatı bârid ve ratbdır. Mevziʻi taht-ı küre-i havâdır. Sakīl-i bi’l-izāfedir. Fâidesi tartīb ve teslis-i eşyâ-yı sulbdür. Erkânın dördüncüsü hâkdir. Tabîʻatı bârid ve yâbisdir. Sakīl-i mutlakdır. Mevziʻi evsat-ı anâsırdır. Fâidesi kaçan eşyâ-i rakīki hıfz ide, tağlîz ider ve sâbit kılur. Sadeleştirme Birinci Fasıl: Tıp İlmi Tıp öyle biri ilimdir ki bu ilimle insan vücudunun yapısı ve durumları bilinir. Mesela sağlık ve hastalık nedir? Eğer sağlık kaybolursa tekrar nasıl kazanılır? Tıp bu sorulara cevap bulmaya çalışır. Maddenin kuvvete ihtiyacı vardır, nasıl işlediğini görmek gerekir. Bedenin sağlıklı olması için üç kuvvet gerekir, bu kuvvetler dengede tutulmalıdır. İnsanın bedeninin sağlıklı olması için umûr-ı tabîînin yani insanın vücudunu ve ruhunu kontrol eden altı sistemin (unsurlar, mizaçlar, hıltlar, organlar, ruhlar, kuvvetler) dengede olması gerekir. Bunların hepsini bu kitapta açıkladık. Birinci Bölümün Birinci Kısmı: Tıp İlminin Genel Kaideleri Bu kaidelerden birincisi tıbbın kurallarından umûr-ı tabîî yani doğal sistemdir. Kâinatı oluşturan dört unsur (erkân) vardır. Birincisi ateştir. Tabiatı sıcak ve kurudur. Konumu ay altı âlemidir. En hafif unsur budur. Faydası ısıtmak, pişirmek, çözmek, yumuşatmak ve yakmaktır. İkinci unsur havadır. Tabiatı sıcak ve nemlidir. İkinci hafif unsurdur. Konumu ateşin altındadır. Faydası çözmek, nemlendirmek ve gevşetmektir. Üçüncü unsur sudur. Tabiatı soğuk ve nemlidir. Konumu havanın altındadır. Kısmen ağırdır. Faydası nemlendirmek ve sert nesneleri yumuşatıp kıvam vermektir. Unsurların dördüncüsü topraktır. Tabiatı soğuk ve kurudur. En ağır unsurdur. Konumu unsurların ortasıdır. Faydası yumuşak nesneleri sertleştirerek formunu korumasını sağlar.  

Mesut BUDAK 01 Ocak
Konu resmiKitabe Okumaları
Kitâbe Okumaları

Mustafa Râgıb Efendi Mezar Kitabesi Hüve’l-Hayyü’l-BâkîLutf ile meskenim kıl yâ Hüdâ bâğ-ı cinânRâzıyım emrine yâ Rabb eyledim teslîm-i cânÂh nâ-murâd gittim cihândan ben bugünVere cennetde murâdım bana Hallâk-ı cihânEy benim dertli halîlim ağlayub etme figânRûz-ı şeb hayır duâdan beni unutma hemânMerhûm ve mağfûr ilâ rahmet-iRabbihi’l-Ğafûr MustafaRâgıb Efendi’nin rûhîçûnEl-FâtihaFî 11 Rebîu’l-âhir sene 1239 Kelimeler: Mesken: Oturulan, ikāmet edilen yer, ev, konut, ikametgâh.Bâğ: Bahçe, yeşillik, ağaçlık ve çiçeklik yer, bostan.Cinân: Cennetler.Nâ-murâd: İsteğine erişememiş, murâdına erememiş.Hallâk: Yaratma gücü sınırsız olan, devamlı olarak yaratan, AllahFigân: Iztırapla bağırma, haykırma, feryat etmek, haykırmak.Rûz u şeb: Gece gündüz, her zaman. İsmail Hakkı Efendi Mezar Kitabesi Hüve’l-Hayyü’l-BâkîBu cihân bağına geldim bir mürüvvet görmedimDerdime dermân aradım bir ilâcın bulmadımAh ile zâr kılarak tâzeliğime doymadımÇün ecel peymânesi dolmuş murâdım almadımZabtiye Nezâret-i CelîlesiMuhâsebe Kalemi ketebesindenİsmail Hakkı Efendi’ninRûhîçûn el-FâtihaFî 3 Zilkâde sene 1320 Yevm-i PazarVe 19 Kânûn-ı sâni 1318Hüve’l-Hayyü’l-Bâkî Kelimeler: Mürüvvet: 1. Yiğitlik, mertlik; 2. İnsanca davranma, insanlık; 3. İyilik ve ihsanda bulunma, cömertlik, lutufkârlık: 4. Ana babanın çocuklarıyle ilgili sünnet, iş güç sâhibi olma ve bilhassa evlilik gibi önemli hayat dönemlerini görmekten ve onları yetiştirmiş olmaktan dolayı duyduğu sevinç, mutluluk.Dermân: 1. İlâç, şifâ, devâ, çâre: 2. Çâre, hal yolu, çıkış yolu: 3. Kuvvet, güç, mecal, tâkat:Ecel peymânesi: Ölüm şarabıKetebe: 1-Kâtipler; 2-Eski yazı bir kitap, levha vb.ne konan “ketebehü’l-fakîr …” şeklindeki imzâ; 3-Yazma eserlerin genellikle sonunda bulunan, eser, müellif, müstensih hakkında bilgilerin bulunduğu kısım [İstinsah kaydı da denir];  4-Hattatlık icâzetiZâr kılmak: Ağlamak

