بهار بزه نه دير؟”اوموت هيچ بيتمه ين بهار موسميدر“ دير، مولانا حضرتلري. زيرا اميد، قدرتي هر شيئه يتن خالق ذو الجلاله ايمان و توكّلڭ آديدر. بناءً عليه، اميدينى غائب ايدن هر شيئني غائب ايدر. ايچنده بولونديغمز بهار آيلري ايسه ، يڭيدن ديريليشڭ بر پرووه سي اولمه جهتيله ، آردنده كي قدرت و رحمتي آشكاره كوسترير هم بصر هم ده بصيرتمزه .بهار، ايچنده طاشيديغي چشيتليلكله يعني متنوّع، مختلف، متعدّد مخلوقاتله كوڭلمزي خوش، عقلمزي اشباع ايدر. رنكلي بر كتاب كبي هم كورسللگيله هم ده بارينديرديغي درين معنالرله بزلري زنكينلشديرير، كوزللشديرير.قيشڭ او بارد و چتين آتموسفرينڭ أوزريمزدن هيچ قالقماياجقمش حسّنڭ، صوڭسز قدرتڭ شيرين رحمتيله نه قولاي چوزولديگني، ئولمش، قورومش آغاجلرڭ نه قدر خيزلي و سهولتله يشيللنوب چيچكلنديگني، دفعةً ميليونلرجه حيوانڭ اطرافده ناصل جولان ايدر حاله كلديگيله كيدريلديگني بهارڭ كلمسيله كوسترير.اڭ زور شرطلردن بيله چيقيلابيلديگني، بهارله كلن قدرت اليله عقلي كوزنده اولانلره ده ارائه ايدر.اوندندركه بهار، هيچ بيتمه ين اومودڭ آديدر. اوندندركه اوموت، هيچ بيتمه ين بهاردر.اونڭ ايچون بهاره نظر حكمت و دقّتله باقكه اومودڭ يشرسين، قورقولرڭ ازاله اولسون، بكلنتيلرڭ قوت بولسون. “Umut hiç bitmeyen bahar mevsimidir” der, Mevlâna Hazretleri. Zira ümid, kudreti her şeye yeten Halik-ı Zülcelale iman ve tevekkülün adıdır. Binaenaleyh, ümidini kaybeden her şeyini kaybeder. İçinde bulunduğumuz bahar ayları ise, yeniden dirilişin bir provası olma cihetiyle, ardındaki kudret ve rahmeti aşikare gösterir hem basar hem de basiretimize.Bahar, içinde taşıdığı çeşitlilikle yani mütenevvi, muhtelif, müteaddid mahlukatla gönlümüzü hoş, aklımızı işba eder. Renkli bir kitap gibi hem görselliğiyle hem de barındırdığı derin manalarla bizleri zenginleştirir, güzelleştirir.Kışın o barid ve çetin atmosferinin üzerimizden hiç kalkmayacakmış hissinin, sonsuz kudretin şirin rahmetiyle ne kolay çözüldüğünü, ölmüş, kurumuş ağaçların ne kadar hızlı ve sühuletle yeşillenip çiçeklendiğini, defaten milyonlarca hayvanın etrafta nasıl cevelan eder hale geldiğiyle giderildiğini baharın gelmesiyle gösterir.En zor şartlardan bile çıkılabildiğini, baharla gelen kudret eliyle aklı gözünde olanlara da iare eder.Ondandır ki bahar, hiç bitmeyen umudun adıdır. Ondandır ki umut, hiç bitmeyen bahardır.Onun için bahara nazar-ı hikmet ve dikkatle bak ki umudun yeşersin, korkuların izale olsun, beklentilerin kuvvet bulsun.
(1) Her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde hakiki bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hâdise ya bizzat güzeldir, ona ‘hüsn-ü bizzât’ denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona ‘hüsn-ü bilgayr’ denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zahirî çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.Ezcümle bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihâyetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşîn tahrîbâtı, hazîn firâk perdeleri arkasında tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyîkinden ve tazibinden muhâfaza etmek için, nâzdâr çiçeklerin dostları olan nâzenîn hayvancıkları vazîfe-i hayattan terhîs etmekle beraber, o kış perdesi altında nâzenîn, taze, güzel bir bahara yer ihzâr etmektir. Fırtına, zelzele, vebâ gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok ma‘nevî çiçeklerin inkişâfı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok isti‘dâd çekirdekleri, zâhirî çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılâblar ve küllî tahavvüller birer ma‘nevî yağmurdur.(2) Fakat insan hem zâhirperest, hem hodgâm olduğundan, zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhâkeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki eşyânın insana âit gayesi bir ise, Sâni‘inin esmâsına âit binlerdir. Meselâ Kudret-i Fâtıra’nın büyük mu‘cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, ma‘nâsız telakkî eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ atmaca kuşu serçelere taslîti, zâhiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun isti‘dâdı, o taslît ile inkişâf eder. Meselâ kar’ı, pek bâridâne ve tatsızca telakkî ederler. Halbuki o bârid, tatsız perdesi altında, o kadar harâretli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, ta‘rîf edilmez.… İşte menba‘-ı edeb olan Kur’ân-ı Hakîm’in bazı ta‘birâtı, bu yüzler ve perdelere göredir, nasıl ki bize görünen çirkin mahlûkların ve hâdiselerin zâhirî yüzleri altında, gayet güzel ve hikmetli san‘at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâni‘ine bakar. Ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar. Ve pek çok zâhirî intizâmsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitâbet-i kudsiyedir.*Said Nursi, Sözler Mecmuası, s. 90
(1) Ser levha ittihaz eylediğim (bahar) lafından murad-ı acizanem asrımızdaki fasih edibler ve beliğ şairlerin bile tavsifinde izhar-ı acz eylemekte oldukları mevsim-i baharı vasf ve tasvir olmayıp ancak vasıl olduğumuz şu güzel vakitleri takdir ederek cenab-ı Yezdan’a arz-ı şükran etmektir. Zira bir yandan kâinat puşide-i serma olan karlar altındaki muhtefi nebateti baharın hululüyle örneğin feyizyap olduğunu görmekle şevkleniyor. Bir yandan dahi gülizar-ı kıymetler maarif bir bahar-ı terakkiye reside olduğunu bu kere erbab-ı maarife arz-ı didar eden (bahar) ile neşrederek şerefleniyor. Nasıl şereflenmez! Bu bahar bahardır ki hazan ve şitadan vareste ve kayd-ı intihadan azade. Bu bir bahar-ı füyuzat-kar ki feyz ve rifatin gayeti görülmez. Servet ve samanının nihayeti bulunmaz. Bu bir bahar-ı taravet asar ki her şükufesi her daim abdar ve her nihali payidar olur. Bu gülşen-i ruşen, çemenzar-ı zemin-asa, sadme-i rüzgâra zebun olmaz. Bu gülistan-ı maarif-mendan hiçbir zaman letafet-i asliyesinden dûr bulunmaz. Velhasıl bu alemde bundan güzel bir seyrangah tasavvur edilemez:Mey ve meyhane nedir saki-i gül ru ne demekMutrib-i işve-nüma gülşen-i hoş-bu ne demek Tarab u vezk u safa neşve-i mestane nedirKad mahbub-ı zaman dide-i ahu ne demek(2) Kelamından dahi anlaşılıyor ki cihanda seyir ve temaşasından istifade-i külliye hasıl olarak insanı muhterem-i her dü cihan edecek bir mahal var ise o da her surette iklim-i marifettir. Gençlerimiz için ne büyük bahtiyarlık tur ki ömürlerinin henüz baharında reside oldukları bir zamanda maarifimizin de bahar-i terakkiye eriştiğini görülürler. Artık bir deki aynı hayatın baharı buna munzam olur ise bir bahar-ı daimî içinde yaşayacaklardır.Hele azim teşekkür ederim evvel-i mürüvvet-mendan-ı vatan perverane ki her varak-paresiyle o güzel gülizarın birgül destesini bize irae eyleyerek istifademiz hususunda büyük büyük hizmetlerde bulunan resail-i mevcudeyi vücuda getirmişler. Hezar lütf-ı Sübhani evvel-i merdan-ı maarif-şinasane seza olsun ki eserleriyle ferzandan-ı vatanı talim-i maarife teşvik ve tergib ve ahlak-ı nevrsidegan-ı tehzib eylemektedirler.Herhalde o risalelerin devam-ı intişarları ve terakki ve iştihaları temenni ve istirham edilsin ki cümleten o gülbin-i hünerin ezhar-ı marifet asarını bize neşr eyleyerek feyz ve rif’atimize delalet eyliyorlar.Ahmed Rıza*Bahar, 15 Cemaziyelahir 1300, c. 1, s. 10
