
Aşağıdaki tabloda her satırda harfler karışık olarak verilmiştir. Her satırdaki bu harflerden anlamlı birer kelime üreterek sağ taraftaki boş kutulara yazalım. Boş kutuların sağ tarafında kelimenin kaç harf olduğu yazılmıştır. Yani satırlarda fazladan harfler de bulunmaktadır. Boş kutular bittikten sonra o sütundaki kelimeleri yukarıdan aşağıya bir satır üzerinde yazdığınızda bir cümle oluşacaktır. Cümle, tedbir ile alakalı bir hadis-i şeriftir. Bu cümleyi en geç 25 Nisan tarihine kadar mektup@osmanlicadergi.com posta adresine gönderiniz. Doğru cevabı gönderenler arasında çekilecek kur’a ile ilk beş takipçimize “Mukayeseli Gençlerle Başbaşa” kitabı hediye edilecektir. Ç Ö Z Ü M

Allah’ın insana verdiği en büyük nimetlerden birisi de sağlıktır. Ayet-i kerime ve hadis-i şerifler, maddi ve manevi sağlığın nimet oluşu, kıymeti ve korunması hakkında çok belirgin bir sınır çizer. İslam’ın korumaya aldığı beş temel esastan biri can, dolayısıyla sıhhattir. Sağlığın birinci şartı olan temizlik Kur’an-ı Kerîm’de çokça övülen bir husustur. Peygamber aleyhisselam, “Temizlik imanın yarısıdır”, “Kuvvetli mümin zayıf müminden daha üstün ve Allah’a daha sevimlidir” buyurarak temizlik ve sağlığın önemini vurgulamış, ayrıca hıfz-ı sıhhat için de mucizevi birçok tavsiyede bulunmuştur. Osmanlı Devleti de insan ve çevre sağlığının korunmasına İslam’ın bu prensipleri doğrultusunda büyük ehemmiyet vermiştir. Bunun için kadim bilgilerden ve yeni tecrübelerden faydalanmış, devletin yıkılışına kadar vakıflar ve resmî müesseseler vasıtasıyla sağlık hizmetlerini devam ettirmiştir. Merkezden taşralara kadar yayılan ve genelde bir külliye içerisinde yer alan dârüşşifâlarda hem tıp eğitimi verilmiş hem de hastaların tedavisi gerçekleştirilmiştir. 19. Yüzyıla gelindiğinde Batı dünyasında sağlık alanındaki gelişmelerden dolayı halk sağlığı merkezli bir tıp anlayışının ve modern tedavi yöntemlerinin ilerlemesine paralel olarak Osmanlı Devleti de tüm ülkede düzenli bir sağlık teşkilatı kurma yoluna gitmiştir. Ancak eskiden beri bütün dünyada görülen, bazıları bir savaş kadar yıkıcı olan ve toplumu temelinden sarsan salgın hastalıklar modern tıbbın yeni formül ve tedavileriyle azalmakla birlikte hiçbir zaman son bulmamış, tehlikenin büyük veya küçüklüğüne bakılmaksızın hemen hemen bütün salgınlarda devlet ve halk nezdinde büyük bir travma ve yıkıma sebebiyet vermiştir. Bulaşıcı bir hastalığın hızla yayılarak çok sayıda kişiyi hastalandırması anlamına gelen salgın, bir mikroorganizma veya onun toksik ürünlerine bağlı olarak ortaya çıkmakta, oradan da insanlara bulaşarak salgın hâlini alabilmekte, ticaret, savaş veya göç yoluyla dünyanın birçok bölgesine yayılabilmektedir. Osmanlı tarihine göz attığımızda, eski dünyanın salgın hastalıkları olarak bilinen, dolayısıyla imparatorluk topraklarında da sıkça görülen kolera, veba, cüzzam, frengi, tifüs, çiçek, kızamık, sıtma gibi hastalıkların salgın şeklinde yayıldığını ve birçok kayba neden olduğunu biliyoruz. Bu salgınlar için Osmanlı Devleti elbette bazı tedbirler almış, tıp okulları ve laboratuvarlar açmış, tıbb-ı cedidin imkânlarından faydalanarak etkili tedavi ve aşılar geliştirmiştir. Ayrıca salgınlar genellikle pis ortamlarda yayıldığı için halkın bilinçlenmesine yönelik yayınlar çıkarılmış, daha ileri seviyelerde ise kordon ve karantina uygulamaları, dezenfeksiyon merkezleri (tebhirhane) gibi tedbirler hayata geçirilmiştir. Bu tedbir ve yeniliklerin, salgın oranlarını nasıl etkilediğini anlamak için, farklı zamanlarda İstanbul’da vuku bulan bazı salgınlara göz atabiliriz. Ocak 1778’de İstanbul’da çıkan veba salgınında, yaz aylarındaki sıcaklardan dolayı günlük ölüm sayısı 1.000’in üzerine kadar çıkmış, Kasım ayına kadar toplamda 150-200 bin kişi hayatını kaybetmiştir. 1811 yılı sonlarında ortaya çıkan ve 1812’de İstanbul’u kasıp kavuran veba salgını ise, günlük 3 binlere varan ölüm vakalarıyla halkın hafızalarına kazınmış, bu salgında da yaklaşık 100 bin kişi vefat etmiştir. Tüm dünyanın kolerayla büyük bir imtihan geçirdiği ve “Büyük Kolera” yılı olarak bilinen 1865 yılında İstanbul, bu sefer Hicaz’dan gelen bir gemi vasıtasıyla kolera salgınına yakalanmış, tedavilerin yapılabilmesi için şehirdeki amele ve bekâr takımı şehir dışına çıkarılmış ve barakalara yerleştirilmiştir. Salgın, Eminönü’nde çıkan ve koleranın merkezlerinden olan Hocapaşa’daki yangın ile ancak yavaşlayabilmiştir. Bu salgında ölü sayısı 30 bin civarındadır. 1893-1894 yıllarında meydana gelen kolera salgını ise öncekilere nazaran daha az tahrip edici olmakla birlikte 1.537 kişinin hayatına mal olmuştur. Bugünlerde bütün dünyayı sarsan ve hayatımızı derinden etkileyen koronavirüs salgını, tüm gündem maddelerini geride bırakarak en çok konuştuğumuz mevzu hâline geldi. Biz de bu sayımızda, tarihten hisse almak adına, farklı zamanlardaki iki salgın vakasına ilişkin vesikaları inceleyeceğiz. Birinci belgemiz, Hicaz bölgesinde yaşanan kolera salgını sebebiyle hacıların vapurlarla nakledilerek karantinaya alınması konusunu işlemektedir. İkinci vesika grubumuz ise İzmir’de 1900 yılının Haziran’ında yaşanan veba salgını ile ilgilidir. Bu hadise, salgının ticaret ve ekonomiye etkisine ve karantina uygulamasının ne kadar hayati bir çözüm olduğuna örnektir. Kırk günden fazla süren salgında hastalığın yalnızca üç kişide çıkması İzmir halkında gevşekliğe sebep olmuş, bu da salgından korunmaya yönelik tedbirlere gereken ehemmiyetin verilmemesine neden olmuştur. Bunun önüne geçmek için de daha dar bir karantina usulü olan sağlık kordonu uygulamasına karar verilmiştir. İncelediğimiz bu belgeler, salgınlarda uygulanacak tedbirlerin ne kadar önemli olduğunu bizlere bir kez daha hatırlatmaktadır. 1. Vesika Hicaz bölgesinde yaşanan kolera salgını sebebiyle hacıların vapurlarla nakledilerek karantinaya alınması hususunda Bahriye Nezaretinin sadarete yazdığı tezkire-i aliyye (31 Temmuz 1891). Bihî Nezâret-i Umûr-ı Bahriye (1) Dokuz yüz hüccâcı hâmilen Cidde’den hareket eden Hasan Paşa vapurunun limanda şapa oturduğu ve koleranın (2) şiddetiyle beraber hüccâcın kesreti bulunduğu beyânıyla İdâre-i Mahsûsa vapurlarından ikisinin irsâli Hicaz vilâyetinden (3) bi’l-vürûd manzûr-ı âlî olan telgrafnâmede istidʻâ olunmuş ise de idârece harekete müheyyâ vapur bulunması (4) melhûz olmamağla beraber bulunsa bile bunların yine bir kazâ vukûʻuna sebeb olması mülâhazadan baʻîd (5) olmadığından hüccâc nakli içün Luid kumpanyasından iki vapurun serîʻan gönderilmesi muktezâ-yı emr ü irâde-i (6) seniyye-i hazret-i pâdişâhîden bulunduğu şeref-vürûd eden tezkire-i aliyye-i âsafânelerinde teblîğ buyurulmuş ve vilâyet-i (7) müşârun-ileyhâda şimdi vârid olub aynen ve leffen arz ve takdîm kılınan telgrafnâmede mezkûr Hasan Paşa vapurunun (8) lehü’l-hamd bi’s-selâme tahlîs olunarak yoluna devâm eylediği işʻâr kılınmışdır. Orada tâbiʻiyyet-i saltanat-ı seniyyeyi (9) hâiz tüccâra âid olarak Niʻmet-i Hudâ ve Adana ve Tarsus nâmlarında üç kıtʻa vapur mevcûd olub (10) İdâre-i Mahsûsa’nın Cidde’ye asâkir-i şâhâne nakleden Kayseri vapuru da şimdiye kadar karantinasını ikmâl (11) etmiş olacağından Cidde’ye celbi tezkire-i aliyye-i âsafâneleri vürûdundan evvel Bahr-i Ahmer Komodorluğuna teblîğ (12) kılındığı gibi Yenbûʻ’daki hüccâcı almak içün dahi mukaddemce idâre-i merkûmenin Selanik vapuru hareket (13) etmiş olduğu cihetle Hasan Paşa vapurundan başka hüccâc nakline mahsûs Osmanlı vapurlarının mikdârı (14) beş kıtʻaya bâliğ olduğuna nazaran bunların oradaki hüccâcı nakle kifâyeti melhûz ise de Luid kumpanyasından (15) dahi vapur irsâli emr ü irâde buyurulduğu hâlde icrâ-yı îcâbı tabîʻî bulunmuş olmağla ol bâbda (16) emr ü fermân hazret-i men lehü’l-emrindir. Fî 24 Zi’l-hicce sene 308 Nâzır-ı Bahriye Bende Hasan 2. Vesika İzmir’de vuku bulan veba salgını hakkında alınması gereken tedbirler ile ilgili Aydın valiliğinden Sıhhiye Nezaretine gönderilen tahrirat (13 Haziran 1900). 