Ahmet Said KÜTGÜL 01 Ocak
Konu resmiAshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar)
Seyyah

يدي اويورلرڭ اينانيلماز حكايه سي و اويودقلري مكان (بر قوله  كوره ) مرسين طرسوسڭ دده لر كوينده ، طاغڭ اتگنده  بولونان بر مغاره ده  كچمكده در. مغاره يه ، يورويوش زمينندن اون بش باصامقلي بر مرديونله  اينيلمكده در. مغاره نڭ همن أوزرنده  ١٨٧٣ ييلنده  ياپيلمش بر ده  جامع بولونور. اصحاب كهف مغاره سي، قرآن كريمڭ كهف سوره سنڭ ٩ الا ٢٦نجي آيتلرنده  آڭلاتيلير. اللّٰهه  اينانان و ياشادقلري دورڭ ظالم قرالندن قاچان يمليخا، مكثلينا، مثلينا، مرنيس، دبرنوش، شاذنوش و كفشططيوش آدلي يدي كنجڭ و كوپكلري قطميرڭ ٣٠٩ ييل اويودقلري مغاره در. عربجه ده  اصحاب “صاحب، دوست” آڭلامنه  كلير. “كهف” ايسه  طاغلرده  اويولمش أو كبي يرلره  دينير. اصحاب كهفڭ ديلمزده كي قارشيلغي “مغاره  دوستلري”در. او وقت روما ايمپراطوري طرسوسه  كلمش و چوق تاڭريلي او دونمده ، توحيد اينانجنه  باغلي بو كنجلري حضورينه  چاغيروب، اونلره  روما ديننه  باغلي قالمه لرينى، يوقسه  كنديلريني ئولديرته جگني سويله مشدر. اللّٰهه  اولان اينانجلرندن واز كچمك ايسته مه ين بو كنجلر، قاچارق طرسوس ياقينلرنده كي بو مغاره يه  صيغينمشلردر. اللّٰهڭ تقديري و قدرتيله  اوراده  معجزه وي بر شكلده  ٣٠٩ ييل سورن بر اويقويه  ياتمشلردر. بو سوره نڭ صوڭنده  توحيد اينانجنڭ اولديغي بر اورته مه  اويانمشلر و اللّٰهه  حمد ايتمشلردر. كهف سوره سي ١٨نجي آيتده  شويله  بيورولور: “اويقوده  اولدقلري حالده ، سن اونلري اويانيق صانيرسڭ. بز اونلري صاغه  صوله  چويرييوردق. كوپكلري ده  مغاره نڭ كيريشنده  ايكي قولني اوزاتمش (ياتمقده  ايدي.) اونلري كورسه يدڭ، مطلقا اونلردن يوز چويروب قاچاردڭ و كوردكلرڭ يوزندن ايچڭ قورقو ايله  طولاردي ”… Yedi uyurların inanılmaz hikayesi ve uyudukları mekân (bir kavle göre) Mersin Tarsus’un Dedeler köyünde, dağın eteğinde bulunan bir mağarada geçmektedir. Mağaraya, yürüyüş zemininden on beş basamaklı bir merdivenle inilmektedir. Mağaranın hemen üzerinde 1873 yılında yapılmış bir de cami bulunur. Ashab-ı Kehf Mağarası, Kuran-ı Kerim’in Kehf Suresi’nin 9 ila 26. ayetlerinde anlatılır. Allah’a inanan ve yaşadıkları devrin zalim kralından kaçan Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernus, Debernuş, Şazenuş ve Kefeştatayyuş adlı yedi gencin ve köpekleri Kıtmirin 309 yıl uyudukları mağaradır. Arapçada ashab “sahip, dost” anlamına gelir. “Kehf” ise dağlarda oyulmuş ev gibi yerlere denir. Ashab-ı Kehf’in dilimizdeki karşılığı “Mağara Dostları”dır. O vakit Roma imparatoru Tarsus’a gelmiş ve çok tanrılı o dönemde, tevhid inancına bağlı bu gençleri huzuruna çağırıp, onlara Roma dinine bağlı kalmalarını, yoksa kendilerini öldürteceğini söylemiştir. Allaha olan inançlarından vazgeçmek istemeyen bu gençler, kaçarak Tarsus yakınlarındaki bu mağaraya sığınmışlardır. Allah’ın takdiri ve kudretiyle orada mucizevi bir şekilde 309 yıl süren bir uykuya yatmışlardır. Bu sürenin sonunda tevhid inancının olduğu bir ortama uyanmışlar ve Allah’a hamd etmişlerdir. Kehf Suresi 18. ayette şöyle buyrulur: “Uykuda oldukları hâlde, sen onları uyanık sanırsın. Biz onları sağa sola çeviriyorduk. Köpekleri de mağaranın girişinde iki kolunu uzatmış (yatmakta idi.) Onları görseydin, mutlaka onlardan yüz çevirip kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı…”