(1) Fasl-ı baharı kendi ulufgerlerine kendileri dahi hayran olan şuara türlü türlü manzumelerle tavsif ve senalarında şairane mübalağa ve itra ederler. Yalnız Osmanlı şuarası değil, şair dedin mi? Şarktan garba, şimalden cenuba kadar her milletin şuarası birdir. İhtilaf-ı lisan, ihtilaf-ı adat yalnız ihtilaf-ı elfaz ve evsafı mucib olur. Yoksa hayal her yerde hayal ve onun tarifi sadedinde bulunmak ise bu bahiste de her mebhasde de vebaldir.İnde’ş-şuara bahar ahd-i civaninin misalidir; efkâr-ı şairaneyi bir dereceye kadar fikr-i hikmetle mezceden zevat-ı ahd-i civani gibi baharı dahi hayat-ı tazenin mebdei addederler. Hasılı her biri bu yolda bin türlü tevcihatta bulunur.Ne çare ki tarif etmek istediğimiz bahiste sıhhat-i etfal nokta-i nazarından baktıkça mevsim-i baharı hayatın adüvv-i ekberini görmekteyiz.Mart ne ise ne! Nisan içinde gecelerin insanın kendi hevesinden ibaret olan letafetle mestur ve semm-i katil ıtlakına sera o rutubetli soğuklarına dikkat edildiği var mı? Hele gündüzleri gecenin bürudetine mukabil ortalığı istila eden hararet ne korkulacak bir şeydir, bilir misiniz? Bahusus sabahların, akşamların yüze gülücü letafetleri ne iki yüzlü dost bakışlı bir düşmandır; farkına vardınız mı? Birisi yüze gülerek bir an sonra insanın ciğerini yakar; diğeri izhar ettiği riş-hand ile insanın damarlarındaki kanı kurutur. Kendinizi bu düşmana karşı ihtiyatlı tutmalısınız!Hele dostunu düşmanını tanımak şanından olmayan ve her gördüğüne masumane tebessümleri ile temin-i hususiyete çalışan ciğer parelerinizi kendiniz muhafaza ediniz.(2) Baharın letafet-i kazibesine kapılıp da tabak gibi açılan ezharın ekseriyet üzere o gaddarın hışmına uğrayarak tebah olup gittiği malumunuz değil midir? Sizin yavrularınızın fıtraten ezhar-ı nev şükufaneden ne farkları vardır?Hayf o adama ki siham-ı bahara karşı zerre mesabasinde olan elbise-i şitaiyyesini tahfif kaydında ola!Dost yüzünden görünen düşmanın temelluklarından dahi istifade kâr-ı akıldır: öyleyse bu mevsimde gündüzlerin en hararetli saatlerinde fakat elbisece muhafazaya itina şartıyla çıkıp ziya-yı şemse arz-ı vücud etmeniz faydadan hali değildir. Çocuklarınızı dahi güneşe çıkarmakla beraber gündüzün hangi saatinde olursa olsun oda içine giren ziya-yı şemse arz etmek etfal için faydalıdır. Bağ husus benizsiz ve çehresi soluk çocuklar için bundan iyi ilaç olamaz.Cereyan-ı deme suhulet, asaba kuvvet ve bahusus levn ve cilde taravet verir…Kelamın gayesi kuvve-i iknaiyyedir. Kuvve-i iknaiyye belagatten ayrılmaz. Belâgat mukteza-yı hale muvafakatattır. Kalpte şiddetli bir heyecan husule getiren söz beliğdir; ruhumuzu, kalbimizi celp ve teshir… ihtiyarımızı, efkarımızı selb ve tağyir eden tasdik mefhumunda bize mecburiyet veren söz beliğdir.Belagatin tecelliyatı kelama münhasır değildir. Her nede ulviyete tesadüf olunabilirse onda belagat dahi bulunabilir: bakış, duruş, hutut-ı vechiyyede mütehassıl bir hal, mevkiinde bir sükut-ı fevkalade beliğ olabilir: “Belagat-i nazar, belagat-i vaz’” denileblir. Gâhi bir katre-i sirişkin de deryalar kadar belagati meşhuddur.İsmail Safa*Maarif, 11 Şevval 1313 (14 Mart 1312)
(1) Ey letafet-i seherden bihaber olanlar bidar olunuz bidar ve etraf-ı sahra ve bahre atf-ı enzar eyleyiniz. Enzar ki mevsim henüz şehr-i Nisan’ın ibtidasıdır. Ağaçlar ataya-yı aliyye-i kudretten tezyin eyledikleri cevahir-i ezhardan harem olarak nesim-i hoş şemimin teşvik ve tehziziyle Cenab-ı Sani-i Kadire arz-ı teşekkür ediyorlar. Hele insanın ehl-i riyazet ve mücahedesi gibi gerdun-i dûna ser füru etmeyip zaîfü’l-endam kalan eşcar-ı hafife secde-i meskenette nasiye-fersa oluyorlar.Deryalar ise fart-ı şevk ve ihtisastan cuş u huruşla seyyare-i arz kendilerine teng gelir gibi olup bu suretle azamet-i İlahiyeyi isgâ eyliyorlar. Ya içindeki mahlukat-ı bahriyye hunrizlik ve gaddarlıkta hayvanat-ı berriyyeyi kat ender kat geçerler iken işte böyle feyyazî sabahlarda onlar da bir sükunete gelerek ve insafı derpiş ederek mevtın-ı seyyale-i fıtrîlerinin telatum ve temevvüc-ü vakıası vaktinde intibah ederler ve hallerince ibadata başlarlar. Ya hayvanat-ı ber’iyyemizden efsah-ı lisanraz-ı aşk olan andelib-i sine-sûzun ruh-u hayvanisi daha mebadi-i hilkatte bu alem-i süfliden o kadar istiğna göstermiş ki rütbe-i gayede hiss-i şevk ve muhabbeti cami olan vedia-i hayatını o küçük kafesle mütenasip görmüş ve muhabbet yolunda ifna-yı vücuda o derece iştiyak izhar etmiş ki bir senelik bir ömr-ü mevkuta razı olmuş ve zûr pençe-i (2) kahr-ı tabiattan birkaç müddetler kurtulmak için asla minnette bulunmazmış. Ne güzel kuş ve ne aşık-ı sadık. Ya o mütevazı kurbağalar… Zaleme-i mardan masuniyeti istida kasdıyla manend-i mur-ı naçizane ve fakat ref’-i savt ile ah u efganı ayyuka çıkarırcasına musırrane temenniyat-ı demdemede bulunurlar.Beni beşerden tevahhuşla beraber yine himaye-i mürüvvet-mendanesinden ayrılmak istemezler. Ya o gözü sürmeli ahu, o kalbi uyanık ahu… Ahu ki Cenab-ı Fatır-ı Hakiki ahsen-i takvim üzere yaratmış olduğu insanın ahsen-i azası olan gözlerinin meziyet-i cemilesini mahlukat-ı gayr-i muniseye bildirmek murad-ı alisiyle ve numune suretiyle o ahuya ne güzelihsan buyurmuştur.Acaba o güzel gözün ve rikkat ve hayretin teşahhus etmiş bir vücudu bulunan o hayvancağızın garip garip tavrının temaşasına doyulur mu? Çi faide ki insaniyetten biri zalim bir avcı o ahuya kemankeş-i tir i’tisaf olur ve hatt-ı temaşaya bir keder-i can-suz iras eder.Bahusus bundan başka beni beşere bilcümle hemcinsleriyle hamişe tarik-i hayat olarak arz-ı hizmet eden ve aziz canlarına kıyıldığı halde yine merkez-i müvaneset ve mutvaattan ayrılmayan o mübarek koyuncuklar, kuzucuklar elinde kaval çalan ve bağrını maşukasından ateş-i hasretiyle delik delik delen bir taze çobanın taht-ı idaresinde öyle bir masumane giderler ve bazen de her türlü kaza ve belaya sine küşadi-i teslimiyet olmuş erbab-ı fena gibi öyle bir kalenderane revişler gösterirler ki bakıp da hayran kalmamak ve belki şeker riz-i esef olmamak ne mümkün.Rüsumat Emaneti Evrak Kalemi KetebesindenBesim Bey*Hazine-i Evrak, 1 Mayıs 1297