1900 yılında İzmir'de görülen veba salgını üzerine şehirde kırk gün karantina uygulanacağına ve ahalinin son durumuna dâir. Aydın Vilâyeti Mektûbî Kalemi Aded Sıhhiye Nezâret-i Celîlesine (1) Foçatin’den Kuşadası’na kadar İzmir mevâridâtı hakkında berren ve bahren mevzûʻ olan beş gün karantinanın on güne (2) iblâğına dâir bu gece alınan telgrafnâme-i nezâret-penâhîlerinin îcâbı derhâl icrâ olunmuşdur. Kırk günü mütecâviz (3) müddetden berü İzmir’de zuhûr ve bu kadar müddetde yalnız üç şahısda inhisâr eden bir nevʻ vebânın zikri (4) müdhiş bir illet-i sâriyeye mensûbiyeti hasebiyle her ne kadar mühim olsa da hadd-i zâtında o derece zararsızlığı zâhir (5) olmuşdur ki, karantina husûsunda bütün vilâyet ahâlîsi İzmir halkıyla hemhâl olarak bulaşık add olunmak arzusunda- (6) dırlar. Bu da karantinanın ahâlî-i vilâyete îrâs eylediği muzırrât-ı adîdeden nâşîdir ki, (7) umûr-ı ticâriye küllî sektedâr olub geçen sene şehr-i mayısında İzmir Limanı’na âmed-şüd eden vapurlar (8) iki yüz on kıtʻaya bâliğ olduğu hâlde bu sene mayısında buraya uğrayan vapurlar yalnız yetmiş dokuz (9) kıtʻadan ibâret kalmasına (10) ve berren mevâridâta gelince (11.1) kasaba şimendüferi idâresinin verdiği maʻlûmâta göre (11.2) karantinanın vazʻından berü bu hat üzerinde emtiʻa ve mahsûlât nakliyâtı yüzde elliye ve yolcu nakliyâtı ise yüzde beşe tenezzül (12) etmişdir. Aydın şimendüferinin (13) nakliyâtı dahi aynı râddede olub binâen alâ-zâlik harekât-ı ticâriye yüzünden İzmir’de geçmekde olan (14) binlerce kayıkçı hammâl ve amele-i sâire esbâb-ı maʻîşetden mahrûm kalarak muhtâc-ı iʻâne oldukları misillü (15) dâhildeki ahâlî dahi ahz ve iʻtâya târî olan kesâddan mahsûllerini nakl ve fürûht edemeyüb (16) binâen aleyh müzâyaka-i umûmiye gün be-gün kesb-i şiddet etmekde olduğundan mevzûʻ olan sıhhiye kordonunun (17) kolera zamânında olduğu gibi hudûd-ı vilâyete nakliyle tevsîʻi umûmen arzu ve istidʻâ olunmakda ve bu sûret (18) karantina tabibi ile Fransa ve İngiltere hastahâneleri ser-tabîbleri dahi dâhil olduğu hâlde ictimâʻ (19) eden sıhhiye komisyonunca da savâb görülmekde olmağla şu hâlin ilcââtı sıhhiye meclisince nazar-ı mülâhazaya alınarak (20) zâten hastalığın hafîfliği hasebiyle bundan hiç vefât eden olmayub musâb olan üç şahıs (21) dahi kesb-i sıhhat eylediğine (22) ve öyle şübheli bir hasta zuhûrunda hükûmetçe ittihâz olunmakda olan (23) tedâbîr-i serîʻa-i tahaffuziyeye nazaran ve arzu-yı umûmîye binâen sıhhiye kordonu hakkında bir karâr-ı muvafık (24) iʻtâsı mütemennâdır, ol bâbda. Fî 31 Mayıs sene 316 Vâlî-i Aydın Kâmil 3. Vesika İzmir’de vuku bulan veba salgını hakkında alınması gereken tedbirler ile ilgili Sıhhiye Nezaretinden Yıldız Sarayı’na gönderilen tezkire-i aliyye (29 Haziran 1900) Mâbeyn-i Hümâyûn-ı Mülûkâne Başkitâbet-i Aliyyesine (1) Geçen iki mâha karîb müddetde İzmir’de illet-i maʻlûmeden on dört kişi musâb olub (2) bunlardan yalnız üçü vefât etmiş ve bu da hastalığın hafîfle beraber sâye-i (3) tevfîkât-müdâm-ı cenâb-ı hilâfet-penâhîde ittihâz ve icrâ olunan tedâbîr-i serîʻa-i (4) şedîde ile illetin zuhûr ettiği yerlerde basdırılub ve eşyâ yakdırılub mikrobların şahısdan (5) şahsa sirâyetle kesb-i kuvvet etmesine meydân verilmemiş olmasından (6) ve musâbînin şifâyâb olması dahi bunlara îcâbı (7) vechile serum telkîh edilmesinden bilinmekle bu usûle iʻtinâ olunmakdan ise de (8) gerek irâde-i seniyye-i hazret-i şehriyârî ve gerek Meclis-i Sıhhiye’nin karârı mûcibince icrâsına devâm (9) olunan tedâbîr-i tahaffuziye biraz mesârifi müstelzim olduğu hâlde Mâliye Nezâretinden (10) Defterdârlığa verilen me’zûniyet çadır ile baraka masrafının tesviyesine münhasır (11) olub istihdâm olunan etıbbâ ve karantina me’mûrları ve gardiyanlar maʻâşlarıyla edviye bahâsı (12) ve Yehûdhânelerdeki izdihâmı tahfîf içün hâric-i şehre çıkarılan fukarânın hâne kirâları (13) ve sâir mesârif-i zarûriye-i müteferrikanın tesviyesiçün Defterdarlığa me’zûniyet verdirilmesi (14) Bâb-ı Âlî’ye yazılub hâlâ cevâb-ı muvâfık alınamadığından ve maʻâş ve mesârif-i (15) mezkûrenin te’hîr-i tesviyesi hâlinde istihdâm olunanların terk-i hizmet ederek illetin menʻ-i sirâyeti (16) husûsunda şimdiye kadar çekilen emekler hebâ olacağından bu bâbda dahi irâde-i seniyye-i cenâb-ı (17) zıllullâhîyi istirhâma ictisâr olunduğunun hâk-i pây-ı hümâyûn-ı mülûkâneye arzı mütemennâdır efendim. Fî 16 Haziran sene 316 Kelimeler Ahz ve iʻtâ: Almak ve vermekÂmed-şüd: Geliş-gidişAsâkir: AskerlerBahren: Deniz yoluylaBaʻîd: UzakBâliğ: Ulaşan, yetişenBerren: Kara yoluylaBi’l-vürûd: Gelerek, erişerekBi’s-selâme: SelametleBinâen alâ-zâlik: Bundan dolayıEdviye bahâ: İlaç parasıEmtiʻa: Mallar, eşyalarEtıbbâ: DoktorlarFürûht: SatmakHâmilen: YüklenerekHüccâc: Hacılarİblâğ: Ulaştırma, eriştirmeİctisâr: Cesaret etmekİdâre-i Mahsûsa: Özel İdareİlcâât: Zorlamalar, zaruretlerİllet-i sâriye: Bulaşıcı hastalıkİnhisâr: Birine ait olmaİrâde-i seniyye: Padişahın yüce emriÎrâs: Meydana getirme, sebep olmaİrsâl: Göndermekİstidʻâ: Dilekçeİşʻâr: Yazı ile bildirmekİttihâz: Alma, kabul etmeKarîb: YakınKesb-i şiddet: ŞiddetlenmekKesret: ÇoklukLeffen: Ek olarakLehü’l-hamd: Allah’a hamdolsunaMâh: AyManzûr-ı âlî: Yüce nazarlarla görülmüşMelhûz: DüşünülebiliraMen lehü’l-emr: Emir sahibiMerkûme: Adı geçenMevâridât: Varılacak yerlerMuhtâc-ı iʻâne: Yardıma muhtaç olmakaMukaddem: ÖnceMuktezâ: GerekMusab(în): Musibet ve belaya dûçar olmuş olan(lar)Muzırrât-ı adîde: Çok zararlı şeylerMüheyyâ: HazırMülâhaza: DüşünceMüstelzim: GerektirenMüşârun-ileyhâ: Adı geçenMütecâviz: Sınırı geçen, aşanMütemennâ: Temenni edilmişMüzâyaka: Baskı,Nâşî: -den dolayıRâdde: Derece, mertebeSavâb: DoğruSâye-i tevfîkât-müdâm: Yardımın devam ettiği padişahın gölgesiSektedâr: Kesintiye uğrama, durmaSer-tabîb: BaşhekimŞeref-vürûd: Şerefle ortaya çıkmakŞifâyâb: Şifa bulmakTâbiʻiyyet: Tabi olma, bağlı olmaTahaffuz: Korumak, karantinaya almakTahaffuzhâne: Karantina yeriTahlîs: KurtarmakTârî: Ortaya çıkmak, belirmekTedâbîr-i serîʻa: Hızlı tedbirlerTelkîh: AşılamaTenezzül: İndirmekTesviye: ÖdemeTevsîʻ: GenişlemekTezkire-i aliyye-i âsafâne: Vezirler tarafından yazılan resmi yazıUmûr-ı ticariye: Ticari işlerVârid: UlaşmışVazʻ: KoymakYehûdhâne: Yahûdilerin bir arada oturdukları, birçok oda ve bölükleri bulunan binaZıllullâh: Allah’ın gölgesi


10 Temmuz 1894 tarihinde İstanbul’u da etkileyen şiddetli bir deprem meydana gelmiştir. Deprem üç şiddetli sarsıntı şeklinde meydana gelmişti. Merkez üssü Yeşilköy’den 8 km açıklıkta Marmara Denizi’ndeydi. Depremden dolayı Kapalı Çarşı ve Sirkeci Tren İstasyonu zarar gördü. Beyoğlu ve Boğaziçi daha az zarar görürken; Fatih, Beşiktaş ve Bakırköy, zarar gören yerler arasındaydı. 9 şiddetindeki deprem, öğlen saat 12:24’de gerçekleşmişti. Yunanistan, Ege Adaları, Bükreş ve Anadolu’nun büyük kısmında hissedilen depremde İstanbul’daki can kaybı 474 idi. Ayrıca 482 kişi de yaralanmıştı. Sultan II. Abdülhamid, bu facianın ardından depremden etkilenenlere gerekli yardımın yapılması ve yaralıların tedavi edilmesi için talimat verecekti. Ayrıca evleri harap olanlar için çadırlar kurulmuş, fırınlardan büyük miktarda ekmek dağıtılmıştır. Şiddetli olan bu depremin etkisi yıllar sonra da ortaya çıkabilmekteydi. Nitekim, 1900 senesinde Ramazan ayında, Sultanahmed Camii’nin 1894 depreminde çatlamış bir sıvası düştü. Gece saat 01.30 sıralarında vuku bulduğu için kimseye bir şey olmamıştı. Söz konusu yerin tehlike arz etmemesi için Evkâf Nezâreti’nden gelen başmühendis, sıvanın çatlamış kalan kısmını da döktürdü ve Ramazan Bayramı sonrasında ilgili yerin aslına uygun olarak yeniden yapılması kararlaştırıldı. Bu durumu, Zabtiye Nezâreti’nin 11-12 Ocak 1900 tarihli yazılarından (Devlet Arşivleri Başkanlığı, Y.PRK.ZB, 24/1) anlayabiliyoruz. استانبول دپرمي و سلطان احمد جامعي ١٠ تمّوز ١٨٩٤ تاريخنده استانبولي ده اتكيله ين شدّتلي بر دپرم ميدانه كلمشدر. دپرم أوچ شدّتلي صارصينتي شكلنده ميدانه كلمشدي. مركز اسّي يشيل كويدن ٨ كم آچيقلقده مرمره دڭزنده يدي. دپرمدن طولايي قپالي چارشي و سركه جي ترن ايستاسيوني ضرر كوردي. بك اوغلي و بوغاز ايچي داها آز ضرر كوروركن؛ فاتح، بشيك طاش و باقيركوي، ضرر كورن يرلر آراسنده يدي. ٩ شدّتنده كي دپرم، أوگلن ساعت ١٢:٢٤’ده كرچكلشمشدي. يونانستان، أكه آطه لري، بكرش و آناطولينڭ بيوك قسمنده حسّ ايديلن دپرمده استانبولده كي جان غائبي ٤٧٤ ايدي. آيريجه ٤٨٢ كيشي ده ياره لانمشدي. سلطان ٢نجی عبدالحميد، بو فاجعه نڭ آردندن دپرمدن اتكيلننلره كركلي يارديمڭ ياپيلمسي و ياره ليلرڭ تداوي ايديلمسي ايچون تعليمات ويره جكدي. آيريجه أولري خراب اولانلر ايچون چاديرلر قورولمش، فرونلردن بيوك مقدارده اكمك طاغيتيلمشدر. شدّتلي اولان بو دپرمڭ اتكيسي ييللر صوڭره ده اورته يه چيقابيلمكده يدي. نتكيم، ١٩٠٠ سنه سنده رمضان آينده ، سلطان احمد جامعنڭ ١٨٩٤ دپرمنده چاتلامش بر صيواسي دوشدي. كيجه ساعت ٠١:٣٠ صيره لرنده وقوع بولديغي ايچون كيمسه يه بر شي اولمامشدي. سوز قونوسي يرڭ تهلكه عرض ايتمه مسي ايچون اوقاف نظارتندن كلن باش مهندس، صيوانڭ چاتلامش