H. Merve BARUTÇU 01 Ocak
Konu resmiTarihten Notlar
Tarihten Notlar

سلطان ١'نجی مرادڭ دعاسي سلطان مراد، ١٤ حزيران ١٣٨٩ ييلنده  اوردوسي ايله  قوصوه ده در. هوا صيجاق، اورته لق توز دوماندر و دشمان اوردوسي عثمانلي اوردوسنڭ اڭ آز ايكي قاتيدر. سلطان مراد بر تپه  أوزرندن بو حالي كورنجه  صيرب قرالنى قصد ايده رك: - بو ملعون نه  قدر عسكر طوپلامش. اللّٰهم, حبيبڭ محمّد حرمتنه  سن بزه  يارديم ايله . بني مؤمنلرڭ هلاكنه  سبب ايلمه ، ديمش. آقشام، نمازينى قيلدقدن صوڭره  شو مئالده  دعا ايتمشدر: ”اي اللّٰهم، سڭا ايتديگم نيجه  دعالريمي قبول ايتدڭ و بني محروم ايلمه دڭ. يينه  بنم دعامي قبول ايله . بر ياغمور كوندره رك بو قراڭلغي و توزي قالدير. دنيايي نورلي قيلكه  كافر اوردوسني كوزمله  كوره يم و اونلرله  جهاد ايده يم! اي اللّٰهم، ملك و قول سنڭدر. سن كيمه  ايسترسه ڭ ويررسڭ. بن ده  سنڭ عاجز بر قولڭم. بنم قلبمي و نيتمي سن بيليرسڭ. غايه م مال و ملك دگلدر. بورايه  كوله لر و جاريه لر ايدينمك ايچون كلمدم. بن خالص بر نيتله  سنڭ رضاڭي ايسترم. يا رب! بني بو مسلمانلره  قربان ايله ، يتركه  بو مؤمنلري كافر النده  مغلوب ايدرك هلاك ايلمه ! بونجه  مسلمانڭ قتلنه  بني سبب قيلما. بزلري منصور و مظفّر ايله . بني غازي قيلديغڭ كبي شهيد ده  ايله !“ سلطان مرادڭ بو صوڭ دعاسي ده  قبول اولمش، فتح اوردوسي منصور و كنديسي شهيد اولمشدر. Sultan 1. Murad’ın Duası Sultan Murad, 14 Haziran 1389 yılında ordusu ile Kosova’dadır. Hava sıcak, ortalık toz dumandır ve düşman ordusu Osmanlı ordusunun en az iki katıdır. Sultan Murad bir tepe üzerinden bu hali görünce Sırp kralını kastederek: - Bu melun ne kadar asker toplamış. Allah’ım Habibin Muhammed hürmetine sen bize yardım eyle. Beni müminlerin helakına sebep eyleme, demiş. Akşam, namazını kıldıktan sonra şu mealde dua etmiştir: “Ey Allah’ım, sana ettiğim nice dualarımı kabul ettin ve beni mahrum eylemedin. Yine benim duamı kabul eyle. Bir yağmur göndererek bu karanlığı ve tozu kaldır. Dünyayı nurlu kıl ki kafir ordusunu gözümle göreyim ve onlarla cihat edeyim! Ey Allah’ım, mülk ve kul senindir. Sen kime istersen verirsin. Ben de senin aciz bir kulunum. Benim kalbimi ve niyetimi sen bilirsin. Gayem mal ve mülk değildir. Buraya köleler ve cariyeler edinmek için gelmedim. Ben halis bir niyetle senin rızanı isterim. Ya Rab! Beni bu Müslümanlara kurban eyle, yeter ki bu müminleri kafir elinde mağlup ederek helak eyleme! Bunca Müslümanın katline beni sebep kılma. Bizleri mansur ve muzaffer eyle. Beni gazi kıldığın gibi şehid de eyle!” Sultan Murad’ın bu son duası da kabul olmuş, fetih ordusu mansur ve kendisi şehid olmuştur. روم ايلينڭ بروسه سي اسكوب اسكوب، واردار نهرينڭ هر ايكي ياقه سنده  ير آلان قديم بر عثمانلي شهريدر. شهر چشيتلي يوللرڭ كسيشديگي أونملي بر كذرگاه أوزرنده در. نهرڭ ايكي ياقه سني بربرينه  باغلايان طاش كوپرو، سلطان ٢'نجی مراد زماننده  ياپيلمش اولوب شهرڭ اڭ أوڭملي سيمكه لرندن بريدر. طاش كوپرونڭ تام اورته سنده  بر محراب واردر. آوروپه يه  سفره  چيقان و يولي بورادن كچن سلطانلرڭ طاش كوپرويي نمازگاه اولارق قوللاندقلري تاريخجيلر و بولكه  خلقي طرفندن نقل ايديلمكده در. ييلديريم بايزيد ١٣٩٠’ده  بعض بگلريني صيربستانڭ فتحنه  كوندردي. اسكوب، بو بگلردن ييگيت پاشانڭ آقينلري نتيجه سنده  ١٣٩٢ ييلنده  فتح ايديلدي. فتحدن صوڭره  ييگيت پاشا، صاروخان بولكه سندن كتيريلن تركمنلري اسكوب و يوره سنه  يرلشديردي. بوراسني بالقانلرده  عثمانلي دولتينڭ اڭ أوڭملي اوچ مركزلرندن بري حالنه  كتيردي. عثمانلي فتحلري اسكوب أوزرندن صيربستانه  و بوسنه يه  اوزاندي. تركلرڭ اسكاني اسكوبڭ ياپيسني دريندن ايتكيله دى. بر طرفدن يڭي يرلشيم يرلري قورولوركن ديگر طرفدن بولكه ده كي قاتوليكلرڭ چوغي مسلمان اولدي. اسكان حركتلريله  برلكده  شهرده  قيصه  سوره ده  خان، حمام، جامع و مسجد كبي اثرلر انشا ايديلدي و اسكوب مسلمان ترك شهري كيملگي قازاندي. ١٦’نجی يوز ييل عثمانلي تاريخجيسي كمال پاشا زاده ، بورايي جنّت باغچه سنه  بڭزته رك روم ايلينڭ بروسه سي دييه  آڭار. Rumeli’nin Bursa’sı Üsküp Üsküp, Vardar Nehri’nin her iki yakasında yer alan kadim bir Osmanlı şehridir. Şehir çeşitli yolların kesiştiği önemli bir güzergâh üzerindedir. Nehrin