(1) Meşhur[1] bülbül kuşu, gülün aşkıyla ma‘rûf o hayvancığı Fâtır-ı Hakîm istihdâm ediyor. Beş Gaye için onu isti‘mâl ediyor. Birincisi: Hayvanât kabileleri namına, nebâtât tâifelerine karşı olan münâsebât-ı şedîdeyi i‘lâna me’murdur. İkincisi: Rahmân’ın rızka muhtaç misafirleri hükmünde olan hayvanât tarafından bir hatîb-i Rabbânîdir ki, Rezzâk-ı Kerîm tarafından gönderilen hediyeleri alkışlamakla ve i‘lân-ı sürûr etmekle muvazzaftır. Üçüncüsü: Ebnâ-yı cinsine imdâd için gönderilen nebâtâta karşı hüsn-ü istikbâli herkesin başında izhâr etmektir. Dördüncüsü: Nev‘-i hayvânâtın nebâtâta derece-i aşka vâsıl olan şiddet-i ihtiyâcını, (2) nebâtâtın güzel yüzlerine karşı, mübârek başları üstünde beyân etmektir. Beşincisi: Mâlikü’l-Mülk-ü Zülcelâl-i ve’l-Cemâl-i ve’l-İkrâm’ın bârigâh-ı merhametine en latîf bir tesbîhi, en latîf bir şevk içinde, gül gibi en latîf bir yüzde takdîm etmektir. İşte şu beş gayeler gibi başka manalar da vardır. Şu manalar ve şu gayeler bülbülün Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın hesabına ettiği amelin gayesidir. Bülbül kendi diliyle konuşur. Biz şu manaları onun hazîn sözlerinden fehmediyoruz. Melâike ve rûhâniyâtın fehmettikleri gibi kendisi kendi nagamâtının manasını tamamen bilmese de fehmimize zarar vermez. Dinleyen söyleyenden daha iyi anlar, meşhurdur. Hem bülbül şu gayeleri tafsîlatıyla bilmemesinden, olmamasına delâlet etmiyor. Lâakal saat gibi sana evkâtını bildirir, kendisi bilmiyor, ne yapıyor? Bilmemesi, senin bildiğine zarar vermez. Ama o bülbülün cüz’î maaşı ise, o tebessüm eden ve gülen güzel gül çiçeklerinin müşâhedesiyle aldığı zevk ve onlarla muhâvere ve konuşmak ve derdlerini dökmekle aldığı telezzüzdür. Demek onun nagamât-ı hazînesi, hayvânî teellümâttan gelen teşekkiyât değil, belki atâyâ-yı Rahmâniyeden gelen bir teşekkürâttır. Bülbüle nahli, fahli, ankebût ve nemli, yani arı ve vâsıta-i nesil erkek hayvan ve örümcek ve karınca ve hevâm ve küçük hayvanların bülbüllerini kıyâs et. Her birinin amelleri, bülbül gibi çok gayeleri var. Onlar için de birer maâş-ı cüz’î hükmünde birer zevk-i mahsûs, hizmetlerinin içinde derc edilmiştir. O zevk ile san‘at-ı Rabbâniyedeki mühim gayelere hizmet ediyorlar. Nasıl ki, bir sefîne-i sultâniyede bir nefer dümencilik edip, bir cüz’î maaş alır. Öyle de hizmet-i Sübhâniyede bulunan bu hayvanâtın birer cüz’î maaşları vardır.Bülbül bahsine bir tetimme: Sakın zannetme ki, bu i‘lân ve dellâllık ve tesbîhâtın nagamâtıyla tegannî, bülbüle mahsûstur. Belki ekser envâın her bir nevinin bülbül misâli bir sınıfı var ki, o nevin en latîf hissiyâtını, en latîf bir tesbîh ile, en latîf sec‘alarla temsîl edecek birer latîf ferdi veya efradı bulunur. Hususan sinek ve böceklerin bülbülleri hem (3) çoktur, hem çeşit çeşittirler ki, onlar bütün kulağı bulunanların en küçük hayvandan en büyüğüne kadar olanların başlarında tesbîhâtlarını güzel sec‘alarla onlara işittirip, onları mütelezziz ediyorlar.Onlardan bir kısmı leylîdir. Gecede sükûta dalan ve sükûnete giren bütün küçük hayvanların kasîdehân enîsleri, gecenin sükûnetinde ve mevcûdâtın sükûtunda, onların tatlı sözlü nutuk-hânlarıdır. Ve o meclis-i halvette olan zikr-i hafînin dâiresinde birer kutubdur ki, her birisi onu dinler. Kendi kalbleriyle Fâtır-ı Zülcelâllerine bir nevi zikir ve tesbîh ederler.Diğer bir kısmı nehârîdir. Gündüzde, ağaçların minberlerinde, bütün zîhayatların başlarında, yaz ve bahar mevsimlerinde, yüksek âvâzlarıyla, latîf nagamât ile, seci‘li tesbîhât ile Rahmânü’r-Rahîm’in rahmetini ilan ediyorlar. Güya bir zikr-i cehrîhalkasının bir reisi gibi, işitenlerin cezbelerini tahrîk ediyorlar ki, o vakit işitenlerin her birisi lisân-ı mahsûsuyla ve bir âvâz-ı hususî ile Fâtır-ı Zülcelâl’inin zikrine başlar. Demek her bir nevi mevcûdâtın, hatta yıldızların da bir ser-zâkiri ve nûr-efşân bir bülbülü var. Fakat, bütün bülbüllerin en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etemm ve şükürce en eamm ve mâhiyetçe en ekmel ve sûretçe en ecmel, kâinât bostanında, arz ve semâvâtın bütün mevcûdâtını latîf secaâtiyle, lezîz nagamâtıyla, ulvî tesbîhâtıyla vecde ve cezbeye getiren, nev‘-i beşerin andelîb-i zîşânı ve benî-âdemin bülbül-ü zü’l-Kur’ânı Muhammed-i Arabîdir. (عَلَيْهِ وَعَلٰٓي اٰلِه۪ وَاَمْثَالِه۪ٓ اَفْضَلُ الصَّلَاةِ وَاَجْمَلُ التَّسْل۪يمَاتِ)Elhâsıl: Kâinât sarayında hizmet eden hayvanât, kemâl-i itâatle evâmir-i tekvîniyeye imtisâl edip, fıtratlarındaki gayeleri güzel bir vecihle ve Cenâb-ı Hakk’ın nâmıyla izhâr ederek, hayatlarının vazîfelerini bedî‘ bir tarz ile Cenâb-ı Hakk’ın kuvvetiyle işlemekle ettikleri tesbîhât ve ibâdât, onların hedâya ve tahiyyâtlarıdır ki, Fâtır-ı Zülcelâl ve Vâhib-i Hayat dergâhına takdîm ediyorlar.*Said Nursi, Sözler Mecmuası, s. 144 [1]. Bülbül şairane konuştuğu için, şu bahsimiz de bir parça şairane düşüyor. Fakat hayâl değil, hakikattir.
نفس و شيطانلره قارشي مجاهده ايله ، ييلديزلر كبي نوع انساني شرفلنديرن و تنوير ايدن اون انسان كامل يوزندن او نوعه كلن منفعت و شرف و قيمت، البته حشرات نوعندن صاييلاجق درجه ده سفلي اهل ضلالتڭ كفره كيرمسيله انسان نوعنه ويره جگي ضرري هيچه اينديروب كوزه كوسترمديگي ايچون، رحمت و حكمت و عدالت الهيه ، شيطانڭ وجودينه مساعده ايدوب تسلّطلرينه ميدان ويرمش.اي اهل ايمان! بو مدهش دشمانلريڭزه قارشي زرهڭز: قرآنڭ تزكاهنده ياپيلان تقوادر. و سپريڭز، رسول اكرم عليه الصّلات والسلامڭ سنّت سنيه سيدر. و سلاحڭز، استعاذه و استغفار و حفظ الهي يه التجادر.Nefis ve şeytanlara karşı mücâhede ile, yıldızlar gibi nev‘-i insanı şereflendiren ve tenvîr eden on insan-ı kâmil yüzünden o nev‘e gelen menfaat ve şeref ve kıymet, elbette haşerât nev‘inden sayılacak derecede süflî ehl-i dalâletin küfre girmesiyle insan nev‘ine vereceği zararı hiçe indirip göze göstermediği için, rahmet ve hikmet ve adâlet-i İlâhiye, şeytanın vücûduna müsâade edip tasallutlarına meydan vermiş.Ey ehl-i îmân! Bu müdhiş düşmanlarınıza karşı zırhınız: Kur’ân’ın tezgâhında yapılan takvâdır. Ve siperiniz, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sünnet-i seniyesidir. Ve silâhınız, istiâze ve istiğfâr ve hıfz-ı İlâhîye ilticâdır. (Lem’alar, s. 72)1. Beyitآولامغچون دنیای تقوی طزاغن قورتسبیح الوب الوكا زنّاره یاپيشما Avlamagçün dünyâyı takvâ tuzagın kurTesbîh alub elüne zünnâre yapışmaGünahkâr (5)*Kardeş, dünyayı avlamak istersin! Keşişler gibi el etek çekerek yapma, takva zırhını gey, ne verdiyse… *Zünnâr: Keşişlerin bellerine bağladıkları kıldan uzun kuşak, bir nev’i gayr-i müslim alameti2. Beyitايدوب توفیقكی رهبر ایریشدير مقعد صدقهچو قدرت صاحبی سنسك امان ای قادر یكتاEdüb tevfîkini rehber irişdir mak’ad-ı sıdkaÇü kudret sâhibi sensin amân ey Kâdir-i yektâSelanikli Hami (6)*Kardeş, “Gayret benden, tevfik Allah’tan.” der, âlâ makamlar beklersin. Ne durursun, Kâdir ismine ayna olan takva zırhını kuşan!*Mak’ad-ı sıdk: Takva ehlinin Cennet’teki makamı3. Beyitملك شرع اچره اكر بو سن آیاق باصاریسكنفسك عریان اولماسون تقوآیی ایله التباسMilk-i şer’ içre eger bu sen ayak basarisen Nefsün ‘uryân olmasun takvâyı eyle iltibâsKuloğlu İlyas (7)*Kardeş, madem şeriat-ı garranın sınırlarından dahil oldun, emmâre kalma! Takva zırhını gey, karışmasın/karıştırılmasın! 4. Beyitقامو درد اهلنه درمان كلان نور خدادر بونبیلر سرور سلطان اولان خیرالورادر بوKâmû derd ehline dermân gelen nûr-ı Hudâdır buNebîler serveri sultân olan Hayru’l-verâdır buLeblebici Baba (8)*Kardeş, derdin var ki ney gibi inilersin. Ne durursun, Rehberin (asm.) önünde takva zırhını sünnet-i seniyye pusulasına ibre eylemiş.*Hayru’l-verâ: Takva sahiplerinin en hayırlısı, Muhammed Mustafa (sav.)5. Beyitترك ایت جهان آرایشن نفسن كیدر آلایشنبو جان ودل آسایشنأفكار ذكر اللّه ایلهTerk it cihân ârâyişinNefsün gider âlâyişinBu cân ü dil âsâyişinEfkâr-ı zikrullâh ileSultan Ahmed-i Evvel (4)*Kardeş, ve’l-hasılı nice melanet varsa dünyevî ve nefsî olan, sen terk eyle. Takva zırhının selametli gölgesinde Hakk’ı tefekküre râm ol!