
Emr-i bi’l-maʻrûf nehy-i ani’l-münker; günümüz Türkçesiyle iyiliği emretmek, kötülükten engellemek; ıstılahi anlamıyla ise akıl ve şeriatla güzel olduğu bilinene (maʻrûf) çağırıp, akıl ve şeriatla kötü olduğu bilinenden (münker) sakındırmak, vazgeçirmeye çalışmaktır. Bu amel Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadis-i şeriflerde çok kereler emredilmiş ve İslam toplumunun şiarı hâline gelmiştir. Hak ile batılın ayırt edilmesi ve vahye dayalı hayat tarzının yeryüzünde hâkim kılınması için iyiliği emir ve kötülükten nehiy, İslam ümmetinde mutlaka yerine getirilmesi gereken bir vazifedir. Aksi takdirde Allahu Teâlâ’nın isminin zikredilmesine ve kâinatın devamına vesile olan Müslüman toplum ifsad olur, batılla cihad da anlamını yitirir. Böylece iyiliklerin olmadığı bir toplumda kötülükler bir yaşama biçimi hâline gelip bu sefer onlar “maʻrûf” olur. Maʻrûfun emredilip münkerin nehyedilmesi vazifesinin gerekliliği farklı mezhep ve meşreplerce kabul edilmiş, ancak bunun usul ve şartları konusunda değişik görüşler serdedilmiştir. Özellikle itikad ve şuur düzeyleri farklı toplumlarda metot gözetmeksizin ve zor kullanarak iyiliği yaygınlaştırıp kötülükten uzaklaştırmak düşüncesi kimi gruplarda taassup derecesine varmıştır. İslam tarihinde sürekli karşılaşılan ve günümüzde de varlığına şahit olduğumuz bu yanlış uygulamalar Müslümanlar arasında uzun tartışmalara hatta yer yer kavgalara sebep olmuştur. Osmanlı döneminde 17. yüzyılın ortalarında Kadızadeliler ve Sivasiler adlı iki dinî grubun kan dökmeye varan tartışmalarının arasında emr-i bi’l-maʻrûf nehy-i ani’l-münker konusu da yer almaktadır. Bu tartışmayı, aynı dönemde yaşayan ve Osmanlı ilim tarihinin en büyük sosyal bilimcilerinden olan Kâtip Çelebi (1609-1657) de, meşhur eseri Mizânüʹl-Hak fî İhtiyâriʹl-Ehakk (En Doğru Olanı Seçme Konusunda Hak Ölçüsü) isimli kitabında 17. bahis olarak kaleme almıştır. Biz de bu ayki sayımızda mezkûr bahsi inceleyerek metnin hem transkripsiyon hem de sadeleştirmesini sizlerle paylaşacağız. Mizânüʹl-Hak’ta da belirtildiği üzere, insanlığa kurtuluş olarak gelen İslam hükümlerinin tebliğ edilip yaşatılmasında en uygun yol; “Siz Kitab’ı okuyor olduğunuz hâlde, insanlara iyiliği emredip de kendinizi unutuyor musunuz? Hiç akıl erdirmez misiniz?” (Bakara, 44) ayetine itaat edip emir ve nehyi ilk önce kendi nefsine uygulayan, ardından kusurların örtülmesi ile ilgili ilahi ve nebevi ikazları dikkate alıp tebliğde yumuşak dil ve üslubu esas alan şuurlu bir Müslüman tavrıdır. Cenab-ı Allah’tan, bizleri böyle Müminlerden eylemesini niyaz ediyoruz. Bahis: Emr-i bi’l-maʻrûf nehy-i ani’l-münker bahsidir. Ehl-i sünnet âlimleri bu mevzuda ihtilaf etmiş, kimi mutlak vacib, kimi de vacib değildir demiştir. Hak olan şudur ki, emir ve nehiy farz ve haramlarda vacip, mekruh ve mendublarda mendubdur. İmam Seyfeddin Âmidî Ebkârü’l-Efkâr’ında konu ile ilgili yedi kayıt; Adududdîn el-Îcî Mevâkıf’ında ve Seyyid Şerif Cürcânî Şerhü’l-Mevâkıf’ında bu yedisinden ikisini şart olarak zikretmiştir. Kayıt: Emreden ve emredilen kişi mükellef ve dinen hitaba ehil olmalıdır. Kayıt: Emreden kişi emrettiği ve nehyettiği şeyin iyi ve kötü olduğunu bilmelidir. Kendisinin amel etmesi şart değildir. Mesela bir günahkâr, günah meclisinde kendisi içerken başkalarına içmeyin demelidir. Zira kendisinin içmemesi vacib iken, başkasına içme demesi de vacibdir. Bir vacibi terk etmek, diğer vacibi de terk etmeyi gerektirmez. Eğer ikisini de uyguluyorsa o kişi adil olur, sözünün tesiri artar. Kayıt: Emredilen şey vacib, nehyedilen şey de haram olmalıdır. Aksi takdirde emir ve nehiy vacib olmaz. Kayıt: Emir ve nehyin vacib olduğu kesin olmalıdır, namazın farz ve içkinin haramlığı gibi. İctihada dair meselelerde bu durum geçerli olmaz. Kayıt: Kişinin kendisinden başka emreden ve nehyeden olmamalıdır, olursa farz-ı kifayedir, bir bölgede bir kişinin olması yeterlidir. Ama bir kişi kötü bir iş görse, diğer şartlar da uygunsa, emreden başka biri vardır diye uyarma vazifesi terk edilmez, zira başka birinin bu kötülükten haberi olmayabilir. Kayıt ve 1. Şart: Emir ve nehiy vazifeleri yapıldığı takdirde, emredilen şeyin yerine gelmesi ve sakınılması gereken davranışın da ortadan kalkması ümit edilmelidir. Böyle bir ihtimal yoksa yani halkın kötülükte ısrar etmesi ve fitneye sebep olması durumu varsa emir ve nehiy vacib olmaz. Ancak İslam’ın temel emirlerinden birini, fitneye sebep olmamak şartıyla güzel bir dille söylemek müstehabdır. Kayıt ve 2. Şart: Gizli halleri araştırıp aybı ve kusuru ortaya çıkararak bu vazife yapılmaz. Zira gizli halleri araştırmak kötülüklerin ortaya dökülmesine çalışmak demektir, bu da haramdır. Allahu Teâlâ, “Birbirinizin kusurunu araştırmayın” (Hucurât, 12) ve “Şüphesiz ki çirkin şeylerin (söz ve fiillerin), iman edenlerin içinde yayılmasını arzu edenlere, dünyada da ahirette de (pek) elemli bir azap vardır.” (Nûr, 19) diye buyurmuştur. Resulullah aleyhissalâtü vesselâm da, “Kim bir kardeşinin mahrem hallerini araştırırsa Allah da onun gizli hallerini araştırır.” diye buyurmuştur. Başka bir hadisinde de, “Kim pis işlere bulaştıysa hemen onun üstünü Allah'ın örtüsü ile örtsün, kim de bize bunu açarsa ona Allah'ın tayin ettiği cezayı uygulamak zorunda kalırız.” buyurulmuştur. O’nun (sav) mübarek âdetleri, kötülükleri araştırmamak, üzerlerini örtmek, lütuf ve kerem ile muamele etmek idi. Kötü davranışların ortaya çıkarılmasını sevmezler ve “Gizleyin” derlerdi. Bu gibi gizli kusurların ortaya atılması hâlinde de “Belki öyle değil şöyledir” ve “Ola ki şöyledir” diye mazeret getirirlerdi. Görüldüğü gibi iyiliği emir ve kötülükten nehyin vacib olması için birçok şart vardır. Bunların biri bulunmazsa vacib olmaz, müstehab mertebesinde kalır. Eğer fitne ihtimali varsa o da terk edilmelidir, kalpten inkâr etmek yeterli olur. Şimdi “Biz iyiliği emredip kötülükten nehyediyoruz” diyenler bu ölçülere göre değerlendirilsin. Resulullah (sav) hazretlerinin davranışı lütuf ve kerem üzere iken, ahir zamanda gelen sözüm ona tebliğciler o Hazret’e ettikleri muhalefet ayıbını görmezden gelip, küçük bir bahane ile ümmetin kimini kâfir, sapık ve fasık sayarlar, Allah’tan korkmaz ve Peygamber’den utanmazlar. Böylece halkı taassup ve ayrılığa düşürürler. Hâlbuki avâm şart ve kayıt bilmez. O yüzden her durumda iyiliği emir ve kötülükten nehiy vacib diye Kâtip Çelebi’nin Mizânüʹl-Hak Fî İhtiyâriʹl-Ehakk Eserinde “Emr-İ Bi’l-Maʻrûf Nehy-İ Ani’l-Münker” Bahsi (1) Bahs-i sâbiʻ aşera emr-i bi’l-maʻrûf (2) nehy-i ani’l-münker bahsidir. Ehl-i İslâm ulemâsı ihtilâf idüb baʻzı mutlak (3) vâcibdir ve kimi mutlak vâcib değildir didi. Ammâ hak budur ki me’mûrun bih (4) ve menhiyyün anha tâbiʻ olub vâcib ve harâmda vâcib ve mekrûh ve mendûbda (5) mendûb ola. İmâm Seyfeddîn Âmidî Ebkâr-ı Efkâr’da vücûbuna yedi kayd (6) zikr idüb allâme Adududdîn Mevâkıf’ında ve Seyyid Şerîf Cürcânî (7) Şerh’inde anları îrâd ve ikisini şart olmak üzere zikr eyledi. Kayd-ı evvel (8) budur ki, âmir ve me’mûr mükellef ve hitâba ehil ola. Kayd-ı sânî, âmir ve me’mûr [me’mûrun] bih (9) maʻrûf ve menhiyyün anh münker olduğun bile. Kendi âmil ve âdil olmak lâzım (10) değil. Meselâ fâsık meclis-i fıskda kendi içerken gayrılara içmen diye. (11) Zîrâ kendi içmemek vâcib, içmen dimek dahi vâcib bir vâcibi terkden (12) ol bir vâcibi dahi terk lâzım gelmez. Bir vâcibin terki vâcib-i âhar (13) fiʻlini münâfî değildir. Nihâyet ikisini dahi yerine getürürse adâlet (14) bulunur. Te’sîr ziyâde olur. Bu husûs dahi şurût ve kuyûd yerinde (15) olduğu takdîrce vâcib olur. Kayd-ı sâlis budur ki, me’mûrun bih (16) vâcib ve menhiyyün anh harâm ola. Ve illâ emr ve nehy vâcib olmaz. Kayd-ı râbiʻ (17) budur ki, vücûbu katʻî ola. Vücûb-ı salât ve tahrîm-i hamr gibi. Eğer mesâil-i (18) ictihâdiyeden yaʻnî muhtelifün fîhâ olan mesâilden olursa (19) emr ve nehy vâcib olmaz. Kayd-ı hâmis, kendiden gayrı âmir ve nâhî olmaya. (20) Olursa vâcib-i kifâyedir. Her bir nâhiyede bir kimesne bulunsa kifâyet (1) ider. Ammâ bir kimesne bir münker görse sâir şurût ve kuyûd yerinde olsa, âhar (2) vardır ola deyü terk eylemeye. Zîrâ câiz ki gayrı kimesne ana muttaliʻ olmaya. Kayd-ı (3) sâdis ve şart-ı evvel budur ki, emr-i bi’l-maʻrûf ve nehy-i ani’l-münker olunduğu (4) takdîrde me’mûrun husûlü ve menhiyyün anhın zevâli recâ oluna. Yaʻnî (5) halk ısrâr itmemek ve fitneye sebeb olmamak tarafı gâlib ola. Öyle (6) olmazsa vâcib olmaz. Ancak şiʻâr-ı İslâmiye izhârı içün nizâʻ (7) ve cidâlsiz bir kimesne iderse fitne olmamak şartıyla müstehabdır. Kayd-ı (8) sâbiʻ ve şart-ı sânî budur ki, bahs ve tecessüs olmaya. Teftîş ve tefahhussuz (9) ola. Zîrâ tecessüs izhâr-ı fâhişeye saʻydir, ol ise harâmdır. Hakk Teʻâlâ (10) kitâb-ı kerîminde, “ve lâ tecessesû” ve “ellezîne yuhibbûne en teşîʻa’l-fâhişetü (11) fillezîne âmenû lehüm azâbün elîm” buyurdu. Ve Hazret-i Resûl sallallâhu (12) aleyhi ve sellem, “men tettebeʻa avrate ahîhi tettebeʻallâhu avratehû” ve bir hadîsde dahi (13) “men übtüliye bi-şey’in min-hâzihi’l-kâzûrâti fe’l-yestürhâ bi-setrillâhi teʻâlâ fe innehû men übdiye (14) lenâ safhatuhû akimnâ aleyhi haddallâh” buyurdu. Ve de’b-i şerîfleri münkerâtı (15) adem-i tecessüs ve tesettür ile emr ve lutf u kerem ile muʻâmele idi. İşâʻa-i (16) fâhişiye taʻarruzu sevmezler idi. Ve münker izhârını kerîh görüb setr eylen (17) dirler idi. Fâhişeye müteʻallik umûr daʻvâsında setri müşʻir “leʻalle” (18) ve “ʻasâ” ile taʻallül buyururlar idi. İşte emr-i bi’l-maʻrûf nehy-i ani’l-münker (19) vâcib olmağa bu kadar şurût vardır. Bunların biri bulunmasa (20) vâcib olmaz. İstihbâb makâmında kalur. Fitne ihtimâlinden belki (21) terk lâzım olur. Kalbden inkâr kifâyet ider. Pes emr-i bi’l-maʻrûf (1) ve nehy-i ani’l-münker ideriz diyenlerin müddeʻâsı ve sözleri bu mahalle arz olunsa ne şekil (2) imiş bilinür. Hazretin ümmeti ile muʻâmelesi lutf u kerem yüzünden iken âhir zamânda (3) gelen müddeʻîler kendi hazrete itdüğü muhâlefeti aybını görmeyüb cüz’î bahâne ile (4) ümmetin kimini ikfâr ve kimini tadlîl ve kimini tefsīk idüb Allah’dan korkmaz (5) ve Peygamber’den utanmaz. Halkı taʻassub derdine düşürüb tefrikaya bâʻis olur. (6) Avâm şurût ve kuyûdu bilmezler. Her nesnede emr-i bi’l-maʻrûf nehy-i ani’l-münker vâcibdir (7) sanub birbiriyle nizâʻ ve lecc idüb kör taşlaşur gibi itdikleri bâtıl cidâl (8) kâhî kıtâle müeddî olur ki ehl-i İslâm’ın biribirleriyle cenk ve cidâli ekser (9) bu husûsa mebnîdir. (Kaynak: Manisa Halk Kütüphanesi, 45 Hk 1325, 28a-29a.) Kelimeler Âhar: Diğer, başkaʻAsâ: BelkiAvâm: Halktan okuyup yazması az olanlarBâʻis: SebepDe’b: Âdet, usulHusûl: Meydana gelmeİkfâr: Birisine kâfir demekİllâ: Aksi takdirdeİstihbâb: Bir şeyi güzel kabul etmekİşâʻa-i fâhişiye: Kötülüklerin ortaya dökülmesiİzhâr-ı fâhişe: Kötülüğü açığa çıkarmakKâhî: Ara sıraKerîh: Pis, çirkinKıtâl: Muharebe, karşılıklı öldürmeLeʻalle: BelkiLecc: Düşmanlıkta inat etmeMe’mûr: kendisine emredilenMe’mûrun bih: Yapılması emredilen şeyMebnî: ...e dayalı, ...den dolayıMendûb: Yapılması güzel olan işMenhiyyün anh: Yapılması yasaklanan şeyMuhtelefün fîhâ: Hakkında ihtilaf olunan meseleMuttaliʻ: Haberi olanMüddeʻî: DavacıMüeddî: SebepMünâfî: Aykırı, zıtMünker: Allah’ın haram kıldığı şeyMüşʻir: Bildiren, haber verenNâhî: Nehyeden, yasaklayanNizâʻ: KavgaPes: ArtıkRecâ: Ümit, ricaSaʻy: Çalışma, çabalamaŞiʻâr: Ayırt edici alamet, işaretTaʻallül: Mazeret, bahaneTadlîl: Dalalete saptırmakTahrîm-i hamr: Şarabın haramlığıTecessüs: Gizlice araştırmakTefahhus: Bir şeyin iç yüzünü araştırmaTefrika: Ayrılık, nifakTefsīk: Birisine fasık, günahkâr demekTesettür: ÖrtünmeVücûb-ı salât: Namazın gerekliliğiZevâl: Yok olma

Ayasofya Camii, Peygamber Efendimizin (asm) müjdelediği fethin bir hatırası olarak yüzyıllardır, İstanbul’un siluetinin önemli bir parçasıdır. İslam’ın mührünün Avrupa’nın en önemli şehrine vurulmuş bir damgasıdır. Bu sebeple Osmanlı idarecileri Ayasofya Camii’ne ayrı bir önem vermişler ve her uygulamalarında bunu açıkça ortaya koymuşlardır. Ayasofya Camii’nde görevlendirilecek her görevli, Sadrazam’ın arzı ve Padişah’ın onayı ile atanabiliyordu. Bunun en bariz örneklerinden birisi Sultan IV. Mustafa zamanında yapılan atamadır. Gözleri görmeyen Hafız Ali Efendi, Fatiha-han görevine atanmıştır (HAT, 1443/59291-1). Fatiha-hanlar, camide namaz cemaatle kılınmadan önce eski devlet görevlileri ve caminin banilerinin isimlerini zikreder ve Fatiha okunmasını sağlarlardı. Osmanlı zamanında camilerde birçok görevli bulunurdu. Fatiha-han, bu görevlilerden birisidir. Engelli bir hâfızın bu göreve atanması ise, Osmanlı Devleti’nin vatandaşları arasında ayrım yapmadığının ispatıdır. Ayrıca Sultan IV. Mustafa, 14 ay gibi kısa bir süre padişahlık yapmıştır. O sebeple onun hattının olduğu belge sayısı azdır. Çok iri harflerle yazı yazdığı, belgeden anlaşılmaktadır. آياصوفيه جامعي، پيغمبر افنديمزڭ (ع ص م) مژده له ديگي فتحڭ بر خاطره سي اولارق يوز ييللردر، استانبولڭ سيلوئتنڭ أونملي بر پارچه سيدر. اسلامڭ مهرينڭ آوروپه نڭ اڭ أونملي شهرينه اورولمش بر طامغه سيدر. بو سببله عثمانلي اداره جيلري آياصوفيه جامعنه آيري بر أونم ويرمشلر و هر اويغولامه لرنده بوني آچيقجه اورته يه قويمشلردر. آياصوفيه جامعنده كورولنديريله جك هر كورولي، صدر اعظمڭ ارضي و پادشاهڭ اونايي ايله آتانابيلييوردي. بونڭ اڭ بارز أورنكلرندن بريسي سلطان ٤نجي مصطفي زماننده ياپيلان آتامه در. كوزلري كورمه ين حافظ علي افندي، فاتحه خان كوروينه آتانمشدر (خط، ١٤٤٣/٥٩٢٩١-١). فاتحه خانلر، جامعده نماز جماعتله قيلينمادن أوڭجه اسكي دولت كوروليلري و جامعنڭ بانيلرينڭ اسملريني ذكر ايدر و فاتحه اوقونمه سني صاغلارلردي. عثمانلي زماننده جامعلرده برچوق كورولي بولونوردي. فاتحه خان، بو كوروليلردن بريسيدر. انكللي بر حافظڭ بو كوروه آتانمسي ايسه ، عثمانلي دولتنڭ وطنداشلري آراسنده آيريم ياپمديغنڭ اثباتيدر. آيريجه سلطان ٤نجي مصطفي، ١٤ آي كبي قيصه بر سوره پادشاهلق ياپمشدر. او سببله اونڭ خطنڭ اولديغي بلكه صاييسي آزدر. چوق ايري حرفلرله يازي يازديغي، بلكه دن آڭلاشيلمقده در. Belge türü: Takrîr üzerine Hatt-ı HümâyûnHat çeşidi: Rik’aTarih: Hicrî 1222-1223 (Miladî 1807-1808)(1)Hû (2)Takrîr mûcibince tevcîh oluna (3)İstanbul’da Ayasofya-i Kebîr Câmi-i şerifinde yevm-i Cum’a’da hatîb efendiler minbere kable’s-suûd mahfilde selâtîn-i izâm ve vüzerâ-yı kirâm ve sâirlerinin (4)esâmîleri yâd olarak ruhlarıçün Fâtiha-hân olan kimse merhûm Sultan Mustafa Han ismini zikr eyledikden sonra cennet-mekân Sultan Abdülhamid Han (5)tâb-ı serâh hazretlerinin ism-i şerîflerin yâd ve rûh-ı pür-fütûhlarına ihdâ eylemek şartıyla müşârun-ileyh hazretlerinin evkâf-ı celîlelerinden almak üzere yevmî on (6)akçe Fâtiha-hân ciheti müceddeden ta’yîn ve Fâtiha-hân olan amâ Hâfız Ali Efendi kullarına tevcîh ve yedine berât-ı âlî ve taraf-ı vakf-ı şerîfe ilm ü haberi (7)i’tâsı husûsu muvafık-ı rızâ-yı hümâyûn-ı mülûkâneleri ise ol-bâbda emr u fermân veliyyü’l-emr efendimiz hazretlerinindir


Harf ve kelime çalışmalarına devam ediyoruz. Silik harflerin üzerinden geçerken dikkatle yazmaya ve acele etmemeye çalışalım. Elinizin alışması ve yazınızın güzelleşmesi için bu dikkat ve sabır önemli olacaktır

Çeviri Eğer haşhâş kabı ve içini (?) döğeler ve elini üzerine ursalar ıssıdan olan baş ağrısın giderir. Eğer âkırkarhâyı çiğneyeler balgamı indüre ve dili tiz ide. Lükneti var ise giderir, eğer ziftile ve sakız ile. Bir kişinin başında balgam çok olsa, bûyânı koyulanınca kaynada dahi indire, iki dirhem sükkeri miskle döğe. Bûyân kökü ile yoğuralar. Nohûddan küçürek habbeler ideler. Ağza boğaza yakın yerinde dutalar. Dimâğından ve genizinden koyulanmış balgamı indüre. Baş hıffet ola. Ve göz nûr ola. Ve beniz gökçek ola. Şifâ kitâbında eydür; başım ten-dürüst olsun diyen kimse hemân uyhudan kalkdığı gibi kağırub ve tükürsün ve arkası üzerine yaʻnî çalkoyun yatmasun. Ta ki burnundaki su dimâğda olan balgam boynuna inmeye. İnecek olursa baş ağrır ve akıl ve idrâk süst olur. Ve göz nûrun zaʻîf olur. Vakt olur ki, uçuk tutmak ve sersâm olmak ve baş ağrısı ve yaramaz fikirler itmek ve sevdâ ve sâir emrâz-ı fâside hasıl ola. Hattâ Şifâ kitâbında gördüm ki, çalkoyun yatub görülen vâkıʻaya iʻtibâr yokdur. Zîrâ akla hayâlât-ı fâside karışur. Gördüğü sığâre (?) ve ahlâm olur. Meğerki çalkoyun yatan kimesne sünnet yerine gelsün diyi yata. Ve illâ çok yatmaya. Yanın döne. Eğer sığırın içi yağını sükker ile döğseler ve başa ursalar ağrısın gidere. Eğer bâbûneci yaş iken çömlekde az su ile bir mikdâr kaynatalar, sovukdan zahmetlü olmuş başa ursalar ağrısını gidere, mücerrebdir. Eğer gelincik çiçeği kökünü kimesne çiğnese gelincik çiçeği Terekelü’de biter al çiçekdir. Başında olan nâzleyi tamamen giderir. Eğer kökünün suyun burnuna tamzırsalar burunda olan illetleri tamâm giderir bi-avnillâhi teʻâlâ. Her dürlü baş ağrısına bir mücerreb garîb ilâc buldum. Kendi hattıyla tecrübe iden kimesneden ben yazdım. Dimiş, eğer kuru kelb başının yukarı çinesini kafası ile ala ve oda yakub kül ola, andan revâk çiğ balıla yoğura. Başını tıraş itdire, üzerine yakı idüb ura. Bir gün bir gice gidermeye, andan gidere bi-iznillâh. Baş ağrısından halâs ola. Metnin Güncel Çevirisi Baş Ağrısına Tedavi Haşhaşın kabuğu ve içi birlikte dövülerek toz yapılır ve başa sürülürse baş ağrısını giderir. Akırkarhayı çiğnemek balgamın vücuttan atılmasını sağlar. Akırkarhayı zift veya sakız ile çiğnerse dili kuvvetlendirir, dil tutukluğu varsa giderir. Başında çok balgam olan kimse meyan kökünü koyulaşıncaya kadar kaynatsa, 6,5 gram şekeri miskle karıştırsa, meyan kökü ile yoğursa, nohuttan küçük haplar hazırlasa ve ağzın boğaza yakın yerinde tutarsa dimağdan ve genizden gelen katı balgamı söker ve dışarı atar. Baş rahatlar, göz iyi görür, beniz rengi parlak olur. Şifa kitabında denir ki; başım sağlıklı olsun diyenler uykudan kalkar kalkmaz öksürerek tükürsün ve sırtüstü yatmasın. Yoksa burnunda ve beynindeki balgam boynuna akar, o zaman da baş ağrısı olur ve akıl tembelleşir, gözün görme gücü zayıflar. Zamanla uçuk, sersemlik, kuruntular, vesveseler ve diğer hastalıklar ortaya çıkar. Şifa kitabında yine gördüm ki, sırtüstü yatılarak görülen rüyaya itibar edilmez. Zira akla bozuk hayaller karışır. Genelde anlamsız ve karmakarışık rüyalar görülür. Eğer sırtüstü yatan kişi bunu sünnet olarak yapıyorsa başka. Ancak bu şekilde çok yatmamalı, yan taraf dönmelidir. Eğer sığırın iç yağını şeker ile dövüp başa sürerlerse baş ağrısını giderir. Eğer papatyayı yaş iken çömlekte az su içinde kaynatsalar, soğuktan kaynaklanan baş ağrısına iyi gelir, denenmiştir. Eğer gelincik çiçeği kökünü çiğneseler başta olan nezleyi tamamen giderir. Eğer kökünün suyunu burna damlatsalar burundaki bütün rahatsızlıkları yok eder. Şifa kitabında, her türlü baş ağrısına faydalı bir ilacı da gördüm ve kendim denedim. Tarifi şöyle ki, kuru köpek başının üst çenesini kafası ile alıp yakılırsa ve külünü revak bal ile yoğurup kazınmış başına yakı ederse ve bir gün bir gece bu yakı başında durursa Allah’ın izniyle baş ağrısından kurtulur. Kelimeler: Eydür: DerIssı: SıcakKağırmak: Balgam çıkarmak için öksürmekÇalkoyun: SırtüstüÂkırkarhâ: Yaban tarhunu kökü, üdülkahırLüknet: Dil tutukluğu, pelteklikBûyân: Meyan köküHıffet: HafiflikSersâm: Baş ağrısı ve dönmesinden kaynaklı sersemlik veren hastalıkAhlâm: Anlamsız rüyalarSükker: ŞekerBâbûnec: PapatyaNâzle: NezleTamzırmak: DamlatmakKelb: KöpekYakı: Tedavi maksadıyla vücudun ağrıyan yerlerine yapıştırılan, üzerine koyu lapa hâlinde bir madde yayılmış olan bez *(Kaynak: Kemâliyye kitabından)

Hacı Bektaşi Veli Müzesi’nden Etti ta‘mîrin Turâbî hâne-i tâkın cedîdAvn-ı Hak bin iki yüz seksen iki ta’rîh-i bedîd Kolye 1335 Muhammed oğlu Seyyid Ali Gerede müfreze tüfekçisi 37239 Bağdad bâdiresi Kütahya Ulucami Vahid Paşa Kütüphanesi Kitabesi Kelimeler: Tâk: (Yapılarda) Kemer veya yarım dâire şeklindeki kapı ve pencere üstü.Cedîd: YeniBedîd: AşikarMüfreze: Büyük bir birlikten ayrılıp geçici olarak meydana getirilen askerî kolBâdire: Zor durum, sıkıntıSâbık: Geçmiş, eskiZîşân: Şan sahibiVahîd-i deverân: Asrın yeganesiallâme-i zamâne: Zamanın en alimiMisbâh: Sabahlamaya yarayan alet, lambaMişkât: İçine mum, kandil, lamba gibi şeyler konmak için duvarda açılan oyukDav’: Parıltı, ışıkMirsâd: Rasathane, gözlem eviDarü’l-kitâb: Kitap evi, kütüphaneFünûn-ı şettâ: Çeşitli fenlerTâlibân: İsteyenler, talip olanlarTahrîr: YazmaLe’âl: İncilerCûdkitâbhâne

اوليا چلبي سياحتنامه سند آياصوفيه حضرت آدمڭ كوكدن يره اينيشندن ٥ بيڭ ٥٢ سنه صوڭره كندي يوڭتمه يه باشلايان ماديان اوغلي يانكونڭ طورونلرندن قرال ويزندون، استانبولي يدنجي دفعه تعمير ايتدي، دنيايي قيمتلنديرن حكمدار اولدي. ويزندونڭ صوفيه ده طوغان قيزينه ، آيا-صوفيه آدي ويريلدي. آيا-صوفيه ، باباسنڭ استانبولڭ درت بر طرفنى يڭيدن ياپديرديغني ايشيتنجه ٢ ميليونلق خزينه ايله ياننه كلدي. آياصوفيه نڭ انشاسي ايچون ير، آخور قاپي سويه سنه قدر قازيلنجه ير آلتندن صولر فيشقيردي. تام بر آي بو تمل ايچنده آتشلر ياقوب قورشون آقيتديلر. صانكه ماوي-لاجورد بر قورشون دڭزي اولدي. بو قورشون دڭزي تملده سنه لرجه طوردقدن صوڭره ايگنادوس اسملي ياپيجي بر مهندسڭ نظارتنده ٣٠ بيڭ ايشجي، ٧ بيڭ عمله و ٣ بيڭ اوسته طوپلانارق كركلي كوروشمه لردن صوڭره قورشون تمل أوزرينه ديركلر، كمرلر و قبه لر ياپدي. آلتي صو صارنيجي اولديغي ايچون زلزله دن قورقمامق و محافظه لي اولمق دوشونجه سيله تملنى أوڭجه بويله تماملاديلر و صارنيجي صو ايله طولديرديلر. داها صوڭره آياصوفيه نڭ درت ديوارينڭ ياپيلمه سنه باشلاديلركه ، بونڭ قورولوش أولچولريني سير ايدن حيران اولور و ياپي شكلنى و يوكسك بناسني كورنلرڭ باشلري دونر و سرسملشير. غائب معمار بركيجه معمار باشي ايگنادوس غائب اولدي. مگر قيليق دگيشديره رك روما ديارينه كيتمش و اوراده ده پاپانڭ اذنيله بر كليسايه باشلايوب اوني ده ياريسنه قدر ٧ سنه ده تماملايارق بركيجه اورادن ده قاچوب استانبوله كلنجه معبدي ياپديران حكمدار طرفندن آزارلاندي. ايگنادوس ’بويله معظّم بر بنانڭ تملي چوق صاغلام اولمسي لازمدر. قاچماسه م بيڭ آيي بيتيرمك أوزره زورلاناجغم شبهه سزدي. او حالده بنا ده صاغلام اولمازدي ‘دييه رك تكرار قبه نڭ انشاسنه باشلادى. يوز قدر صوماكي ديركلر أوزرينه قبه لر ايله ايكي قات ده صوڭ ديركلر أوزرينه كوك قبه كبي، ترسنه دونمش كاسه يه بڭزر و ماوي- لاجورد رنكلي خالص قورشونله أورتيلي معظّم بر قبه ياپديلركه ، چشيتلي رنكلرده اولان كوك يوزي آلتنده بويله شاشيلاجق طورومده بر قبه نه أوّلجه نه صوڭره ياپيلمامشدر. بو چوق يوكسك قبه نڭ اڭ سيوري أوست قسمنه يوز اسكندر قنطاري آغيرلغنده آلتندن بر خاچ علم قونولمش اولوب، كونشڭ پارلاتمسيله تا علم طا غي، كشيش طاغي (اولو طاغ) و اصترانجه طاغلريندن فرق ايديليردي. قبه نڭ تعميري پيغمبرڭ توكوروگيله قبه نڭ قبله طرفنده ٣٢ نقشلي قسم بويله جه زحمتسزجه يڭيدن ياپيلمشدر. قبه نڭ ديگر طرفلرندن بوراسي داها بللي و نورليدر. استانبولڭ فتحندن صوڭره فاتح سلطان محمد، ”بو قبه حضرت محمّدڭ آغز صوييله طوردي“ دييه بيوك قبه نڭ اورته سنه بر زنجير ايله اوغور صايارق بر آلتون طوپ آصمشدر. جامع اولويور غازي محمد خان، بو اسكي معبدي پيسلكلردن، پوتلردن تميزلتوب أود و عنبرلر ياقوب، جامع ايچنده محراب، منبر، محفل و مناره ايله او جنّت كورونوشلي مقامي عبرتله تماشا ايديله جك جنّت الفردوس كبي جامع حالنه كتيردي. أوّلا جمعه كوننده بتون غازيلر حاضر اولوب صلالر اوقونوب، مؤذّنلر ”انّ اللّه و ملائكته “آيتنى حزين بر سسله اوقومه يه باشلاينجه آق شمس الدين حضرتلري، سلطان محمدڭ قولنه كيروب بيوك بر صايغي ايله منبره چيقاروب يوكسك سسله ”عالملرڭ ربّنه حمد اولسون“ ديينجه بيوك غازيلره بر حال اولوب بر سوينچ فريادي قوپدي. او جمعه آياصوفيه نڭ ير آلتنده صاقلي اولان رهبانلر، اسلاملق شرفيله شرفلنن چوق ياشلي اولان برينڭ آدينى ده بابا محمد قويديلر. بابا محمد، ”محرابڭ صاغنده كي قراڭلق ير، حضرت سليمانه منسوب اولان اسكي معبددر“ ديينجه سلطان محمد، اوراده اوغورلي صايارق ايكي ركعت حاجت نمازي قيلدي. ير آلتنده صاقلي خزينه لر ترسانه باغچه سيله خزينۀ همايونه طاشيندي. كوك قبه اورته ده قبه نڭ درت بر طرفي چپه چوره بلّور، نجف طاشلري و پنجره لرله سوسلنمشدر. بو قبه جاملرندن باشقه طيش و ايچلرنده اولان پنجره لرڭ تمامي ١٠٧٠’در. بو قبه لرڭ هپسنڭ ايچنده سوسله مه و نقش استادي قاپلامه ، آلتونلي و مينه دن رسملرله تحف و عجائب شكللر و بوگوله ييجي بر صورتله ملكلر و باشقه انسانلر رسملري ياپمشدركه ، دقّت كوزيله سير ايدنلرڭ حيرتلرندن پارماقلري آغزلرنده قالير. بو شكللردن باشقه بيوك قبه نڭ درت بيوك آياغنڭ أوست قسملرنده درت كوشه ده برر ملائكه رسمي واردر. سرلر… سرلر… جامعده ٣٦١ قاپي واردر. فقط ١٠٠‘ي چوق بيوك قاپيلردر. هپسي ده طلسمليدر. قاچ كره داها صايسه ق بر قاپي داها ميدانه چيقار. اوڭا ده اشارت قويوب تكرار صايسه ڭز اشارتسز بر قاپي داها بولورسڭز. قبله طرفڭ اورته قاپيسي هپسندن داها بيوكدر. بونڭ تخته لرينڭ حضرت نوحڭ جودي طاغنده كي كميسنڭ انقاضندن اولديغي سويلنمكده در. بو اورته قبله قاپيسي أوزرنده صاري پرنج معدنندن تابوته بڭزر اوزون بر صنديق ايچنده قراليچه صوفيه نڭ جسدينڭ موميه اولارق طورديغي سويلنير. برچوق شخصلرڭ بو صنديغه ال اوزاتمه يه جسارت ايتدكلري زمان جامع ايچنده بيوك بركورولتو و تيترشمه اولمشكه ، تشبّثلرندن وازكچمه يه مجبور اولمشلردر. بر بيوك طلسم ده بودر. اونڭ يوقاريسينده كي كوچك ديركلرڭ كمري أوزرنده مرمر بر كتابه أوزرنده قدس شريفڭ قبله اولديغي زمانكي اسكي رسمي قونولمشدر. بو ده طلسملي اولوب ال سورمه يه جسارت اولوناماز. قبله قاپيلرينڭ باتي طرفنڭ صوڭنده كي قاپينڭ ايچ يوزنده كي بوجاقده درت كوشه لي بر بياض مرمر ديرك قونولمشدر. آلت قسمي بر انسان بويي باقير قاپليدر. يينه بويله دائما ترلر طورور. بر روايته كوره ، اونڭ تملنده طلسملي دفينه واردر. باشقه بر سويلنتي ده قلعه ده قاپاتيلمش قالان يا ودود سلطانڭ يوركلر ياقيجي آهنڭ صيجاقلغندن بو زمانه قدر ترلر طورور. بر سويلنتي ده حضرت پيغمبرڭ آغز صوينڭ قونولديغي خرج بو ديرگڭ آلتنده ياپيلديغي ايچون اونڭ نملي تأثيري طولاييسيله ترلر طورور. كوروله جك عجائب بر شيدر. Hazreti- Adem’in gökten yere inişinden 5 bin 52 sene sonra kenti yönetmeye başlayan Madyan oğlu Yanko’nun torunlarından Kral Vizendon, İstanbul’u yedinci defa tamir etti, dünyayı kıymetlendiren hükümdar oldu. Vizendon’un Sofya’da doğan kızına, Aya-Sofya adı verildi. Aya-Sofya, babasının İstanbul’un dört bir tarafını yeniden yaptırdığını işitince 2 milyonluk hazine ile yanına geldi. Ayasofya’nın inşası için yer, Ahırkapı seviyesine kadar kazılınca yer altından sular fışkırdı. Tam bir ay bu temel içinde ateşler yakıp kurşun akıttılar. Sanki mavi-lacivert bir kurşun denizi oldu. Bu kurşun denizi temelde senelerce durduktan sonra İğnados isimli yapıcı bir mühendisin nezaretinde 30 bin işçi, 7 bin amele ve 3 bin usta toplanarak gerekli görüşmelerden sonra kurşun temel üzerine direkler, kemerler ve kubbeler yaptı. Altı su sarnıcı olduğu için zelzeleden korkmamak ve muhafazalı olmak düşüncesiyle temelini önce böyle tamamladılar ve sarnıcı su ile doldurdular. Daha sonra Ayasofya’nın dört duvarının yapılmasına başladılar ki, bunun kuruluş ölçülerini seyreden hayran olur ve yapı şeklini ve yüksek binasını görenlerin başları döner ve sersemleşir. Kayıp Mimar Bir gece mimarbaşı İğnados kayboldu. Meğer kılık değiştirerek Roma diyarına gitmiş ve orada da Papa’nın izniyle bir kiliseye başlayıp onu da yarısına kadar 7 senede tamamlayarak bir gece oradan da kaçıp İstanbul’a gelince mabedi yaptıran hükümdar tarafından azarlandı. İğnados ‘Böyle muazzam bir binanın temeli çok sağlam olması lazımdır. Kaçmasam binayı bitirmek üzere zorlanacağım şüphesizdi. O halde bina da sağlam olmazdı.’ diyerek tekrar kubbenin inşasına başladı. Yüz kadar somaki direkler üzerine kubbeler ile iki kat da son direkler üzerine gök kubbe gibi, tersine dönmüş kâseye benzer ve mavi-lacivert renkli halis kurşunla örtülü muazzam bir kubbe yaptılar ki, çeşitli renklerde olan gökyüzü altında böyle şaşılacak durumda bir kubbe ne evvelce ne sonra yapılmamıştır. Bu çok yüksek kubbenin en sivri üst kısmına yüz İskender kantarı ağırlığında altından bir haç alem konulmuş olup, güneşin parlatmasıyla ta Alemdağı, Keşiş Dağı (Uludağ) ve Istranca Dağları’ndan fark edilirdi. Kubbenin Tamiri Peygamber’in tükürüğüyle kubbenin kıble tarafında 32 nakışlı kısım böylece zahmetsizce yeniden yapılmıştır. Kubbenin diğer taraflarından burası daha belli ve nurludur. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, “Bu kubbe Hz. Muhammed’in ağız suyuyla durdu” diye büyük kubbenin ortasına bir zincir ile uğur sayarak bir altın top asmıştır. Cami Oluyor Gazi Mehmet Han, bu eski mabedi pisliklerden, putlardan temizletip öd ve amberler yakıp, cami içinde mihrap, minber, mahfil ve minare ile o cennet görünüşlü makamı ibretle temaşa edilecek cennetü’l-firdevs gibi cami haline getirdi. Evvela cuma gününde bütün gaziler hazır olup salalar okunup, müezzinler “innallahe ve melaiketehu” ayetini hazin bir sesle okumaya başlayınca Akşemseddin Hazretleri, Sultan Mehmet’in koluna girip büyük bir saygı ile minbere çıkarıp yüksek sesle “Alemlerin Rabbine hamdolsun” deyince büyük gazilere bir hal olup bir sevinç feryadı koptu. O cuma Ayasofya’nın yer altında saklı olan ruhbanlar, İslamlık şerefiyle şereflenen çok yaşlı olan birinin adını da Baba Mehmet koydular. Baba Mehmet, “Mihrabın sağındaki karanlık yer, Hz. Süleyman’a mensup olan eski mabettir” deyince Sultan Mehmet, orada uğurlu sayarak iki rekât hacet namazı kıldı. Yer altında saklı hazineler tersane bahçesiyle Hazine-i Hümayuna taşındı. Gökkubbe Ortada kubbenin dört bir tarafı çepeçevre billur, Necef taşları ve pencerelerle süslenmiştir. Bu kubbe camlarından başka dış ve içlerinde olan pencerelerin tamamı 1070’tir. Bu kubbelerin hepsinin içinde süsleme ve nakış üstadı kaplama, altınlı ve mineden resimlerle tuhaf ve acayip şekiller ve büyüleyici bir suretle melekler ve başka insanlar resimleri yapmıştır ki, dikkat gözüyle seyredenlerin hayretlerinden parmakları ağızlarında kalır. Bu şekillerden başka büyük kubbenin dört büyük ayağının üst kısımlarında dört köşede birer melaike resmi vardır. Sırlar… Sırlar… Camide 361 kapı vardır. Fakat 100’ü çok büyük kapılardır. Hepsi de tılsımlıdır. Kaç kere daha saysak bir kapı daha meydana çıkar. Ona da işaret koyup tekrar saysanız işaretsiz bir kapı daha bulursunuz. Kıble tarafın orta kapısı hepsinden daha büyüktür. Bunun tahtalarının Hazret-i Nuh’un Cudi Dağı’ndaki gemisinin enkazından olduğu söylenmektedir. Bu orta kıble kapısı üzerinde sarı pirinç madeninden tabuta benzer uzun bir sandık içinde Kraliçe Sofya’nın cesedinin mumya olarak durduğu söylenir. Birçok şahısların bu sandığa el uzatmaya cesaret ettikleri zaman cami içinde büyük bir gürültü ve titreşme olmuş ki, teşebbüslerinden vazgeçmeye mecbur olmuşlardır. Bir büyük tılsım da budur. Onun yukarısındaki küçük direklerin kemeri üzerinde mermer bir kitabe üzerinde Kudüs-i Şerif’in kıble olduğu zamanki eski resmi konulmuştur. Bu da tılsımlı olup el sürmeye cesaret olunamaz. Kıble kapılarının batı tarafının sonundaki kapının iç yüzündeki bucakta dört köşeli bir beyaz mermer direk konulmuştur. Alt kısmı bir insan boyu bakır kaplıdır. Yine böyle daima terler durur. Bir rivayete göre, onun temelinde tılsımlı define vardır. Başka bir söylenti de kalede kapatılmış kalan Ya Vedud Sultan’ın yürekler yakıcı ahının sıcaklığından bu zamana kadar terler durur. Bir söylenti de Hz. Peygamber’in ağız suyunun konulduğu harç bu direğin altında yapıldığı için onun nemli tesiri dolayısıyla terler durur. Görülecek acayip bir şeydir.

مسئوليتمزي مدركمي يز؟ ربّمز بقره سوره سي ٢١٦نجی آيتده بزي ايقاظ ايدييور و شويله بيان ايدييور: ”اولوركه ، بر شيدن خوشلانمازسڭز اما، او سزڭ ايچون خيرليدر. و اولوركه بر شيئي (ده ) سورسڭز، حالبوكه او سزڭ ايچون بر شردر. اللّٰه ايسه (سزڭ ايچون خير اولاني) بيلير ده سز بيلمزسڭز.“ اطرافمزه باقديغمزده بو حالي صيقلقله ياشاديغمزه شاهد اولورز. بزه كوره اولومسز كوزوكن چوق شيلر جانمزي صيقاركن، بر ده باقمشزكه او شي، ملّتمز و مملكتمز ايچون چوق كوزللكلري ايچنده بارينديرييور. شو آرالر اڭ كوز أوڭنده بولونان مسئله ويروس. اولومسز طرفلري صاييلابيلير البته . فقط اساس اعتباريله باقيلديغنده ، بلگه اوقومه بولومنه ده موضوع اولان اييلگي امر ايتمك و كوتولكدن نهي ايتمك قونوسنده تام بر وظيفه لي كبي كوزوكمكده در. بزي ملّت اولارق چاليشمه يه سوق ايدركن، ديگر طرفدن پك چوق كوتو شيدن ده اوزاقلاشديرمشدر. صواش اڭ ايستنمه ين شيدر. لكن دنيا حياتنڭ ده بر كرچگيدر. يوقاري يه آلديغمز آيتڭ باش طرفي ”( اي مؤمنلر!) او، خوشڭزه كيتمديگي حالده صواش سزه فرض قيليندي.“ افاده لريني ايچرير. ظاهري بزم ايچون كوتو كبي كوزوكسه ده نتيجه ده خيرلرڭ مراد اولديغي بيان ايديلير. بوگون مملكت اولارق درت طرفمزدن فرقلي عنصرلرله امتحان ايديلديگمز واقعه در. نه واركه كون كچدكجه باغيمليلقدن قورتولمه يه ، كنديمزه عائد أورتيملرله بولوشمه يه دوام ايدييورز. ايتيلديگمز توكتيم طوپلومي مودلندن خيزله أورتيم مودلي ياپي يه طوغري ايلرلييورز. سوروكلنديگمز جندره دن چيقييورز. بو حالڭ ساده جه مادي مسئله لر ده دگل، بزي بز ياپان دگرلريمز ايچون ده عينیسنڭ اولمسي دعا و تمنّيمزدر. عصرلرجه عدالت و رحمتله حكومت ايتمش بر دولتڭ وارثلري اولارق او دونملرڭ معنوي بوياسيله بويانمق البته اولمازسه اولمازيمز اولاجقدر. سوريه مسئله سنده آلديغمز طور بزه پك چوق شيلر أوگرتيركن، دنيايه ده انسانلغڭ نه اولديغنی كوستردي. عسكري آڭلامده ليته راتوره كچه جك چاليشمه لر، داها ده ايلريسي ايچون بر آڭلامده تشويق عنصري اولدي. شيمدي دوستلرڭ ده دشمانلرڭ ده كوزي أوزريمزده . بزه دوشن عدالت صينيرلريني آشمادن المزدن كلني اورته يه قويمقله ربّمزدن اڭ اييسني ايسته مكدر. مادي آڭلامده ترقّي ايدركن، معنوي اولارق ده طوپارلانمق اساسدر. بو ايكيسنڭ مزجي مثبت يوڭده بتون دنيانڭ ده قدرينى دگيشديره جكدر ان شاء اللّٰه. بيلييورزكه ، اگر بزلر اسلام اخلاقنڭ و ايمان حقيقتلرينڭ بزه قاتاجغي كمالاتي هر ايشمزده كوستره بيلسه ك، سائر دينلرڭ باغليلري و بلكه ده قطعه لر و دولتلر اسلاميته كيره جكلر، دنيايي داها ياشانيلير حاله كتيره جكلردر. Rabbimiz Bakara Suresi 216. ayette bizi ikaz ediyor ve şöyle beyan ediyor: “Olur ki, bir şeyden hoşlanmazsınız ama, o sizin için hayırlıdır. Ve olur ki bir şeyi (de) seversiniz, hâlbuki o sizin için bir şerdir. Allah ise (sizin için hayır olanı) bilir de siz bilmezsiniz.” Etrafımıza baktığımızda bu hali sıklıkla yaşadığımıza şahit oluruz. Bize göre olumsuz gözüken çok şeyler canımızı sıkarken, bir de bakmışız ki o şey, milletimiz ve memleketimiz için çok güzellikleri içinde barındırıyor. Şu aralar en göz önünde bulunan mesele virüs. Olumsuz tarafları sayılabilir elbette. Fakat esas itibariyle bakıldığında, belge okuma bölümüne de mevzu olan iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek konusunda tam bir vazifeli gibi gözükmektedir. Bizi millet olarak çalışmaya sevk ederken, diğer taraftan pek çok kötü şeyden de uzaklaştırmıştır. Savaş en istenmeyen şeydir. Lakin dünya hayatının da bir gerçeğidir. Yukarıya aldığımız ayetin baş tarafı “(Ey müminler!) O, hoşunuza gitmediği hâlde savaş size farz kılındı.” ifadelerini içerir. Zahiri bizim için kötü gibi gözükse de netice de hayırların murat olduğu beyan edilir. Bugün memleket olarak dört tarafımızdan farklı unsurlarla imtihan edildiğimiz vakıadır. Ne var ki gün geçtikçe bağımlılıktan kurtulmaya, kendimize ait üretimlerle buluşmaya devam ediyoruz. İtildiğimiz tüketim toplumu modelinden hızla üretim modeli yapıya doğru ilerliyoruz. Sürüklendiğimiz cendereden çıkıyoruz. Bu halin sadece maddi meseleler de değil, bizi biz yapan değerlerimiz için de aynısının olması dua ve temennimizdir. Asırlarca adalet ve rahmetle hükümet etmiş bir devletin varisleri olarak o dönemlerin manevi boyasıyla boyanmak elbette olmazsa olmazımız olacaktır. Suriye meselesinde aldığımız tavır bize pek çok şeyler öğretirken, dünyaya da insanlığın ne olduğun gösterdi. Askeri anlamda literatüre geçecek çalışmalar, daha da ilerisi için bir anlamda teşvik unsuru oldu. Şimdi dostların da düşmanların da gözü üzerimizde. Bize düşen adalet sınırlarını aşmadan elimizden geleni ortaya koymakla Rabbimizden en iyisini istemektir. Maddi anlamda terakki ederken, manevi olarak da toparlanmak esastır. Bu ikisinin mezci müspet yönde bütün dünyanın da kaderini değiştirecektir inşallah. Biliyoruz ki, eğer bizler İslam ahlakının ve iman hakikatlerinin bize katacağı kemalatı her işimizde gösterebilsek, sair dinlerin bağlıları ve belki de kıtalar ve devletler İslamiyet’e girecekler, dünyayı daha yaşanılır hale getireceklerdir.

اشيتلگڭ تملي: اسلام عثمان غازينڭ ايلك فتحلريله باشلايوب، دولت بويويوب ايمپراطورلق حالنه كلدكجه ، زمانڭ احتياجلرينه كوره يڭي قانوننامه لرله دوزنلنن عثمانلي طوپراق رژيمي، بر حقوقي ياپي يه طايانمقده در. اسلام أوڭجه سي ترك دولتلرينڭ، حتّی بويلرينڭ، عشيرتلرينڭ، اويماقلرينڭ، أوزل طوپراق ملكيتنه كسين اولارق جبهه آلدقلريني و ئولكه طوپراقلريني بتون تركلرڭ مالي قبول ايدن عرفي بر خصوص سيستمنى قبوللندكلريني بيلييورز. بو عرفي حقوق سيستمي، اسلامڭ قبولندن صوڭره مسلمان ترك بيلكينلرنجه داها ده كليشديريلمش، سلچوقلي و عثمانلي ايمپراطورلقلري دورنده ايسه مكمّل شكلنى آلمشدر. طوپراغڭ اڭ ويريملي شكلده قوللانيلمه سني، أوزوم باغلري، ميوه باغچه لري، مرعه لر و اورمانلرله دگرلنديريلمه سني آماچلايان بو رژيمده كويلي، باتيده اولديغي كبي اسير دگلدر. تيمار صاحبلري، يعني سپاهيلر ده آوروپه سنيورلرينه بڭزتيله مز. چونكه كچيجي طاپو اولارق ده قبول ايده بيله جگمز بر مقاوله ايله بليرلي بيوكلكده كي طوپراغڭ ايشلتمه حقّنى آلان كويلي، ئولديگنده ، ياره لانديغنده ، سقط قالديغنده ، يعني طوپراغي ايشله يه مز حاله كلديگنده اراضي يڭي بر مقاوله ايله اوغلنه ويريلمكده در. سپاهيلر، دولتجه سوركلي اولارق دڭتيمه تابع طوتولدقلري ايچون كويلينڭ حقّنى غصب ايتمه لرينه فعلاً، وجدانًا و حقوقًا امكان يوقدر. اسلاميتڭ بتون حكملريله آياقده طوتولديغي، ياشانديغي، ياشاتيلديغي، طوغومدن ئولومه قدر هر تورلي معامله نڭ اسلامي- عرفي اساسلر أوزرينه انشا ايديلديگي عثمانلي ترك دوزننده شمولي چوق كنيش بر وجداني قونترول مقانيزمه سي كنديلگندن ايشله مكده دركه ، بو وجداني مراقبه ، دولت مراقبه سندن چوق داها اتكيندر و چوق داها اولوملي صوڭوچلر ويرمشدر. يتكيسي، يري و مقامي نه اولورسه اولسون، هر فرد، قانوندن قاچابيله جگي، قانون آدملريني آلداتابيله جگي حالده ، اللّٰهدن قاچاماياجغني، اللّٰهي آلداتاماياجغني بيلمكده ، اللّٰهڭ هر يرده ناظر و حاضر اولديغنه يوركدن ايمان ايتديگي و ذهن فعاليتلرينڭ بيله اللّٰه قاتنده معلوم اولديغنه اينانديغي ايچون كوتولك ياپمه يي عقلندن كچيره مه مكده در. بوكون، باتیلي ئولكه لرڭ كليشديرمه يه چاليشدقلري بو اوطو قونترول سيستمي، خلقڭ ايليكلرينه قدر ايشله ين بو وجداني قونترول مقانيزمه سي، بو كسين تسليميت شكلنده كي اللّٰه اينانجيدركه ، خلقڭ ده دولتڭ ده آتديغي هر آديمه أولچو اولمش، اورته آفريقه دن اورته آوروپه يه قدر اوزايان عثمانلي ايمپراطورلغنڭ، دنيانڭ اڭ تهلكه لي و اڭ چوق پايلاشيلمق ايستنن بولكه سنده ٦٠٠ ييلدن فضله ياشامه سنڭ ده اڭ أونملي عاملنى تشكيل ايتمشدر. كويلي، دولتڭ ويرديگي تخومي، دولت كورمدن حيواننه ييديريرسه ، اللّٰه طرفندن جزالانديريلاجغنه اينانمقده ، دولت باشقاني ده كنديسندن هر حقسزلغڭ حسابنڭ صوريلاجغني بيلمكده در. مكّه ده اوتوران حضرت عمرڭ فرات قييلرنده غائب اولاجق بر قويوندن بيله كنديني صوروملي طوتمسي شكلنده كي بو آڭلايش و بو وجداني قونترول، بتون اسلام دولتلرينڭ يوكسلمه لرنده اڭ بيوك عامل اولمشدر. فقط بونڭله يتينيلمه مش، بربريني دڭتله ين عدالت اورغانلري ده كليشديريله رك فردڭ فردله ، دولتڭ فردله اولان مناسبتلري آيريجه دوزنلنمشدر. دولت، خسته و سقطلردن ويركو آلمايارق، اونلري ويركو پوليتيقه سي يولي ايله ده حمايه ايدييوردي. وفات ايدن بابانڭ بورجندن طولايي، وارثڭ طوپراغنه ال قونولمسي ياساقدي. عثمانلي ايمپراطورلغنده كويلي ده سپاهي ده أوڭجه اللّٰهڭ قوللري اولدقلري ايچون اشيتديلر. أوته دن بري آڭلاتاكلديگمز كبي هر ايكيسي ده دولتڭ حمايه سنده و دڭتيمنده بولونمقده يدي. سپاهينڭ اولديغي كبي، كويلينڭ ده حقلري واردي. حالبوكه فئوداليته نڭ حاكم اولديغي او دور آوروپه سنده كويلي سنيورلرڭ اسيري ايدي. سنيورڭ كويلي أوزرنده سياسي حقلري واردي. سنيورله كويلينڭ اشيت اولديغندن سوز ايديله مز، بوني دوشونمك بيله چيلغينلق صاييليردي. سنيور اصيل، كويلي كوله ايدي. تركيه ده كويلي قانونلرڭ تأميناتي آلتنده ياشار و طوغريدن طوغري يه ديوان همايونه شكايت بيلديرمك حقّنه صاحب بولونوركن، آوروپه ده سرفلر؛ آ) ايسته دكلري ايله اولنمكده سربست دگللردي. سرفلرڭ ميراثي، وارثلرينه حر انسانلرڭكي كبي انتقال ايتمزدي. صاحبلرينڭ، سرفلرينڭ ميراثنه چشيتلي شكللرده مداخله ايتمه حقّي واردي. ب) سرفلر ايسته دكلري مسلگي سچمكده ويا يرلريني دگيشديرمكده سربست دگللردي. ج) سرفلر افنديلرينه قارشي آنغاريه چاليشمه لره ، معيّن وسيله لرله هديه لر تقديم ايتمه يه ، اكراملرده بولونمغه ، عرف و عادتلرله تعيين ايديلن خدمتلري ياپمغه مجبورديلر. د) سرفلر حقّنده تعقيبات ياپمق، اونلري محاكمه ايتمك و جزا ويرمك حقّي سنيورلره عائددي. سرفلر مناستيرلره كيره مزلر، محكمه لرده حر بر آدمه قارشي شهادت ايده مزلردي. تركيه ده ترك عرفي و اسلامي حكملرله يوزده يوز چليشكي ديمك اولان بويله بر اصيل صنف يوقدي. اصيلزاده لك، داها صوڭره باتيليلاشمه ايله باشلاياجق و آنجق بليرلي بر صوسيال صنف آراسنده يرلشه جكدر. تيمارلي سپاهي، بعضیلرينڭ ادّعا ايتديگي كبي اصيل دگلدي. چونكه تيمار لياقت قازانان كيمسه لره ويريلير، بونلرڭ اويغونسزلقلري، قانونسزلقلري تثبيت ايديلنجه ده طوپراقلري مركزي اوتوريته طرفندن اللرندن آلينيردي. تيمار صاحبلري، ساده جه كويلينڭ ايشلتديگي طوپراغي دولت نامنه قونترول ايدرلردى، طوپراغڭ ملكيتي دولته عائددي. آوروپه ده ايسه طوپراغڭ صاحبي سنيورلردي. سنيورلر بو طوپراقلرده كندي آدلرينه عسكر بسلر، بو عسكرلري ده ديگر سنيورلره ويا دولته قارشي صواشه سوررلردي. تركيه ده خاص، زعامت و تيمار صاحبلري، بربرلرينه ويا دولته قارشي دگل، دولت ايچون عسكر بسلرلردى. بو طوپراق رژيمي سايه سنده دركه ، تركيه كيدري دولت بوتچه سنه دگل، خاص، زعامت و تيمار صاحبلرنده قارشيلانان چوق كوچلي اوردولره صاحب اولمش، آوروپه ايسه سنيورلرڭ چيقار غوغالري ايچنده چالقالانوب طورمشدر. تركيه ده طوپراغي ايشله ينلر و طوپراغڭ ايشلتيلمه سني دڭتله ينلر، هر آن حقوقي بر قونتروله تابع اولدقلري كبي، خاص زعامت و تيمار صاحبي اولدقلريني كوسترن براتلري، هر پادشاه طرفندن اينجه لنير، اويغون كورولورسه تصديق، عكس حالده ابطال ايديليردي. اويسه آوروپه ده اطرافنده ٥-١٠ هايدوت طوپلايان بر زوربه ، كويلينڭ طوپراقلريني زورله اله كچيرير، قراله ده پاره يي ويروب اصالت عنواننى صاتین آليردي. صوڭره اوردو قوموتاني، طونانمه قوموتاني، دولت آدمي اولور، سلاح كوجي ايله صويديغي خلقي، سلاح كوجي ايله يوڭتمه يه باشلاردي. Osman Gazi’nin ilk fetihleriyle başlayıp, devlet büyüyüp imparatorluk hâline geldikçe, zamanın ihtiyaçlarına göre yeni kanunnamelerle düzenlenen Osmanlı Toprak Rejimi, bir hukukî yapıya dayanmaktadır. İslâm öncesi Türk devletlerinin, hatta boylarının, aşiretlerinin, oymaklarının, özel toprak mülkiyetine kesin olarak cephe aldıklarını ve ülke topraklarını bütün Türklerin malı kabul eden örfî bir husus sistemini kabullendiklerini biliyoruz. Bu örfî hukuk sistemi, İslam’ın kabulünden sonra Müslüman Türk bilginlerince daha da geliştirilmiş, Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları devrinde ise mükemmel şeklini almıştır. Toprağın en verimli şekilde kullanılmasını, üzüm bağları, meyve bahçeleri, meralar ve ormanlarla değerlendirilmesini amaçlayan bu rejimde köylü, Batı’da olduğu gibi esir değildir. Tımar sahipleri, yani sipahiler de Avrupa senyörlerine benzetilemez. Çünkü geçici tapu olarak da kabul edebileceğimiz bir mukavele ile belirli büyüklükteki toprağın işletme hakkını alan köylü, öldüğünde, yaralandığında, sakat kaldığında, yani toprağı işleyemez hâle geldiğinde arazi yeni bir mukavele ile oğluna verilmektedir. Sipahiler, devletçe sürekli olarak denetime tâbi tutuldukları için köylünün hakkını gasp etmelerine fiilen, vicdanen ve hukuken imkân yoktur. İslamiyet’in bütün hükümleriyle ayakta tutulduğu, yaşandığı, yaşatıldığı, doğumdan ölüme kadar her türlü muamelenin İslâmî-örfî esaslar üzerine inşa edildiği Osmanlı Türk düzeninde şümulü çok geniş bir vicdani kontrol mekanizması kendiliğinden işlemektedir ki, bu vicdani murakabe, devlet murakabesinden çok daha etkindir ve çok daha olumlu sonuçlar vermiştir. Yetkisi, yeri ve makamı ne olursa olsun, her fert, kanundan kaçabileceği, kanun adamlarını aldatabileceği hâlde, Allah’tan kaçamayacağını, Allah’ı aldatamayacağını bilmekte, Allah’ın her yerde nazır ve hazır olduğuna yürekten iman ettiği ve zihin faaliyetlerinin bile Allah katında malum olduğuna inandığı için kötülük yapmayı aklından geçirememektedir. Bugün, Batılı ülkelerin geliştirmeye çalıştıkları bu oto-kontrol sistemi, halkın iliklerine kadar işleyen bu vicdanî kontrol mekanizması, bu kesin teslimiyet şeklindeki Allah inancıdır ki, halkın da devletin de attığı her adıma ölçü olmuş, Orta Afrika’dan Orta Avrupa’ya kadar uzayan Osmanlı İmparatorluğu’nun, dünyanın en tehlikeli ve en çok paylaşılmak istenen bölgesinde 600 yıldan fazla yaşamasının da en önemli amilini teşkil etmiştir. Köylü, devletin verdiği tohumu, devlet görmeden hayvanına yedirirse, Allah tarafından cezalandırılacağına inanmakta, devlet başkanı da kendisinden her haksızlığın hesabının sorulacağını bilmektedir. Mekke’de oturan Hz. Ömer’in Fırat kıyılarında kaybolacak bir koyundan bile kendini sorumlu tutması şeklindeki bu anlayış ve bu vicdanî kontrol, bütün İslam devletlerinin yükselmelerinde en büyük âmil olmuştur. Fakat bununla yetinilmemiş, birbirini denetleyen adalet organları da geliştirilerek ferdin fertle, devletin fertle olan münasebetleri ayrıca düzenlenmiştir. Devlet, hasta ve sakatlardan vergi almayarak, onları vergi politikası yolu ile de himâye ediyordu. Vefat eden babanın borcundan dolayı, vârisin toprağına el konulması yasaktı. Osmanlı İmparatorluğunda köylü de sipahi de önce Allah’ın kulları oldukları için eşittiler. Öteden beri anlatageldiğimiz gibi her ikisi de devletin himayesinde ve denetiminde bulunmaktaydı. Sipahinin olduğu gibi, köylünün de hakları vardı. Halbuki feodalitenin hâkim olduğu o devir Avrupa’sında köylü senyörlerin esiri idi. Senyörün köylü üzerinde siyasi hakları vardı. Senyörle köylünün eşit olduğundan söz edilemez, bunu düşünmek bile çılgınlık sayılırdı. Senyör asil, köylü köle idi. Türkiye’de köylü kanunların teminatı altında yaşar ve doğrudan doğruya Divan-ı Hümayuna şikâyet bildirmek hakkına sahip bulunurken, Avrupa’da serfler; a) İstedikleri ile evlenmekte serbest değillerdi. Serflerin mirası, vârislerine hür insanlarınki gibi intikal etmezdi. Sahiplerinin, serflerinin mirasına çeşitli şekillerde müdahale etme hakkı vardı. b) Serfler istedikleri mesleği seçmekte veya yerlerini değiştirmekte serbest değillerdi. c) Serfler efendilerine karşı angarya çalışmalara, muayyen vesilelerle hediyeler takdim etmeye, ikramlarda bulunmağa, örf ve adetlerle tayin edilen hizmetleri yapmağa mecburdular. d) Serfler hakkında takibat yapmak, onları muhakeme etmek ve ceza vermek hakkı senyörlere aitti. Serfler manastırlara giremezler, mahkemelerde hür bir adama karşı şehadet edemezlerdi. Türkiye’de Türk örfü ve İslami hükümlerle yüzde yüz çelişki demek olan böyle bir asil sınıf yoktu. Asilzadelik, daha sonra Batılılaşma ile başlayacak ve ancak belirli bir sosyal sınıf arasında yerleşecektir. Tımarlı sipahi, bazılarının iddia ettiği gibi asil değildi. Çünkü tımar liyakat kazanan kimselere verilir, bunların uygunsuzlukları, kanunsuzlukları tespit edilince de toprakları merkezi otorite tarafından ellerinden alınırdı. Tımar sahipleri, sadece köylünün işlettiği toprağı devlet namına kontrol ederlerdi, toprağın mülkiyeti devlete aitti. Avrupa’da ise toprağın sahibi senyörlerdi. Senyörler bu topraklarda kendi adlarına asker besler, bu askerleri de diğer senyörlere veya devlete karşı savaşa sürerlerdi. Türkiye’de has, zeamet ve tımar sahipleri, birbirlerine veya devlete karşı değil, devlet için asker beslerlerdi. Bu toprak rejimi sayesindedir ki, Türkiye gideri devlet bütçesine değil, has, zeamet ve tımar sahiplerinde karşılanan çok güçlü ordulara sahip olmuş, Avrupa ise senyörlerin çıkar kavgaları içinde çalkalanıp durmuştur. Türkiye’de toprağı işleyenler ve toprağın işletilmesini denetleyenler, her an hukukî bir kontrole tâbi oldukları gibi, has zeamet ve tımar sahibi olduklarını gösteren beratları, her padişah tarafından incelenir, uygun görülürse tasdik, aksi halde iptal edilirdi. Oysa Avrupa’da etrafında 5-10 haydut toplayan bir zorba, köylünün topraklarını zorla ele geçirir, krala da parayı verip asalet unvanını satın alırdı. Sonra ordu komutanı, donanma komutanı, devlet adamı olur, silah gücü ile soyduğu halkı, silah gücü ile yönetmeye başlardı. *Necdet Sevinç, Osmanlının Yükselişi ve Çöküşü, Burak Yayınevi, 1991, İstanbul, s. 81-85

ارمني صوروني و تركيه ييللردر عثمانلي دولتي و تركيه جمهوريتنه يوڭليك اصلسز، دلیلسز و قصدلي قره لامه قامپانيه لريله اورته يه قونمق ايستنن ”سوزده ارمني صوي قيريمي“ كبي ادّعالر، آوروپه لي بيوك كوچلرڭ، أوزللكله برنجي دنيا صواشندن صوڭره سوركلي كوندمده و كونجل طوتمق ايسته دكلري بر قونو اولمشدر. تركلرڭ اون برنجي يوز ييلده ، آناطولي يه كليشلري ايله باشلايان، ترك-ارمني ايليشكيلرينڭ صوڭ ١٢٥ ييللق دونمنڭ صورونلرله يوكلي اولديغي تاريخي بر كرچكدر. عثمانلي ايمپراطورلغنڭ صوڭ دونمنده كوندمه كلن ارمني صوروننڭ طوغمه سنده و كليشمه سنده ، ايمپراطورلغڭ ايچ شرطلرندن چوق آوروپه لي بيوك كوچلرڭ، دنيانڭ پايلاشیمنه ايليشكين پوليتيقه لرينڭ بر كرگي اولارق ياپمش اولدقلري استثمار، تحريك و تشويقلري اتكيلي اولمشدر… حتّی بو ئولكه لر ايزله مش اولدقلري پايلاشیم پوليتيقه سنڭ طوغال بر صوڭوجي اولارق، ”سوزده ارمني حامیلكلريني“ انسانجيل موتيفلرله سوسله يه رك كندي ئولكه لرنده دويارلي بر قامو اويي اولوشديرمه يي ده اهمال ايتمه مشلردر. بو دستكدن كوچ آلان ارمنيلر بربريني تعقيب ايدن عصيانلر باشلاتمشلر، ارمني تدهيش و تروريني آرتيرمشلردر. ارمنيلرڭ برنجي دنيا صواشنڭ باشلانغيجنده قتل عامه و دشمانله فعلي ايش برلگي شكلنه دونوشن بو حركتلري أوزرينه ؛ عثمانلي دولتي ٢٧ مايس ١٩١٥ تاريخنده ”تهجير و اسكانه دائر كچيجي قانون“نی قبول ايدرك اويغولامه يه باشلامشدر. باتیلي كوچلرڭ ايزله مش اولدقلري پايلاشیم پوليتيقه سني چوق نت بر شكلده آچيقلايان جمال پاشا، خاطراتنده : ”اساسًا ارمني مسئله سي دائما، تركيه نڭ پك مهم طيش و ايچ مسئله لرله مشغول اولديغي صيره ده ايلري سورولمشدر“ ديمكده در. ياپيلان بو دگرلنديرمه چوق طوغري بر دگرلنديرمه در. سببي ده چوق آچيقدر. روسيه ، انگلتره و فرانسه نڭ تمثيل ايتديگي بيوك دولتلر، ارمني صورونني؛ آلبرت صورَلڭ ”تركلر آوروپه ده كورونور كورونمز اورته يه چيقدي“ دييه رك ١٤نجی يوز ييلده باشلادیغنه اشارت ايتديگي طوغو صورونني كسين بر چوزومه اولاشديرمق ايچون چيقارمش، استثمار ايتمش و بر آراچ اولارق قوللانمشلردر. آماچلري ايسه ؛ عثمانلي دولتنه صوڭ ويره رك، طوپراقلريني پايلاشمق، تركلري دولتسز بيراقمق أوڭجه آوروپه دن صوڭره ده آناطوليدن كسين اولارق آتمقدي. بو ايستكلريني كرچكلشديرمه ده ، برنجي دنيا صواشندن داها ايي بر زمان سچيله ميه جگنه اينانييورلردي. لوندره ده كي قراليت حرب موزه سنڭ ”تركيه يه قارشي صواش“ بولومنڭ كيريشنده شونلر يازيليدر : ”برنجي دنيا صواشنده ، تركيه نڭ قارشومزده ير آلمسي انكلتره يه چوق بهالي يه مال اولدي. آنجق بو صواشڭ صوڭنده تركلر ده ايمپراطورلقلريني غائب ايتديلر.“ اولايلرڭ باشلاتيلمسي و يوڭلنديريلمه سنده ليدرلك رولي أوستلنن انكلتره نڭ أوگونه رك صونديغي بو كوروش، عثمانلي دولتي أوزرينه اوينانان بيوك اويونڭ آماجنڭ آچيق بر افاده سيدر. نه يازيقكه ، تركلرله بيڭ ييلدر دوستانه بر شكلده ياشايان ارمنيلر بو بيوك اويونده پييون اولارق قوللانيلمشلردر. صورونڭ بيوك دولتلر طرفندن يوڭتيلن و يوڭلنديريلن كليشيمي سورجنده جمال پاشانڭ خاطراتنده ده آچيقلانديغي شكليله أوزل ايليشكيلرنده تركلرله عثمانلي ارمنيلري آراسنده كي دوستلق صينيرسزدي. آناطولي كويلرنده اوتوران بر ترك، تجارت ايشلري طولاييسيله اوزاق بر يره كيتسه ، عائله سنڭ حق و ناموسني ارمني قومشوسنه امانت ايدردي. ارمنيلر ده بو كوگني عين شكلده ترك قومشولرينه كوستريرلردي. نه آناطوليده ، نه روم ايليده نه ده استانبولده هيچ بر ارمني يوقديكه ، تركجه بيلمه سين. بتون اوقوللرده ارمني حرفلريله تركجه اوقوتولور و كليسالرده آيينلر تركجه ياپيليردي. دولتڭ اڭ أوست مقاملرينه ارمنيلر كتيريلمش، أوزتله ارمنيلر عثمانلي دولتنڭ اڭ صادق تبعه سي صاييلمشدي و كنديلرينه ”ملّت صادقه “ ويا ”تبعۀ صادقه “ دينيلمكده يدي. ارمنيلر ايشته بويله بر قونومده يكن، طيش قايناقلي وعدلره و تحريكلره قاپيلارق اڭ معصوملري بيله ، ”قورتولوش كوني ياقلاشدي، ايجاب ايدرسه چفت حيوانلريني صاتوب سلاحلانيرز. باشاريلي اولدقدن صوڭره ، مسلمانلرڭ طوپراقلري، ملكلري بزه قالاجقدير...“ شكلنده كي ارمني قوميته لرينڭ ويرمش اولديغي تعليماتلرله اشقيالق، تجاوز، تدهيش، ترور، يغما پشنده قوشان و دشمانله ايش برلگي ياپان ”آشاغيلق انسانلر“، ”خائن و عاصي طوپلوم“ طورومنه كتيريلمشلردر. Yıllardır Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik asılsız, kanıtsız ve kasıtlı karalama kampanyalarıyla ortaya konmak istenen “sözde Ermeni soy kırımı” gibi iddialar, Avrupalı büyük güçlerin, özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sürekli gündemde ve güncel tutmak istedikleri bir konu olmuştur. Türklerin on birinci yüzyılda, Anadolu’ya gelişleri ile başlayan, Türk-Ermeni ilişkilerinin son 125 yıllık döneminin sorunlarla yüklü olduğu tarihi bir gerçektir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde gündeme gelen Ermeni sorununun doğmasında ve gelişmesinde, imparatorluğun iç şartlarından çok Avrupalı büyük güçlerin, dünyanın paylaşımına ilişkin politikalarının bir gereği olarak yapmış oldukları istismar, tahrik ve teşvikleri etkili olmuştur… Hatta bu ülkeler izlemiş oldukları paylaşım politikasının doğal bir sonucu olarak, “Sözde Ermeni hamiliklerini” insancıl motiflerle süsleyerek kendi ülkelerinde duyarlı bir kamuoyu oluşturmayı da ihmal etmemişlerdir. Bu destekten güç alan Ermeniler birbirini takip eden isyanlar başlatmışlar, Ermeni tedhiş ve terörünü artırmışlardır. Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında katliama ve düşmanla fiili iş birliği şekline dönüşen bu hareketleri üzerine; Osmanlı Devleti 27 Mayıs 1915 tarihinde “Tehcir ve İskana Dair Geçici Kanun”u kabul ederek uygulamaya başlamıştır. Batılı güçlerin izlemiş oldukları paylaşım politikasını çok net bir şekilde açıklayan Cemal Paşa, hatıratında: “Esasen Ermeni meselesi daima, Türkiye’nin pek mühim dış ve iç meselelerle meşgul olduğu sırada ileri sürülmüştür” demektedir. Yapılan bu değerlendirme çok doğru bir değerlendirmedir. Sebebi de çok açıktır. Rusya, İngiltere ve Fransa’nın temsil ettiği büyük devletler, Ermeni sorununu; Albert Sorel’in “Türkler Avrupa’da görünür görünmez ortaya çıktı” diyerek 14. yüzyılda başladığına işaret ettiği doğu sorununu kesin bir çözüme ulaştırmak için çıkarmış, istismar etmiş ve bir araç olarak kullanmışlardır. Amaçları ise; Osmanlı Devleti’ne son vererek, topraklarını paylaşmak, Türkleri devletsiz bırakmak önce Avrupa’dan sonra da Anadolu’dan kesin olarak atmaktı. Bu isteklerini gerçekleştirmede, Birinci Dünya Savaşı’ndan daha iyi bir zaman seçilemeyeceğine inanıyorlardı. Londra’daki Kraliyet Harp Müzesi’nin “Türkiye’ye Karşı Savaş” bölümünün girişinde şunlar yazılıdır : “Birinci Dünya Savaşı’nda, Türkiye’nin karşımızda yer alması İngiltere’ye çok pahalıya mal oldu. Ancak bu savaşın sonunda Türkler de imparatorluklarını kaybettiler.” Olayların başlatılması ve yönlendirilmesinde liderlik rolü üstlenen İngiltere’nin öğünerek sunduğu bu görüş, Osmanlı Devleti üzerine oynanan büyük oyunun amacının açık bir ifadesidir. Ne yazık ki, Türklerle bin yıldır dostane bir şekilde yaşayan Ermeniler bu büyük oyunda piyon olarak kullanılmışlardır. Sorunun büyük devletler tarafından yönetilen ve yönlendirilen gelişimi sürecinde Cemal Paşa’nın hatıratında da açıklandığı şekliyle özel ilişkilerinde Türklerle Osmanlı Ermenileri arasındaki dostluk sınırsızdı. Anadolu köylerinde oturan bir Türk, ticaret işleri dolayısıyla uzak bir yere gitse, ailesinin hak ve namusunu Ermeni komşusuna emanet ederdi. Ermeniler de bu güveni aynı şekilde Türk komşularına gösterirlerdi. Ne Anadolu’da, ne Rumeli’de ne de İstanbul’da hiçbir Ermeni yoktu ki, Türkçe bilmesin. Bütün okullarda Ermeni harfleriyle Türkçe okutulur ve kiliselerde ayinler Türkçe yapılırdı. Devletin en üst makamlarına Ermeniler getirilmiş, özetle Ermeniler Osmanlı Devleti’nin en sadık tebaası sayılmıştı ve kendilerine “millet-i sadıka” veya “tebaa-yı sadıka” denilmekteydi. Ermeniler işte böyle bir konumdayken, dış kaynaklı vaatlere ve tahriklere kapılarak en masumları bile, “Kurtuluş günü yaklaştı, icap ederse çift hayvanlarını satıp silahlanırız. Başarılı olduktan sonra, Müslümanların toprakları, mülkleri bize kalacaktır...” şeklindeki Ermeni komitelerinin vermiş olduğu talimatlarla eşkıyalık, tecavüz, tedhiş, terör, yağma peşinde koşan ve düşmanla iş birliği yapan “aşağılık insanlar”, “hain ve asi toplum” durumuna getirilmişlerdir. *http://journals.manas.edu.kg/mjsr/oldarchives/Vol01_Issue02_2001/250-576-1-PB.pdf

بر كون قونفيچيوسه صورديلر: ”بر ئولكه يي يوڭتمه يه چاغريلسه يديڭز ياپاجغڭز ايلك ايش نه اولوردي؟“ بيوك فيلوزوف، شويله جواب ويردي: ”هيچ قوشقوسز، ديلي كوزدن كچيرمكله ايشه باشلاردم. شويله كه : ديل قصورلي اولورسه ، كلمه لر دوشونجه يي ايي آڭلاتاماز. دوشونجه ايي آڭلاتيلمازسه ، ياپيلمسي كركن شيلر طوغري ياپيلاماز. ايشلر و چاليشمه لر كرگي كبي ياپيلمازسه ، كله نكلر و كولتور بوزولور. كله نك و كولتور بوزولورسه ، عدالت ياڭليش يوله صاپار. عدالت يولدن چيقارسه، شاشقينلق ايچنه دوشن خلق، نه ياپاجغني، ايشڭ نره يه واراجغني بيلمز. ايشته بونڭ ايچوندركه ديل، چوق أونمليدر! “ اوت ذهن دنيامزي طيش دنيايه آقتارمق ايچون قوللانديغمز كلمه لري ايي طانيملي يز. كلمه لري طانيمايانلر، كلمه لرڭ كوجني و تأثير ساحه سني بيله مزلر. بو نقطه دن حركتله يينه كلمه دنيامزڭ زنگينلگنى آرتديرمق ايچون يولجيلغمزه قالديغمز يردن دوام ايدييورز. ايلك كلمه مز ”مزايده “ Bir gün Konfüçyüs'e sordular: "Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?" Büyük filozof, şöyle cevap verdi: "Hiç kuşkusuz, dili gözden geçirmekle işe başlardım. Şöyle ki: Dil kusurlu olursa, kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. İşler ve çalışmalar gereği gibi yapılmazsa, gelenekler ve kültür bozulur. Gelenek ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki dil, çok önemlidir!" Evet zihin dünyamızı dış dünyaya aktarmak için kullandığımız kelimeleri iyi tanımalıyız. Kelimeleri tanımayanlar, kelimelerin gücünü ve tesir sahasını bilemezler. Bu noktadan hareketle yine kelime dünyamızın zenginliğini arttırmak için yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. İlk kelimemiz “Müzâyede” MÜZÂYEDE: Bu kelime Arapça kökenli bir kelimedir. “Arttırmak, çoğaltmak” manasındaki “ziyade” kökünden türetilmiştir. Karşılıklı olarak arttırmayı ifade eden bu kelime, genelde antika eşyaların satıldığı ortamlarda kullanılır. Bu tür satışların yapıldığı yerlere “müzayede salonu” denmektedir. TEZKERE: Günümüzde de çok kullanılan bu Arapça kelimenin aslı “tezkire”dir. Zamanla galat (yanlış, hatalı) olarak tezkere şekline dönmüştür. “Bir iş için izin, müsaade verildiğini bildiren veya bir hususu ispata yarayan resmi belge” anlamındadır. Mesela, “İzin tezkiresi”, askerlikte “terhis tezkiresi”, bir yerden bir yere geçerken “geçiş tezkiresi” gibi geçmişte ve günümüzde farklı kullanım sahaları vardır. ÇEŞME: Bu kelime dilimize Farsçadan geçen kelimelerdendir. Çeşm Farsçada göz demektir. Hani biz “suyun gözü, derenin gözü” deriz ya. Ecdadımız da Çeşme kelimesini suyun başlangıç noktası anlamında kullanmış. Çeşm kelimesi edebiyatımızda da önemli bir yere sahiptir. Şair padişahlardan olan Fatih Sultan Mehmet Han 1460 senesinde Bartın’daki Amasra’yı fethetmek için gittiğinde Amasra’nın manzarasına hayran olup yanındaki vezirine “Lalâ Lalâ, çeşm-i cihan bu mu ola? (Lalâ Lalâ, dünyanın gözü, gözbebeği burası mıdır?) dediği rivayet edilir. Yine çeşm-i bülbül, bülbül gözlü demektir. Divan edebiyatında çok kullanılan “Çeşm-i siyah” ise, siyah gözlü anlamındadır. MUAYENE: Bu kelime dilimize Arapçadan geçmiştir. Arapçada “ayn” göz demektir. Muayene ise göz ile yapılan araştırmaya verilen isimdir. Bu kelime zamanla hasta muayenesi, araç muayenesi, gümrük muayenesi gibi kullanım yerleriyle dilimizdeki yerini almıştır. z MEHTÂP: Bu kelime Farsça iki kelimenin birleşmesinden vücuda gelmiştir. Farsça “mahtab” olan bu kelime, “ay” anlamındaki “mah” ile “ışık” anlamındaki “tab” kelimesinden oluşmuştur. Ay ışığı, ay aydınlığı manasına gelmektedir. Ayın en ışıklı hali olan “dolunay” içinde mehtap kullanılır. Osmanlıda ay ışığı ile aydınlanmış denizde gezip dolaşmaya “Mehtâba çıkmak” denilirdi. KATLİAM: Bu kelime de iki Arapça kelimenin izdivacından oluşmuştur. Aslı “katl-i amm” olan bu kelime “umumu, geneli katletmek” anlamındadır. Çok sayıdaki haksızca ve zulümle yapılan büyük çaplı öldürmeler için kullanılır. BEDDUA: Bu kelime biri Farsça biri Arapça iki sözcüğün yan yana getirilmesi ile meydana gelmiştir. Farsçada “bed” kötü, fena anlamındadır. Beddua ise kötü, fena dua anlamındadır. Rabbim böyle dualardan bizi korusun! TESTERE: Bu kelime Farsçadan dilimize geçen bir kelimedir. “Dest” ve “Erre” kelimelerinin birleşmesinden oluşmuş birleşik bir kelimedir. Dest “el” demektir. Erre ise “bıçkı” anlamındadır. “El bıçkısı” manasında olan bu kelime dilimizde testere diye yerleşmiştir.

Köşe Penceresi حج شريف، بلاصاله هركس ايچون بر مرتبۀ كليه ده بر عبوديتدر. ناصلكه بر نفر بر يوم مخصوصده فريق دائره سنده بر فريق كبي پادشاهڭ بايرامنه كيدر و لطفنه مظهر اولور. أويله ده بر حاجي نه قدر عامي ده اولسه ، قطع مراتب ايتمش بر ولي كبي، عموم آقتار ارضڭ ربّ عظيمي عنوانيله ربّيسنه متوجّهدر. بر عبوديت كليه ايله مشرّفدر. Hacc-ı şerîf, bil’asâle herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir. Nasıl ki bir nefer bir yevm-i mahsûsta ferîk dâiresinde bir ferîk gibi padişahın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de bir hacı ne kadar âmî de olsa, kat‘-ı merâtib etmiş bir veli gibi, umum aktâr-ı arzın Rabb-i Azîm’i ünvanıyla Rabbisine müteveccihtir. Bir ubûdiyet-i külliye ile müşerreftir. (Osmanlıca Tılsımlar, s.30) 1. Beyit كعبه كوينه يوزم سورمگه فرض اولدي بڭاچون كوزم ياشنى سيم و يوزم آلتون ايتدڭ Ka‘be kuyuna yüzüm sürmege farz oldı banaÇün gözüm yaşını sim ü yüzüm(i) altun itdün Muhibbi (7) * Gözyaşlarım gümüş, yüzümün sararmışlığı altın oldu da (bu kadar zenginlikle) Kâbe isimli semtine yüz sürmek artık bana farz oldu. * Sim: Gümüş 2. Beyit واروب اشيگنه شاهڭ دعاي دولت اوقيقبول اولور حرم كعبه ده دعاي كدا Varup işigine şâhun duâ-yı devlet okıKabûl olur harem-i Ka‘bede du’â-yı gedâ Taşlıcalı Yahya (2) * Eğlenme! O şahın eşiğine vardığında saadet duanı oku. Zira (Rabbine el açıp edebiyle dilenen) dilencinin Kabe’yi ilk gördüğünde yaptığı dua kabul olur. * Geda: Dilenci 3. Beyit اشك ايله روی زرد كرك ياره وارمغه ديدار كعبه حجّنه سيم ايله زر كرك Eşk ile rûy-ı zerd gerek yâra varmagaDîdâr-ı Ka’be haccına sîm ile zer gerek Akşemseddinzade Hamdullah Hamdi (4) * Kâbe’yi haccetmek için nasıl gümüş ve altın gerekliyse, (Beytullahın sahibi olan) ebedi sevgilinin huzuruna varmak için de gözyaşı ve sararmış yüz lazımdır. * Eşk: GözyaşıRûy-ı zerd: Sararmış yüzZer: Altın 4. Beyit ييلده بر قربان كسرلر خلق عالم عيد ايچوندم بدم ساعت بساعت من سنڭ قربانڭم Yılda bir kurban keserler halk-ı âlem ıyd içünDem-be-dem sâat-be-sâat men senün kurbânınam Fuzuli (8) * Bu âlemin halkı yılda bir defa bayram için kurban keserler. (Bir can nedir ki feda etmeyem cânânıma, diyerek tüm âlemden geçen ben ise) her an her saat senin kurbanınım. (Tüm uzuvlarımı ve latifelerimi senin yoluna vermişim.) 5. Beyi كوسفندي قو خليلم بني قربان ايله نه بيلور عشق ايله جان ويرمگي اول بر مله مه Gusfendi ko halilüm beni kurban eyleNe bilür aşk ile can virmegi ol bir meleme Zati (3) * Koyunu bırak dostum! Sen beni kurban eyle. İşi gücü meleme olan, aşk ile can vermeyi ne bilir ki! * Gusfend: Koyun 6. Beyit صوم و صلات و حج ايله صانما بيتر زاهد ايشنانسان كامل اولمه يه لازم اولان عرفان ايمش Savm u sâlât u hac ile sanma biter zâhid işinİnsân‐ı Kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş Niyazi Mısri (6) * Ey zahid! Sen sanma ki işin oruç, namaz, hac ile biter. (Bunlar elbette ki Allah’ın farzlarıdır.) İnsan-ı kâmil olmak gibi bir makama ulaşmak isteyen kişiye lazım olan ise irfandır. (Öyleyse sen farzlarla yöneldiğin Rabbinin marifetini kazandıran tevhid ilmini zevk edin!) * Savm: OruçZahid: 1. Dünyayı terk edip dinin emirlerine çok titizlikle riayet eden, züht ve takva sahibi 2. Çok dindar olup irfanı olmayan kimse 7. Beyit كعبۀ كويڭ طوافندن بني منع ايتمه كيمهر كدر اولسه م ضعيف آخر سنڭ قربانڭم Ke‘be-yi kûyung tevâfından beni men etme kimHer keder olsam zeîf âhir senün kurbânungam Kavsi (5) * Senin (aşıklarının tevhid ederek etrafını sarmış olduğu) semtin olan Kâbenin tavafından beni men eyleme! Her ne kadar zayıf olsam da ben, (sonsuz kudret sahibi olan) senin kurbanın değil miyim? * Kuy: (Sevgilinin) Köyü, semti Kaynakça BEDİÜZZAMAN, Said Nursi, (2009 ), Osmanlıca Tılsımlar, İstanbul: Altınbaşak Neşriyat.ÇAVUŞOĞLU, Mehmed, (1977), Yahya Bey, Divan, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. (s.62)KURTOĞLU, Orhan, (2017), Zati Divanı Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü. (s.222)ÖZYILDIRIM, Ali Emre, (Tsz.), Hamdullah Hamdi Divanı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü. (s.43)RAHİMİ, Farhad, (2011), Kavsi Divanının Dil İncelemesi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi SBE. Yayımlanmamış YLT. (s.366)Seyyid Muhammed Nur, (1976), Mısri Niyazi Divanı Şerhi, (Haz. Mahmut Sadettin Bilginer), İstanbul: Baha Matbaası. (s.251)YAVUZ Kemal, YAVUZ Orhan, (2016), Muhibbi Divanı (Bütün Şiirleri), İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları. (s.946)https://islamansiklopedisi.org.tr/iydiyye

Balaban Dergâhın etrafında koyunlarını otlatan Rum çobanı gören Yahya Efendi, onu içeri aldırmış. “Gel bakalım gel… Koyunlarını mı istersin, kendini mi? Yoksa ikisini birden mi, ne dersin?” demiş ve bir yere oturtmuş. “Yağ, bal ve ekmek getirin” demesiyle, sofra kurulmuş, isteneler gelmiş. Yahya Efendi, Rum Çobana: “Haydi bakalım, bismillah buyur, işte sana tereyağı, mumlu bal ve taze nan, ister yağa ban, ister isen bala ban” demiş. Bu tatlı ortamdan sonra, çoban koyunlarına değil de kendine talib olmuş, o gün, orada, o vesileyle Müslüman olduğu için adı Balaban kalmış. Ç Ö Z Ü M بالابان درگاهڭ اطرافنده قويونلريني اوتلاتان روم چوباني كورن يحيي افندي، اوني ايچري آلديرمش. ”كل باقالم كل… قويونلريڭيمي ايسترسڭ، كنديڭيمي؟ يوقسه ايكيسني بردنمي، نه ديرسڭ؟“ ديمش و بر يره اوتورتمش. ”ياغ، بال و اكمك كتيرڭ“ ديمه سيله ، سفره قورولمش، ايستننلر كلمش. يحيي افندي، روم چوبانه : ”هايدي باقالم، بسم اللّٰه بويور، ايشته سڭا تره ياغي، موملي بال و تازه نان، ايستر ياغه بان، ايستر ايسه ڭ باله بان“ ديمش. بو طاتلي اورتامدن صوڭره ، چوبان قويونلرينه دگل ده كندينه طالب اولمش، او كون، اوراده ، او وسيله يله مسلمان اولديغي ايچون آدي بالابان قالمش.

Kapak Böreği Ve tas ve tencere böreği dahi derler. Evvela bir münasip tencere kapağını cüzi yağlayıp badehu içine açılmış beş on yufkayı koyduktan sonra pak içine kıyılmış koyun etini bir iki baş hurde kıyılmış soğanı bir iki kaşık yağda kaide üzere kavurduktan sonra cüzi biber ve tarçın ve fıstık ve badem ve kişniş izafe olunup ol yufkaların üzerine koyduktan sonra yufkanın ziyadelerini üzerine bir hoşça kapayıp bir münasip tepsi yahut bir sahan kapayıp fevk ve tahtına mutedil kor koyup bir hoşça kızarınca tabh edeler. Heyet ve tavrı yani manzarası güzel ve tabhı asan bir nazik börektir. Tarhana Amel-i tarhana evvela pak francala yahut hünkari has ekmeği alıp bir miktar içlerinden bir vukiye miktarı ve yüz dirhem torba yoğurdu konulup taş dibekte çemşir el ile gereği gibi halledip bir kepçeden sonra bir tencerede tavuk yahut et suyuyla aheste aheste ezip mutedil ateşte bir iki saat piştikten sonra yine ol ekmeklerden tereyağında hurde lokma gibi kesip ve kızartıp üzerine koyalar. Eğer sütten kaymaktan bir miktar dahi izafe olunursa ziyade latif olur. Helva-Yı Asude Bir nazik helvadır ve gayet tez pişer ve istimalinde bazı menafi’ dahi olmakla asude ismi tesmiye olunmuştur. Lakin Sabuni ve Reşidiye ve Lüb-i Dilbere müşabihtir. Sanatı: Bir ölçü asel ve nısıf ölçü rugan ve bir ölçü su cümlesini defaten bir tabağa koyup mutedil ateşte kokusu gidince muttasılan karıştırıp ve pişmiş vaz’ olunan yağ zahire gelince bir miktar dahi karıştırıp badehu indirip tabaklara koyup istimal oluna. Kelimeler: Amel-i tarhana: Tarhananın yapılışıFrancala: Has undan yapılan beyaz, yumuşak ekmek, has ekmekHünkari. Pâdişâha mahsusVukıye: 400 dirhemlik Osmanlı ağırlık ölçüsü, okkaDirhem: Okkanın dört yüzde birine eşit eski bir ağırlık ölçüsü birimi (3,2075 gr.)Dibek: Taştan veya ağaç kütüğünden yapılmış, çok büyük ve geniş havanÇimşir: (Şimşir) Tarak ve kaşık yapımında kullanılan yaz kış yaprağını dökmeyen kısa bir ağaçAheste: Yavaş, ağır, sakinMutedil: OrtaHurde: Ufakİzafe: Katma, eklemeCüzi: AzBadehu: Daha sonraFevk: ÜstTaht: AltHoşça: İyiceTabh edeler: Pişirelerİstimalinde: KullanımındaMenafi’: FaydalarAsude: Sakin, rahatTesmiye: İsimlendirmeAsel: BalRugan: YağMuttasılan: Birlikte

معنوي غدا عثمانلي وزيرلرندن برچوقلرينه اضافه ايديلن بر فقره وار: سويلنديگنه كوره جمري پاشا آرابه آتلرينڭ آرپه ييمه سني كركسز بر اسراف صايارمش! ايشته بوندن طولايي آرابه جيسي حضورينه چيقوب: ”آمان افنديم، آتلر آرپه سزلقدن خراب اولويور، مرحمت بويورڭ!“ ديدكجه ، ”لا حول!“ دييوب زواللي آرابه جي يي صاوا رمش. نهايت كونلردن بر كون جمري پاشا آرابه يه بينوب دائره سنه كيدركن بيچاره آتلر درمانسزلقدن ديزلري كسيلوب يره ييقيليويرمش. جمري پاشا تلاشه دوشمش، ”نه اولدي، نه اولدي؟“ دييه سسلنمش. آرابه جي آرتيق طايانامامش، باقلايي آغزندن چيقارمش: نه اولاجق افنديم، زواللي حيوانلر ”لا حول “ يييه يييه ”ولا قوة“ اولديلر! Manevi Gıda Osmanlı vezirlerinden birçoklarına izafe edilen bir fıkra var: Söylendiğine göre Cimri Paşa araba atlarının arpa yemesini gereksiz bir israf sayarmış! İşte bundan dolayı arabacısı huzuruna çıkıp: “Aman efendim, atlar arpasızlıktan harap oluyor, merhamet buyurun!” dedikçe, “Lahavle!” deyip zavallı arabacıyı savarmış. Nihayet günlerden bir gün Cimri Paşa arabaya binip dairesine giderken bîçare atlar dermansızlıktan dizleri kesilip yere yıkılıvermiş. Cimri Paşa telâşa düşmüş, “Ne oldu, ne oldu?” diye seslenmiş. Arabacı artık dayanamamış, baklayı ağzından çıkarmış: Ne olacak efendim, zavallı hayvanlar “la havle” yiye yiye “velâ kuvvet” oldular! عقللي خوروزڭ ظفري روايت اودركه كيجه لري ترتيب ايديلن شعر و موسيقي عالملرندن برنده شويله بر حادثه جريان ايتمشدر. بو كبي طوپلانتيلره كيچ كلنلره قارشي خفيف بر طاياق جزاسي ترتيب ايديلمش و بو جزايي اون ايكي خفيف صوپه ضربه سي ايله اجرا ايديلمسي اويغون كورولمش! دعوتليلردن كيچ كلن زور بر اويونله قارشيلاشاجق و ايچندن چيقامديغي تقديرده اون ايكي صوپه يي خفيفجه ييوب هيچ سس چيقارماياجقدر! بر آقشام بريسي فضله جه كجيكدكدن صوڭره ايچري كيرنجه كنديسنه ، ”كل شو مندره اوتور؛ بز نه ياپارسه ق سن ده اوني ياپاجقسڭ!“ دينير. صوڭره ، اڭ قدملي كيشي بر طاووق كبي أوترك آرقه سنده كي ياصديغڭ آلتندن بر يومورطه چيقارير. بونڭ أوزرينه بتون دعوتليلر ده هپ بردن أوتوشوب يومورطه لريني اورته يه قويارلر! شاشقين شاشقين باقوب طوران زواللي شاعره : ”هايدي باقالم، صيره سڭا كلدي، چيقار يومورطه ڭي!“ ديرلر. ايشته بو امر أوزرينه ذكي آدم همن آياغه قالقوب قوللريني قانات كبي چيرپارق، ”قوققوري قو!“ دييه بر خوروز كبي أوتمگه باشلاينجه بتون طاووقلري محجوب ايتديگي ايچون صوپه جزاسندن قورتوليويرير! Akıllı Horozun Zaferi Rivayet odur ki geceleri tertip edilen şiir ve musiki âlemlerinden birinde şöyle bir hadise cereyan etmiştir. Bu gibi toplantılara geç gelenlere karşı hafif bir dayak cezası tertip edilmiş ve bu cezayı on iki hafif sopa darbesi ile icra edilmesi uygun görülmüş! Davetlilerden geç gelen zor bir oyunla karşılaşacak ve içinden çıkamadığı takdirde on iki sopayı hafifçe yiyip hiç ses çıkarmayacaktır! Bir akşam birisi fazlaca geciktikten sonra içeri girince kendisine, “Gel şu mindere otur; biz ne yaparsak sen de onu yapacaksın!” denir. Sonra, en kıdemli kişi bir tavuk gibi öterek arkasındaki yastığın altından bir yumurta çıkarır. Bunun üzerine bütün davetliler de hep birden ötüşüp yumurtalarını ortaya koyarlar! Şaşkın şaşkın bakıp duran zavallı şaire: “Haydi bakalım, sıra sana geldi, çıkar yumurtanı!” derler. İşte bu emir üzerine zeki adam hemen ayağa kalkıp kollarını kanat gibi çırparak, “Kokkori Ko!” diye bir horoz gibi ötmeğe başlayınca bütün tavukları mahcup ettiği için sopa cezasından kurtuluverir! مثمّنڭ مثمّنلك سببلري عربجه نڭ ”سكزلي“ ياخود ”سكزلك“ معناسنه كلن ”مثمّن“ كلمه سي عبّاسي خليفه لرينڭ سكزنجيسي اولان معتصم باللّٰهڭ تاريخلره كچمش لقبيدر. مشهور هارون الرشيدڭ اوغلي اولان بو خليفه يه بويله بر لقب طاقيلمه سي، اسكي قايناقلرده شويله آچيقلانير. هجرتڭ ١٧٨ سنه سنڭ سكزنجي آيي اولان شعبانڭ سكزنجي كوني دنيايه كلمش اولديغي ايچون طوغوم تاريخنڭ ييل، آي و كون رقملرنده أوچ دانه (سكز) واردر. حضرت عبّاسدن اعتبارًا ”عبّاسي“ سلاله سنڭ سكزنجي نسلنه منسوبدر. هارون رشيدڭ سكزنجي چوجغيدر. عبّاسي خليفه لرينڭ سكزنجيسيدر. هجرتڭ ٢١٨٨ تاريخنده خليفه اولديغي ايچون، جلوس سنه سي ده سكزليدر. هجري تقويم حسابيله خلافت مدّتي سكز سنه سكز كون سورمشدر. قرق سكز ياشنده وفات ايتمشدر. وفاتنده سكز اوغلي ايله سكز قيزي قالمشدر. بو اضاحه كوره معتصمه ”مثمّن“ لقبنڭ ويريلمه سنده ده سكز سبب وار ديمكدر. Müsemmen'in Müsemmenlik Sebepleri Arapçanın “sekizli” yahut “sekizlik” manasına gelen “müsemmen” kelimesi Abbasî halifelerinin sekizincisi olan Mutasım Billah'ın tarihlere geçmiş lakabıdır. Meşhur Harunu’r-Reşid'in oğlu olan bu halifeye böyle bir lâkap takılması, eski kaynaklarda şöyle açıklanır. Hicretin 178 senesinin sekizinci ayı olan Şabanın sekizinci günü dünyaya gelmiş olduğu için doğum tarihinin yıl, ay ve gün rakamlarında üç tane (sekiz) vardır. Hazret-i Abbas'tan itibaren “Abbasi” sülâlesinin sekizinci nesline mensuptur. Harun Reşid’in sekizinci çocuğudur. Abbasî halifelerinin sekizincisidir. Hicretin 2188 tarihinde halife olduğu için, cülus senesi de sekizlidir. Hicrî takvim hesabıyla hilâfet müddeti sekiz sene sekiz gün sürmüştür. Kırk sekiz yaşında vefat etmiştir. Vefatında sekiz oğlu ile sekiz kızı kalmıştır. Bu izaha göre Mutasım’a “Müsemmen” lâkabının verilmesinde de sekiz sebep var demektir. ييقانمش صو سليمان نظيف بر آقشام بك اوغلنده كي طوقاتلي لوقنطه سنده عبدالحق شناسي ايله ييمك يييورمش. بر آرا شناسي غارصوني چاغيروب صو ايسته مش. ادبياتمزڭ بو ظريف شخصيتي كيردن و ميقروپدن قورقار و حتّي الديونله ال صيقار اولديغي هركسجه معلومدر. سليمان نظيف اونڭ بو حالني اڭ ايي بيلنلردن اولديغي ايچون، صو كتيرمه يه كيدن غارصونه همن شويله سسلنير: ”غارصون، بك أفندينڭ صويني ييقا ده أويله كتير!“ Yıkanmış Su Süleyman Nazif bir akşam Beyoğlu’ndaki Tokatlı lokantasında Abdülhak Şinasi ile yemek yiyormuş. Bir ara Şinasi garsonu çağırıp su istemiş. Edebiyatımızın bu zarif şahsiyeti kirden ve mikroptan korkar ve hatta eldivenle el sıkar olduğu herkesçe malumdur. Süleyman Nazif onun bu halini en iyi bilenlerden olduğu için, su getirmeye giden garsona hemen şöyle seslenir: “Garson, beyefendinin suyunu yıka da öyle getir!” ئولومڭ قيمتي لبيب افندينڭ ١٢٦٨’ده نشر اولونان ”جواهر ملتقطه “ اسمنده كي اثرنده خوش بر محاوره واردر. بو محاوره ايكنجي عبّاسي خليفه سي منصور ايله مابينجيسي ربيع آراسنده جريان ايتمشدر. خليفه مابينجيسنه شويله بر شي سويله مش: ”ربيع، آه اگر ئولوم دينيلن شي اولماسه يدي، شو دنيا نه كوزل اولوردي!“ فقط ربيع اعتراض ايدوب ئولومي مدافعه ايتمش: ”دنيانڭ كوزللگي ئولومدن طولاييدر!“ خليفه ده حيرتله : ”نه دن بويله سويلييورسڭ؟“ دييه صورنجه ، قورناز مابينجي: ”اگر دنياده ئولوم اولماسه يدي، قرداشڭ سفّاح ئولمز، سن ده خلافت تختنه چيقامازدڭ!“ منصور بو جوابي هم بگنمش هم ده تصديق ايتمش. Ölümün Kıymeti Lebib Efendi’nin 1268’de neşr olunan “Cevahir-i Multakite” ismindeki eserinde hoş bir muhavere vardır. Bu muhavere ikinci Abbasî halifesi Mansur ile mabeyincisi Rebi’ arasında cereyan etmiştir. Halife mabeyincisine şöyle bir şey söylemiş: “Rebi’, ah eğer ölüm denilen şey olmasaydı, şu dünya ne güzel olurdu!” Fakat Rebi’ itiraz edip ölümü müdafaa etmiş: “Dünyanın güzelliği ölümden dolayıdır!” Halife de hayretle: “Neden böyle söylüyorsun?” diye sorunca, kurnaz mabeyinci: “Eğer dünyada ölüm olmasaydı, kardeşin Seffah ölmez, sen de hilâfet tahtına çıkamazdın!” Mansur bu cevabı hem beğenmiş hem de tasdik etmiş.

Yukarıda verilen metinde işaretli kelimelerin günümüz Türkçesi ile okunuşlarını aşağıdaki boşluklara yazın. Numaralı daireleri denk gelen harfleri rakam sırasına göre aşağıya yazıp ortaya çıkan cümleyi Osmanlıca olarak yazıp en geç 25 Ağustos 2020 tarihine kadar mektub@osmanlicadergi.com adresine gönderin. Yapılacak kur’a ile belirlenecek 5 kişiye “Osmanlıca Ayasofya” kitabı hediye edilecektir. C E V A P