iki yakasını birbirine bağlayan taş köprü, Sultan 2. Murat zamanında yapılmış olup şehrin en önemli simgelerinden biridir. Taş köprünün tam ortasında bir mihrap vardır. Avrupa’ya sefere çıkan ve yolu buradan geçen sultanların taş köprüyü namazgah olarak kullandıkları tarihçiler ve bölge halkı tarafından nakledilmektedir. Yıldırım Bayezid 1390’da bazı beylerini Sırbistan’ın fethine gönderdi. Üsküp, bu beylerden Yiğit Paşa’nın akınları neticesinde 1392 yılında fethedildi. Fetihten sonra Yiğit Paşa, Saruhan bölgesinden getirilen Türkmenleri Üsküp ve yöresine yerleştirdi. Burasını Balkanlar’da Osmanlı Devleti’nin en önemli uç merkezlerinden biri haline getirdi. Osmanlı fetihleri Üsküp üzerinden Sırbistan’a ve Bosna’ya uzandı. Türklerin iskânı Üsküp’ün yapısını derinden etkiledi. Bir taraftan yeni yerleşim yerleri kurulurken diğer taraftan bölgedeki Katoliklerin çoğu Müslüman oldu. İskân hareketleriyle birlikte şehirde kısa sürede han, hamam, cami ve mescid gibi eserler inşa edildi ve Üsküp Müslüman Türk şehri kimliği kazandı. yüzyıl Osmanlı tarihçisi Kemalpaşazâde, burayı cennet bahçesine benzeterek Rumeli’nin Bursa’sı diye anar. بوسنه  سراي بوسنه نڭ بولونديغي ير برودج آدلي كويڭ اكينلگي اولوب عيسي بگ طرفندن آلينارق اعمار ايديلمشدر. برود ج كوينده  ياپديريلان ايلك عثمانلي سرايندن طولايي ١٤٥٥ ييلندن اعتبارًا بوراسي ايچون سراي، سراي قصبه سي ويا سراي اووه سي اسملري قوللانيلدي. سراي بوسنه  ١٦ و ١٧'نجی يوز ييللرده  أوڭملي بر كليشمه  كوستردي. بوسنه  سنجاق بگلگنه  كتيريلن غازي خسرو بگ طرفندن بوراده  انشا ايديلن كليه  و قورولان وقفلرله  سراي بوسنه  بر مسلمان ترك شهري اولارق كليشدي. ١٥٢١-١٥٤١ ييللري آراسنده  أوچ دفعه  بوسنه  سنجاق بگي اولان غازي خسرو بگ، سراي بوسنه  و چوره سنڭ مسلمانلاشمه سنده  أوڭملي رول اوينايان ديني، تجاري و كولتورل تأسيسلر بنا ايتديردي. بو سببله  سراي بوسنه نڭ عيسي بگدن صوڭره  ايكنجي قوروجيسي اولارق غازي خسرو بگ قبول ايديلير. شهرڭ اورته سنده  تأسيس ايتديگي غازي خسرو بگ كليه سي بر سمبول اولمش، يوز ييللرجه  بو بولگه يه  خدمت ويرمش، مدرسه سندن پك چوق كيمسه  يتيشمشدر. غازي خسرو بگ كليه سنڭ بر قسمي، كونمزده  مدرسه  اگيتيمي ويرن بر ليسه  اولارق حالا فعاليتنه  دوام ايتمكده در.  قانوني دونمنه  عائد ١٥٣٠ ييلي قيدلرنده  سراي بوسنه ده  طوپلام ١١١٢ خانه  يعني عائله نڭ و ٥٧٢ مجرّد يعني بكار نفوسڭ وار اولديغي كورولمكده در. بو نفوس يوغونلغي ايچنده  خريستيانلر اون بش خانه  و اون آلتي بيوه دن يعني بكار قاديندن عبارتدي. مسلمان نفوسڭ ٪٩٨‘ي بولارق شهرڭ بتونيله  بر اسلام شهري حالنه  كلديگي كورولمكده در. Bosna Saraybosna’nın bulunduğu yer Brodec adlı köyün ekinliği olup İsa Bey tarafından alınarak imar edilmiştir. Brodec köyünde yaptırılan ilk Osmanlı sarayından dolayı 1455 yılından itibaren burası için Saray, Saray kasabası veya Saray ovası isimleri kullanıldı.  Saraybosna 16 ve 17. yüzyıllarda önemli bir gelişme gösterdi. Bosna sancak beyliğine getirilen Gazi Hüsrev Bey tarafından burada inşa edilen külliye ve kurulan vakıflarla Saraybosna bir Müslüman Türk şehri olarak gelişti. 1521-1541 yılları arasında üç defa Bosna sancak beyi olan Gazi Hüsrev Bey, Saraybosna ve çevresinin Müslümanlaşmasında önemli rol oynayan dinî, ticarî ve kültürel tesisler bina ettirdi. Bu sebeple Saraybosna’nın İsa Bey’den sonra ikinci kurucusu olarak Gazi Hüsrev Bey kabul edilir. Şehrin ortasında tesis ettiği Gazi Hüsrev Bey Külliyesi bir sembol olmuş, yüzyıllarca bu bölgeye hizmet vermiş, medresesinden pek çok kimse yetişmiştir. Gazi Hüsrev Bey Külliyesi’nin bir kısmı, günümüzde medrese eğitimi veren bir lise olarak hala faaliyetine devam etmektedir.  Kanuni dönemine ait 1530 yılı kayıtlarında Saraybosna’da toplam 1112 hane yani ailenin ve 572 mücerret yani bekar nüfusun var olduğu görülmektedir. Bu nüfus yoğunluğu içinde Hristiyanlar on beş hane ve on altı bîveden yani bekar kadından ibaretti. Müslüman nüfusun %98’i bularak şehrin bütünüyle bir İslâm şehri haline geldiği görülmektedir.