*Ârâyiş: Süs, zinetÂlâyiş: Gösteriş, debdebe, tantana6. Beyitصویی یوقمش ... بو حالیله ای طوپراغی نه یه یارار؟دیینلره جواب ویردم: تیمم ایتمه یه یارار! “Suyu yokmuş… bu hâliyle ay toprağı neye yarar?”Diyenlere cevap verdim: “Teyemmüm etmeye yarar!”Arif Nihat Asya (2)*Kardeş, takva zırhını gey! Abdiyette acze düşmekten sakın!7. Beyitسوروندی ییللر ییلی قاراكلق كوشه لردهبنم كبی قیوراندی، قهره طایاندی اولوم Süründü yıllar yılı karanlık köşelerdeBenim gibi kıvrandı, kahra dayandı ölümNurullah Genç (3)*Kardeş, takva zırhını gey! Sabır değil hatır işi olsun ölüm! Kaynakça1. BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2014), Lem’alar, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât2. ASYA, Arif Nihat, (2014), Duâlar ve Âminler, İstanbul: Ötüken Neşriyat (s. 244)3. GENÇ, Nurullah, (2022), Yağmur, İstanbul: Timaş Yayınları (s. 86)4. Divan-ı Bahti, Millet Yazma Eser Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum, No: 53 (v. 2A)5. Divan-ı Günahkâr, Kastamonu Yazma eser Kütüphanesi, No: 476/01 (v. 19B)6. Divan-ı Hami, Millet Yazma Eser Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum, No: 103 (s. 3)7. Divan-ı Hümayun, Beyazıt Yazma Eser Kütüphanesi, No: B3596 (v. 120B)8. Tuhfetü’l-uşşak, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, No: 2925 (v. 29A)9. https://kulliyat.risale.online/10. http://lugatim.com/11. https://portal.yek.gov.tr/
قيمتلي دوستلر، فتحلر آيي اولان بو مايس آينده ، دويولديغنده انسانڭ معنوياتنى حركته كچيرن، جوشقو طولي و درين معنالر طاشييان كلمه لر طوپليلغنڭ كوكنلرينه يولجيلق ياپاجغز. قرآن كوكنلي اولان “فتح” كلمه سيله باشلييورز… تكراردن قدسمزڭ، مسجد اقصامزڭ، خصوصًا غزّه مزڭ أوزكورلگنه قاووشمسي دعاسيله …Kıymetli dostlar, fetihler ayı olan bu mayıs ayında, duyulduğunda insanın maneviyatını harekete geçiren, coşku dolu ve derin manalar taşıyan kelimeler topluluğunun kökenlerine yolculuk yapacağız. Kur’an kökenli olan “fetih” kelimesiyle başlıyoruz…Tekrardan Kudüs’ümüzün, Mescid-i Aksa’mızın, hususan Gazze’mizin özgürlüğüne kavuşması duasıyla…FETİH: Kur’an kökenli olan bu güzel kelime İslamiyet’le birlikte dilimize girmiştir. “Açmak, açıklığa kavuşturmak, sıkıntı ve meşakkati gidermek, başlamak” manasına gelen bir fiildir. “Bir memleket, şehir veya bir mevkii düşman elinden alıp orayı imanın ve İslam’ın güzelliklerine açma” anlamındadır. Fetih sadece toprakları ele geçirme şeklinde sığ bir mana değildir. Asıl fetih gönülleri, kalbleri, ruhları muhabbetle fethetmektir. “Mekke’nin fethi” böyledir, “Kudüs’ün fethi” böyledir, “İstanbul’un fethi” böyledir. Burada çok kıymetli bir ifade “Fetih ruhu” dur. Bu ifade her Müslüman için çok kıymetli bir hakikati içinde saklar. Fetih ruhunda¸ insanlara İslâm medeniyetinin güzelliklerini ulaştırma azmi yatar. Gerçek fetih gönülleri fethetmek etmektir. Diğer yönden dedelerimiz toplantıda, sohbette bir söze başlamaya “Feth-i kelâm” derlerdi. Eski tıpta ise herhangi bir soruşturma için ölen birinin kabrini açmaya “feth-i kabir”, otopsi işlemine de “Feth-i meyyit” denirdi.FATİHA: Kur’ân-ı Kerîm’in ilk suresi ve bir bakıma onun önsözü olduğu için bu adı almıştır. Fatiha kelimesi “bir şeyin evveli, baş tarafı, başlangıcı, girişi” manasında kullanılır. Bu sure o kadar kıymetlidir ki, Fâtiha suresinin Kur’an’daki en büyük sure olduğu, Tevrat ve İncil’de bir benzerinin bulunmadığı, Bakara suresinin son ayetleriyle birlikte “iki nûr” diye anıldığı ve geçmişte hiçbir peygambere benzerinin verilmediği, şifa niyetiyle okunduğu takdirde tesirinin görüleceğine dair pek çok hadisler vardır. FETHİ: Bu kelime “feth” masdarına nispet eki “і” takılması ile meydana gelir. “fetihle ilgili, fethe âit” anlamına gelir. Müslümanlar erkek çocuklarına “Fethî” kız çocuklarına “fethiye” isimlerini koyarlar. Ayrıca eski ismi “Beş kaza” olan fethiyenin ismi de şuradan gelir: 1934 yılında;1913 yılında Şam’dan havalanarak bir süre sonra Teberiye yakınlarında uçağı düşürülerek şehit olan ilk pilotlarımızdan “Fethi Bey’in ismi anısına” Fethiye olarak değiştirilmiştir.FÂTİH: “Fetheden, açan, ülkeler ele geçiren kimseye” fatih deriz. Bu isim daha ziyade Fatih Sultan Mehmet Han üzerinden bilinir. O Fatih ki, Sevgili Peygamberimizin (asm) müjdesine mazhar olabilmek için 21 yaşında İstanbul'u fethederek 1480 yıllık Roma İmparatorluğu'nun varisi olan Doğu Roma İmparatorluğu'na son verdi. Bu fetih Orta Çağ'ın sonu Yeni Çağ'ın başlangıcı olarak kabul edildi. Bu Fetih o kadar büyüktü ki fetihten sonra “Fethin Babası” manasına gelen “Ebû'l-Feth” ismiyle anıldı. Fatih Sultan Mehmed Han, Sevgili Peygamberimizin (asm) “Konstantiniyye elbet fetholunacaktır. Onu fethedecek komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” hadisine nâil oldu.FATİHÂN: Fatih kelimesine Farsça çoğul eki olan “-an” eki gelmesi ile “Fethedenler, fâtihler” manasında bir kelimedir. Fatihan kelimesinin terkip şeklinde söylenen en güzel şekli “Evlâd-ı fâtihân”dır. Bu tabir Rumeli’nin fethi sırasında Anadolu’dan göç ettirilip bu bölgeye iskân edilen ve sonra oralarda kalıp İslamiyet’i yayan Müslümanları ifade eder. Mesela Yahyâ Kemal’in şu mısraı bu manayı çok güzel anlatır. “Üsküp ki Yıldırım Beyazıt Han diyârıdır / Evlâd-ı fâtihâna onun yadigârıdır.”FÜTÜHAT: Bu kelime de duyulduğunda insanın maneviyatını harekete geçiren bir kelimedir. “Fetihler, zaferler” manasında çoğul bir kelimedir. Fütuhat dendiğinde ilk akla gelen İslami, imani, manevi fetihler zaferlerdir. İslam tarihindeki fetihler “Fütuhat- İslamiye” ifadesi ile anlatılır. Tasavvufta ise “Manevi mertebe ve makamların mana denizinde, Allah’ın yardımıyla fetihlerde bulunmak, Rabbimizin kelamıyla gönüllere iman ve islam tohumları ekerek gönülleri fethetmek” manalarında kullanılır. Ayrıca “Fütuhat- Mekkiye” isimli Muhyiddin ibn-i Arabi’nin tasavvufi eseri de bu konuda önemlidir.FETTAH: Rabbimizin güzel isimlerindendir. Aslında Feth kökünden mübalağa ifade eden bir sıfattır. “İyilik kapılarını açan, bütün anlaşmazlıkların nihaî hakemliğini yapmak suretiyle mutlak adaleti gerçekleştiren, hak ile bâtılı birbirinden ayırıp durumu açıklığa kavuşturan, mazlumlara yardım edip mümin kullarına zafer veren” manalarına gelir.SİFTAH: Bu kelime halk arasında esnaflar tarafından günün ilk alışverişinde kullanılan güzel bir kelimedir. Bazı yerlerde “siftah parası” bazı yerlerde ise “sefteh senden bereket Allah’tan” şeklinde kullanılır. Halbuki kelimenin aslı, Arapça hayırlı bir açılışı Allahtan istemek anlamında “istiftah” kelimesidir.MİFTAH: Yine feth kökünden türemiş bir kelimedir. “Açıcı, açmaya yarayan alet” manasında anahtar demektir. Ayrıca eskiden “Bir dili ve ilmi kolayca öğretmek amacıyla yazılmış kılavuz kitap”lara da miftah denirdi.MÜFETTİH: Rabbimizin güzel isimlerinden biridir. “Hayırlar açan, hayırlara ulaştıran Allah (cc)” manasındadır. Rabbimizin bu isminin geçtiği şu dua meşhurdur: “Allahümme ya Müfettihu’l-ebvab / İftâh lenâ hayre’l-bab” (Ey bütün kapıları açan ve kullarını istek ve arzularına ulaştıran Rabbimiz / Bize de en hayırlı kapıları aç!)