قالان قسمنى ده دوكديردي و رمضان بايرامي صوڭره سنده ايلگيلي يرڭ اصلنه اويغون اولارق يڭيدن ياپيلمسي قرارلاشديريلدي. بو طورومي، ضبطيه نظارتنڭ ١١-١٢ اوجاق ١٩٠٠ تاريخلي يازيلرندن آڭلايابيلييورز. Belge no: Devlet Arşivleri Başkanlığı, Y.PRK.ZB, 24/1 Tarih: 9 Ramazan 1317 (11 Ocak 1900) (1)Hû (2)Zabtiye Nezâreti (3)Mektûbî Kalemi (4)Aded 3905 (5)Bu gece saat bir buçuk râddelerinde Sultanahmed Câmi-i Şerîfi’nin hareket-i arzdan çatlamış olan (6)kubbesinden büyük bir parça sıva düşmüş ve hamdolsun nüfûsca bir sakatlık vukû’a gelmemiş (7)ise de îcâbına bakılmak ve başka bir sakatlık vukû’una mahal kalmamak için Evkâf-ı Hümâyûn Nezâret-i (8)celîlesine i’tâ-yı ma’lûmât edildiği ma’rûzdur ol-bâbda emr u fermân hazret-i men lehü’l-emrindir (9)Fî 30 Kanunuevvel sene 1315 (10)Zabtiye Nâzırı (11)Bende (imza) Belge no: Devlet Arşivleri Başkanlığı, Y.PRK.ZB, 24/1 Tarih: 10 Ramazan 1317 (12 Ocak 1900) (1)Hû (2)Zabtiye Nezâreti (3)Mektûbî Kalemi (4)Aded 3912 (5)Dünkü jurnal-i kemterânemle arz olunduğu üzere hareket-i arzdan çatlamış olan Sultanahmed (6)Câmi-i Şerîfi’nin kubbesini keşf ve muâyene etmek üzere bugün saat altı buçuk râddelerinde (7)Evkâf-ı Hümâyûn sermühendisi Kâzım Bey’in câmi-i şerîf-i mezkûra gelerek bi’l-muâyene şimdilik dökülecek (8)olan mahalleri dökdürdüğü ve ta’mîrinin bayram ertesi icrâ edileceği bâ-jurnal bildirildiği (9)ma’rûzdur ol-bâbda emr u fermân hazret-i men lehü’l-emrindir fî 31 Kanunuevvel sene 1315 (10)Zabtiye Nâzırı (11)Bende (imza)

HARB-İ UMUMİDEN BİLE DAHA MUHRİB BİR AFET 1918 senesine kadar cihan harbi yeryüzünde en tahribkar bir afet olarak telakki ediliyordu. Mucib olduğu insan zayiatının bilançosu dört buçuk sene zarfında 7.354.000 kişi olarak hesab edilmiştir. İşte 1918-1919 İspanyol nezlesi dört ay zarfında bu adedi tecavüz etmiştir. Bu afetin kurbanları bütün küre-i arzda asgari bir hesapla on iki milyon tahmin olunmaktadır. Yalnız Hindistan’da İspanyol’un bais olduğu vefiyyat altı milyona baliğ olmuştur. Birçok yerlerde aileler kâffe-i efradıyla ma’dum olmuştur. Bu nezle-i müstevliye bilhassa hidemat-ı sıhhiyenin gayr-i kâfi bir surette ihzar eylediği askeri konak mahallerinde işitilmemiş bir şiddetle icra-yı hüküm ettiğinden genç askerlerin en büyük hisse-i iştiraki vardır. Mesela (Bezanson)’da 1086 musab askerden 100’ü terk-i hayat etmiştir. Grip salgını bir tek ziyaretle iktifa etmeyip onu bir ikincisi hatta bir üçüncüsü takip etmiştir. İkincisi birincisinden daha felaketli olmuştur. Marazın seyrinin bu mevecat-ı müteakıbesi hakkında tedkikat ve müşahedatta bulunan cemahir-i müttehide umur-u sıhhiye dairesi raporunda işaret ediyor ki: “Bu salgının zuhur ettiği küre-i arzın bütün aksamında mevecat-ı mezkurenin görünmesi esrarengiz ve veleh-bahş bir hususiyet arz etmektedir. O kadar muhtelif memleketlerde mevecat-ı mezkureyi muhitlerin tesirine atfetmek mümkün değildir. İşte meselenin gayr-i kabil-i izah bulunduğu cihet de budur.” Hiçbir şey bu maraz-ı müstevlinin tekrar bizi istila ve tahrip eylemeyeceğini ve her türlü tehlikenin bertaraf edildiğini isbat ve irae etmiyor. Ne olursa olsun vazifemiz vafi ve şafi tedabir ittihazı ve taharriyat-ı ilmiye teşkilatı ile bu afete karşı koymak için hazır bulunmaktır. SALGIN HASTALIKLARIN SEBEPLERİ 1919 İspanyol salgını Avrupa’nın fena beslenen ahalisi meyanında doğmuştur. Zayıf teşekkülat-ı bedeniye ona gayet muvafık bir saha temin etmiştir. Ona tarik-i intişarı ihzar eden amillerin küül ve tütün istimalinin, gençliğe telaki mahalleri hizmetini gören meyhanelerin zehirli havasının, birçok kimselerin müctemian hayatlarının mühim bir kısmını içerisinde geçirdikleri gayr-i sıhhi binaların, izdiham ve kesret-i nüfusla her güna su-i istimalatın olduğuna şübhe edilemez. Sıhhate bir darbe indiren ve mukavemet-i hayatiyeyi tenkis eden her nev’ itiyad-ı insanı hastalık ve ölüme doğru sevk eden birer tariktir. HASTALIKLARA KARŞI KENDİMİZİ NASIL KORUMALIYIZ? Mikropların hücum ve darbelerine karşı mukavemet için iyi bir kana malik olmak lazımdır. Bütün ensice ve uzuvlar gibi kan dahi uzviyet dâhiline idhal olunan mevaddan mürekkebdir. İyi bir kana malik olmak için üç şey lazımdır: iyi bir gıda, iyi su ve iyi hava. Harekât-ı bedeniye, uyku ve istirahat dahi dâhil-i hesab ise de sıhhatin başlıca amili gıdadır. Fena ağdiye ile iyi bir kan husulü imkânı yoktur. Vücud-u beşerin harikulade bir kuvve-i tatbikiye ile mücehhez olmasına rağmen dûn-ı kıymette ağdiyeyi saf ve zengin bir kana tahvil edebilecek bir sırra mazhar değildir. Cihaz-ı hazım ağdiyesini imal etmeyip ancak kendisine ita kılınanlardan mümkün olan azami hüsn-i istifadeyi temin edebilir. Bazı yiyecekler daha bidayette dûn bir kıymeti haizdirler, bir takımı ise bidayette kıymetli oldukları halde tarz-ı tahın, tağşiş, fıkdan-ı itina, tagayyür, fena bir tabh veya esbab-ı saire tahtında vasat bir kıymete tenezzül ederler. Küre-i arz halk olunduğu zaman Cenab-ı Hak tarafından insana bahş olunan tarz-ı tağaddi hububat, meyveler ve sebzelerden mürekkepti. Bu ağdiye kuva-yı bedeniyeyi idameye muktezi bütün anasır-ı mugaddiyeyi muhtevi olup hal-i tabiide saf ve sıhhidirler. Onların iklim, mevsim, zevk ve meşgale icabatını memnun ve istîfa edecek derecede envaı mevcuddur. Herkes bu nevler meyanında ağzının tadını memnun edecek şeyler bulabilir. Herkesin tamamıyla aynı suretle tağaddi etmediği kabul olunduktan sonra akl-ı selim icab ettirir ki herkes gıda hususunda sıhhi olduğu tasdik kılınan bir liste derununda kendi tab ve zevkine uygun olanları intihab etsin. TEDAVİ-İ Bİ’L-MÂ Büyük influenza salgını her aileye kendi hastalarını tedavi etmeye muktezi malumatı i’ta etmek ihtiyacını pek sarih bir surette meydana çıkardı. Doktorlar ve hasta bakıcılar o derece nadirdi ki birçok mahallerin sekenesi müdavat-ı tıbbiyeden mahrum kaldılar. İşte bundan dolayı o tarihten beri teşkilat-ı sıhhiye hastalıkların önünü almak için lazım gelen kavaid-i sıhhiyenin ehemmiyetinde ısrar ve herkese alelade rahatsızlıkları hanesinde tedavi etmeyi öğrenmeyi tavsiye ediyor. Etibba münasib bir tegaddinin ve iyi müdavatın, makul tedavilerin kıymetini tasdik ve kabul ediyorlar. İlaçların hastayı iyi edeceğine ekser ahvalde edviyenin hastalıkların mevkiini tebdil veya nevini tağyir ettiği vaki olduğundan bu hususta pek büyük bir itidale meyl ediyorlar. Her tedavinin gayesi tabiata hastalığa karşı mücadelesinde muavenet olmalıdır. Tabiat kendi devalarını tercih eder: İyi hava, güneş, istirahat, iyi gıda, saf su ve harekât-ı bedeniye-i münasibe. Fakat en müessir vesait-i şafiyeden biri de sudur. Emraza karşı bir sistem tahtında istimali tedavi-i bi’l-ma’ namını ahz etmiştir. Ve bu tarz-ı tedavinin şöhreti günbegün tezayüd etmektedir. Bunun sebeplerinden en mühimi de şüphesiz bu sistemin herkesin yapacağı bir şey olmasıdır. Su ile yapılan tedaviler pek kuvvetlidir. Ekseriya edviye-i saire ile erişilmesi güç olan netaic bahşetmektedir. Fakat bu tedavilerin tatbikinde iyi bir vukuf sahibi olmalıdır. Zira derhal şunu arz edelim ki bu tedaviler pek büyük muhassenatı mucib olmakla beraber pek dâî-i mahzur da olabilirler. Teşekkür olunur ki bu tedavilerin bir kısmı o kadar basittir ki herkes onların tatbikini öğrenebilir. Onların bilinmesi bilhassa bir salgın zamanında bir aile için kıymet-i azimeyi haiz olur. SIHHATİN KANUNLARI Eğer hastalıkların miktarı pek kesir ise sıhhatin şerait-i esasiyesi pek çok şeyler değildir. Fakat bir insan müsterihane yaşamak ve hayatında faideli olmak istiyorsa şerait-i mezkureyi bilip öğrenmeli ve makul bir surette tatbik eylemelidir. Sıhhat, vücudun bütün uzuvlarının tabii bir surette işlemesinin neticesidir. Tabir-i aharla sağlam bir uzviyet derununda sağlam bir kanın mükemmelen deveran eylemesidir. Tamü’s-sıhha kimseler sıhhatlerini muhafaza eylerler. Hastalar ise kendimizde ve etrafımızda icra-yı hüküm eyleyen kuvvetlere itaat eyleyerek tekrar iktisab-ı afiyet eylerler. Sıhhatin kanunları kavanin-i tabiiye olub, kavanin-i tabiiye de Cenab-ı Hakk’ın ahkâmıdır. Etibba tasdik eyler ki sıhhatin menbaı tababetin muhitinden hariç olup sıhhat tabiblerin ve hastaların teşrik-i mesai eyledikleri ve kimsenin tevkifine kadir olamadığı kavanine tabidir. Kavanin-i mezkure bize aşağı yukarı bir tul-i ömür imkânı temin eyler ve hîn-i tevellüdümüzde ahz eylediğimiz kuva-yı hayatiyenin muhafaza ve tezayüdü hususunda haiz-i tesirdirler. Onlara kavanin-i fizyolojiye veya hayat-ı beşeriyenin kanunları ıtlak olunur. Kavanin-i mezkure hazm, teneffüs, deveran-ı demi vesaireyi tanzim eder. Onlar Hazret-i Musa’ya Tur-u Sina’da min tarafillah tebliğ olunan evamir-i aşere gibi evamir-i ilahiyedir. Kavanin-i mezkurenin cereyan-ı tabiisini işkal edecek yerde teshil etmek; işte sıhhatin sırrı budur. Sıhhati, bir kimsenin kavanin-i tabiiye ile hem ahenk bir surette mutabakat eylemesi diye tarif etmek, Cenab-ı Hakk’ın her hayatın menbaı olduğunu söylemektir, zira bütün bu kavanin ondan sadır olur ve onların tatbikatını o tanzim eder. Eğer Cenab-ı Hakk’ın kanunlarını muhil harekâtta bulunarak hasta olursak tarz-ı hayatımızı gözden geçirmeli ve mezkûr kavanin-i İlahiyeye itaate rücu eylemeliyiz. O zaman itimad ile Cenab-ı Bari’den istiane eyleyebiliriz. Hayatı bahşeden Cenab-ı Hak olup şifayı bahşeden de odur. Tabibler, hasta bakıcıları, müdavat-ı muhtelife ve edviye-i saire kavanin-i tabiiyeye muavenet ve bizim vücudda kavanin-i İlahiyenin icra-yı ahkâmının en iyi şerait dâhilinde husulünden istifademizden başka bir şeye yaramaz. Daha fazlası var. Vücudun şifayab olması herkesin mahall-i tatbik olabileceği fiil-i ıslahın bir kısmı olup bu vücudun şifası kadar ruhun dahi şifasını camidir. Şifa tam olmak için cismani ve ruhani her iki daireye de şümulü olmalıdır. Hazret-i İsa vazife-i dünyeviyesinde vücud için yapabildiğini ruh için de yapabilir olduğunu anlatmaya cehd eyledi. Cenab-ı Hak elan hastaları mübareklemeye ve onlara değil cismani bir sıhhat fakat manevi bir sıhhat dahi yani canlarının halasını da bahş eylemeye hazır ve nazırdır. Birbirinden gayr-ı kabil-i tecezzi bir kül teşkil eden bu iki şeyleri, Cenab-ı Hak, iman vasıtasıyla onlardan müstefid olmak isteyen herkesin yed-i iktidarına bahş eylemiştir. *Amerikalı Bir Heyet-i Etibbâ Tarafından Kelimeler: Tahribkar: Harap edici, kırıp dökücüTelakki: Anlayış; kabul etmeMucib olduğu: İcab eden, gerektirenTecavüz etmiştir: AşmıştırAsgari: En azBais olduğuVefiyyat: ÖlümlerBaliğ olmuştur: UlaşmıştırKâffe-i efradıyla: Bütün fertleriyleMa’dum olmuştur: Yok olmuşturMüstevliye: İstila eden, yayılanMusab: Musibete uğramışMevecat-ı müteakıbesi: Takip eden dalgalarıCemahir-i müttehide: Birleşmiş devletlerUmur-u sıhhiye dairesi: Sağlık işleri dairesiVeleh-bahş: Şaşkınlık verenGayr-i kabil-i izah: Açıklaması mümkün olmayanTedabir: TedbirlerTaharriyat-ı ilmiye teşkilatı: İlmi araştırmalar kurumuKüül: İspirto (Alkol kelimesi buradan gelir)Müctemian: Toplu haldeGayr-i sıhhi binaların: Sıhhi olmayan binalarınİzdiham ve kesret-i nüfusla: Kalabalık ve kalabalık nüfus ileHer güna: Her çeşitİtiyad-ı insanı: İnsanın alışkanlığıEnsice: DokularMevaddan mürekkebdir: Maddelerden oluşurAğdiye: Gıdalar, yenilip içilecek şeylerDûn-ı kıymette: Düşük değerdeTarz-ı tahın:Tağşiş: Karıştırıp bozmaFıkdan-ı itina: ÖzensizlikTagayyür: Bozularak değişmeTabh: PişirmeEsbab-ı saire: Diğer sebeplerTahtında: AltındaKuva-yı bedeniyeyi: Bedeni kuvvetleriAnasır-ı mugaddiyeyi: Gıda verici unsurlarıİstîfa: Tamamıyla almaTağaddi: Beslenmeİnfluenza: Domuz gribiMüdavat-ı tıbbiyeden: Tıbbi tedavilerdenEtibba: DoktorlarEdviyenin: İlaçlarınHarekât-ı bedeniye-i münasibe: Bedene uygun hareketlerEn müessir vesait-i şafiyeden: En etkili şifa vasıtalarındanEmraz: HastalıklarTedavi-i bi’l-ma’: Su ile tedaviTezayüd: ArtmaEdviye-i saire: Diğer ilaçlarNetaic: NeticelerDâî-i mahzur: Sakınılacak şeyleri davet eden, çağıranŞerait-i esasiyesi: Asıl şartlarıMüsterihane: Gönül rahatlığıylaTamü’s-sıhha: Tam bir sıhhatİktisab-ı afiyet: İyileşmeHîn-i tevellüdümüzde: DoğduğumuzdaKavanin-i fizyolojiye: Fizyolojik kanunlarHazm: SindirmeMin tarafillah: Allah tarafındanCereyan-ı tabiisini: Normal seyriniİşkal: ZorlaştırmaMuhil: Bozan, ihlal edenTarz-ı hayatımızı: Hayat tarzımızıMezkûr kavanin-i ilahiyeye itaate rücu eylemeliyiz: Yukarıda bahsi geçen İlahi kanunlara uymaya dönmeliyizMüdavat-ı muhtelife: Farklı tedavilerVücudda kavanin-i ilahiyenin icra-yı ahkâmının: Vücutta İlahi kanunların hükümlerinin işlemesi;Şifayab: Şifa bulan, iyileşenMahall-i tatbik: Uygulama yeriGayr-ı kabil-i tecezzi bir kül: Parçalara ayrılması mümkün olmayan bir bütünMüstefid olmak isteyen: Faydalanmak isteyenYed-i iktidarına bahş eylemiştir: Gücünün eline vermiştir

بسم اللّٰه هر خيرڭ باشيدر. بز دخي باشده اوڭا باشلارز. بيل اي نفسم! شو مبارك كلمه اسلام نشاني اولديغي كبي، بتون موجوداتڭ لسان حاليله ورد زبانيدر. بسم اللّٰه نه بيوك توكنمز بر قوت، نه چوق بيتمز بر بركت اولديغني آڭلامق ايسترسه ڭ … ( الی آخر) “Bismillâh” her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil ey nefsim! Şu mübârek kelime İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcûdâtın lisân-ı hâliyle vird-i zebânıdır. “Bismillâh” ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen… (ila ahir) (Osmanlıca Sözler, s. 1.) 1. Beyit بسمله يله ايده لم فتح كلامفتح اوله تا بو معمّاي بنام Besmeleyle edelim feth-i kelâmFethola ta bu muamma-yı benâm Hakanî (5) * (Bu Hilye-i Saadet kitabının ilk beyti olarak) Kelamı besmeleyle açalım, ta ki (gül yüzlü peygamberin hilyesinde saklı bulunan) meşhur sır (manalarıyla) açılsın. * Feth-i kelâm: Söze başlama, sözü açmaMuamma-yı benâm: Meşhur bilmece, sır 2.Beyit جمله نڭ بسمله در سرداريدقّت ايتسه ڭ كورونور اسراري آنسز افعال و سكون و حركاتجمله ابتر اولور آڭلار بالذّات Cümlenin besmeledir serdârıDikkat etsen görünür esrârı Ansız ef’âl ü sükûn u harekâtCümle ebter olur anlar bizzat Erzurumlu Zihnî (6) * Cümlenin (yaratılmış her şeyin) hocası besmeledir. (Mevcudata) dikkatlice bakarsan (besmeleyle) sırları (batınında gizli olan manalar) görünecektir.(Başlanılan) hareketler, durma ve fiiller (hâsılı her iş) onsuzsa (besmelesizse), onların hepsi doğrudan doğruya noksan olur (kendilerinden murad edilen netice hasıl olmaz). * Serdâr: Komutan, hocaEsrâr: SırlarEf’âl: FiillerSükûn: HareketsizEbter: Eksik, noksan, faydasızBizzat: Doğrudan doğruya 3. Beyit كل اي هر مطلوبڭ فتحنه طالببيل أوّل ذكر بسم اللّٰه واجب Gel ey her matlûbun fethine tâlibBil evvel zikr-i bismillâh vacib Lami’î (4) * Ey her matlubunun (dünya ve ahiret taleplerinin) karşılanmasını isteyen kişi! (Bunun gerçekleşmesini istiyorsan) Gel, öncelikle (her hayrın başı olan) bismillahı söylemeyi (besmele çekmeyi) vacip bil. * Matlûb: İstenilenTâlib: İsteyenZikr-i bismillah: Bismillâhın zikriVâcip: Yapılması gerekli olan, terkedilmesi caiz olmayan husus 4. Beyit بسمله كيم سوزلرڭ اعلاسيدرسوز باشنڭ سنبل زيباسيدر Besmele kim sözlerün a'lâsıdurSöz başınun sünbül-i zîbâsıdur Yahyâ Bey (3) * Besmele sözlerin en yücesi (olduğundan) söz başının süslenmiş güzelliğidir (sözler onunla başladığında güzelleşir). * A’lâ: En yüksek, pek yüceSünbül-i zibâ: Süslü sünbül 5. Beyit بسمله مشكللره مفتاحدربسمله سالكلره مصباحدر Besmele müşkillere miftâhdurBesmele sâliklere misbâhdur Nahifî (1) * (Aciz ve fakir bir yaratılışa sahip olan insanın Kadir ve Rahim olan Rabbine bağlanışını ifade eden) Besmele; hem zorluklara karşı (kolaylaştırıcı) anahtar hem de Hak yolunun yolcularına (gönlü aydınlatıcı) lambadır. * Müşkil: ZorlukMiftâh: AnahtarSâlik: Bir mürşide bağlanarak manevi yolculuğa çıkmış kişiMisbâh: Lamba 6. Beyit هر بر ايشڭ كه بناسي اوله حقلاجرم اول ايشده اولماز ناحق Her bir işün ki binâsı ola hakLâcerem ol işde olmaz nâ-hak Hatiboğlu (7) * Her bir (hayırlı) işin binası hak olursa (iş besmele ile başlarsa) şüphesiz o işte abes olmaz (o işin hakkını, karşılığını Cenab-ı Hak, içerisindeki manevi lezzet beraberinde elbette verir.) * Binâ: Binâ etme, temellâcerem: Şüphesiz, elbetteNâ-hak: 1. Haksızlık 2. Beyhude, abes KAYNAKÇA AKBAŞ, Sıddıka, (2015), Süleyman Nahifi’nin Mi’râciyyesi (Metin-Muhtevâ-Tahlil), İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi SBE Yayımlanmamış YLT. (s.80.) BEDİÜZZAMAN, Said Nursi, (2011 ), Osmanlıca Sözler, İstanbul: Altınbaşak Neşriyat. ÇAVUŞOĞLU, Mehmed, (1977), Yahya Bey Divanı, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları (s.3) ERKAL, Abdülkadir, (1998), Lami‟î Çelebi, Ferhad u Şirin (Ferhadnâme) (İnceleme-Metin), Erzurum: Atatürk Üniversitesi SBE Yayımlanmamış YLT. (s. 68.) PALA, İskender, (2002), Hilye-i Saadet, İstanbul: LM Yayınları. (s.30) ÜSTÜNER, Kaplan, (2016), Erzurumlu Zihnî’nin Besmele Konulu Mesnevisi, Mavi Atlas, 6, 18-48. (s.35) VURAL, Hanifi, (1999), Letâyif-nâme (Giriş-Transkripsiyonlu Metin-Grametikal Dizin), Erzurum: Atatürk Üniversitesi SBE Yayımlanmamış DT. (s. 72.)

Etimoloji dillerin kökenlerini araştıran ve inceleyen bir bilim dalıdır. Bu bilim bir dilin diğer dillerle olan yakınlığını inceler. O dili konuşan toplulukların geçmişten bugüne diğer topluluklarla olan kültürel ilişkilerini konu alan çalışmalar yapar. Bir başka yönden bu ilim bir kelimenin gelişme sürecini ilk ortaya çıkışından itibaren izleyerek, o kelimenin hangi dillerde ne şekilde yayıldığını tespit eder ve analizlerde bulunur. Etimolojinin Arapça ismi ise “iştikak” ilmidir. Bu uzmanlara “etimolog”, veya “köken bilimci” veya “iştikakçı” denmektedir. Biz de sizlerle kelimelerimizin kökenlerine yolculuk yaparak dilimizi zenginleştirmeye ve daha bilinçli bir dil ve günlük konuşmalarımızda daha isabetli kelime seçimine zemin hazırlayacak yeni bir yolculuğa çıkmak istiyoruz. İşte ilk kelimemiz. “musibet” اتيمولوژي ديللرڭ كوكنلريني آراشديران و اينجه له ين بر بيليم داليدر. بو بيليم بر ديلڭ ديگر ديللرله اولان ياقينلغنى اينجه لر. او ديلي قونوشان طوپليلقلرڭ كچمشدن بوكونه ديگر طوپليلقلرله اولان كولتورل ايليشكيلريني قونو آلان چاليشمه لر ياپار. بر باشقه يوڭدن بو علم بر كلمه نڭ كليشمه سورجنى ايلك اورته يه چيقيشندن اعتبارًا ايزله يه رك، او كلمه نڭ هانكي ديللرده نه شكلده ياييلديغني تثبيت ايدر و آناليزلرده بولونور. اتيمولوژينڭ عربجه اسمي ايسه ”اشتقاق“ علميدر. بو اوزمانلره ”اتيمولوغ“، ويا ”كوكن بيليمجي“ ويا ”اشتقاقجي“ دينمكده در. بز ده سزلرله كلمه لريمزڭ كوكنلرينه يولجيلق ياپارق ديلمزي زنكينلشديرمه يه و داها بيلينچلي بر ديل و كونلك قونوشمه لريمزده داها اصابتلي كلمه سچيمنه زمين حاضرلاياجق يڭي بر يولجيلغه چيقمق ايستييورز. ايشته ايلك كلمه مز. ”مصيبت“ MUSİBET: İnsanın başına gelen hastalık, belâ, felâket, deprem, dert, sıkıntı gibi olayların bütününe bu isim verilir. Bu kelime dilimize Arapçadan geçmiş Kur’an kaynaklı bir kelimedir. “Erişmek, dokunmak” anlamındaki “isabet etmek” manasındadır. Yani hiçbir musibet mesela korana virüs gibi bir hastalık Allaha rağmen tesadüfen, rastgele başımıza gelmez. O musibet bize Rabbimiz tarafından gönderilen ve tam isabet eden bir imtihandır. Bizler bu tür imtihanlarda tedbirimizi alırız, üstümüze düşen vazife ve sorumlulukları yerine getiririz. Dua ve tevekkülle hayatımıza korkmadan devam ederiz. Biliriz ki her şeyin dizgini Rabbimiz olan Allahın elindedir. Her derdin devası onun rahmet hazinesindedir. Biz kendimizi koruyup şifayı aramak ve bulmakla vazifedarız. KARANTİNA: Bu kelime İtalyanca menşeli bir kelimedir. “Kırk gün anlamında” “kuarantina” kelimesinden dilimize geçmiştir. Ortaçağ’da bir salgın durumunda gemiyle yolculuk yapanların bir yere ulaştıklarında kırk gün karaya çıkmaları yasak olduğu için kelime bu anlamı kazanmıştır. Hatta limana uğrayan gemilerin bulaşıcı hastalık taşımalarını önlemek için kurulan “kıyı sağlık teşkîlâtına” da bu isim verilirdi. TABURCU: Lügatler “Dört bölükten kurulan askerî birliğe” tabur adını veriyorlar. Lakin taburcu kelimesini ifade etmiyorlar. Taburcu kelimesi bize ait savaş dönemlerinden birinci cihan harbinden önceki zamanlardan kalma bir kelimedir. Savaşta tabip subaylar, iyileşen askerleri, tekrar silah tutabilecekleri askeri birliklerine gönderirlerdi. Yani harb etmek için tekrardan taburuna yollarlardı. Yani ‘’taburcu’’ ederlerdi. Başka hiçbir milletin, ülkenin hastanesinde, hastalar iyileştiklerinde ‘’taburuna yollanmaz, taburcu’’ edilmez. Evine veya işine yollanır. Biz de ise tarihi manevi kökleri olan bu kelime içinde kahramanlık ruhu olan emsalsiz güzel bir hakikati yansıtır. BERAT: Aslı Arapça “berâ’et” olan bu kelime “borçtan aklanma” manasındadır. Ayrıca bu kelime bir kimseye herhangi bir imtiyaz verildiğini gösteren belge anlamındadır. Kamerî aylardan üç ayların 2. Ayı olan Şaban ayının 14. gününü 15. güne bağlayan af ve rahmet gecesine de bu isim verilmiştir. RAMAZAN: Bu kelime Arapça bir kelimedir. “Ramazan”; “yanmak” demektir. “Ramaz” kelimesi güneşin sıcaklığının şiddetinden gayet kızmasıdır ki böyle pek kızgın yere “ramda” denir. “Ramazan” “ramda” fiil kökünden “yanmak” manasına gelir. Yani kızgın yerde yalın ayak yürümekle yanmak demektir. Bu aya “Ramazan” denmesinin diğer bir sebebi ise bu ayın günahları yaktığı içindir. Bu ayda açlık ve susuzluk hararetinden ıstırap çekilir. Veyahut oruç hararetinden günahlar yakılır. NİSAN: Bereketli yağmurlarıyla meşhur bu kelimenin aslı Arapça veya Süryanicedir. Kelime Akatçada “nisannu” diye söylenir, yılın ilk ayını ifade ederdi. Kelime “taze mahsul, turfanda meyve" gibi manalara gelmektedir. Günümüzde ise ilkbahar aylarının ikincisi, senenin dördüncü ayı için kullanılır. “Ma-i nisan” denilen nisan yağmuru çok meşhurdur. Öyle ki Osmanlıda birçok faydalı özellikleri bulunduğu kabul edildiği için bu yağmur toplanarak üzerine ayet ve dualar okunup şifa olarak içilirdi. Bu yağmur suyuna “Nisan suyu” da denirdi ve padişaha sunulması âdet idi. Hatta nisan ayındaki yağmur dünyadaki hayat için o kadar kıymetlidir ki, yağmur tanesinin sedefin içine düşmesi yüzünden “inci” olduğuna da inanılmıştır. Ecdadımız bu yüzden nisan ayında yağan yağmuru toplar, o suya dualar okuyarak üflenirse dertlere deva, hastalara şifa olduğuna gönülden inanırdı. OTAĞ: Büyük çadır, büyüklere mahsus yüksek etekli geniş ve süslü çadır manasındaki bu kelime eski Türkçe bir kelimedir. Kökeni itibarıyla iki görüş var. Bir görüşe göre “İçinde ateş yanan yer, mekân” anlamında olarak “ateş” anlamındaki “od” kelimesinden “odak” şeklinde türediği söyleniyor. Başka bir görüşe göre de “oturmak” fiilinden zamanla değişerek türediği ifade ediliyor. Mesela “otâğ-ı hümâyun” Padişah çadırı, saltanat çadırı demektir.

فرقنده لق اگيتيمي اسكي استانبولڭ حمام كتابه لرندن برنده شويله يازارمش: ”طينتڭ ناپاك ايسه ، خير اومما سن كرمابه دن / أوڭجه تطهير قلب ايت، صوڭره تطهير بدن.“ يعني ”كوتو خويلي، كيرلي قراقترلي بر كيمسه ايسه ڭ، حمامدن بر شي بكله مه / تميزلك ايستييورسه ڭ أوّلا قلبڭى تميزله ، صوڭره ده بدنڭى.“ يگرمي برنجي يوز ييله كلديگمزده دنيا اولارق يڭيدن كشف ايتديگمز بر خصوص اولمسي عجائب دگلمي؟ نه يڭمي؟ البته تميزلگڭ. ياشاديغمز صالغينده أوڭه چيقان أونملي بر خصوص تميزلك اولدي. هر يرده آراديغمز و هيژين دييه ديلمزه پلسنك ايتديگمز تميزلك كلدي بزي اوردي؛ ديلڭده كيني نه دن الڭه ويرمدڭ دييه ! اوت، ياشاديغمز دنياده (بيتده كچن حمامه بدل) هر شي وار، فقط المزڭ كيرينى بيله كيدره مز حالده . سبب؟ أوّلا قلبڭى تميزله قسمي هيچ كوندممزده اولمامقدن بحثله ديسه ك ياڭليش اولورمي، بيله مدم… سوزي شورايه كتيره جگم اصلنده . مدنيت دينيلن شعشعه لي بر طابلويله قارشي قارشي يه يز. طيشي مطنطن اوت، فقط ايچي قوف كوزوكويور. صورت وار، روح يوق كبي. بوكون ياشانيلان صالغين طولاييسيله مثبت منفي كورديگمز چوق شيلر وار البته . بونڭله برلكده تميزلگڭ أوڭه چيقمسي و بوڭا باغلي اولارق قلب و روح تميزلگنڭ نه قدر أونملي اولديغنه بر كز داها شاهد اولدق. پانيك هواسنده ، بعضًا ده اولابيلديگنجه لاقيد داورانان انسانلرڭ قارشيلاشدقلري يڭي طوروملره ويردكلري تپكيلر، اولمسي كركن، بعضًا ده اولمايان انساني طرفلرڭ كوسترگه سي اولدي. تدبير، ايقاظ، اطاعت، صايغي، حرمت، عائله ، صبر، معاونت كبي قاوراملر، دنيامزه يڭي كيرييورمشجه سنه فرقلي قارشيلقلر بولدي. ياپيجي و ييقيجي تنقيد نه ديمك هپ برابر ايزلييورز. ملّت اولمق قاورامي ايچنده نه قدر غير ملّي اولونابيلديگنه ، مسلمان بر ئولكه ده نه قدر دينسز ياقلاشيملرڭ بولونابيلديگنه ده مع الاسف شاهد اولدق. حالبوكه امتحان دنياسنده ياشييورز صوده تميزلنمه يني آتش تميزلر، اللّٰه محافظه . نه كيمسه كيمسه دن بيوك، نه ده كيمسه كيمسه دن كوچك. فرقنده لق اگيتيمي ده دييه بيله جگمز شو خسته لق زمانلرنده تك تسلّيمز برلكده لگمز و اللّٰهه اولان ايمانمزدر. Eski İstanbul’un hamam kitabelerinden birinde şöyle yazarmış: “Tîynetin nâ-pak ise, hayır umma sen germâbeden / Önce tathîr-i kalb et, sonra tathîr-i beden.” Yani “Kötü huylu, kirli karakterli bir kimse isen, hamamdan bir şey bekleme / Temizlik istiyorsan evvela kalbini temizle, sonra da bedenini.” Yirmi birinci yüzyıla geldiğimizde dünya olarak yeniden keşfettiğimiz bir husus olması acayip değil mi? Neyin imi? Elbette temizliğin. Yaşadığımız salgında öne çıkan önemli bir husus temizlik oldu. Her yerde aradığımız ve hijyen diye dilimize pelesenk ettiğimiz temizlik geldi bizi vurdu; dilindekini neden eline vermedin diye! Evet, yaşadığımız dünyada (beyitte geçen hamama bedel) her şey var, fakat elimizin kirini bile gideremez halde. Sebep? Evvela kalbini temizle kısmı hiç gündemimizde olmamaktan bahisle desek yanlış olur mu, bilemedim… Sözü şuraya getireceğim aslında. Medeniyet denilen şaşalı bir tabloyla karşı karşıyayız. Dışı mutantan evet, fakat içi kof gözüküyor. Suret var, ruh yok gibi. Bugün yaşanılan salgın dolayısıyla müspet menfi gördüğümüz çok şeyler var elbette. Bununla birlikte temizliğin öne çıkması ve buna bağlı olarak kalb ve ruh temizliğinin ne kadar önemli olduğuna bir kez daha şahit olduk. Panik havasında, bazen de olabildiğince lakayt davranan insanların karşılaştıkları yeni durumlara verdikleri tepkiler, olması gereken, bazen de olmayan insani tarafların göstergesi oldu. Tedbir, ikaz, itaat, saygı, hürmet, aile, sabır, muavenet gibi kavramlar, dünyamıza yeni giriyormuşçasına farklı karşılıklar buldu. Yapıcı ve yıkıcı tenkit ne demek hep beraber izliyoruz. Millet olmak kavramı içinde ne kadar gayr-ı milli olunabildiğine, Müslüman bir ülkede ne kadar dinsiz yaklaşımların bulunabildiğine de maalesef şahit olduk. Hâlbuki imtihan dünyasında yaşıyoruz. Suda temizlenmeyeni ateş temizler, Allah muhafaza. Ne kimse kimseden büyük, ne de kimse kimseden küçük. Farkındalık eğitimi de diyebileceğimiz şu hastalık zamanlarında tek tesellimiz birlikteliğimiz ve Allah’a olan imanımızdır.

رمضان نامه اون بر آيه سلطان اولمه شرفنى دائما أوزرنده طاشیمش اولان رمضان شريف مؤمنلر ايچون بر رحمت و مغفرت آييدر. بركت ديمكدر رمضان، آرينمق و قورتولوشه ايرمكدر. بر باشقه جهتدن صبر آييدر. فاروق نافذ چامليبلڭ ديزه لرنده ”ماورادن بكلنن بر سس“؛ سزائي قره قوچده ”ديريلتيجي روزكار، اسلام بهاري، انسان اولمه وقتي“؛ بياتلينڭ مصراعلرنده ايسه ”نورلي بر نشئه “نڭ منبعيدر. توم زمانلر جناب حقّه عائددر البته ، لكن رمضان شريف، افنديمزڭ (ص ع و) افاده سيله امّتڭدر عين زمانده . اونلري برلشديرمسي، قلبلري بربرينه ياقين قيلمسي نيتيله ... زيرا بو آيده اهل ايمان بردن منتظم بر اوردو حكمنه كچر. قرداشلگڭ خاطري ايچون؛ رجب، شعبان و رمضان حرمتنه بربرينه كوسمه مك و قرداش اولوب باريشمق لازم حتّی الزمدر بو آيده . انس بن مالكدن (رض) روايت ايديلن بر حديث شريفده حضرت پيغمبر: ”بو آيه رمضان اسمنڭ ويريلمسي كناهلري ياقديغي ايچوندر“ بويورمشدر. شو حالده مبارك رمضان آينده اوروج طوتان و اخلاصله توبه ايدن مؤمنلرڭ كناهلري يانار، بويله جه مؤمنلر كناه كيرلرندن آرينيرلر، تر تميز اولورلر. رمضان شريفڭ كليشيله موسم نوره دونر. قلبلر يوموشار و معنا اقليمنده حقيقي بر بهار كنديني حسّ ايتديرر، ئولمه ين بتون قلبلره . تاريخ بوينجه ده بو بويله اولاكلمشدر. أوزللكله عثمانلي دورنده ادیبلر يازدقلري رمضان نامه لر (رمضانيه ) ايله بو معنوي اقليمي مصراعلرينه نقش ايتمشلر، حلقه بو آيدن اعظمي استفاده يوللرينى كوسترمشلردر. بونلردن بريسي ده يسوي يولنڭ مهم تمثيلجيلرندن و خليفه لرندن اولان حاكم سليمان آتادر. ”حكمت قول سليمان“ باشلغنى طاشييان رمضان نامه ده (كونمز تركجه سيله ) شو مصراعلره ير ويرر حاكم سليمان آتا: السلام عليكم يا شهر رمضان،و عليكم سلام نور قرآن كلام،باتيدن طوغويه قدر قوتليدر دائممحمّد امّتنه يا رمضان ... يدي ياشنده تازه (چوجق) اوروج طوتار،ثوابي عرشي كرسي لوحه دن آشار،اوروج طوتانڭ باشنه انجيلر صاچار،محمّد امّتنه يا رمضان! مملكتڭ هر كوشه سنده هر ياشدن انسان ايچون بر شيلر واردر رمضان آينده . أوزللكله ده چوجقلر ايچون... بو آيڭ چوجغڭ روح دنياسنده چوق آيري بر يري واردر. سيرلك اويونلر، مدّاح، قره كوز-هاجوات، خوروز شكرلري، افطاري مژده له ين طوپلر، افطار تلاشي، دعوتلر، سحورده طاولجيلر... بونلرڭ هر بري چوجق كوزنده رمضان شريفه دائر اونوتولماز برر لوحه در. تكنه اوروجني ده آڭمادن كچمه مك كركير. بوكون اولديغي كبي اسكي زمانلرده ده چوجقلر تكنه اوروجي طوتار و او كون بر ايپ كسيله رك دعالرله چوجغڭ قوطوسنه قونوردي. صوڭره بريكن ايپلر باغلانير و عائله بيوكلرينه صاتيليردي. چوجقلر ده بر داهاكي رمضاني ايپله چكردي. چوجقلر اڭ چوق ده آننه لري ايله رمضان آينده جامعلره كلير. اوزون تراويح نمازلرنده صبري طاشان چوجقلر ايشي هايلازلغه اوروب جامعده شماته ياپارلر. بو ده اونوتولماز خاطره لر اولارق بللكلرنده كي يريني آلير. صوڭوچ اولارق دینه بيليركه اجداديمز ”رمضان اگلنجه لري“ قاورامنى چوجقلره بو آيي سوديرمك مقصديله ياشاتمشلر. يوقسه اصلاً عبادت آيي اولان و ييلده بر دفعه انسانه معنوي بر فرصت صونان بو آيي برطاقيم اگلنجه لرله -هله ده مشروع اولمايان و رمضان شريفڭ روحنه آيقيري اولان اگلنجه لرله - هبا ايتمك دگلدر اصل غايه . نجيب فاضلڭ ده ديديگي كبي: رمضان قره كوز سيري دگل، كوز ياشي دوكمه آيي، بيلينمزي بيليرلر، بيلسه لر آغلامه يي On bir aya sultan olma şerefini daima üzerinde taşımış olan Ramazan-ı şerif müminler için bir rahmet ve mağfiret ayıdır. Bereket demektir Ramazan, arınmak ve kurtuluşa ermektir. Bir başka cihetten sabır ayıdır. Faruk Nafiz Çamlıbel’in dizelerinde “maveradan beklenen bir ses”; Sezai Karakoç’ta “diriltici rüzgâr, İslam baharı, insan olma vakti”; Beyatlı’nın mısralarında ise “nurlu bir neşe”nin membaıdır. Tüm zamanlar Cenâb-ı Hakk’a aittir elbette, lakin Ramazan-ı şerif, Efendimizin (sav) ifadesiyle ümmetindir aynı zamanda. Onları birleştirmesi, kalpleri birbirine yakın kılması niyetiyle... Zira bu ayda ehl-i iman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Kardeşliğin hatırı için; Recep, Şaban ve Ramazan hürmetine birbirine küsmemek ve kardeş olup barışmak lazım hatta elzemdir bu ayda. Arapça bir kelime olan Ramazan’ın “ramda” ve “ramad” olarak iki ayrı kökten geldiği bilinir. Yaz sonunda güz mevsiminin evvelinde yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasında “ramdâ” kelimesinden alınmıştır. Bir yağmur gibi bu şerefli ay da müminlerin günah kirlerini temizleyip pak eder. Başka bir görüşe göre güneşin şiddetli hararetinden taşların yanıp kızması anlamında olan “ramad” kelimesinden alınmıştır. Böyle kızgın yerde yürüyen kimsenin ayakları yanar, zahmet ve meşakkat çeker. Bunun gibi oruç tutan kimse de açlık ve susuzluğun hararetine katlanır, zahmet ve meşakkat çeker, içi yanar demektir. Yahut kızgın yer, ayakları yaktığı gibi Ramazan da müminlerin günahlarını yakar, yok eder. Enes b. Mâlik’ten (ra) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber: “Bu aya ramazan isminin verilmesi günahları yaktığı içindir” buyurmuştur. Şu halde mübarek Ramazan ayında oruç tutan ve ihlâsla tövbe eden müminlerin günahları yanar, böylece müminler günah kirlerinden arınırlar, tertemiz olurlar. Ramazan-ı Şerif’in gelişiyle mevsim nura döner. Kalpler yumuşar ve mana ikliminde hakiki bir bahar kendini hissettirir, ölmeyen bütün kalplere. Tarih boyunca da bu böyle olagelmiştir. Özellikle Osmanlı devrinde edipler yazdıkları Ramazan-nâmeler (Ramazaniyye) ile bu manevi iklimi mısralarına nakşetmişler, halka bu aydan azami istifade yollarını göstermişlerdir. Bunlardan birisi de Yesevi yolunun mühim temsilcilerinden ve halifelerinden olan Hâkim Süleyman Ata’dır. “Hikmet-i Kul Süleyman” başlığını taşıyan Ramazan-nâmede (günümüz Türkçesiyle) şu mısralara yer verir Hâkim Süleyman Ata: Esselamü aleyküm ya şehr- i Ramazan,Ve aleyküm selam nur-ı Kur’an-ı kelam,Batıdan doğuya kadar kutludur daimMuhammed ümmetine ya Ramazan ... Yedi yaşında taze (çocuk) oruç tutar,Sevabı arşı kürsi levhadan aşar,Oruç tutanın başına inciler saçar,Muhammed ümmetine ya Ramazan! Memleketin her köşesinde her yaştan insan için bir şeyler vardır Ramazan ayında. Özellikle de çocuklar için... Bu ayın çocuğun ruh dünyasında çok ayrı bir yeri vardır. Seyirlik oyunlar, meddah, Karagöz-Hacivat, horoz şekerleri, iftarı müjdeleyen toplar, iftar telaşı, davetler, sahurda davulcular... Bunların her biri çocuk gözünde Ramazan-ı şerife dair unutulmaz birer levhadır. Tekne orucunu da anmadan geçmemek gerekir. Bugün olduğu gibi eski zamanlarda da çocuklar tekne orucu tutar ve o gün bir ip kesilerek dualarla çocuğun kutusuna konurdu. Sonra biriken ipler bağlanır ve aile büyüklerine satılırdı. Çocuklar da bir dahaki Ramazan’ı iple çekerdi. Çocuklar en çok da anneleri ile Ramazan ayında camilere gelir. Uzun teravih namazlarında sabrı taşan çocuklar işi haylazlığa vurup camide şamata yaparlar. Bu da unutulmaz hatıralar olarak belleklerindeki yerini alır. Sonuç olarak denebilir ki ecdadımız “Ramazan eğlenceleri” kavramını çocuklara bu ayı sevdirmek maksadıyla yaşatmışlar. Yoksa aslen ibadet ayı olan ve yılda bir defa insana manevi bir fırsat sunan bu ayı birtakım eğlencelerle –hele de meşru olmayan ve Ramazan-ı şerifin ruhuna aykırı olan eğlencelerle- heba etmek değildir asıl gaye. Necip Fazıl’ın da dediği gibi: Ramazan Karagöz seyri değil, gözyaşı dökme ayı, Bilinmezi bilirler, bilseler ağlamayı

Harf ve kelime çalışmalarına devam ediyoruz. Silik harflerin üzerinden geçerken dikkatle yazmaya ve acele etmemeye çalışalım. Elinizin alışması ve yazınızın güzelleşmesi için bu dikkat ve sabır önemli olacaktır.

Taş Taht Kitabesi Taş tahtın Sultan 4. Murad’a ait olduğu, bu mermer koltuğa oturup, Gülhane Bahçesi’nde oynanan atlı cirit oyununu seyrettiği mervidir. Kendisi de iyi bir sporcu olan 4. Murad, bazen bir at ve cirit isteyip bizzat oyuna da katılırmış. Koltuğun arkasındaki aşağıya aldığımız kitabe, padişahın sportif performansını belgeler mahiyettedir. Kitabenin metni, Sultan’ın at üzerinden yaptığı bir “nobud/lobud” atışıyla kaydettiği mesafeyle ilgilidir. KELİMELER: Pâdişâh-ı bahr u berr: Karaların ve denizlerin sultanı.Kâm-rân: Kâm sürücü, süren, arzusuna, isteğine kavuşmuş, mutlu.Dergeh: Cenab-ı Hakk’a ibadet edilen yer. Büyük bir huzura girilecek kapı. Kapı. Padişahların kapısı.Cem bezm: Cem meclisiRüstem rezm: Rüstem savaşıEhl-i dil: Gönül ehliHâliyen: Şimdiki zamandaSâhib kıran: “Müşteri (Jüpiter) ile Zühre’nin (Venüs / Çobanyıldızı) bir burçta toplandığı esnada doğmuş olan” anlamına gelir. Bu sıfat uğurlu, kutlu, bahtiyar, talihi yaver, daima muzaffer, galip ve cihangir hükümdarları ifade etmek üzere kullanılmıştır.Mâh-ı siyam: Oruç ayı, RamazanEsb-i tâzî: Arap atıSüvar olup: Ata binipNobud (Arapça nebbüt’ten): Kısa, kalın ve düzgün sopa [Topun icadından önce, kale kuşatmalarında içeridekileri yaralamak için duvarları aşacak şekilde fırlatılarak silâh gibi, cündîler tarafından ise cirit atmayı ilerletmek için talim aracı olarak kullanılırdı]Cüst u cû: Aramak, araştırmakZirâ’-i bennâ: Bina arşını. Mimaride kullanılan bir ölçü birimiÇarh-ı felek: Feleğin çarkıMihr ü meh: Güneş ve ayHeft-sema: Yedi kat gökAhterân: YıldızlarBer-karar: Daimî, devamlı

Bu alâyim zikr olunan enzāra ilim vâkiʻ olana muhtefî değildir. Ammâ sâir nâs anınla bilmek olur ki, semâda çok şihâb atılsa husūsen âhir-i sayfda ve harîfde olsa vebâ alâmetidir. Kezâlik lodos didikleri rûzgâr ve sabâ yeli ilk kış ayında ve kış ortasında çok esse ve alâmât-ı matar olub yağmur yağmasa ve bu maʻnâlar mükerrer olsa vebâ alâmetidir. Ve bir alâmeti dahi bahâr vakti yağmur kalîl olub ve rîh-i cenûbî çok esüb havâlar bulanık olmakdır. Hattâ bir hafta mikdârı sāf olsa ve gündüz bulut çok olub ve gicelerde bürûdet olsa tahkīk-i vebâ mukarrerdir. Ve kaçan yaz günlri kalîlü’l-harâre olub rutūbet sebebinden eşcâr hazân zamânı değil iken hazân gibi dökülse ve şimşek şakıyub şihâb olsa vebâ alâmetleridir. Esbâb-ı arzıyyeden baʻzıları dahi ki vebâ olmasına dâlldir. Haşerât-ı arz çok olmakdır. Ve hayvân-ı zekiyyetü’l-hiss ki laklak ve fâre ve bunların emsâli inlerinden çıkub arkaları üzere sürünmek vebânın gelmesi karîb olduğuna işâretdir. İmdi vebâdan ihtirâzın tarîki budur ki, bedeni fasd istifrâğla tenkıyye idüb taʻdîl-i mizâc itmekdir. İmdi tebrîdle tecfîf lâzımdır. Ve yemişlerden ve şarâbdan perhîz lâzımdır. Müceffifâtla yaʻnî ekşiler ile takayyüd oluna. Ve eşribeden şarâb-ı limon ve şarâb-ı temr-i hindî ve şarâb-ı rîbâs ve emsâlühüm ile mukayyed olalar. Husūsen kâfûr enfaʻ eşyâdır. Zîrâ ufûnet hudûsünü menʻ ider. Ve evi mümkün olan mertebe gülâb ve sirke ve söğüt sularıyla sulayub süpüreler. Ve latīf yemişlerden elma ve emrûd ve ayva ve aluç ve ağaç kavunu ve nârenc ve limon gibiler ile oturduğu mahalli tezyîn ideler. Ve her ne kadar bârid şükûfeler ele girerse yanına koyub ve rayihasıyla muʻattar olanı cemʻ ideler. Metnin Güncel Çevirisi Salgın Hastalık Bilinmelidir ki; salgın hastalıklar, havanın mizacının bozulmasıyla oluşur. Bunun yeryüzü ve gökyüzündeki hareketlere bağlı sebepleri vardır. Yeryüzündeki sebeplerinden bir kısmı; yaşam alanlarında oluşan kötü kokular, köpek ve hayvan leşlerinin çokluğu, pis kokuların olduğu bölgelerde suların az akması ve bu sulardan içilmesi, savaş meydanlarındaki ölülerin defnedilmeyip açıkta kalması, Kasımpaşa gibi kasabalarda lağım sularının açıktan akması ve dericilerin deri tabaklanması sırasında derilerin ıslaklığından dolayı yayılan kötü kokular gibi etkenler, hastalığın yayılımına etki eder. Leylek, fare gibi bazı hayvanların yuvalarından ayrılıp sırtüstü sürünmeleri de salgın hastalıkların yaklaşmakta olduğunun delili sayılabilir. Semavî sebeplere bağlı salgın hastalıkları bilmek için de birkaç alamet bilmek yeterlidir. Mesela yaz sonu ve sonbahar mevsiminde göktaşının çoklukla düşmesi veya parlak yıldız kaymaları salgın hastalık alametlerindendir. Sabahları gün doğusundan esen sabâ rüzgârıyla lodos rüzgârının kışın ilk ayında ve kış ortasında çok esmesi, sık sık havanın yağmur yağacakmış gibi olup yağmaması, salgın hastalığın varlığına veya oluşumuna işaret eder. Ayrıca ilkbaharda yağmurun az yağıp güney rüzgârlarının çoklukla esmesi, havanın bulanık görünümü, hatta bir müddet havanın berraklığı sonrasında, gündüzleri havanın çok bulutlu olup akşamları soğukluğun artması, yaz aylarında sıcaklığın az olması ve yazın gökyüzünde şimşek çakması ve gökten sert maddeler yağması, yine salgın hastalığın yaklaşmakta olduğuna işaret eder. Bu tür bir salgından kurtulmak için mizacı kan aldırarak dengelemek lazımdır. Ayrıca bir kısım yaş ve tatlı meyvelerden perhiz etmek gereklidir. Limon, demirhindi, ışgın gibi ekşi meyve ve şerbetleri tüketilmelidir. Ayrıca vücudu aşırı hararetten korumak lazımdır. Evde kâfur bulundurmak da havayı temizler. Bununla birlikte kapalı alanlarda elma, armut, alıç, ağaç kavunu, limon ve narenciyeden de bulundurmak havanın sterilizasyonuna katkı sağlar. Ayrıca evlerde yetiştirilen soğuk tabiatlı ve güzel kokulu çiçeklerde salgın hastalıkların bulaşıcılığını azaltacaktır. *(Kaynak: Enmuzec fi’t-Tıb kitabı) Kelimeler: bed: kötüfasd: kan almak, hacamatkârîz: atık su yolu, lağımlaklak: hay. leylekmüteʻaffin: kokuşmuş, bozulmuşşihâb: gök taşı, parlak yıldızşükûfe: çiçek

KAYMAKLI SARAY ETMEĞİ Saray-ı Hümayunda nefs-i nefîs-i Hümayun için has fırında tabh olunan has etmek ki Enderun Ağaları ona fodula tabir ederler. Velhasıl ol ekmekten bir tane alıp ortasından iki şak eyleyip sonra iki tarafında bulunan içleri alıp hemen kabukları kaldıktan sonra her birini başka başka ber-kaide kadayıf kızartır gibi bol yağda kızartıp badehu ısıcak su ile bir miktar yaykayıp suyu süzüldükten sonra bir tanesine yine kenarlı tepsiye koyup kestirilip tasfiye olunmuş şekerden üzeri örtülünce koyup tamam ol şekeri içtikten sonra halis kaymaktan miktar-ı kifaye üzerine koyup sonra şakk-ı sâniyi dahi başka tepside şekerini içirdikten sonra anın dahi üzerine koyup bir miktar ateşte durduktan sonra gerek ısıcak yahut soğuk istimal ederler. Vakıa sarayı mahsustur bir nazik ve latif gıdadır. Velhasıl sanatı yine evvelki gibi etmeki iki şakk idüp içini çıkardıktan sonra bir kenarlı tepsiye birini koyup ibtida tasfiye olunmuş şekerden bir kefçe dahi böyle böyle tamam kenarlı tepsi miktarı ol bu etmek kabuğu yayılır ve şekerini tamam içer. Badehu birini ol vecihle yani bir kefçe şeker koyup içtikde bir dahi koyup tamam nisabını buldukda matlub olur ise, ikisi beynine kaymak koyalar, değilisini (değil ise ikisini) bir yere getirip şekeri az ise bir miktar dahi koyup istimal oluna. Not: Mezkûr etmek malum olan fodulalara heyeti müşabih olmakla sair etmeklerden imtiyaz için fodula derler, taşra ricali has ekmek derler. Minhü SAKIZ BÖREĞİ Cezire-i Sakız da (Sakız Adasında) vech-i âti üzere yapılmağla ol isim ile maruftur. Sanatı: Evvelâ kadayıf hamurundan suluca, dakik-i hâsdan mikdar-ı kifaye su ile hamur çalkayıp badehu kubbeli timur sac üzerine kefçe ile döküp kızarmaksızın ol yufkayı kaldırıp birini dahi döküp böylece murad olunduğu mikdarı bir iki yüz tane yaptıktan sonra bir münasip tepsiyi cüz’i yağlayıp beş on tanesini ko(y)duktan sonra pâk ince kıyılmış ve soğan ile kavrulmuş kıymadan koyup badehu üzerine beş on tane dahi yufka koyup dahi üzerine cüz'i yağ serpip fırında yahut iki sac arasında altında ve üstünde kömür ateşi ile tabh edeler. Filhakika yufkası ol varide iki defa tabh başka acayip çaşni peydah olduğu kerratıyla müşahede ve istimâl olundu. Kelimeler: Saray-ı Hümayun: Padişah sarayıNefs-i nefîs-i Hümayun: Padişahın beğeneceği şekildeTabh: PişirmeŞak: Yarma, ikiye ayırmaIsıcak: SıcakYaykayıp: YıkayıpMiktar-ı kifaye: Yeteri kadarŞakk-ı sâni: İkinci yarısıİbtida: BaştaKefçe: KepçeMatlub: İstenenMezkûr: Adı geçenMinh: OndanVech-i âti: Sonradan gelecek şekildeDakik-i hâs: İnce unTimur: DemirFilhakika: Hakikatte, gerçekteÇaşni: LezzetPeydah: Açıkta olanMüşahede: Görmeİstimâl: Kullanma

ايتاليه و يينه كمي روايت اودركه ١٢٠٠’لي ييللرده پاپا ٩نجی غره قوري بر فتوا يايينلار: ”كديلر شيطاندر. اونلرڭ صاحبلري ده جاديدر. هم كديلرڭ هم ده صاحبلرينڭ ئولديرولمسي كركير.“ بو فتوا نتيجه سي باشده ايتاليه اولمق أوزره توم آوروپه ده كدي و كدي صاحبلرينه قارشي دهشت بر جادي آوي باشلار. ياقه لانانلر ئولديرولور و ياقيلير. نه صوقاقلرده نه ده أولرده كديلرڭ اساميسي اوقونماز اولور. اولاجق يا ايشته ، او كونلرده بر ايتاليان ليماننه قيريمدن كلن بر كمي ياڭاشير. يينه اولاجق يا كمينڭ آنبارنده فاره لر واردر و وباليدرلر. ليمانه ياناشان كميده كي فاره لر طيشاري چيقارلر و كديلرڭ يوقلغندن فرصت ايتاليه قازان بونلر كپچه طولاشيرلر. طاشيدقلري خسته لغي ده هر يره طاغيتيرلر. نتيجه وخيمدر: ايتاليه دن باشلايارق ديگر بتون آوروپه ئولكه لرنده وبا وقعه لري خيزله آرتار. آوروپه، قارشيلاشدقلري بو حادثه أوزرينه، يوز ييلدن فضله بر سوره وبا صالغيننڭ اتكيسنده قالير. دنیا او دونمكي نفوسنڭ أوچده برينى يعني ٧٥ ميليون كيشي يي غائب ايدر. İtalya ve Yine Gemi Rivayet odur ki 1200’lü yıllarda Papa 9. Gregory bir fetva yayınlar: “Kediler şeytandır. Onların sahipleri de cadıdır. Hem kedilerin hem de sahiplerinin öldürülmesi gerekir.” Bu fetva neticesi başta İtalya olmak üzere tüm Avrupa’da kedi ve kedi sahiplerine karşı dehşet bir cadı avı başlar. Yakalananlar öldürülür ve yakılır. Ne sokaklarda ne de evlerde kedilerin esamisi okunmaz olur. Olacak ya işte, o günlerde bir İtalyan limanına Kırım’dan gelen bir gemi yanaşır. Yine olacak ya geminin ambarında fareler vardır ve vebalıdırlar. Limana yanaşan gemideki fareler dışarı çıkarlar ve kedilerin yokluğundan fırsat İtalya kazan bunlar kepçe dolaşırlar. Taşıdıkları hastalığı da her yere dağıtırlar. Netice vahimdir: İtalya’dan başlayarak diğer bütün Avrupa ülkelerinde veba vakaları hızla artar. Avrupa, karşılaştıkları bu iki hadise üzerine, yüz yıldan fazla bir süre veba salgınının etkisinde kalır. O dönemki nüfusunun üçte birini yani 75 milyon kişiyi kaybeder. صالغين خسته لقلرله ايلكيلي رساله لر عثمانليلرده ١٥نجی يوز ييلدن اعتبارًا يازيلمه يه باشلانان وبا رساله لرنده صالغين حقّنده داها أوڭجه كي دونملره عائد اثرلردن فرقلي بر باقيش آچيسنڭ ير آلديغي كورولور. بو اثرلرده صالغينڭ چيقديغي يردن اوزاقلاشيلمسي ياساقلانماز؛ وبانڭ بولاشيجيلغي قونوسنده، آيريجه وبا اولان يردن طيشاري يه چيقمه نڭ دينًا جائز اولوب اولماديغي حقّنده اوزون طارتيشمه لر بولونور. ١٦نجی يوز ييلڭ ايكنجي ياريسندن اعتبارًا خسته لغڭ بولاشيجيلغي كوروشي آغيرلق قازانمش، طولاييسيله صالغينڭ كورولديگي يردن هواسي تميز اولان بر يره كيتمه نڭ جوازيله ايلكيلي فتوالر ويريلمشدر. مثلا طاش كوپری زا ده احمد افندينڭ قلمه آلديغي رسالة الشفا لي-(في) ادواء الوبا آدلي اثرده بو خصوص آچيقجه ديله كتيريلير. ابوالسعود افندينڭ ده بو قونوده فتوالري موجوددر. طاعوندن قاچمه يه شرعًا اذن اولوب اولماديغي صوروسنه قارشيلق حق تعالينڭ قهرندن لطفنه صيغينمق نيتيله جائز اولاجغي يولنده فتوا ويرمش، كوچك بر چوجغي صالغين اثناسنده شهره كتيروب ئولومنه يول آچان كيمسه نڭ دييت أوده مه سي كركديگني بليرتمشدر. أوته ياندن طاعوندن قاچوب كوروينى ياپمايان امام و مؤذّن كبي وظيفه ليلر ايچون تعزير و عزل جزاسنه حكم ايتمشدر. ابن خاتمه نڭ تحصيل غرض القاصد في تفصيل المرض الوافد، ادريس بتليسينڭ، رسالة الابا عن مواق الوبا و علي خبري افندينڭ فوائد خبريه سي وبا حقّنده كي اثرلر آراسنده در. Salgın Hastalıklarla İlgili Risaleler1 Osmanlılarda 15. yüzyıldan itibaren yazılmaya başlanan veba risâlelerinde salgın hakkında daha önceki dönemlere ait eserlerden farklı bir bakış açısının yer aldığı görülür. Bu eserlerde salgının çıktığı yerden uzaklaşılması yasaklanmaz; vebanın bulaşıcılığı konusunda, ayrıca veba olan yerden dışarıya çıkmanın dinen câiz olup olmadığı hakkında uzun tartışmalar bulunur. 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hastalığın bulaşıcılığı görüşü ağırlık kazanmış, dolayısıyla salgının görüldüğü yerden havası temiz olan bir yere gitmenin cevazıyla ilgili fetvalar verilmiştir. Meselâ Taşköprizâde Ahmed Efendi’nin kaleme aldığı Risâletü’ş-şifâʾ li-(fî)edvâʾi’l-vebâʾ adlı eserde bu husus açıkça dile getirilir. Ebüssuûd Efendi’nin de bu konuda fetvaları mevcuttur. Tâundan kaçmaya şer‘an izin olup olmadığı sorusuna karşılık Hak Teâlâ’nın kahrından lütfuna sığınmak niyetiyle câiz olacağı yolunda fetva vermiş, küçük bir çocuğu salgın esnasında şehre getirip ölümüne yol açan kimsenin diyet ödemesi gerektiğini belirtmiştir. Öte yandan tâundan kaçıp görevini yapmayan imam ve müezzin gibi vazifeliler için ta‘zîr ve azil cezasına hükmetmiştir. İbn Hâtime’nin Taḥsîlü ġarazi’l-ḳāṣıd fî tafṣîli’l-marażi’l-vâfid, İdrîs-i Bitlisî’nin, Risâletü’l-ibâʾ ʿan mevâḳıʿi’l-vebâʾ ve Ali Hibrî Efendi’nin Fevâid-i Hibriyye’si veba hakkındaki eserler arasındadır. جامع و كليسا فاتح سلطان محمد صربستان حدودينه كلمشدي. صيربستانڭ فتحي آرتيق آن مسئله سي ايدي. صرب قرالي برانغوويچ بر يانده مجارستان بر يانده ده تركلر اولديغي ايچون آراده زور طورومده قالمشدي. هر ايكي بيوك دولتدن برينه صيغينمق، اوندن يارديم ايسته مك دوشونجه سيله، هر ايكي طرفه ده ايلچيلر كوندردي. ”صربستان الڭزه كچر و بورايي فتح ايدرسه ڭز ناصل معامله ايده جكسڭز؟“ دييه فكرلريني أوگرنمك ايسته دي. صربليلر اورطودوقس مذهبنه منسوب اولدقلرندن، قاتوليك مجار قرالي هونيا د طرفندن شو جوابي آلدي: ”اگر صربستان بزم المزه كچر و بز اورالري استيلا ايدرسه ك، بتون صربليلري قاتوليك ايدينجه يه قدر مجادله ايدرز و بتون كليسالري ييقار، يرلرينه قاتوليك كليساسي انشا ايدرز...“ فاتح سلطان محمده كيدن ايلچي شو جوابله دونمشدي: ”بز صربستاني آليرسه ق، اسلاميتڭ اللّٰه عندنده تك دين اولديغني اعلان ايدرز. و بو آراده هيچ كيمسه يي، كندي دينندن دونمه يه زورلامايز. ايسته ين اسكي ديننڭ ايجابي اولان كليسايه كيدر، ايسته ين اللّٰه عندنده تك دين اولان اسلاميتي سچر، دنيا و آخرت سلامتنه قاووشور.“ Cami ve Kilise Fatih Sultan Mehmed Sırbistan hududuna gelmişti. Sırbistan’ın fethi artık an meselesi idi. Sırp Kralı Brankoviç bir yanda Macaristan bir yanda da Türkler olduğu için arada zor durumda kalmıştı. Her iki büyük devletten birine sığınmak, ondan yardım istemek düşüncesiyle, her iki tarafa da elçiler gönderdi. “Sırbistan elinize geçer ve burayı fethederseniz nasıl muamele edeceksiniz?” diye fikirlerini öğrenmek istedi. Sırplılar Ortodoks mezhebine mensup olduklarından, Katolik Macar Kralı Hünyad tarafından şu cevabı aldı: “Eğer Sırbistan bizim elimize geçer ve biz oraları istilâ edersek, bütün Sırplıları Katolik edinceye kadar mücadele ederiz ve bütün kiliseleri yıkar, yerlerine Katolik kilisesi inşa ederiz…” Fatih Sultan Mehmed’e giden elçi şu cevapla dönmüştü: “Biz Sırbistan’ı alırsak, İslamiyet’in Allah indinde tek din olduğunu ilân ederiz. Ve bu arada hiç kimseyi, kendi dininden dönmeye zorlamayız. İsteyen eski dininin icabı olan kiliseye gider, isteyen Allah indinde tek din olan İslamiyet’i seçer, dünya ve ahiret selâmetine kavuşur.” اللّٰهدن اوتاناندن هر شي اوتانير معروف كرهي حضرتلرينڭ بر داييسي شهرڭ واليسي ايدي. والي، بر كون شهرڭ كنار محله لريني طولاشييوردي. معروفي بر كنارده اوتورمش اكمك ييركن كوردي. أوڭنده ده بر كوپك واردي. بر لقمه كندي يييور، بر لقمه ده كوپگڭ آغزينه ويرييوردى. داييسي: ”كوپكله برلكده ييمگه اوتانمييورميسڭ؟“ ديدي. حضرت، ”اوتانديغم ايچون بو زواللي يي ييديرييورم“ ديدي و باشني قالديروب هواده كي بر قوشه سسلندي. قوش اوچوب كلدي، النه قوندي و قناديله باشني و كوزيني أورتدي. صوڭره، ”اللّٰهدن اوتاناندن هر شي اوتانير“ بويوردي. داييسي بو حالي كوروب، بو سوزي ايشيتمكله هم حيرت ايتدي، هم ده اورادن اوزاقلاشدي. Allah’tan Utanandan Her Şey Utanır Ma’rûf-ı Kerhi Hazretlerinin bir dayısı şehrin valisi idi. Vali, bir gün şehrin kenar mahallelerini dolaşıyordu. Marûf’u bir kenarda oturmuş ekmek yerken gördü. Önünde de bir köpek vardı. Bir lokma kendi yiyor, bir lokma da köpeğin ağzına veriyordu. Dayısı: “Köpekle birlikte yemeğe utanmıyor musun?” dedi. Hazret, “Utandığım için bu zavallıyı yediriyorum” dedi ve başını kaldırıp havadaki bir kuşa seslendi. Kuş uçup geldi, eline kondu ve kanadıyla başını ve gözünü örttü. Sonra, “Allah’tan utanandan her şey utanır” buyurdu. Dayısı bu hâli görüp, bu sözü işitmekle hem hayret etti, hem de oradan uzaklaştı. 1- TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 40, s. 175-177

Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir. Takdir / Tedbir Takdir-i İlahî esastır, tedbir ise fiilî bir duadır. Biz sebeplere riayet etmekle sorumluyuz. Bununla beraber biliriz ki insanı zamansız ölümden koruyan kendi ecelidir. Ecel asla değişmez. Azrail (as)’ın saati dakiktir, milim şaşmaz. Hastalıklar ve musibetler sadece birer perdedir. Ç Ö Z Ü M