Murat DARICIK 01 Ocak
Konu resmiHüsn-i Hat Çalışmaları
Hüsn-i Hat Çalışmaları

Bu sayımızdan itibaren harf ve kelime çalışmalarına başlıyoruz. Silik harflerin üzerinden geçerken dikkatle yazmaya ve acele etmemeye çalışalım. Elinizin alışması ve yazınızın güzelleşmesi için bu dikkat ve sabır önemli olacaktır.

Mesut HIZARCI 01 Ocak
Konu resmiSultan 1. Murad’ın Münacaatı
Okuma Metinleri

آب روی حبيب اكرم ايچون،كربلاده  روان اولان دم ايچون، شب فرقتده  آغلايان كوز ايچون،ره عشقنده  سورونن يوز ايچون، اهل دردڭ دل حزيني ايچون،جانه تأثير ايدن انيني ايچون، ايله  يا ربّي لطفڭي همراه،حفظڭى ايله  بزه  پشت و پناه، اهل اسلامه  اول معين ناصر،دست اعدايي بزدن ايله  قاصر، باقما يا رب بزم كناهمزه ،نظر ايت جان و دلدن آهمزه ، ايتمه  يا رب مجاهديني تلف،تير اعدايه  قيلما بزي هدف، چشممز صاقلا كرد معركه دن،جند اسلامي جمله  مهلكه دن، بونجه  ييل سعي و اجتهاديمزي،غزوات ايچره  يخشي آديمزي، ايتمه  يا رب قهرڭ ايله  تباه،يوزيمي خلق ايچنده  ايتمه  سياه، راه دين ايچره  بن فدا اولايم،سپر عسكر خدا اولايم، دين يولنده  بني شهيد ايله ،آخرتده  بني سعيد ايله ، ملك اسلامي پاي مال ايتمه ،منزل فرقۀ ضلال ايتمه ، كرمڭ چوقدر اهل اسلامه ديلرم كيم ايريشه  اتمامه ...   Ab-ı ruy-i Habib-i Ekrem içün,Kerbelâ’da revân olan dem içün, Şeb-i firkatte ağlayan göz içün,Reh-i aşkında sürünen yüz içün, Ehl-i derdin dil-i hazîni içün,Cana tesir eden enîni içün, Eyle Ya Rabbi lütfunu hemrah,Hıfzını eyle bize püşt ü penah, Ehl-i İslam’a ol muin-i nâsır,Dest-i a’dayı bizden eyle kasır, Bakma Ya Rab bizim günahımıza,Nazar et can ü dilden ahımıza, Etme Ya Rab mücahidîni telef,Tir-i a’daya kılma bizi hedef, Çeşmimiz sakla gerd-i ma’rakeden,Cünd-i İslam’ı cümle mehlekeden, Bunca yıl sa’y ü içtihadımızı,Gazavat içre yahşi adımızı, Etme Ya Rab kahrın ile tebah,Yüzümü halk içinde etme siyah, Rah-ı din içre ben feda olayım,Siper-i asker-i Huda olayım, Din yolunda beni şehid eyle,Ahirette beni said eyle, Mülk-i İslam’ı payimal etme,Menzil-i fırka-i dalal etme, Keremin çoktur ehl-i İslam’aDilerim kim erişe itmama...

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiKur’an ve Batı Felsefesi Muvazenesi*
Okuma Metinleri