عثمانليلرده دمير معدني چيقاريلييورميدي؟ بو صوري يي صورديغمز كيشيلرڭ چوغي بر جواب ويره مه زلر. حتّي بعضيلري تام ترسنه ، چيقاريلمديغي يوڭنده جواب ويررلر. حالبوكه عثمانلي دولتنده باشده بالقانلرده كي صماقو قصبه سي اولمق أوزره ، بيله جك، كيغي، بيوك آطه و قرقلرايلي كبي برچوق يرده دمير معدني واردي. بو معدنلردن چيقاريلان دمير جوهري، ايشلنييوردي. آردندن كرك سلاح و كمي ياپيمنده كركسه ده كونده لك حياتده احتياج دويولان هر آلانده قوللانيلييوردي. صماقو، كونمزده بولغارستان صينيرلري ايچريسنده ير آلمقله برلكده چوق زنكين دمير ياتاقلرينه أو صاحبلگي ياپمقده يدي. ذاتًا “صما- قو” كلمه سي بولغارجه ده دمير دوون آڭلامنه كلمكده در. صماقو، ١٣٧٠-١٣٧١ سنه لرنده لالا شاهين پاشا طرفندن فتح ايديلمشدر. عثمانليلردن أوڭجه ده بورالرده دمير معدنلرينڭ بولونديغي دوشونولمكده در. فتحدن صوڭره كليشن و بر قصبه يه دونوشن صماقوده دمير معدنجيلگي ده كليشمه كوسترمشدر. ١٠٣ نومرولي مهمّه دفترنده ير آلان و ردوسجق (تكيرطاغ) نائبنه كوندريلن ٢ ايلول ١٦٩٣ تاريخلي بر حكمده (١٠٣/٢٩٢) ترسانۀ عامره ده كمي ياپيمنده قوللانيلمق أوزره صماقودن كتيريله جك تيمورلردن بحث ايديلمكده در.Osmanlılarda demir madeni çıkarılıyor muydu? Bu soruyu sorduğumuz kişilerin çoğu bir cevap veremezler. Hatta bazıları tam tersine, çıkarılmadığı yönünde cevap verirler. Halbuki Osmanlı Devleti’nde başta Balkanlar’daki Samakov Kasabası olmak üzere, Bilecik, Kiğı, Büyükada ve Kırklareli gibi birçok yerde demir madeni vardı. Bu madenlerden çıkarılan demir cevheri, işleniyordu. Ardından gerek silah ve gemi yapımında gerekse de gündelik hayatta ihtiyaç duyulan her alanda kullanılıyordu. Samakov, günümüzde Bulgaristan sınırları içerisinde yer almakla birlikte çok zengin demir yataklarına ev sahipliği yapmaktaydı. Zaten “sama-kov” kelimesi Bulgarcada demir döven anlamına gelmektedir. Samakov, 1370-1371 senelerinde Lala Şahin Paşa tarafından fethedilmiştir. Osmanlılardan önce de buralarda demir madenlerinin bulunduğu düşünülmektedir. Fetihten sonra gelişen ve bir kasabaya dönüşen Samakov’da demir madenciliği de gelişme göstermiştir. 103 Nolu Mühimme Defterinde yer alan ve Rodoscuk (Tekirdağ) nâibine gönderilen 2 Eylül 1693 tarihli bir hükümde (BOA, A.{DVNSMHM, 103/292) Tersâne-i Âmire’de gemi yapımında kullanılmak üzere Samakov’dan getirilecek demirlerden bahsedilmektedir. Transkripsiyonu: Belge tarihi: Hicrî 1 Muharrem 1105 (2 Eylül 1693)(1) Rodoscuk nâibine ve gümrük emîni ve serdârına hüküm ki (2) Mîrî kalyonlar binâsına me’mûr Mustafa Paşa arzıhâl gönderip me’mûr olduğu mîrî kalyonların tekmîli için emr-i şerîf ile Samakov’dan iştirâ olunan otuz kantar âhen-i hâm (3) kazâ-i mezbûra gelmekle navl-ı sefîne mûmâ-ileyh tarafından verilmek üzere sefîneye tahmîl ve bir gün mukaddem tersâne-i âmireme nakl ettirilmek bâbında hükm-i şerîf recâ etmeğin mahallinde mîrî tarafından mübâyaa (4) olunduğu vâki’ ise müdâhale olunmayıp tersâne-i âmireye navl-i sefînesi kendilerden verilmek üzere nakl oluna deyu yazılmıştır(5) Gurre-i Muharrem sene 1105
Osmanlı Devletiʼnin hüküm sürdüğü coğrafyada yani kuzey yarımkürede 21 Mart ile 22 Haziran tarihleri arasındaki mevsim olan bahar, göz kamaştırmak anlamındaki Arapça بهر kelimesinden Farsçaya, oradan da Türkçeye geçmiş bir kelimedir. Güneşin yüzünü daha çok gösterdiği, yağmurun bereket getirdiği, tabiatın canlandığı, çiçeklerin açtığı, kuşların yeryüzünü şenlendirdiği zaman olarak bilinen bu mevsim, divan edebiyatında nevbahar, mevsim-i gülşen, vakt-i gül, fasl-ı bahar, eyyâm-ı adl gibi isimlerle tavsif edilmiştir. Baharın gelişini kutlamak adına pek çok şiir yazılmış ve bunlar “bahariye” ve “nevruziye” adlarıyla anılmıştır.Oldukça kadim bir gelenek olan bahar kutlamaları yalnızca Osmanlı edebiyatında değil resmî devlet geleneğinde de kendisine yer bulmuştur. Mesela birçok bitki bu mevsimde büyüyüp toplandığı için saray hekimbaşıları bahar/nevruz macunları hazırlamış ve padişaha takdim etmişlerdir. Günümüzde 21-24 Mart arasında kutlanan Manisa’daki Mesir Macunu Festivali, yaklaşık 400 yıldan beri devam eden bu geleneklerden biridir. Bahar mevsiminin başlangıcı olan mart ayı, toprağın uyanışından ve tarımın başlamasından ötürü, vergi sistemini düzenlemek amacıyla kullanılan Rûmî takvimde yılbaşı kabul edilmiş, saray müneccimbaşıları takvimleri bu zaman diliminde hazırlamışlardır. Bu gibi hadiselerden dolayı her yıl bahar mevsimi başladığında Osmanlı devlet ricali arasında tebrikleşme, hediyeleşme ve bahşiş verme gibi kutlamalar icra edilmiştir.Dergimizin bu sayısında, Osmanlı resmî yazışmalarında sıklıkla rastladığımız bahar kutlamalarına dair üç vesika paylaşacağız. Bu vesikalardan biri padişaha takdim edilen hediyeler, diğer ikisi de hem padişahın şahsi (ceyb-i hümayun) masraf defterlerine hem de hatt-ı hümayunlara konu olan kılkuyruk ördeğinin avlanması ile ilgilidir. Baharın gelişini müjdeleyen ve kendisini yakalayıp padişaha takdim eden avcıya özel bahşiş verilen kılkuyruk ördeği, ördekgillerden mavi gagalı göçmen bir kuştur. Açık alanlardaki alçak rakımlı çayırlıklarda, sığ tatlı, acı ve tuzlu, sulu ve sulak alanlarda, bol bitkili küçük göllerde yaşayan bu kuşlar, ülkemizde daha çok bahar aylarında ortaya çıkmakta ve yuva yapmaya başlamaktadır. Bu yüzden kılkuyruk ördekleri baharın müjdecisi olarak bilinmiştir. Biz de içinde bulunduğumuz bahar mevsiminin tüm Müslümanlara bereket, bolluk ve hayır getirmesini yüce Allah’tan niyaz ediyoruz. Vesika 1 Bahar mevsimi dolayısıyla Seyyid Abdurrahmanʼın padişaha gönderdiği bazı hediyeler hakkındaki arzı (16 Zilhicce 1277/25 Haziran 1861)Hüve(1) Devletlü, inâyetlü, atûfetlü veliyyüʼl-himem efendim hazretleri,(2) Mevsim-i bahâr münasebetiyle hâk-i pây-i şevket-ihtivâ-yı hazret-i zıllullâhîye arz ve takdîmi muʻtâd olan taşlıca altun harclı kerrâke ile (3) çend parça sûf ve şâlı ve mevcli sûflar sandâllara merbûtan savb-ı savâb-nümâ-yı sâmîlerine gönderilmiş olduğundan şevketlü, kerâmetlü, mehâbetlü, (4) kudretlü, azametlü veliyy-i niʻmetimiz rûh-i âlem ve şehinşâh-i dâr-ı hidem efendimiz hazretlerinin bir vakt-i feyz-enîs-i cenâb-ı tâcdârîlerinde hâk-i pây-i (5) felek-fersâ-yı cihânbânîlerine arz ve takdîmiyle nîm-nazra-i iltifât-ı şehinşâhîlerine meşmûl buyurularak külâh-gûşe-i mefâhir ve mübâhâtım semâya mevsûl (6) buyurulmak temennâsı zerîʻa-i arz-ı kâlâ-yı husûsiyetim olduğu ve zât-ı vâlâlarına ve sâir zevât-ı sütûde-simât-ı mukarrebîn-i pâdişâh-ı rûy-ı zemîn hazarâtına (7) ve devletlü usta hazretlerine ber-muʻtâd irsâl olunacak rüsûm-ı bahâriye dahi savb-ı devletlerine gönderilmiş olduğundan biʼl-istîzân emr ü fermân-ı cenâb-ı (8) gîtî-sitânıyla mahallerine teslîm ettirilmesi muhavvel-i uhde-i inâyet ve himmetleri idüğü maʻlûm-ı devletleri buyuruldukta ol bâbda lutf u himem, seniyyüʼş-şimem, veliyyüʼl-himem (9) devletlü, inâyetlü efendim hazretlerinindir.(10) Bende Seyyid Abdurrahman Vesika 2 Bahar müjdecisi olan kılkuyruk ördeğini yakalayıp getiren Çakırcıbaşı İvazʼın müjdelik verilmesi hususunda padişahtan ricası ve padişahın cevabî hatt-ı hümayunu (29 Zilhicce 1114/16 Mayıs 1703)Hüve(1) Kânûn üzere akçelerden verile ne mikdâr ise.(2) Şevketlü ve kerâmetlü ve inâyetlü pâdişâhım hazretlerinin rikâb-ı hümâyûnlarına yüzler (3) sürüp Hakk sübhânehû ve teʻâlâ vücûd-ı şerîflerin hatâlardan masûn ve mahfûz eyleye, âmîn. (4) Benim şevketlü pâdişâhım, bahâr müjdecisi kıl ördeği şikâr olunup huzûr-ı (5) saʻâdete gönderilmiştir. Kânûn üzere avâid ricâ olunur. (6) Emr ü fermân şevketlü hünkârımındır.(7) Bende İvaz Çakırcıbaşı kulları Vesika 3 Padişahın şahsi harcamalarını ifade eden ceyb-i hümayun masraf defteri: Cuma namazlarına çıkışlarında yeniçeri sakalarına, eski sarayda güreşen pehlivanlara, bahar müjdecisi kılkuyruk getiren avcıya ihsan edilen paralara dair (Şevval 1183/ Şubat 1770)Fî L (Şevvâl) sene 1183(1) Îd-i şerîfde edâ-yı salât içün Sultanahmedʼe teşrîf-i hümâyûn-ı cihândârîlerinde ihsân - Yeniçeri sakâlarına 8 aded zer-i mahbûb-ı tâm(2) Üçüncü günü Sarây-ı Atîkʼe biniş ile teşrîf-i hümâyûn-ı cihândârîleri buyuruldukda ihsân- Yirmi bir nefer gâlib gelen pehlivânân kullarına birer altundan 21 aded zer-i mahbûb-ı tâm- Yirmi bir nefer mağlûblarına ikişer gurûşdan 42 gurûş- Bir çift beraber gelen pehlivânlara birer altundan 2 aded zer-i mahbûb-ı tâm- Duʻâcı kullarına 3 gurûş(3) Yedinci edâ-yı salât-ı cumʻa içün Nûruosmâniyeʼye teşrîf-i hümâyûn-ı mülûkâneleri buyuruldukda - Yeniçeri sakâlarına 8 aded zer-i mahbûb-ı tâm(4) Dokuzuncu pazar günü evvel-i bahâr-ı hüccet-âsâr müjdecisi kılkuyruk getüren avcı kullarına verilen 1000 aded çil akçe(5) On dördüncü günü edâ-yı salât-ı Cumʻa içün Ayasofyaʼya teşrîf-i hümâyûn buyuruldukda- Yeniçeri sakâlarına 8 aded zer-i mahbûb-ı tâm(6) Yirmi birinci günü edâ-yı salât-ı Cumʻa içün Ayasofyaʼya teşrîf-i hümâyûn buyuruldukda- Yeniçeri sakâlarına 8 aded zer-i mahbûb-ı tâm(7) Yirmi sekizinci günü edâ-yı salât-ı Cumʻa içün Sultanahmedʼe teşrîf-i hümâyûn buyuruldukda- Yeniçeri sakâlarına 8 aded zer-i mahbûb-ı tâm*(8) Yekûn63 aded zer-i mahbûb-ı tâm53,41 gurûş-ı esedî Kayd şüdTamâmen akçeleri verildi.Kelimeler:Avâid: Tahsisat, gelirBer-muʻtâd: Âdet olduğu üzere Çakırcıbaşı: Padişah ava gittiğinde ellerinde ava alıştırılmış doğan türünden büyük, yırtıcı çakır kuşlarını tutan ve av için kullanan çakırcıların ve av ağalarının amiriFelek-fersâ: Feleği yıpratanFeyz-enîs: Feyizli ve uğurlu dostGîtî-sitân: Dünyayı ele geçirenHidem: Hizmetlerİhrâk: YangınKâlâ: SermayeKayd şüd: KaydedildiKerrâke: İnce yünlü kumaştan yapılmış hafif ve dar bir üstlükKülâh-gûşe-i mefâhir: Övünülecek külahMeşmûl: Kuşatılmış, içine alınmışMevc: DalgaMevsûl: KavuşmuşMuhavvel: Bir başkasına yüklenmiş, ısmarlanmışMübâhât: ÖvünmeNîm-nazra: Kısa bir bakışRikâb: Kat, huzurRüsûm-ı bahâriye: Bahar vergisiSavâb-nümâ: Doğruyu gösterenSavb: Taraf, yönSeniyyüʼş-şimem: Huyu yüce olanSûf: Yün ve ince tiftik ipliğinden dokunmuş, yıkanıp fırınlanmış sertçe, ince yünlü kumaşSütûde-simât: Övülmeye değer görünüşü olanŞikâr: AvTâcdârî: HükümdarlıkVeliyyüʼl-himem: Manevi yardımın sahibiZer-i mahbûb: II. Mustafa döneminde tedavüle bir tür altın sikke, “sevilen altın”Zerîʻa: Vesile, bahane
Silik harflerin üzerinden geçerken dikkatle yazmaya ve acele etmemeye çalışalım. Elinizin alışması ve yazınızın güzelleşmesi için bu dikkat ve sabır önemli olacaktır.
Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir.İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerâsı ve etbâı ona demişler: “Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.”O demiş: “Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek Onun vazifesidir.” İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur. Ç Ö Z Ü M
Ammâ kuvvet-i nefsânî iki kısımdır. Muharrike ve müdrikedir. Muharrikenin kârı hiss ve akıl eylemekdir. Müdrikenin kârı şânı iki vechiledir. Birisi umûr-ı zāhireyi idrâk eylemekdir. Ve anda beş kuvvet vardır ki, havâss-ı hamse-i zāhire ile meşhûrdur. Bâsıra, sâmiʻa, zâika, şâmme, lâmisedir. Bâsıra ile idrâk-i mubsarât ider. Ve sâmiʻa ile esvâtı derk ider. Ve zâika ile tuʻûmun cerbini ve şîrînini bilür. Ve şâmme ile hoş ve nâhoş râyihayı duyar. Ve lâmise ile germ ve serdi bilür. Kuvvet-i müdrike şânında olan kısm-ı sânîde dahi beş kuvvet vardır ki, bâtına müteʻallikdir. Havâss-ı hamse-i bâtıne dimekle meşhûredir. Hiss-i müşterek, hayâl, vâhime, mutasarrıfe ve hâfızadır. Hiss-i müşterek ol kuvvetdir ki, havâss-ı hamse-i zāhire idrâk itdüğin hayâle teslîm ider. Bu hiss-i müşterekin mahalli mukaddem-i batn-ı dimâğdır. Aʻnî butūn-ı dimâğdan batn-ı evveldir ve mevziʻ-i hayâl dimâğın batn-ı evvelinin muahharıdır. Vâhime idrâk-i maʻânî-i cüz’iyye eyler. Gerek adâvet gerek sadâkat mahsūsâta müteʻallikdir. Bunun mahalli aʻnî makarrı dimâğın âhiridir. Ammâ muharrike iki kısımdır. Biri bâʻisedir. Ol ki nâfiʻdir, ana teşevvuk idüb taleb ider. Ve ol ki zārrdır. Andan teneffür idüb firâr ider. Bu kuvvete bâʻis olan adaledir. Dimâğa tâbiʻdir. Bir kuvvet dahi fâʻiledir. Bunun ameli muharrikeye karîb olmağla beyân olunmadı. Ammâ tafsīlimizde dâhildir. İmdi (28a) tafsīli budur ki, nefs-i insâniyyede dört kuvvet vardır, kuvâ-yı mahdûmedir. Biri kuvvet-i gādiyye, ikincisi kuvvet-i nâmiyye, üçüncüsü kuvvet-i müvellide, dördüncüsü kuvvet-i musavviredir. Gādiyye ve nâmiyye olmasa şahıs bâkī kalmayub fâni olaydı ve kemâl-i matlûba irişmek mümkün olmayaydı. Ammâ müvellide ve musavvir[e] olmasa şahıs fâni olmazdı. Nihâyet ʻınnîn olan âdemi gibi halefi kalmazdı. Bu dört kuvvet-i mahdûme ki zikr eyledik, her birine dört kuvvet hizmet eyler ki bunlardır: câzibe ve mâsike ve hâzıme ve dâfiʻadır. Şol kuvvetler ki, cisimden baʻzı ayırub fasl idüb anın misli bir şahs-ı âhara mâddeyi müstaʻid eyler. Hattâ bu kuvvet cism-i nebâtîde dahi vardır. Buna kuvvet-i müvellide dirler. Bu kuvvet olmasa hayvânda ve insânda halef olmazdı. Kuvvet-i musavvire mâddeyi şahs-ı âhar olmağa müstaʻid ider. Mevziʻ-i kābile düşdükde mâdde-i mezkûreye sūret-i feyz olmağa sebeb olur. Sadeleştirme Nefsani kuvvet, muharrike (hareket ettirici) ve müdrike (algılayıcı) olmak üzere iki kısımdan oluşur. Müdrike kuvvetinin iki fonksiyonu vardır. Biri çevreyi algılamaktır. Bu fonksiyon, dış dünyaya yansıyan beş duygu (dış idrak kuvveti) olarak bilinir: görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma. Görme kuvveti ile görülen şeyler algılanır. İşitme ile sesler idrak edilir. Tatma duyusu ile yiyeceklerin yağlı veya tatlı olup olmadıkları bilinir. Koklama ile güzel ve kötü kokular fark edilir. Dokunma ile sıcak ve soğuk hissedilir. Müdrike kuvvetinin ikinci fonksiyonu ise dış dünyaya yansımayan beş duyudur (iç idrak kuvveti): hiss-i müşterek, hayal, vehmetme, mutasarrıfe (müfekkire, yani hissedilen suretleri terkip ve tahlil ederek analiz eden duyu) ve hafıza. Hiss-i müşterek, zâhirî duygularla alınan şeylerin suretlerinin içe yansıtıldığı ortak duyudur. Bu ortak duyunun yeri, beynin ön tarafındaki birinci boşluktur. Hayal kuvveti (suretleri saklayıp muhafaza eden kuvvet), beynin birinci boşluğunun arkasındadır. Vehmetme kuvveti, küçük manaları idrak etmeye yarar. Birine karşı düşmanlık veya dostluk hissetme bu hislerle alakalıdır. Bunun yeri beynin arka tarafıdır.Muharrike kuvvetinin iki kısmı vardır. Birincisi olan bâise kuvveti, faydalı olan şeyleri elde etmeye (kuvve-i şeheviye), zararlı olan şeylerden de kaçmaya (kuvve-i gazabiye) yönelik hareket eder. Bu kuvvet beyne bağlıdır, işlevi kas ve sinir sistemiyle olur. Muharrikenin diğer kuvveti olan fâile kuvveti ise bâise kuvvetinin etkisi altında ve ona yakın olduğu için açıklanmamıştır.