Kur’ân-ı Hakîm, şu Kur’ân-ı azîm-i kâinâtın en âlî bir müfessiridir. Ve en belîğ bir tercümanıdır. Evet, o Furkān’dır ki, şu kâinâtın sahîfelerinde ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekvîniyeyi cin ve inse ders verir. Hem her biri birer harf-i ma‘nîdâr olan mevcûdâta -mana-yı harfî nazarıyla-, yani onlara Sâni‘ hesabına bakar. “Ne kadar güzel yapılmış. Ne kadar güzel bir sûrette Sâni‘nin cemâline delâlet ediyor” der. Ve bununla kâinâtın hakîkî güzelliğini gösteriyor. Ama ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise, hurûf-u mevcûdâtın tezyînâtında ve münâsebâtında dalmış ve sersemleşmiş. Hakîkatin yolunu şaşırmış. Şu kitâb-ı kebîrin hurûfâtına -mana-yı harfî ile-, yani Allah hesabına bakmak lâzım gelirken, öyle etmeyip -mana-yı ismîyle-, yani mevcûdâta mevcûdât hesabına bakar. Öyle bahseder. “Ne güzel yapılmış” a bedel, “Ne güzeldir” der, çirkinleştirir. Bununla kâinâtı tahkîr edip kendisine müştekî eder. Evet, dinsiz felsefe, hakîkatsiz bir safsatadır. Ve kâinâta bir tahkîrdir. İkinci Esas: Kur’ân-ı Hakîm’in hikmeti, hayat-ı şahsiyeye verdiği terbiye-i ahlâkiye ve hikmet-i felsefenin verdiği dersin muvâzenesi: Felsefenin hâlis bir tilmîzi bir firavundur. Fakat menfaati için en hasîs şeye ibâdet eder bir firavun-u zelîldir. Her menfaatli şeyi kendine rab tanır. Hem o dinsiz şâkird, mütemerrid ve muanniddir. Fakat bir lezzet için nihâyet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir. Şeytan gibi şahısların bir menfaat-i hasîse için ayağını öpmekle zillet gösterir denî bir muanniddir. Hem o dinsiz şâkird, cebbâr bir mağrurdur. Fakat kalbinde nokta-i istinâd bulmadığı için, zâtında gayet acz ile âciz bir cebbâr-ı hodfurûştur. Hem o şâkird, menfaatperest hod-endîştir ki, gaye-i himmeti, nefis ve batnın ve fercin hevesâtını tatmîn ve menfaat-i şahsiyesini bazı menfaat-i kavmiye içinde arayan dessâs bir hodgâmdır. Ama hikmet-i Kur’ânın hâlis tilmîzi ise, bir abddir. Fakat a‘zam-ı mahlûkāta da ibâdete tenezzül etmez. Hem cennet gibi a‘zam menfaat olan bir şeyi gaye-i ibâdet kabul etmez bir abd-i azîzdir. Hem tilmîzi mütevâzi‘dir, selîm, halîmdir. Fakat Fâtır’ının gayrına dâire-i izni hâricinde ihtiyârıyla tezellüle tenezzül etmez. Hem fakir ve zaîftir. Fakr ve zaafını bilir. Fakat onun Mâlik-i Kerîm’i ona iddihâr ettiği uhrevî servet ile müstağnîdir. Ve seyyidinin nihâyetsiz kudretine istinâd ettiği için kavîdir. Hem yalnız livechillâh, rızâ-yı İlâhî için, fazîlet için amel eder, çalışır. İşte iki hikmetin verdiği terbiye, iki tilmîzin muvâzenesiyle anlaşılır. Üçüncü Esas: Hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur’âniyenin hayat-ı ictimâiye-i beşeriyeye verdiği terbiyeler: Ama hikmet-i felsefe ise, hayat-ı ictimâiyede nokta-i istinâdı kuvvet kabul eder. Hedefi menfaat bilir. Düstûr-u hayatı cidâl tanır. Cemâatlerin râbıtasını, unsuriyet, menfî milliyeti tutar. Semerâtı ise, hevesât-ı nefsâniyeyi tatmîn ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyîddir. Halbuki kuvvetin şe’ni, tecâvüzdür. Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfî gelmediğinden üstünde boğuşmaktır. Düstûr-u cidâlin şe’ni, çarpışmaktır. Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan tecâvüzdür. İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb olmuştur. Ama hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinâdı, kuvvete bedel hakkı kabul eder. Gayede menfaate bedel, fazîlet ve rızâ-yı İlâhîyi kabul eder. Hayatta düstûr-u cidâl yerine, düstûr-u teâvünü esas tutar. Cemâatlerin râbıtalarında unsuriyet, milliyet yerine, râbıta-i dînî ve sınıfî ve vatanî kabul eder. Gāyâtı, hevesât-ı nefsâniyenin tecâvüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvîk ve hissiyât-ı ulviyesini tatmîn eder. Ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan eder. Hakkın şe’ni ittifâktır. Fazîletin şe’ni tesânüddür. Düstûr-u teâvünün şe’ni, birbirinin imdâdına yetişmektir. Dinin şe’ni uhuvvettir, incizâbdır. Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir. *Zülfikar Mecmuası, Onikinci Söz, 174-176

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiKur’an’a Dair*
Okuma Metinleri

Geçende “Kur’an nedir?” sernamesi (başlığı) altında yazdığım bir makalede bu kitâb-ı mukaddesin insanı elvâh-ı muhtelife-i tabiat üzerine atf-ı lihaza-i istibsara (göz ucuyla bakmaya) nasıl davet ve teşvik ettiğini icmalen arz eylemiştim. Bu hususu birkaç misal ile biraz tafsil etmek istiyorum. Biliyoruz ki tabiatın en mühim bir meselesi hilkat bahsidir. Acaba insan ne zaman, nasıl ve niçin yaratılmıştır? Kur’an insanın mebde-i hilkati için bir zaman tayin etmiyor. Bu hususiyet de onun sıhhat-i müeddasına başlı başına delalet edecek bir hüccettir. Kur’an bazı yerinde insanın toprak veya sudan, bazı ayetlerinde ma-i mehînden (değersiz sudan) veya salsaldan yani “kuru balçık”tan yaratıldığını haber vermektedir. Vakıa bugün tecrübeten malumumuzdur ki insan sulb-i pederden rahm-i madere düşen bir katre nutfeden tekevvün etmektedir (olmakatdır). Fakat nutfe kandan mütevelliddir. Kan ise keylustan[1] hasıl madde-i lenfaviyeden mütekevvindir. Keylusun da menşei keymus[2] olup bu da yediğimiz gıdaların midede tesadüf ettiği … ve kimyevi bazı muamelattan hasıldır. Gıdanın ise su ile toprak sayesinde husule geldiğini bilmeyen var mıdır? O halde insan aslen toprak ve sudan yaratılmış demektir. Kur’an silsile-i mevcudata dahil olan her şeyin bir hikmet-i vücudu olduğu gibi, insanın da boş yere ve sebepsiz halk olunmadığını mükerreren bildirmektedir. Fakat niçin halk olunmuştur? Yalnız doğmak, büyümek ve bu maksatla yiyip içmek ve nihayet bir zürriyet bırakıp ölmek için mi dünyaya geliyoruz? Eyvah, eğer iş yalnız bundan ibaret olsaydı, ben kendi hesabıma bu taşıdığım hayata çoktan ilan-ı nefret ve belki onu bir dakika evvel ifnaya (yok etmeye) müsaraat (acele) ederdim. Hatta zannedersem, çok kimseler bu hususta bana takaddüm ederlerdi (önüme geçerlerdi). İşte böyle bir zehab-ı batıla düşülmemek içindir ki Kur’an mütemadiyen bize bilenlerle bilmeyenler hiç müsavi olurlar mı? Gözsüzlerle gözlüler birbirine benzerler mi, diye sorup duruyor. Yani bizi enfüs (iç alem) ve afaka (dış aleme) medd-i enzar-ı tetebbu’la (araştırıcı gözle) hakaik-i eşyayı istinbata (yaratılmış şeyleri anlamaya) ve her şeyden ibret almaya sevk ediyor. O halde Kur’an’ın şu meseleler hakkında bizzarure icmalen haber verdiği şeylerin tafsilini kitab-ı tabiatla kendi nüsha-i bedenimizden araştırmak bizim uhdemizde terettüb etmektedir. Hakiki bir Müslüman isen, bilhassa mufassal bir fizyoloji, mufassal bir biyoloji, derin bir psikoloji ve sağlam bir ilm-i ahlak yapmaklığımız lazımdır. İlmî manasıyla garplılaşmak demek, elde mikroskoplar, mizanü’l-harareler (termometre) ve mi’yar-ı kimyevilerle serair-i eşyayı (eşyanın sırlarını) teftiş etmek veyahut kazma ve küreklerle a’mak-ı arzı (yeryüzünün derinliklerini) kazıp gizledikleri eski insanlarla cinsleri münkariz (yok olmuş) hayvanların bekaya-yı ızamından esrar-ı hilkati keşfe çalışmak demektir. İlmin böyle çalışmalara daha fevkalade ihtiyacı vardır. Bahsettiğim meselelere temas eden faraziyeler hiçbir vecihle kanaat bahş-i efkâr olamamıştır. Ana rahmindeki yumurtacıklardan biri, nice nice faaliyet ve mevrusat ile aşılandığı vakit kendisinde meknuz (gizli) olan kudret-i nazıma o mütekasif hâlâtı o kadar mürekkeb ve o derece müstaid-i tefekkür bir şahs-ı insaniye nasıl tahvil edebilir? Rica ederim, biliyorsanız bize de lütfen söyleyiniz. Hayır efendim, o hala bir sırr-ı mutlaktır. Değil bu, hastalığın, ihtiyarların, ölümün seyr u cereyan-ı batınisi dahi biyolojinin henüz el sürülmemiş esrarındandır. Acaba “tefekkür” namını verdiğimiz ef’ule-i hayatiye nedir? Acaba maddenin bir küme-i faniye ve muvakkatesinde zahir olan bu kadar vasi (geniş) ve münbasit (yayılmış) bir kudrete ne mana vermeli? Bidayeten mesela Afrika’daki vahşi kabilelere mensup efratta görüldüğü gibi pek çocukça şeylere uzun müddetler hakikat diye inandıktan sonra refte refte (yavaş yavaş) bilinkişaf nihayet kabiliyet-i istiksaiyesini (araştırma kabiliyetini) bilhassa tecrübe ve istibsar metodlarıyla fevka’l-had tevsi’ ve tenmiye etmiş olan kuvve-i müfekkire şimdi kendi zatının da ne olduğunu düşünmeye başlamıştır! Bununla beraber her halde, insanın bu şuun-ı günagün tabiat içinde tesadüf ettiği muammaların (bulmacaların) en kapalısı mutlaka yine kendisidir. Hatta malumatımız arttıkça, bu muamma daha kapalı bir hale gelecektir. İşte bu muğlakiyettir (kapalılıktır) ki hala bazı mütefekkirleri “her şeyde bir maslahat, bir hikmet ve bir gaye olduğunu” tasdik hususunda tereddüde düşürmektedir. Hele pek meşhur “Aslü’l-enva’” unvanlı kitabın müellif-i namdarı Darvin’in “Âlemde ızdırap var. Mü’nim ve kadir-i mutlak bir Allah’ın firavun farelerini tırtılları yemekle taayyüş etmek veya kedileri sıçanlarla oynamak üzere yarattığına inanmam. Gözün de bir maksad-ı mahsusla halk edilmiş olduğunu teslim için bir zaruret göremem.” yolundaki mülahazalarını gördükçe ebhar ve aktar-ı muhtelife-i alemde icra ettiği o pek mühim tahkikat-ı ilmiyesine rağmen onun şu neticeyi çıkarmasına pek taaccüb ederim. Ona Allah’ın kedileri farelerle oynamak için yarattığına inanmasını acaba kim teklif etmiş! Vah zavallı-yı nasib-i irfan-ı allame! Fakat bu gibi şaşkınca mülahazalar zihnimizi hiç teşviş etmesin, bilakis nazar-ı teyakkuz ve intibahımızı açsın. Müsaade ederseniz pek menus bir misal ile izah-ı maksad edeyim: Cebimde taşıdığım ve günde birkaç defa çıkarıp baktığım saati pek iyi biliyorum ki bir sanatkâr i’mal etmiştir. Bunun içindeki ince ve nazik çarkları birbirine terkip eden ve hepsini birkaç kapak içine koyan odur. O sanatkâr bu saati tayin-i evkat için imal etmiştir. Sanatkârın bu maksadını bildiğine saatin her şeyi şahadet etmektedir. Kezalik o sanatkâr benim istimal ettiğim saatten maada altın, gümüşten, fağfurdan daha yüzlerce saat imal etmiştir. Mesela onlardan bazıları yalnız günün yirmi dört saatini değil, günün ismini, ayın kaçı olduğunu safahat-ı kamerle beraber gösterir. Bazı saatleri yirmi dört saat işlemek için kurduğu halde bazılarını bir ay, bir hafta, bir sene işleyecek surette tertip eylemiştir. Fakat biçare saatin hiçbir şeyden haberi yoktur. İnsana gelince gerçi onun da yapılmakta, işlemekte 40, 50, 60, 70 sene yaşamakta hiçbir dahl ve tesiri yoksa da tamamen saate müşabih olmadığına da şüphe yoktur. Hakim-i şehr “Decart” İstediği kadar insanı “otomat” yani zatü’l-hareke bir makineye varsın benzetsin. Herhalde insan bu saatler gibi bihaber yaşamak istemiyor. Kendi saniini (sanatkarını), üzerindeki muhayyer-i ukul (akılları hayrette bırakan) tertibatı mükellefiyet ve memuriyeti ne olduğunu da anlamak istiyor. İşte mana-yı Kur’anisiyle basir olmak (görmek) isteyenler bu tahkikata muvaffak olanlardır. Fakat biliriz ki bir muadele-i cebriyeyi (matematik denklemini) bin hamal bir araya gelse ve senelerce imal-i fikir eyleseler halledemezler. Yalnız halledemezler değil, o muadelenin pek mühim bir meseleyi tazammun edebileceğine ihtimal veremezler. Binaberin (bundan dolayı) onu açtırmak için riyaziyyunumuzdan (matematikçilerimizden) bir Nadir, bir Hamid Hüsnü veya bir Salim bulmak lazımdır. Ondan sonra da onlara itiraz etmek değil, teslim olmak lazımdır. Böyle yapılmazsa o rehnümayan-ı hakikate hiçbir zarar gelmez, yalnız münkir ve muanidlerin mahrumiyet ve hüsran-ı devam eder. Kur’an-ı mütenevvi sebeplerle örümcekten, arıdan, karıncadan misaller getiriyor. Bunlardan anlıyor ve bittecrübe biliyoruz ki her sınıf mahluk bir muayyen işte meşgul olduğu gibi hepsi beka-yı nev’i için muktezi tedbirler ittihazında kusur etmiyor ve hiçbirisi tabiatın çizdiği yoldan çıkmıyor. Yalnız insandır ki tabiata karşı isyan ve muhalefete cüret edebiliyor. Ancak tabiat hiçbir muhalefeti cezasız bırakmaz, tabiat yalnız kendini kanunlarına riayet edenlere zahir (görünür) ve hadim olur (hizmet eder). Tabiat böyle olunca, onun fevkindeki Halikın da vezaif-i memuresinden inhiraf edenlere karşı nasıl muamele edeceğini tayin için çok düşünmek lazım değildir. Velhasıl kalesi, kapıları, bekçileri, gözcüleri, askerleri, matbahı, fabrikası, aşçısı, makinisti, kimyageri, fotoğrafçısı, telefoncusu, sinemacısı, mahkemesi ve hakimi… olan memleket, vücudumuzun temin-i selamet ve idame-i istirahati için bütün memurların vazifelerini ihlal etmedikten başka, o vazifeleri suhuletle ifa etmelerine yardım etmeliyiz. Hazret-i Kur’an bu hususta en emin bir mürşid ve delilimizdir. *Muhammed Ali Ayni [1]. Keylus: Hazm-ı evvel. Hazım esnasında bağırsaklar tarafından emilerek cereyana verdiği beyazımsı sıvı.[2]. Keymus: Hazm-ı sani. Midede yiyeceklerin hazma hizmet eden ifrazat ile ihtilat ederek hamur kıvamında bulunması.