İnsan nefsinde dört kuvvet vardır, bunlara hizmetçi kuvvetler denir. Birisi gâdiyye (besleyici) kuvveti, ikincisi nâmiyye (büyüme) kuvveti, üçüncüsü müvellide (doğurucu) kuvveti, dördüncüsü ise musavvire (şekillendirme) kuvvetidir. Gâdiyye ve nâmiyye kuvvetleri olmasaydı insanın hayatı devam etmez, son bulurdu. Eğer müvellide ve musavvire kuvvetleri olmasaydı, insan hayatı devam eder ancak kısırlıktan dolayı nesil devam etmezdi. Bu dört hizmetçi kuvvete başka bir dört kuvvet daha hizmet eder: câzibe (çekici), mâsike (tutucu), hâzıme (sindirici), dâfia (itici) kuvvetleri. Vücuttaki maddeleri parçalara ayırarak başka bir soyun devamlılığına zemin hazırlayan ve bitkilerde de mevcut olan kuvvete müvellide (doğurucu) kuvveti denir. Bu kuvvet olmasaydı hayvan ve insanın nesli türemezdi. Musavvire (şekillendirme) kuvveti ise maddeye başka bir kişilik vererek onun anne rahminde yeni bir biçim almasını sağlayan kuvvettir.*(Kaynak: Emir Çelebi, Enmûzecüʼt-Tıbb, T-7043, 27b-28a)
Mezar Taşı KitabesiNesl-i pâkinden Cenâb-ı Hazret-i Üftâde'ninMesken etti bir vücûd-ı muhterem bu menziliVâlideyni ‘ırk-ı tâhir olduğuna şüphe yok Cümle ecdad-ı izâmıdır velî ibn-i velîİsm-i pâkîdir anın sırr-ı ‘Alî beyne’l-enâmSırr-ı ecdâd ile olmuştur derûnu müncelîRûhunu bir fâtiha ile yâd eden müminlerin Dilerim Bârî Hudâ’dan şâd ola cân ü tenî Okuyan târîh-i fevtin iki destin ref‘ idüp Eyleye hayır duâ âsân ola her müşkiliSırrına sırr-ı hitâb-ı irciî vâsıl olup Bî-tevakkuf azm-i me’vâ eyledi Sırr-ı ‘Alî Cemâziyelâhir sene 1195Emir Sultan Hazretlerinin TürbesindenHulusi kalb ile eyle ziyaret şems-i sultânıVar ise maksadın âhid gibi ey dîn-i ihvânıMehmed Efendi Mazar TaşıHüve’l-BâkiSâbıkan Seyhü’l-İslâmMerhûm ve Mağfûrun-leh Salih Efendi-zâdeMehmet Emin Efendi Rûhiçün el-fâtiha4 Muharrem s ene 1191
(1) Haftada bir kere neşr olunur.(2) Allah Teâlâ hazretleri ne yarattıysa yerin altında yerin üstüne ve var ise hepsinin tarifleri matbuat sayesinde hasıl olur.(3) Bir haftalık politika icmali(4) Daru’l-MuallimatBiri rüşdiye diğeri sıbyana mahsus olmak üzere iki şubeye münkasımdır.Müdir faziletlü İsmail Hakkı Efendi. Mecidi 3Müdire Refika Hanım. Şefkat Nişan-ı Hümayunu 3(5) Dostlarla uğraşmak cümleden ziyade cesarete muhtaçtır. Bu halde insan soğukta kalmak için ocağının ateşini bizzat kendisi itfa etmiş olur.(6) Resmi tevcihatSaye-i maali-vaye-i hazret-i padişahide mazhar-ı mükafat olanların esamisi bu ser-levha altında gelecek haftadan itibaren yazılacaktır.(7) Kıbrıs ceziresinde fakr u zaruret derece-i nihayeye varmıştır. Vali-i cezire vergilerin bir müddet tehiriyle buğday ve levazım-ı sairenin ucuza satılmasına karar vermiştir.(8) Bu gece leyle-i mukaddese-i Mirac-ı cenab-ı Nebevi’ye müsadif olduğundan cevami’-i şerife minarelerinde îkad-ı kanadil edilmiş ve âmme-i ehl-i iman tarafından barigah-ı hazret-i Rabbü’l-alemine arz-ı münacat olunmuştur.
عثمانلي دونمنده ايلك مسابقه لردن/دربيلردن بري لاخنه جيلر و باميه جيلر آراسنده كرچكلشمشدر. جريد، اوقجيلق كبي ياريشلرده قارشي قارشي يه كلن طاقيملري دستكله ين پادشاهلر، اونلر ايچون ده قاليجي اثرلر ياپديرمشلردر. بونلردن بري ده چنكلكويده بولونان لاخنه جيلر چشمه سيدر.لاخنه جيلر چشمه سي، ١٨٥٤‘ده قواصباشي احمد آغا طرفندن ياپديريلمش. قواص ‘أوزل كوگنلك’ ديمكدر. اونلرڭ باشي اولانه ده ‘ قواص باشي’ دينيليردي. مرزيفونڭ بيوك لاخنه لرينڭ مشهورلغي سببيله طاقيملرڭ برينه “لاخنه جيلر”، آماسيانڭ أوڭلي باميه سي سببيله ديگر طاقيمه ايسه “باميه جيلر” دينيلمشدر. لاخنه جيلر و باميه جيلر طوپ قاپي سراينده چشيتلي سپورلرده ايكي طاقيم اولارق قارشيلاشييوردي. ساده جه سراي اركاننڭ ايزله يه بيلديگي قارشيلاشمه لر، سلطانلرڭ و اندرون ياشايانلرينڭ طرف طوتدقلري طاقيملر حالنه كلمشدي. لاخنه جيلر يشيل، باميه جيلر ايسه قرمزي كينييوردى. پادشاهلردن ٣نجی سليمڭ لاخنه جيلري، ٢نجی محمودڭ ايسه باميه جيلري دستكله دیگي قيدلره كچمشدر. بو مسابقه لر سايه سنده هم آتا سپوري اولان جريد كليشمشدر هم ده بو وسيله يله عسكرلر هر دونم صاواشه حاضر طوتولمشدر. مسابقه او دونم اعتباريله اصلنده صاواشه حاضرلقلي اولمق ديمكدي. زمانله لاخنه جيلر آناطولي خلقنى، باميه جيلر ايسه سرايي تمثيل ايتمشلردر. كسمه طاشدن ياپيلان چشمه نڭ لاخنه شكلنده اولان باش قسمي قورشون ايله قاپليدر. چشمه أوستنده بش كلمه لك كتابه ير آلمقده در. كتابه ده ؛ ‘صاحب الخيرات سر قواص احمد آغا’ يازيليدر.بوكون صويي آقمايان چشمه ، كلن تپكيلر أوزرينه غائب اولوب كيتمكدن قورتولمش اولوب، چنكلكوي سمتنده ستون چشمه طرزينڭ تك أورنگي اولارق عرض اندام ايدييور.Osmanlı döneminde ilk müsabakalardan/derbilerden biri Lahanacılar ve Bamyacılar arasında gerçekleşmiştir. Cirit, okçuluk gibi yarışlarda karşı karşıya gelen takımları destekleyen padişahlar, onlar için de kalıcı eserler yaptırmışlardır. Bunlardan biri de Çengelköy’de bulunan Lahanacılar Çeşmesidir.Lahanacılar Çeşmesi, 1854’te Kavasbaşı Ahmet Ağa tarafından yaptırılmış. Kavas ‘özel güvenlik’ demektir. Onların başı olana da ‘Kavasbaşı’ denilirdi. Merzifon’un büyük lahanalarının meşhurluğu sebebiyle takımların birine “lahanacılar”, Amasya’nın ünlü bamyası sebebiyle diğer takıma ise “bamyacılar” denilmiştir. Lahanacılar ve Bamyacılar Topkapı Sarayı’nda çeşitli sporlarda iki takım olarak karşılaşıyordu. Sadece saray erkanının izleyebildiği karşılaşmalar, Sultanların ve Enderun yaşayanlarının taraf tuttukları takımlar haline gelmişti. Lahanacılar yeşil, Bamyacılar ise kırmızı giyiniyordu. Padişahlardan 3. Selim’in Lahanacıları, 2. Mahmud’un ise Bamyacıları desteklediği kayıtlara geçmiştir. Bu müsabakalar sayesinde hem ata sporu olan cirit gelişmiştir hem de bu vesileyle askerler her dönem savaşa hazır tutulmuştur. Müsabaka o dönem itibariyle aslında savaşa hazırlıklı olmak demekti. Zamanla Lahanacılar Anadolu halkını, Bamyacılar ise sarayı temsil etmişlerdir. Kesme taştan yapılan çeşmenin lahana şeklinde olan baş kısmı kurşun ile kaplıdır. Çeşme üstünde beş kelimelik kitabe yer almaktadır. Kitabede; ‘Sahibü'l-hayrat Serkavas Ahmed Ağa’ yazılıdır.Bugün suyu akmayan çeşme, gelen tepkiler üzerine kaybolup gitmekten kurtulmuş olup, Çengelköy semtinde sütun çeşme tarzının tek örneği olarak arz-ı endam ediyor.*(Çengelköy Kavasbaşı Ahmet Ağa Çeşmesi)
آياس بن معاويه نڭ فراستيبيوك وليلردن آياس بن معاويه بر كون چارشيده كزركن كورديگي بر آدمي ياننده كيلره ده كوستره رك ”بو آدم واسطليدر، قاچان كوله سني آرار بر مكتب معلّميدر“ دير. صوڭره آراشديريرلر آياسڭ ديديگي كبيدر. ”بويله اولديغني ناصل بيلديڭز؟“ دييه صورارلر. او ده ديركه :”يوروركن هر طرفه دقّتله باقييوردي. بيلدمكه يبانجيدر. البسه سنده قرمزي چامور لكه لري واردي. بوندن ده واسطلي اولديغني آڭلادم. دائما چوجقلره التفات ايدوب بيوكلره باقماديغندن مكتب معلّمي اولديغنه حكم ايتدم. نره ده سياهي بر كوله كورسه اوڭا دقّتله باقمه سندن ده غائب ايتديگي كوله سني آراديغنه حكم ايتدم.“Ayas bin Muaviyenin FerasetiBüyük velilerden Ayas bin Muaviye bir gün çarşıda gezerken gördüğü bir adamı yanındakilere de göstererek “Bu adam Vasıtlıdır, kaçan kölesini arar bir mektep muallimidir” der. Sonra araştırırlar Ayas’ın dediği gibidir. “Böyle olduğunu nasıl bildiniz?” diye sorarlar. O da der ki:“Yürürken her tarafa dikkatle bakıyordu. Bildim ki yabancıdır. Elbisesinde kırmızı çamur lekeleri vardı. Bundan da Vasıtlı olduğunu anladım. Daima çocuklara iltifat edip büyüklere bakmadığından mektep muallimi olduğuna hükmettim. Nerede siyahi bir köle görse ona dikkatle bakmasından da kaybettiği kölesini aradığına hükmettim.” هارون رشيد و اختيارهارون رشيد بر كون بغداد اطرافنى كزركن بر اختيارڭ خرما فيداني ديكمكده اولديغني كوروب ياننه كيدر. - اي اختيار، خرما آغاجي قرق سنه ده يمیش ويرر ديرلر. سن ايسه اختيارسڭ. استفاده ايده مه يه جگڭ آغاجي ديكوب ده نه ياپاجقسڭ؟ دير. اختيار،- بو آغاجلري بزدن أوّل كلنلر بزم ايچون ديكمشلر. بن ده بوني كنديم ايچون دگل، بندن صوڭره كله جكلر ايچون ديكييورم، جوابنى ويرر. هارون رشيد بو جوابدن خوشلانير و اختياره احسانده بولونور. اختيار احساني آلدقدن صوڭره اللريله صقالنى صيغايوب، ”الحمد للّٰه“ دير. هارون رشيد، ”حمده سبب نه در؟“ دير. اختيار ”هركس ديكديگي آغاجڭ يمیشنى قرق سنه ده آلديغي حالده بن بوكون ديكديگم آغاجڭ يينه بوكون ميوه سني آلييورم ده اونڭ ايچون حمد ايتدم“ دير. هارون رشيد تكرار احسان ايدر. اختيار تكرار حمد ايله برابر ديركه :- بو دفعه كي حمديمڭ سببي ده شودركه باشقه لري آغاجلرينڭ محصولني سنه ده بر كره آليركن بن بر كونده ايكي كره آلدم.خليفه اختيارڭ ادب و ظرافتنى أوگه رك اورادن آيريلير. Harun Reşit Ve İhtiyarHarun Reşit bir gün Bağdat etrafını gezerken bir ihtiyarın hurma fidanı dikmekte olduğunu görüp yanına gider. - Ey ihtiyar, hurma ağacı kırk senede yemiş verir derler. Sen ise ihtiyarsın. İstifade edemeyeceğin ağacı dikip de ne yapacaksın? der. İhtiyar,- Bu ağaçları bizden evvel gelenler bizim için dikmişler. Ben de bunu kendim için değil, benden sonra gelecekler için dikiyorum, cevabını verir. Harun Reşit bu cevaptan hoşlanır ve ihtiyara ihsanda bulunur. İhtiyar ihsanı aldıktan sonra elleriyle sakalını sığayıp, “Elhamdülillah” der. Harun Reşit, “Hamde sebep nedir?” der. İhtiyar “Herkes diktiği ağacın yemişini kırk senede aldığı halde ben bugün diktiğim ağacın yine bugün meyvesini alıyorum da onun için hamd ettim” der. Harun Reşit tekrar ihsan eder. İhtiyar tekrar hamd ile beraber der ki:- Bu defaki hamdimin sebebi de şudur ki başkaları ağaçlarının mahsulünü senede bir kere alırken ben bir günde iki kere aldım.Halife ihtiyarın edep ve zarafetini överek oradan ayrılır. عزّت ملا و سلطان محمودسلطان ايكنجي محمود بر كون عزّت ملايه ، ”ملا، يساری زاده ايله هيچ آيريلمييورسڭز، بو نه قدر محبّت“ ديينجه عزّت ملا، ”افنديمز، يساری زاده دعاجيڭز يازي يازار، قولڭز ده براز درس كوردم. ايكيمز يان يانه كلنجه اوقور يازار بر آدم اولويورز ده اونڭ ايچون بربريمزدن آيريلمييورز“ دير. ***سلطان محمود حضرتلري عزّت ملّايه جامسز بر كوزلك احسان ايدر. ملا كوزلگي كوزينه طاقارق و ادرنه قاپي طرفنه مدّ نظر ايدرك ”هوالباقي“ دييه اوقومه يه باشلار.پادشاه، ”افندي ماشاء اللّٰه، پك اوزاقلري كورويورسڭ“ ديينجه ملا، ”پادشاهم، جاملري اولسه يدي لوح محفوظي ده اوقوردم“ دير. ***بر رمضان كوني عزّت ملّا بر أوده افطارده ايكن ياننده اوتوران كيشي طاتلي يه جانخراش قاشيغنى طالديرديغي كبي قوجه بر پارچه طاتلي عزّت ملانڭ أوزرينه دوشر. عزّت ملا طاتلي پارچه سنه خطابًا، ” آ مبارك، شو حريفڭ الندن بڭا دگل، اللّٰهه صيغين“ دييه رك لطيفه ايدر. İzzet Molla ve Sultan MahmudSultan İkinci Mahmud bir gün İzzet Molla’ya, “Molla, Yesarîzade ile hiç ayrılmıyorsunuz, bu ne kadar muhabbet” diyince İzzet Molla, “Efendimiz, Yesarîzade duacınız yazı yazar, kulunuz da biraz ders gördüm. İkimiz yan yana gelince okur yazar bir adam oluyoruz da onun için birbirimizden ayrılmıyoruz” der. ***Sultan Mahmut Hazretleri İzzet Molla’ya camsız bir gözlük ihsan eder. Molla gözlüğü gözüne takarak ve Edirnekapı tarafına medd-i nazar ederek “Hüve’l-Baki” diye okumaya başlar.Padişah, “Efendi maşallah, pek uzakları görüyorsun” deyince Molla, “Padişahım, camları olsaydı levh-i mahfuzu de okurdum” der. ***Bir Ramazan günü İzzet Molla bir evde iftarda iken yanında oturan kişi tatlıya canhıraş kaşığını daldırdığı gibi koca bir parça tatlı İzzet Mollanın üzerine düşer. İzzet Molla tatlı parçasına hitaben, “A mübarek, şu herifin elinden bana değil, Allah’a sığın” diyerek latife eder. حرسكلي عارف افنديعرفاي امّتدن شاعر مشهور حرسكلي عارف حكمت مرحوم ديرمشكه :”برچوق سياحت ايتدم، برچوق عالملر كوردم. هر طريقه هر مسلگه سالك اولدم. برچوق پاره لر صرف ايتدم. عيش و نوش ايتدم. دنيانڭ كرم و سردينى تجربه ايتدم. اسّ الاساس سعادت اولارق شو درت شيئي بولدم: صحّت، حسابنى بيلمك، حسن اخلاق، قلبي ذكر اللّٰه ايله مشغول ايتمك.“Hersekli Arif EfendiUrefa-yı ümmetten şair-i meşhur Hersekli Arif Hikmet merhum dermiş ki:“Birçok seyahat ettim, birçok alimler gördüm. Her tarike her mesleğe salik oldum. Birçok paralar sarf ettim. Iyş u nuş ettim. Dünyanın germ ü serdini tecrübe ettim. Üssülesas-ı saadet olarak şu dört şeyi buldum: Sıhhat, hesabını bilmek, hüsn-i ahlâk, kalbi zikrullah ile meşgul etmek.”ايكنجي محمود و ذكي چوجقسلطان ايكنجي محمود بر رمضان معتادي أوزره بايزيدده بر دكّانده اوتوروركن وزرادن برينڭ اون، اون ايكي ياشنده بولونان اوغلنڭ كچديگني كوروب اطوار و رفتارندن نجيب بر خاندانه منسوب بولونديغني دوشونه رك (تفرّس) مقربلرينه ، ”كيمڭ اوغليدر؟“ دييه صورار.”فلان قولڭزڭ اوغليدر“ ديرلر. پادشاه چوجغي حضورينه جلب ايله ”آدڭ نه در؟“ دير. چوجق اسمنڭ نام پادشاهی يه مطابق اولمه سندن ”محمود“ ديمه يي مخالف ادب كوره رك يالڭز مخلصنى بيان ايله ”نديم قولڭز“ دير.پادشاه چوجغڭ بو ياشده ابراز ايله ديگي اثر ذكا و فطنتدن غايت محظوظ اولور.İkinci Mahmud ve Zeki ÇocukSultan ikinci Mahmut bir Ramazan mutadı üzere Beyazıt’ta bir dükkânda otururken vüzeradan birinin on, on iki yaşında bulunan oğlunun geçtiğini görüp etvar ve reftarından necip bir hanedana mensup bulunduğunu düşünerek (teferrüs) mukarreblerine, “Kimin oğludur?” diye sorar.“Falan kulunuzun oğludur” derler. Padişah çocuğu huzuruna celb ile “Adın nedir?” der. Çocuk isminin nam-ı padişahiye mutabık olmasından “Mahmud” demeyi muhalif-i edeb görerek yalnız mahlasını beyan ile “Nedim kulunuz” der.Padişah çocuğun bu yaşta ibraz eylediği eser-i zekâ ve fitnattan gayet mahzuz olur.