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiBulmaca
Bulmaca

Osmanlı Türkçesiyle sorulan suallerin cevaplarını günümüz Türkçesiyle cevaplayınız. صوريلر ١ .اللّٰهڭ ديله ديگي شيلري پيغمبرلرينه  بيلديرمه سنه  نه  دينير؟ ٢ .قرآن كريمده  بولونان ١١٤ مستقل بولومه  نه  دينير؟ ٣ .قرآن كريمڭ آچيقلانمه سنه  دائر اولان علم نه در؟ ٤ .تفسير ياپان عالمه  نه  آد ويريلير؟ ٥ .قرآن كريم پيغمبر افنديمز (ص ع و) ه  نره ده  و نه  زمان نازل اولمه يه  باشلاندي؟ ٦ .اللّٰهڭ وارلغنى و برلگنى آڭلاتان و توحيد سوره سي دينيلن سوره نڭ اسمي نه در؟ ٧ .قرآن كريمده كي ايلك سوره نڭ اسمي نه در؟ ٨ .قرآن كريمڭ قلبي اولارق ذكر ايديلن سوره نڭ اسمي نه در؟ ٩ .قرآن كريمده كي اڭ اوزون سوره  هانكيسيدر؟ ١٠ .قرآن كريمده  اسمي كچن صحابه  كيمدر؟ ١١ .قرآن كريمڭ هانكي سوره سنڭ هر آيتنده  “الله” كلمه سي واردر؟ ١٢ .قرآن كريمده  تك اسمي ذكر ايديلمش قادين كيمدر؟ ١٣ .هانكي سوره ده  بسمله  ايكي دفعه  ذكر ايديلمشدر؟ ١٤ .هانكي سوره نڭ باشنده  بسمله  يوقدر؟ ١٥. قرآن كريمي اصولنه  كوره  اوقومه يي بليرله ين قوراللرڭ تومنه  نه  آد ويريلير؟            Ç  Ö  Z  Ü  M     

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak