Konu resmiAhlakı Olmayanın Dini Olmaz
Baş Muharrir

”اخلاقي اولمايانڭ ديني اولماز“دين و اخلاق، بربريني تماملايان ايكي تمل عنصردر. اسلامه كوره عبادتلرڭ اڭ تمل آماجي، انساني اخلاقًا يوجلتمك و كوتو آليشقانلقلردن آرينديرمقدر. پيغمبر افنديمز(ص ع و) ده بو خصوصي، ”بن، كوزل اخلاقي تماملامق ايچون كوندريلدم“ حديث شريفيله بيان ايتمشدر. اسلام اخلاقي، عدالت، درستلك، مرحمت و يارديملاشمه كبي دگرلر أوزرينه قوروليدر. طوپلومڭ حضوري، آنجق بيريلرڭ بو دگرلره اويغون داورانمسيله ممكن اولور. ديني اينانج، آنجق شخصلرڭ حياتنده تظاهر ايتديگنده آڭلام قازانير. اخلاقي اولمايان بر ايمان، انساني ده طوپلومي ده يوزلاشديرر و دينڭ حقيقتندن اوزاقلاشديرر.نماز، اوروج، زكات كبي عبادتلر، انساني ساده جه اللّٰهه ياقلاشديرماز، عين زمانده كوتو داورانيشلردن اوزاق طوتمه يي ده آماچلر. مثلا، بقره سوره سي ١٧٧نجي آيتده ايي انسان اولمه نڭ ساده جه عبادتله دگل، اييلك، صبر، عدالت كبي اخلاقي دگرلرله ممكن اولديغي بيان ايديلير.اسلامده عبادتلرڭ اخلاقي داورانيشلره دونوشمسي اساسدر. اگر بر انسان عبادت ايدركن اخلاقي اولمايان داورانيشلر سركيلييورسه ، عبادتلرينڭ حقيقي آڭلامده بر قارشيلغي قالماز. نتكيم قرآنده ، ”نماز، انساني فحشدن و كوتولكدن آلي قويار“ ( عنكبوت سوره سي، ٤٥) آيتيله ، عبادتڭ انساني اخلاقًا اگيتمسي كركديگي آڭلاتيلير. بر كيشينڭ ديندار اولديغني ادّعا ايدوب اخلاقي قوراللره اويمامسي، دينه آيقيري بر طورومدر. دين ساده جه بر اينانج سيستمي دگل، عين زمانده حياتڭ كنديسيدر. انسانڭ اخلاقه آيقيري داورانيشلر سركيله مسي، اونڭ اينانجنده صميمي اولماديغي صوڭوجني ويرر. بر 'نسان عبادتلريني يرينه كتيريركن طوپلومه قارشي كوتو داورانيشلر سركيلييورسه ، بو طوتارسزلق ديني اعتبارسزلاشديرر. پيغمبر افنديمز، ”قومشوسي آچكن طوق ياتان بزدن دگلدر“ (مسلم، ايمان، ١٣٢) بويورارق، كيشينڭ عبادتلريله طوپلومسال صورومليلقلري آراسنده بر دنكه قورمه سني شرط قوشمشدر.بو سببله ، ديندار اولمق ساده جه عبادتلري يرينه كتيرمك دگل، عين زمانده اخلاقي صورومليلقلري ده اكسيكسز بر شكلده يرينه كتيرمكدر. اونوتمايالمكه دين، اخلاقله حيات بولور و آنجق اخلاقله آڭلام قازانير.Din ve ahlak, birbirini tamamlayan iki temel unsurdur. İslam’a göre ibadetlerin en temel amacı, insanı ahlaken yüceltmek ve kötü alışkanlıklardan arındırmaktır. Peygamber Efendimiz (sav) de bu hususu, “Ben, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” hadisi-i şerifiyle beyan etmiştir.  İslam ahlakı, adalet, dürüstlük, merhamet ve yardımlaşma gibi değerler üzerine kuruludur. Toplumun huzuru, ancak insanların bu değerlere uygun davranmasıyla mümkün olur. Dinî inanç, ancak şahısların hayatında tezahür ettiğinde anlam kazanır. Ahlaki olmayan bir iman, insanı da toplumu da yozlaştırır ve dinin hakikatinden uzaklaştırır.Namaz, oruç, zekât gibi ibadetler, insanı sadece Allah’a yaklaştırmaz, aynı zamanda kötü davranışlardan uzak tutmayı da amaçlar. Mesela, Bakara Suresi 177. ayette iyi insan olmanın sadece ibadetle değil, iyilik, sabır, adalet gibi ahlaki değerlerle mümkün olduğu beyan edilir.İslam’da ibadetlerin ahlaki davranışlara dönüşmesi esastır. Eğer bir insan ibadet ederken ahlaki olmayan davranışlar sergiliyorsa, ibadetlerinin hakiki anlamda bir karşılığı kalmaz. Nitekim Kur’an’da, “Namaz, insanı fuhuştan ve kötülükten alıkoyar” (Ankebut Suresi, 45) ayetiyle, ibadetin insanı ahlaken eğitmesi gerektiği anlatılır. Bir kişinin dindar olduğunu iddia edip ahlaki kurallara uymaması, dinin özüne aykırı bir durumdur. Din sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda hayatın kendisidir. İnsanın ahlaka aykırı davranışlar sergilemesi, onun inancında samimi olmadığı sonucunu verir. Bir birey ibadetlerini yerine getirirken topluma karşı kötü davranışlar sergiliyorsa, bu tutarsızlık dini itibarsızlaştırır. Peygamber Efendimiz, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” (Müslim, İman, 132) buyurarak, kişinin ibadetleriyle toplumsal sorumlulukları arasında bir denge kurmasını şart koşmuştur. Bu sebeple, dindar olmak sadece ibadetleri yerine getirmek değil, aynı zamanda ahlakî sorumlulukları da eksiksiz bir şekilde yerine getirmektir. Unutmayalım ki din, ahlakla hayat bulur ve ancak ahlakla anlam kazanır.

Metin UÇAR 01 Kasım
Konu resmiBen, Güzel Ahlâkı Tamamlamak İçin Gönderildim
Poster

Osmanlıca DERGİ 01 Kasım
Konu resmiİlel-i Ahlâkiyemiz*
Okuma Metinleri

(1) -Bî-ahlaki-i kevni içinde hususi ahlaksızlığımız-Irkımızın yetiştirdiği en büyük zarif ve nüktedan enmuzeci değilse, en büyüklerinden biri olan cenab-ı Mukadderat-ı Tarihiye’me lütfen yazdığı o muhalled makalesinde: “Ecza-yı ferdesi arasında cazibe-i kafiye bulunmayan bir cisim elbette dağılır, bahusus zerratı duçar-ı fesad olunca… Akvam-ı müterakkıyede hiç kimse diğerinden bir şey ummaksızın bütün efrad-ı millet birbirini sever, biz bilakis yekdiğerimizi sevmeyiz” diyor. Şu güzel ve acı cümle herkes gibi beni de hayli düşündürdü. Bu düstur-ı ruhi üzerine bina-yı muhakemat ettim ve Mukadderat-ı Tarihiye’deki “teraddiyat-ı ahlakiye” faslını -diğer bazı fasıllar gibi- tevsi ile en mühim meselemiz hakkında meydana bir kitap getirmek istedim. İşte İlel-i Ahlakiyemiz’in gaye ve sebeb-i tedvini budur.Evet, sukut ediyoruz. Heva-yı nesiminin maverasından kopmuş bir şehab gibi sukut ediyoruz. Hebutumuzun birçok esbabı var. O esbabın da ledünniyatı var. Fakat bir de bütün bu esbab ve ledünniyatı muhit olan mesele-i ahlakiye mevcut ki bununla pek az meşgul oluyoruz. Bu meselenin fizyoloji ve psikolojisi ile uğraşmamışız. Bu illet-i ahlakiyenin esbab-ı müvellidesi nedir, nasıl teşhis edilebilir, seyri ne merkezdedir, kabil-i tedavi midir, değil midir, imkân-ı şifa varsa ne gibi tedabire tevessül edilmelidir? (2) Bunlar meselenin en mühimleri olduğu halde en unutulanlarıdır.İşte, birçok meselede olduğu gibi, biz de burada bir tecrübe-i kalemiye yürüteceğiz. Ruh halimizde mündemiç efkâr-ı bedbinaneyi tashihe zafer-yab olacak muahezelerimiz çıkarsa herkesten evvel biz bu mağlubiyetimiz ile iftihar ederiz, herkesten evvel biz münekkidimizi tebrik edeceğiz. Fakat heyhat! Bizim gibi bedbahtlara böyle şanlı hezimetten nasip olur mu?*İllet-i ahlakiye -şu asırda- kevnidir; hususi değildir. Cemiyetlerin teşekkülüne, bilahare kıyam ve bekasına badi olan anasır-ı ruhiye ve ahlakiyeden birçoğu tereddi ediyor ve onların makamına kaim olacak yeni anasır henüz zuhur etmiyor.Avrupa ağır bir buhran-ı ahlaki geçirmektedir. Lazım olan mezaya ve fezailin gevşemesi adeta Avrupa şirazesinin dağılması demektir. Bu şiraze muhtel olur olmaz kitab-ı garbın her varakı tabiatıyla dökülür.Dahili bir seretan gibi ahlaksızlık Avrupa’yı yiyor. Biz garbın hay ve husuna, zahiri parlaklığına şaşaa-i suriyesine, debdebe-i sathiyesine, tantana-i suniyesine servet-i madeniyesine pek kapılıyoruz. Acaba bu sırmalı sitarenin arkasında neler cereyan ediyor? Ara sıra bir Panama hadisesi, bir Dreyfus meselesi, bir Kalmet-Madam Kayyo vakıası ile bu perde biraz açılıyor. O sayede bu yaman levs âbâdi bir an için görebiliyoruz.Ben şu satırları yazarken Kayyo meselesi bütün cihanı işgal ve it’âb ediyor. Bu şaheser-i bî-ahlakîye dair fikrimi iki sözle söyleyeyim.Fransa, artık âlem ve medeniyet için kabak tadı verdi. Orada ahlaksızlık asıl, fazilet arız haline geldi. Bu işte Gaston Kalmet de (3) haksız, Kayyo da haksız, zevcesi de haksız, cümlesi haksızdır. Şu kadar var ki Kalmet de Kayyo da refikası da birbirinin aleyhinde her ne söylemişler ise hepsi haklıdır.Muhit-i ictimai, nakit denilen şey’-i menhusun kanun-ı tasarrufu, Avrupa tarz-ı idaresi, diplomasi, hükümet-i sarrafiye, siyaset-i nisaiye, el-hükmü limen galebe, ihtirasat-ı mütenevvia, adem-i müsavat, garp denilen vücudu bürüyor, üzüyor, ihtiyarlatıyor.Eğer Fransa’da para meselesi şekl-i hazırında hal olmasaydı, eğer Paris’te sanadid-i cumhuriyet sarrafan meyanından intihap olunmasa, onlar da ahaliyi sabık zenci üsera gibi idare etmeselerdi bir Mösyö Jozef Kayyo doğmaz; ona mukabele edecek bir Figaro gazetesi de kâri’ bulamazdı.Netice-i makal: Avrupa kasr-ı medeniyetinin kirişleri şu 1914 senesinde her neredeyse muhtel olacak, kopacak mertebede eskimiştir.Ancak maziden intikal eden bazı kuva-yı ahlakiye, vatan, millet, ticaret gibi bazı mefhumlar hala bu bina-yı ictimaiyi muhafaza ediyor. Bu esasatın muhtel olduğu yerlerde istikbal tehlikededir. Binnisbe olduğu memleketlerde ise biraz fazla zindelik müşahiddir:Ahlak-ı akide-i hazıranın biz Türkler de taht-ı nüfuzunda bulunuyoruz. Avrupa memleketimize pek yakındır. Para itibariyle Avrupa’nın tebaa ve haraç-güzarıyız. Bunun içindir ki aynı sarraf ahlaksızlığını Paris’te ve Galata’da görüyoruz. Tarz-ı hükümetimiz, hatta meşrutiyetimiz de Avrupa usul-i idaresinin kabataslak bir numunesidir. Binaenaleyh Avrupa’nın alel-umum siyasi ahlaksızlıklarına bizde de misal bulabiliriz.Muaşeret hususunda da garp mukallidi namzediyiz. Bu itibarla da tereddiyat-ı ahlakiye-i efrenciye bize sirayet etmiş bulunuyor.(4) Buna mukabil Avrupa’nın fezail-i hazırasından pek çoğunu benimsemişiz. Vatan, din, millet hisleri -bazı kuyud tahtında- Avrupa’dan alınabilirdi. Esef olunur ki bunları istikraz etmekliğimiz şöyle dursun, tetkik bile etmemişiz.Kabiliyet-i tenkid ve muhakememiz inkişaf etmemiştir. Avrupa medeniyetinin âli (teknik) ve ahlaki kısımlarını tefrik edemiyoruz. Herkesin reyi muhtelif ve mütehalif. Gayemizi unutuyoruz. Hepimiz bir rayet-i emel altında toplanıyoruz. Ricalimizden biri katına tesadüf ettim ki bütün adab-ı muaşereti, bütün mevadd-ı hissiye ve ahlakiyesi ile Frenk olmaklığımızı tavsiye ediyorlar. Bir millet diğerin medeniyet-i ahlakiyesine harfiyen kabul etmeye muktedir midir? Bu cehaletin tetkikine bile tenezzül etmeden eazımımız liberallik gösteriyorlar. Bir aks olarak pek yüksek tabakada zevata tesadüf ettim ki (teknik) Avrupa medeniyeti bile hedef-i istihza ediyorlar.Birkaç milyon halk, asr-ı hazırda, müterakkiyane yaşayabilmek için milleti tarzında tensikata mazhar olmalıdırlar. Bir millet ise her şeyden evvel bir gayenin umum efrat tarafından kabul edilmesi ile teşekkül eder. İşte biz gayemizi unutuyoruz. Bu ahlaki ve manevi şirazenin unutulması zıman-ı ictimaiyi ortadan kaldırıyor. Eczacıyı birbirine raptedecek rişte kopuyor. Ortada yalnız boğazlar meselesi kalıyor, bu da olmasa izmihlal yüzde yüzdür. Büyük saikler yok olunca artık boğaz meselesi, bu ızdırar ve ızdırap her şeyi ibaha ediyor. Nazar-ı ihtirasımız dostumuzun ağzında değil, hatta midesindeki nan-pareye bile mün’atıf oluyor.Bu zaruret, ahlak-ı hususiyemizi de bütün bütün bozmuştur. Mealiye pek o kadar istinat etmiyoruz. Daire-i mahremiyetimizde de bir gayemiz kalmadı.(5) Eğer böyle gidersen devletçe değil, milletçe mahvoluruz. Slav ve Cermen anasırı içinde boğuluruz. Ecanibin nasibi olan eyalat-ı sabıkamızda Türkler adeta Amerika’daki kırmızı derili Hintlilerin uğradıkları felaketlere giriftar oluyorlar. Muharebeden evvelki Yunanistan ve Sırbistan’da ahali-i İslamiye tükenmişti. Halbuki mesela Niş’te, İvranya’da, Yenişehir’de, Eğriboz’da ilaahirihi mühim cemaat-i İslamiye vardı.Gaye-i âmme ideal puplic’in indirası gaye-i hususiyeyi mahvediyor. Anlaşılan âm ile hâs birlikte gitmektedir. Buna binaendir ki yeni bir ülke fethedildiği vakit gaye-i âmme hasıl oluyor ve derhal fatihlerin gaye-i hususiyesi de karîn-i husul olmakta gecikmiyor. Mesela İngiltere Hindistan’a müstevli oluyor, İngiliz tebeası derhal ticaret ve sanayii yed-i inhisara alıyor. Bir aks olarak -serbesti-i ticaret kaidesine rağmen- Fransa Hind’i, Kanada’yı, Fransa adasını zayi ediyor, oradaki Fransız menafii pamal oluyor.Teessüf olunur ki bu nukatı unutuyoruz, ahlakın heyet-i beşeriyedeki rolünü bilmek öğrenmek istemiyoruz. Fırkalar ve hükumet de henüz bu nukat ile dimağını yormuyor.Hele erbab-ı kalemimiz afv olunmaz bir lakaydi ile cürm-i mütemadilerine devam ediyorlar. Bu hay huy içinde hayli küfürbazlık ediyoruz. Hiçbirimiz diğerini sevmiyor. Dedikodu, iftira, bühtan, kıskançlık, gıybet, tabasbus kıs aleyhi’l-bevaki (diğerlerini buna kıyas et) artık ahlak risalelerimizde bile mübah harekât idadına (sırasına) girecek.Filvaki bir emr-i akdi ve indidir. Fakat muhtelif ve mütenevvi ahlakların fevkinde bir de la yeteğayyer (değişmez) ahlak vardır. Bu, (huku-ı mevzuaya nispetle hukuk-u tabiiye gibi) zaman ve mekan ile değişmez. Bir dereceye kadar mantıki ve riyazidir. İşte biz buna bile iltifatkar olmuyoruz.(6) Menafi-i zatiyemizi sıyanet için menafi-i âmmemizi baltalıyoruz. Menafi-i âmmenin zıman ve kefaleti münselib olunca efsus (eyvah) ki menafi-i zatiyemizde perişan oluyor! İşte meselelerin mebde ve müntehası… Nassreddin Hoca gibi üzerinde oturduğumuz dalı kesmekteyiz.Bu seretanı (kanseri) durdurmak, binaenaleyh saltanat-ı Osmaniyeyi, tamamiyet-i milliyemizi vikaye etmek mümkün müdür? İşte bütün bu risalemiz bu suale bir cevap teşkil etmek için kaleme alınmıştır.Bir gece eazım-ı ricalimizden bir zat-ı mufahhamın (kömürleşmiş bir zatın) devlethanesinden bir zat-ı besim (güleç bir zat) bir aralık dana dedi ki:- Tarih-i İstikbal’inizin “Mesail-i Siyasiye” kısmını okudum. Bizim fırkamız bir fırka-i siyasiyedir. O halde onu niçin pek bülend bir mevkide görmek istiyorsunuz? Fırak-ı siyasiye öyle gayevi bir mevkide bulunabilir mi?Hazrete cevap verdim:- Zemini, zamanı nazar-ı dikkate alarak size söyleyeyim ki ittihad ve terakkiyi mesela bir Fransız partisine benzetmek doğru olamaz. Cemiyet pek esaslı bir mesuliyet-i tarihiyeyi dûş-ı hamiyetine almıştır. Binaenaleyh ben yine ısrar ederim. Bu cemiyeti pek yüksek bir mevkide görmek isterim.Bu sözleri şu teşhisnamenin girizgahında da sevilmeği kendime bir vazife addederim.Celal Nuri *Hürriyet-i Fikriye, 3 Nisan 1330, no: 9, s. 2

Osmanlıca DERGİ 01 Kasım
Konu resmiOsmanlıların İyi Ahlakı Nereden Geldi?*
Okuma Metinleri

(1) Bir adam Osmanlı tarihini ibtidasından sonuna kadar okur, amma dikkatli ve anlayarak muhakeme ederek okur ise görür ki; milletimizin başlangıcında Osmanlıların ahlakı pek iyi imiş. Daha bir millet halinde değil iken, henüz çadırlar altında göçebe bir aşiret iken Süleyman Şah, Ertuğrul Bey gibi reisler zamanında bu aşiret o kadar güzel huylu imiş ki yalancılık, hilekarlık, hırsızlık, kancıklık gibi fena huyların hiçbirisini bunlar bilmezler imiş bile. Sözlerinde sebat etmek, kendilerinden aciz olanlara acımak, cömertlik, çalışkanlık, az şeye kanaat etmek gibi her türlü iyi huylar bu kahraman adamlarda mevcut imiş.Sonra bunlar Selçukî padişahlarının verdikleri yerlerde evler yaparak, köyler kurarak yerleştikleri zamanlar dahi bu iyi ahlakı muhafaza etmişler. Osman Gazi, Orhan Gazi, Hüdavendigar Murad Gazi gibi ilk padişahlarımız zamanlarında bu güzel huylar gittikçe atmışlar.(2) Osman Gazi ilk padişahımızdır ki biz onun ismiyle anılmışız. Bize Osmanlı namı onun isminden alınarak verilmiştir. Gazi Orhan onun oğlu, gazi Hüdavendigar dahi Orhan’ın oğludur.Bunların zamanlarında şeyh Edebali, Akçakoca, Gazi Mihal gibi adamlar var idi ki her biri yiğit, namuslu, Osmanlılık için sadık ve fedakâr adamlar idi.Evet, bunların arasında Gazi Mihal Bey namında bir Rum, bir Hıristiyan da var idi. Hatta yalnız Mihal Bey değil Evrenos Bey gibi daha birçok Hristiyanlar da var idi. Çünkü Osmanlılık yalnız Müslümanlara mahsus değildir. Osmanlı bayrağına tabi olan, Osmanlı kanununa itaat eden herkes Osmanlı olur. Bu memleketlerde oturup yaşamak her türlü din sahipleri için bir haktır. O hakkı Hıristiyan ve Yahudi hemşerilerimize şeriat vermiştir. Şeriat diye Müslümanlık dinimizin koymuş olduğu kanuna derler. Bu memlekette her türlü emniyet ile yaşamak Müslümanların ne kadar hakkı ise Müslümandan başka her milletin de o kadar hakkıdır.Şu ilk Osmanlıların iyi huylarını komşuları olan her türlü halk ile güzel geçirmelerini ne kadar medh etsek azdır. Bunlar bu güzel ahlakı ta Asya’nın içlerinden (3) getirmişlerdir. Haniya şu çöl, beyaban sandığımız yerler yok mu? İşte oralardan getirmişlerdir. Ama zihnimizi açalım. Her şeyin doğrusunu düşünelim ki muhakememizde, hükmümüzde yanlışlık etmeyelim. Hemen her milletin iktidarlarında ahlakları güzeldi. Bu güzel ahlakların da işte hepsi beyaban dediğimiz o tenhalık ve sadelik alemlerinden getirilmişler idi. Romalılarda böyleydi, Araplar da hepsi böyleydi. Sonraları medeniyetin telakkisi bu güzel ahlakları bir yandan daha ziyade ziynetleyip süsledi ise de bir yandan da bozdu. İnsanlar ilk sadeliklerini bırakıp yaşamakça külfetlere güçlüklere daldılar. Az şeylere kanaat etmez oldular. Bu halde daha ziyade, hem de pek çok çalışmak lazım iken bir de tembelliğe dûçâr oldular. Çok çalışmadıkça öyle bol bol yaşamak da mümkün olamadığından vardılar türlü ahlaksızlıklara dûçâr oldular.Bahsin buraları şurada bize lazım değildir. Bizim burada konuşacağımız şey Osmanlıların ilk iyi ahlakı nereden geldiği meselesidir. İşte gördük ki Osmanlılar daha Osmanlı adını takılmadığı zamanlarda Kayıhanlılar namıyla anıldıkları vakitlerde, çadırlar altında yaşar iken böyle bedevilik alemine mahsus olan iyi ahlaklılığa nail oldular.Bu ahlakın temelleri yiğitlik, çalışkanlık, zahmetlere katlanmak, yaşamak için yiyecek, içecek, giyecek, oturacak gibi şeylerce aza kanaat etmek, ırz ve namusa riayet (4) eylemek, kimsenin elindeki mala göz koymamak, zulmetmemek yani kimseye haksız yerde hiçbir taarruzda bulunmamak, yalan dolan ile kimseyi aldatmak, başkalarını taarruz şöyle dursun taarruz edenleri görürse kendisi menetmek, herkesi sevmek ve kendisini herkese sevdirmek gibi şeylerdir.İşte Osmanlıların her biri bu huylar ile ziynetlenmiş adamlar oldukları gibi bir hükümet kurdukları zaman bu huylar onların ahlak-ı umumiyesini de teşkil etmişler idi. Ahlakı böyle düzgün olanlardan kimse korkup kaçmaz. Bilakis herkes bunların yanına sokulup sayelerinde rahat yaşarlar. Cemiyetleri, milletleri, devletleri büyüdükçe büyür. Bu bir hakikattir ki cihanda her millet nezdinde böyle görülmüştür. En parlak bir misali de biz Osmanlılarda meydana çıkmıştır.Osmanlı tarihini okuduğumuz zaman yalnız vukuat ve havadisi öğrenmek için okumayacağız. O hikmetleri görüp kabul eder isek her birimiz herkesin beğeneceği, seveceği, yanına sokulacağı adamlar olacağız. Cümlemiz böyle güzel tabiatlı, iyi huylu olduğumuz halde ise milletçe dahi iyi ahlaklı bir millet olacağımızdan başka milletler dahi bizi beğenecekler, sevecekler, bizimle ittifaka can atacaklardır.Ahmed Midhat*Arkadaş Mecmuası, 5 Şubat 1325, s. 67

Osmanlıca DERGİ 01 Kasım
Konu resmiTiyatrolar Ahlakımıza Nasıl Tesir Ediyor?*
Okuma Metinleri

(1) Tiyatroların teessüsünden maksad, bir vakayı tasvir ve ahlak-ı umumiyeyi tezhip içindir. Tiyatrolara mekteb-i edeb denilmiş olduğu gibi ceride-i edeb de denilebilir. Evrak-ı havadis vukû‘ât-ı rûz-ı merreyi dikkate alarak enzâr-ı âmmeye arz ettiği gibi, tiyatrolar da aynı maksadı takip ederek sahnelerinde bin türlü meâli ve müsâvi nazargâh-ı ibrete vaz‘ eder. Ne demek (2) bu, hem bir mekteb hem de bir ceride-i edebdir. Maksad-ı teessüs de bundan ibaret olmak gerektir.Avrupa’da bu müesseseler her ne şekil ve surette olursa olsun, onların ahlak ve mişvarlarıyla kâbili-i teliftir. Lakin bizim ahlakımız Avrupa ahlakına taban tabana zıt olduğu halde, tiyatrolarımız, onlarınkine nasıl tatbik olunabilir?Bir İslam kadınıyla bir Avrupa madamını göz önüne getirirsek görürüz ki: Birisi çarşıda, pazarda açık saçık, elinde bir bastonla gezer; (3) birisi baştan tırnağa kadar örtülmüş ya komşusunun yahut akrabasından birisini görmekten bile bezer. Biri sokak süpürgesi, biri ev kadını. Birisi danslarda, ağuş-ı yâre düşmüş, zevcinden müteneffir, birisi hubb-ı zevcinden mütevellid bin dert ile mütekeddir.Böyle bir terbiye-i diniyeye malik olması lazım gelen nice sabiyelerin üç dört yaşından bede’ ile çarşaf koyacağı zamana kadar bizim tiyatrolarımıza devam ederse acaba batnen ba’de batnin yetişecek olan vatan ne gibi bir terbiye-i milliyeye malik olacağını (4) nazar-ı dikkate alırsak bizim tiyatrolarımızın kapısından içeriye girme lazım gelir. Çünkü bizde tiyatro şehevat-ı nefsaniyeden başka bir şeye hizmet edemez. Hangi birimiz vardır ki tiyatrodan ibret almak için oralara gitmiş bulunsun. Gidenler ya Minyon Virjin’in “Gemela”nın harekât-ı dil-firîbini! veya nagamat-ı samia nüvazını! dinlemek veyahut örneğin bir takım cinas, ama; perde bîrununa cinasları işitmek ve taklit etmek içindir.(5) Böyle rezalet hanelere tiyatro namı verilmek de devr-i istibdattan kalma mahsusat-ı mezmumemizdendir. Gerek oğullarımız gerek kızlarımız, acaba bu rezalet hanelere devam etmek suretiyle yetişecek olursa, rakkaselikten, mukallitlikten, dekolte giymek, güzelce bıyık bükmekten başka ne öğrenebilir?Tiyatrolarımız balada gösterdiğimiz şekle girerse o vakit biz de devam eder ve elimizden geldiği kadar da hizmet ederiz. Vakıa bütün bütün kalkması mümkün olsa, febiha, lakin ref’i, (6) adîmü’l-ihtimal olduğundan hiç olmazsa ıslahına bakalım, evlad-ı vatanı bilmeyerek teslim etmeyelim.Hanımlara mahsus olmak üzere oynanan tiyatrolara ise memalik-i İslamiyemizde hiçbir zaman, hiçbir suretle nazar-ı müsamaha ile bakılamaz, selamet-i ahlakiye namına badema kadınlara mahsus tiyatro oynanılmamasını şehremanetinin derkar olan! himmet ve gayretinden bekleriz. *Volkan Gazetesi, 17 Muharrem 1317, no: 39, s. 3

Osmanlıca DERGİ 01 Kasım
Konu resmiZekât ve Sadaka
Beyt-i Berceste

دگل يالڭز اشخاصده  و خصوصي جماعتلرده ، بلكه  عموم نوع بشرڭ سعادت حياتي ايچون اڭ مهم بر ركن، بلكه  دوام حيات انسا نيه  ايچون اڭ مهم بر ديرك، زكاتدر. چونكه  بشرده  خواص و عوام، ايكي طبقه  وار. خواصدن عوامه  مرحمت و احسان؛ و عوامدن خواصّه  قارشي حرمت و اطاعتي تأمين ايده جك، زكاتدر. يوقسه  يوقاريدن عوامڭ باشنه  ظلم و تحكّم اينر. عوامدن زنكينلره  قارشي كين و عصيان چيقار. ايكي طبقۀ بشر دائمي بر مجادلۀ معنويه ده ، بر كشماكش اختلافده  بولونور. طبقۀ انسانيه  آراسنده  مصالحه نڭ تأميني و مناسبتڭ تأسيسي، آنجق و آنجق اركان اسلاميه دن اولان زكات و زكاتڭ ياورولري اولان صدقه  و تبرّعاتڭ هيئت اجتماعيه جه  يوكسك بر دستور اتخاذ ايديلمسيله  اولور.Değil yalnız eşhâsta ve hususî cemâatlerde, belki umum nev‘-i beşerin saadet-i hayatı için en mühim bir rükün, belki devâm-ı hayat-ı insaniye için en mühim bir direk, zekâttır. Çünkü beşerde havâs ve avâm, iki tabaka var. Havâstan avâma merhamet ve ihsân; ve avâmdan havâssa karşı hürmet ve itâati te’mîn edecek, zekâttır. Yoksa yukarıdan avâmın başına zulüm ve tahakküm iner. Avâmdan zenginlere karşı kin ve isyan çıkar. İki tabaka-i beşer dâimî bir mücâdele-i ma‘neviyede, bir keşmekeş-i ihtilâfta bulunur. (Osmanlıca Mektubat, s. 119)Tabaka-i insaniye arasında musâlahanın te’mîni ve münâsebetin te’sîsi, ancak ve ancak erkân-ı İslâmiyeden olan zekât ve zekâtın yavruları olan sadaka ve teberruâtın hey’et-i ictimâiyece yüksek bir düstûr ittihâz edilmesiyle olur. (Osmanlıca İşaratü’l-İ’câz, s. 41)1.  Beyitذمّتكده قوما برحبّه زكاتویركه اوله مایۀ خیر و بركاتZimmetinde koma bir habbe zekâtVer ki ola mâye-i hayr u berekâtNabi (6)* ادّوا زكاة امولكم Mallarınızın zekâtını verin. (Hadîs)2. Beyitويركل زكاتِ كه اولديرر اسلامه قنطرهقلغل نمازيكه اولدرر اول دینكه عمادVirgil zekâtı ki oldurur İslâma kantara Kılgıl namâzı ki oldurur ol dînüne ‘imâdAhmedi (4/1)*Kantara: Köprüİmâd: Direk * الزكاة قنطرة الاسلامZekât İslam’ın köprüsüdür. (Hadîs) 3. Beyitدفع ایدر خشم خالقی صدقهمستحقّه تصدّق ایله مدامصدقیله بلایی رد ایلهبودرر قول پاك خیر الانآمDef’ ider hışm-ı Hâlık’ı sadakaMüstehakka tasadduk eyle müdâmSadakayla belâyı red eyleBudurur kavl-i pâk-i Hayru’l-En’âmLutfi (7)*Müdâm: Devamlı, ara vermedenKavl-i pâk-i Hayru’l-En’âm: Yaratılmış mahlukatın en hayırlısının tertemiz sözü * الصدقة یطفئ غضب الرّبSadaka Rabbin gazabını söndürür. (Hadîs)4. Beyitزكات مال چخركه ارتورر زكات آنیبوداندوغنده اغچ قاتِ چوغ اولر انكورZekât-ı mâlı çıhar ki arturur zekât anı Budandugında agaç katı çog olur engûr Ahmedi (4/2)*Katı: (Halk ağzı) Pek çokEngür: Üzüm* حصنوا اموالكم بالزكاةMallarınızı zekâtla koruyun. (Hadîs)5. Beyitقیل ایلوكی صال صویه كه دریالر ایدر درشول قطرۀ كم ابر عطای صدف ایلرKıl eylügi sal suya ki deryâlar eder dürŞol katreyi kim ebr ‘atâ-yı sadef eylerHayali Bey (3)*Dür: (fa.) İnciEbr: (fa.) Bulut‘Atâ: İhsanSadef: Midye, istiridye, içinde inci bulunan deniz hayvanı (Derler ki buluttan inen yağmur katreleri, istiridyenin içerisinde inciye dönüşür. Bu, nisan yağmurunun katresi ise tek büyük bir inci olur ve dürr-i yekta ismini alır. Dürr-i Yekta aynı zamanda, yer ve gök kabuklarından oluşan dünya istiridyesine bir nisan günü rahmet olarak gönderilen Aleyhissalatü Vesselam Efendimize verilen isimdir.)*رَجُلٌ تَصَدَّقَ بِصَدَقَةَ فأَخْفاها حتَّى لاَ تَعْلَمَ شِمالهُ ما تُنْفِقُ يَمِينهُ (Başka bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah’ın arşının gölgesinde barındıracağı yedi sınıf insandan altıncısı:) Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse. (Hadîs) Hüdayice: İyiliği et suya at bilmezse ger balık anı / Bilir ey dil Âlim ü Dânâ olan Hâlık anı6. Beyitاولدی عالمده افضل الصدقهحق سوزی طوغری ایلمك انهامرد ایسك حق كلامی كتم ایتمهحسنه نائلی قیلور مولاOldu ‘âlemde efdâlü’s-sadaka  Hak sözü togru eylemek inhâMerd isen Hak kelâmı ketm etme Hasene nâili kılur Mevlâİbrahim Hanif Efendi (8)*İnhâ: Ulaştırma, yetiştirmeKetm etmek: Saklama, gizlemeNâil: Erişen, kavuşan* افضل الصدقة كلمة حقSadakanın en efdâli hak sözdür. (Hadîs)7.    Beyitایكه یوق استطاعتوك مطلقصدقه ويرمكه بر اهل حقهیخشی سوز تركن ایتمه كیم اولمزیخشی سوزدن ثوابی چوق صدقهEy ki yok istitâ‘atun mutlakSadaka virmege bir ehl-i HakkaYahşi söz terkin itme kim olmazYahşi sözden sevabı çok sadakaFuzuli (5)*İstitâ’at: Güç, kuvvet, takat* الكلمة الطّیّبة صدقةGüzel söz sadakadır. (Hadîs)Kaynakça1. BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2011), Osmanlıca Mektubat, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât2. BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2014), Osmanlıca İşaratü’l-İ’câz, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât3. Divan-ı Hayali, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Ayasofya, No: 03915 (v. 41B)4. Divan-ı Ahmedi, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Hamidiye, No: 01082M (v. 47B - v. 58A)5. Hadis-i Erba’in Tercümesi, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Hekimoğlu Ali Paşa, No: 000168-001 (v. 6B)6. Hayriyye-i Nâbî, Edirne Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Sütlüce Dergâhı, No: 00076 (v. 8A)7. Kırk Hadîs, Milli Kütüphane, Yazmalar, No: A 8851/1 (v. 7B)8. Şerhu’l-Ehadisi’l-Erba’in, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Hamidiye, No: 01091-001 (v. 6A)9. https://kulliyat.risale.online/10. http://lugatim.com/11. https://portal.yek.gov.tr/

İbrahim SARITAŞ 01 Kasım
Konu resmiKelimelerin Kökenlerine Yolculuk
Kelimelerin Kökenkerine Yolculuk

قيمتلي دوستلر، طوغري و اتكيلي بر ايلتيشيم ايچون كلمه لريمزي طانيمالي يز. لسان كوزل قوللانيلمازسه ، كلمه لر دوشونجه و دويغولريمزي ايي آڭلاتاماز. دويغو و دوشونجه لر ايي آڭلاتيلمازسه ، ايلتيشيم بوزولور. انسانلر آراسي ايلتيشيم بوزولورسه آڭلاشمازلقلر، چاتيشمه لر باش دوسترير. ايشته بونڭ ايچوندركه ديل و كلمه لريمز چوق أونمليدر! ويريملي و صاغلقلي بر ايلتيشيم ايچون قوللانديغمز كلمه لري طانيمالي يز. بو آي كوكنلرينه يولجيلق ياپاجغمز ايلك كلمه مز “شادروان”Kıymetli dostlar, doğru ve etkili bir iletişim için kelimelerimizi tanımalıyız. Lisan güzel kullanılmazsa, kelimeler düşünce ve duygularımızı iyi anlatamaz. Duygu ve düşünceler iyi anlatılmazsa, iletişim bozulur. İnsanlar arası iletişim bozulursa anlaşmazlıklar, çatışmalar baş gösterir. İşte bunun içindir ki dil ve kelimelerimiz çok önemlidir! Verimli ve sağlıklı bir iletişim için kullandığımız kelimeleri tanımalıyız. Bu ay kökenlerine yolculuk yapacağımız ilk kelimemiz “şadırvan”ŞADIRVAN: Bu kelime Farsça kökenli bir kelimedir. Aslı “sâyeban” olan bu kelime, “sâye” kelimesi ile “ban” ekinin birleşmesinden oluşmuştur. Bu birleşik kelime “gölgelik” anlamında “gölge ile koruyan” demektir. Sâyeban, önce “şâdurban”, zamanla da câmi avlularında bulunan, ortasındaki fıskiyeden veya kenarlarındaki musluklardan su akan, üzeri açık veya bir kubbe ile örtülü, daire şeklinde, dört köşe veya çok köşeli abdest alınan yere isim oldu.YAĞMUR: Rahmeti, bereketi, hayatı hatırlatan, duası ve namazı olacak kadar mübarek olan bu güzel kelime Türkçedir. “Yağmak” kökünden türemiştir. Atmosferdeki su buharının yoğunlaşması sonucu yeryüzüne damlalar hâlinde düşen su katrelerine yağmur diyoruz. Bu Kelime lisanımızın en güzel kelimelerinden biridir. Pek çok deyimlerin ve ifadelerin içinde kullanılmıştır. Yağmur bazen bolluk ve çokluk ifade etmek için kullanılır. “Hediye yağmuru”, “kurşun yağmuru”, “eleştiri yağmuru” gibi. Yağmurla ilgili birkaç atasözümüzde şöyledir: “Abanın kadri yağmurda bilinir.” “Lodosun gözü yaşlı olur.” “Yağmur yağarken küpünü doldur.” “Yağmur yağsın da varsın kerpiççi ağlasın.” “Yağmur yağsa yaş görmez (değmez), dolu (kavga) olsa taş görmez (değmez).”DUŞ: Bu kelime dilimize Fransız kültüründen geçmiş bir kelimedir. Aslı “duşe” olan bu kelime püskürtme yoluyla yukarıdan akıtılan suyun altında yıkanmayı ifade eder. Biz aynı kelimeyi suyu püskürten düzenek için de kullanmışız. Önce bu şekilde yıkanma fiiline “duş yapmak” demişiz. Sonra yanlış bir kullanım da olsa “duş almak” demişiz. Zamanla “soğuk duş etkisi” gibi farklı deyimler de türetmişiz. MÜLAKAT: Bu kelime Arapça “kavuşmak” anlamındaki “lika” kökünden türetilmiştir. Mülakat yapana “mülaki” denilir. Ama mülakat kelimesi dilimizde bir yerde buluşmak suretiyle yapılan karşılıklı konuşma, görüşme anlamında kullanılmaktadır. Günümüzde ise genelde bir işe alınacakları seçmek maksadıyla yapılan karşılıklı konuşmaya mülakat denilmektedir. Eskiden gazetecilere röportaj vermek anlamında “mülakat vermek” diye bir ifade kullanılırdı. Maalesef mülakat vermek yerine “demeç vermek” ifadesi uyduruldu. Bu ifade de bugün unutuldu.NAÇİZ: Bu kelime birleşik bir kelimedir. Farsça “şey” anlamındaki “çiz” kelimesi ile olumsuzluk manasındaki “nâ” ekinin birleşmesinden ortaya çıkmıştır. Mütevazılığı ifade eden bir kelimedir. “Nâ-çiz”, adı anılmaya değmeyecek kadar ehemmiyetsiz, hiç hükmünde olan önemsiz şey demektir. Mesela Osmanlıda bir hediye veya eser takdim edilirken “hediye-i nâçiz”, “eser-i nâçiz” denilirdi. Yine mesela, bir kişi konuşma esnasında bir fikir söyleyecekse “Nâ-çizâne şöyle düşünüyorum…” diyerek söze başlardı.FLAŞ: Bu kelime de Türkçeye İngilizceden geçmiştir. “Ani parlama, kuvvetli ışık” anlamına gelmektedir. Kelime daha genel olarak “fotoğraf ışığı” manasında kullanılmıştır. Günümüzde ise fotoğraf çekerken ışığın yetmediği yerlerde kullanılan ve şimşek gibi ânî ve kuvvetli ışık veren lambalara bu isim verilmektedir. Yine bu konuda dilimize has olan bütün haberlerden önce duyurulacak değerde “medyayı alakadar edecek önemdeki haber” anlamındaki “flaş haber” ifadesini hatırlamak lazım.İSTİF: Bu kelime İtalyancadan dilimize geçmiştir. Kelimenin aslı “stiva”dır. Mana olarak “düzgün bir şekilde üst üste koyma, dizip yerleştirme, sıralama” anlamlarına gelmektedir. Kelime dilimizde yaygın bir şekilde kullanım alanı bulmuştur. “Taş istifi”, “kereste istifi”, “koli istifi” gibi. Mesela bu kelimeyi kendi hançeremizde işleyip, bir kişinin bir şey yapması gerekirken aldırış etmeyip, tutum ve davranışını hiç değiştirmemesini “istifini bozmamak” deyimiyle anlatmışız. Yine özellikle bu kelimenin hat sanatında özel bir yeri vardır. Zira “hat sanatında yazıyı daha güzel, daha etkili ve derli toplu bir şekil vermek için satır dışına çıkmak, harf ve kelimeleri göze ahenkli görünecek şekilde yerleştirmeye de” istif denir.

Mirza Ayhan İNAK 01 Kasım
Konu resmiKadeş Antlaşması
Biliyor muydunuz?

عثمانلي دولتي، انسانلغڭ و مدنيتڭ طوغديغي و كليشديگي أوچ قطعه نڭ اڭ أونملي نقطه لريني بارينديران بر آلانه  حكم ايتمكده يدي. حضرت آدمدن(ع م) اعتبارًا برچوق پيغمبرڭ كوندريلديگي و اڭ أونمليسي ده  پيغمبر افنديمزڭ(ص ع و) ياشاديغي طوپراقلر عثمانلي دولتنڭ النده يدي. بو قدر اسكي بر تاريخه  صاحب اولان و برچوق مدنيتڭ حكم سورديگي دنيانڭ اڭ تاريخي طوپراقلرنده  البته كه  چوق صاييده  هويوك و آركئولوژيك آلان بولوناجقدر. آركئولوژينڭ كليشمه يه  باشلامسيله  برلكده  عثمانلي طوپراقلرنده  چوق صاييده  قازي ياپيلمشدر. بو قازيلرده  چيقان اثرلرڭ سركيلنمسي ايچون كونمزده  استانبول آركئولوژي موزه سي اولارق بيلديگمز موزۀ همايون، ١٨٧٧ سنه سنده  قورولمشدر. بو موزه نڭ مديرلگنه  ١٨٨٢’ده  عثمان حمدي بك كتيريلمشدر. اونڭ دونمنده  عثمانلي طوپراقلرنده  برچوق آركئولوژيك قازي ياپيلييوردي. بعضيلرينه  بالذّات كندي قاتيلمشدر. بعض قازيلر ده  عثمانلي دولتنڭ اذني و كوزتيمي آلتنده  يبانجي آركئولوغلر طرفندن كرچكلشديريلييوردى. بو قازيلردن بريسي ده  دنيانڭ بيلينن ايلك يازيلي آندلاشمه سنڭ امضالانديغي حمصده كي قدش بولگه سنده  بر فرانسز آركئولوغ طرفندن ياپيلمشدر. بو آركئولوغ، كندي بوتچه سيله  چوق صاييده  اثرڭ بولونارق موزۀ همايونه  تسليم ايديلمه سني صاغلايشدر. بو سببله  عثمان حمدي بك، ٤ مارت ١٨٩٥ تاريخنده  معارف نظارتي آراجيلغيله  بو آركئولوغڭ دردنجي رتبه دن مجيدي نشاني ايله  أودوللنديريلمه سني طلب ايتمشدر.Osmanlı Devleti, insanlığın ve medeniyetin doğduğu ve geliştiği üç kıtanın en önemli noktalarını barındıran bir alana hükmetmekteydi. Hz. Adem’den (as) itibaren birçok Peygamberin gönderildiği ve en önemlisi de Peygamber Efendimizin (sav) yaşadığı topraklar Osmanlı Devleti’nin elindeydi. Bu kadar eski bir tarihe sahip olan ve birçok medeniyetin hüküm sürdüğü dünyanın en tarihî topraklarında elbette ki çok sayıda höyük ve arkeolojik alan bulunacaktır. Arkeolojinin gelişmeye başlamasıyla birlikte Osmanlı topraklarında çok sayıda kazı yapılmıştır. Bu kazılarda çıkan eserlerin sergilenmesi için günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi olarak bildiğimiz Müze-i Hümâyûn, 1877 senesinde kurulmuştur. Bu müzenin müdürlüğüne 1882’de Osman Hamdi Bey getirilmiştir. Onun döneminde Osmanlı topraklarında birçok arkeolojik kazı yapılıyordu. Bazılarına bizzat kendi katılmıştır. Bazı kazılar da Osmanlı Devleti’nin izni ve gözetimi altında yabancı arkeologlar tarafından gerçekleştiriliyordu. Bu kazılardan birisi de dünyanın bilinen ilk yazılı antlaşmasının imzalandığı Humus’taki Kadeş bölgesinde bir Fransız arkeolog tarafından yapılmıştır. Bu arkeolog, kendi bütçesiyle çok sayıda eserin bulunarak Müze-i Hümâyûn’a teslim edilmesini sağlamıştır. Bu sebeple Osman Hamdi Bey, 4 Mart 1895 tarihinde Maârif Nezâreti aracılığıyla bu arkeoloğun dördüncü rütbeden Mecîdî nişanı ile ödüllendirilmesini talep etmiştir.Belge tarihi: Hicrî 7 Ramazan 1312 (Miladî 4 Mart 1895)(1)Hû(2)Müze-i Hümâyûn (3)Numara 236(4)Maârif Nezâret-i Celîlesine (5)Devletlû Efendim Hazretleri(6)Fransa âsâr-ı atîka müntesibîninden mösyö Gotiye Suriye vilâyeti muzâfâtından Humus Kazâsı dâhilinde Kadeş tesmiye olunan mahalde şâyân buyurulan müsâade-i (7)aliyye-i nezâretpenâhîleri mûcib-i âlîsince kâffe-i masârıfı tarafına âid olmak üzere Müze-i Hümâyûn nâmına birkaç aydır icrâsıyla meşgûl olduğu (8)hafriyâtı geçende ikmâl eylemiş ve keşf ve ihrâcına muvaffak olup hükûmet-i mahalliyeden mendûb me’mûr-ı mahsûs ma’rifetiyle sebt-i defter edilen ve kavm-i (9)Hiti yâdigâr-ı kıymetdârından olarak el-hâletü hazihî müzede emsâli mevcûd olmayan bir hayli âsâr-ı makbûle bu kere Müze-i Hümâyûna bi’l-vücûh (10)dâire-i mahsûsasınca mevki-i teşhîre konulmuşlardır mûmâ-ileyh dâimâ Müze-i Hümâyûna bir hizmet-i müftehirede bulunmayı arzu ve ihtiyâr ederek şimdiye kadar (11)bir takım vesîlelerde bu arzusunu isbât eylediği gibi işbu Humus hafriyâtında mâlen ve bedenen sarf eylediği hizmet ve gayretle de te’yîd (12)edip taltîfât-ı maâlî-âyât-ı cenâb-ı Hilâfetpenâhîye kesb-i istihkâk eylediğine ve bu misüllü hayırhâhânın mazhar-ı âtıfet-i seniyye buyurulmaları (13)şân-ı âlî-i îcâbât-ı muhassenesinden bulunduğuna mebnî mûmâ-ileyhin dördüncü rütbeden bir kıt’a Mecîdî nişân-ı zîşânıyla taltîfine ibzâlî-i delâlet-i (14)aliyye-i cenâb-ı nezâretpenâhîleri müsted’âdır ol-bâbda emr u fermân hazret-i men lehü’l-emrindir (15)Müze-i Hümâyûn Müdürü(16)Bende (17)Hamdî (18)Fî 7 Ramazan sene 1312 ve fî 20 Şubat sene 1310

Arif Emre GÜNDÜZ 01 Kasım
Konu resmiOsmanlı’da Ahlaki Çözülmeye Karşı Alınan Tedbirler
Belge Okumaları

Osmanlı İmparatorluğu, yaklaşık altı asır boyunca geniş bir coğrafyada hüküm sürerken toplumsal düzeni sağlamak ve ahlaki değerleri korumak amacıyla pek çok tedbir almıştır. Devletin varlığını sürdürmesi ve toplumsal yapının dengede kalması, bireylerin ahlaki kurallara uymasıyla yakından ilişkilendirilmiştir. Zira tabi oldukları İslam dininin peygamberi Hz. Muhammed (sav), “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurmuş, ahlakı dinden ayrı tutmamıştır. Osmanlı’da ahlaki çözülmelere karşı alınan tedbirler hem dini hem de hukuki kurallar çerçevesinde şekillenmiştir. Başlıca tedbirler şöyle sıralanabilir: 1. Dinî Kurumların RolüOsmanlı’da ahlakın korunmasında İslam’ın değerlerine büyük önem verilmiştir. Şeriat kuralları, toplumun ahlaki düzenini sağlamak için temel kaynaklardan biri olarak kabul edilmiştir. Camiler, tekkeler ve medreseler aracılığıyla ahlaki eğitim verilmiş ve bireylerin ahlaki gelişimine katkı sağlanmıştır. Gerek vaaz ve hutbelerde ve diğer dini toplantılarda insanlara ahlaklı olmanın önemi anlatılır, kötülüklerden uzak durmaları telkin edilirdi. Tarikatlar, özellikle tasavvuf düşüncesi, kişilerin manevi dünyasını zenginleştirerek ahlaki bozulmaların önlenmesinde etkili olmuştur. 2. Hukuki Düzenlemeler (Örfî ve Şer’î Hukuk)Osmanlı hukuk sistemi, ahlaki çözülmelere karşı caydırıcı önlemler getirmiştir. Şer’î mahkemelerde yargılanan ahlak dışı eylemler cezalandırılırken, toplumun düzenini bozabilecek davranışlar için örfî hukuk yoluyla da düzenlemeler yapılmıştır. Zina, İslam hukukuna göre ciddi bir suç kabul edilmiş ve şahitlerin beyanıyla tespit edilerek cezalandırılmış; içki tüketimi de yasaklanmıştır. Bekçiler ve zabitler, mahallelerde düzeni sağlamak ve ahlaki kurallara uyulmasını denetlemekle görevlendirilmiş, kamu düzeni bu denetimlerle sağlanmaya çalışılmıştır.3. Mahalle Sistemi ve Sosyal DenetimOsmanlı toplumunda mahalle sistemi, bireylerin hem sosyal hem de ahlaki yönden denetlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Her mahalle bir imam veya muhtar tarafından yönetilirken, mahalle sakinleri birbirini denetleme sorumluluğunu taşımıştır. - Ahlaki Çözülme Karşısında Toplum Baskısı: Osmanlı toplumunda, bireylerin ahlaka aykırı davranışlar sergilemeleri mahalle sakinleri tarafından hoş karşılanmaz ve uyarılar yapılırdı. Ahlaki kurallara uymayan bireyler sosyal dışlanmayla karşı karşıya kalabilirdi. - Komşuluk Hakkı ve Yardımlaşma: Toplumun birlik ve beraberliğini sağlamak için komşular arasında güçlü bir yardımlaşma kültürü teşvik edilmiştir. Bu durum, ahlaki çözülmenin önlenmesine önemli katkı sağlamıştır. 4. İktisadi Tedbirler ve İsrafın ÖnlenmesiOsmanlı’da ahlaki çöküşün önlenmesi için ekonomik tedbirler de alınmıştır. İsraf, şahsi ahlak açısından önemli bir sorun olarak görülmüş ve bu konuda çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Esnaf teşkilatı olan Ahilik, sadece mesleki gelişim değil, aynı zamanda ahlaki değerlerin korunması açısından da etkili olmuştur. Ahiler, esnaf arasında dürüstlüğü, kanaatkârlığı ve helal kazancı teşvik etmiş, çıraklar işlerindeki ustalaşırken ahlaken de sağlam bir karakter geliştirmişlerdir.Şeyhülislamlar da gereksiz harcamaların ve gösterişin önlenmesi için fetvalar vermiş, özellikle devlet erkanında sadeliğin korunması konusunda ikaz edici olmuşlardır. 5. Aile ve Eğitim Kurumları Üzerine TedbirlerOsmanlı toplumunda ailenin ahlaki değerlerin aktarılmasındaki rolü büyüktü. Çocuklar, küçük yaşlardan itibaren İslam ahlakına uygun olarak yetiştirilirdi. Eğitim kurumları da çocukların ahlaki gelişimini desteklemiştir. Medreselerde dini ve ahlaki eğitim verilerek genç nesillerin ahlaklı bireyler olarak yetişmesi sağlanmıştır. Kız çocuklarının ahlaki ve dini eğitimi de ihmal edilmemiştir. Böylece ileride anne olacak kadınların, ahlaklı bireyler olarak topluma katkı sağlamaları hedeflenmiştir. 6. Devletin Denetim ve Cezalandırma MekanizmalarıOsmanlı padişahları, ahlaki çözülmeyi önlemek için doğrudan müdahalelerde bulunmuştur. Kanunî Sultan Süleyman gibi bazı padişahlar, kamu düzenini bozabilecek ahlak dışı davranışlara karşı sert tedbirler almışlardır. Ayrıca, kadılar aracılığıyla adaletin hızlı ve etkin bir şekilde sağlanmasına özen gösterilmiştir. Saraydaki ahlaki düzenin korunması için belirli kurallar konulmuş, israfa ve aşırılığa izin verilmemiştir. Kamu malının israfını önlemek amacıyla beytülmal (devlet hazinesi) sıkı bir şekilde denetlenmiş, yolsuzluk yapanlar cezalandırılmıştır. Netice olarak;Osmanlı Devleti’nde ahlaki çözülmeye karşı alınan tedbirler, dinî, hukuki, sosyal ve ekonomik boyutlarda kendini göstermiştir. Dinî eğitim ve tarikatların manevi yönlendirmeleri, mahalle sistemi ve sosyal baskı, esnaf teşkilatları ile kamu düzeni denetimleri gibi uygulamalar, toplumun ahlaki yapısını korumada etkili olmuştur. Osmanlı’nın bu tedbirleri, sadece şahısların ahlaklı olmasını sağlamakla kalmamış, aynı zamanda devletin sürekliliğini ve toplumun huzurunu temin etmeye de hizmet etmiştir. Bu tedbirlerin, Osmanlı’nın geniş coğrafyasında ve uzun tarihi sürecinde toplumsal düzeni sağlamak açısından önemli birer yapı taşı olduğu söylenebilir. Ahlaki değerlerin korunması için bireyler ve kurumlar arasındaki iş birliği, Osmanlı toplumu için önemli bir denge unsuru olmuştur. Vesika 1 Tesettüre riayet edilmesi, adab ve ahlak-ı milliyeye muhalif hal ve harekatın men edilmesi (15 Ağustos 1910)Dâhiliye NezâretiMuhâberât-ı Umûmiyye DâiresiDördüncü Şuʻbe287 UmûmTesettür(1) Hülâsa: Tesettür-i nisvâna dikkat edilmesi(2) Şerîʻat-i garrâ-yı Ahmediyeʼnin âlem-i insâniyete bahş ettiği ehâsin-i âdât cümle-i cemilesinden olan tesettür-i nisvân (3) emr-i mühimmine baʻzı nisvân-ı İslâm tamâmıyla riʻâyet edilmemekde ve âdâb ve ahlâk-ı milliyeye muhâlif evzâʻ (4) ve harekâtda bulunulmakda olduğu anlaşıldığından bahisle dînen ve siyâseten (silik) olan bu gibi hâlât-ı gayr-ı (5) marziyyenin her hâlinde men'i ile dîn-i mübîn ve şerʻ-i kudsiyet-karîn-i Muhammedînin muhâfaza-i ahkâmına dikkat (6) ve iʻtinâ (silik) taʻmîmen teblîği taraf-ı âlî-i meşihat-penâhîden bildirilmiş ve teblîğât-ı umûmiyye îfâ edilmiş olmakla (7) oraca da ana göre muʻâmele îfâsı muktezîdir.(8) Fî 2 Ağustos sene 326(9) Dâhiliye Nâzırı nâmına(10) müsteşâr Vesika 2 Düğün ve sünnet cemiyetlerindeki ahlaka aykırı eğlence ve israfın önlenmesi (15 Şubat 1920)Bâb-ı FetvâDâire-i Meşîhat-ı İslâmiyyeMektûbî KalemiAded 13Hüve(1) Dâhiliye Nezâret-i Celîlesine(2) Devletlü efendim hazretleri(3) Velîme-i hıtân cemʻiyyetlerinde vukûʻ bulan menhiyyât ve isrâfâtın menʻi hakkında on iki sene evvel Meclis-i İdâre-i livaca ittihâz olunup (4) hüsn-i teʼsîri görülen karârın mürûr-ı zamânla ihmâli yüzünden hâl-i hâzırda ahvâl-i gayr-ı marziyyenin daha ziyâdeleşmiş olduğu beyânıyla bu bâbda (5) mahallince ez-ser-i nev sebk edecek mesâʻînin müsmir olabilmesi zımnında delâlet-i mukteziyyenin teʼmîn-i îfâsı Karahisar-ı Sâhib sancağı (6) Dârüʼl-Hikmetiʼl-İslâmiyye şuʻbesi riyasetinden işʻâr kılınmış ve bu gibi cemʻiyyetlerde birtakım işret meclisleri teşkîl edilerek alenen (7) îş ü nûş etmek çalgı çaldırmak alüfte-raks ettirmek âdet-i hikmeti almış ve bu yüzden ahlâk-ı umûmiyye bozularak birçok (8) emlâk ve arâzî ve nukûd bu uğurda heder olmakda ve servet ve iktisâd mahalli müdhiş bir tezelzüle uğramakda ve peyderpey taşradan (9) tevârüd eden muharrerât-ı resmiyyede isrâfât-ı vâkıʻadan şikâyet edilmekte bulunmuş olduğundan biʼl-bahs böyle cemʻiyyetler vesîlesiyle (10) ihtiyâr edilen fuzûlî mesârif ve isrâfât-ı tâkat-fersânın menʻine âid esbâb-ı lâzımeye serîʻan tevessül edilmeyecek olursa (11) ahlâk-ı umûmiyye büsbütün fesâda ve servet-i mahalliye mahva mahkûm olacağı cihetle âdâb-ı İslâmiye ve şeʻâir-i dîniyyeye münâfî olan şu (12) âdet-i seyyienin izâlesi içün Dârüʼl-Hikme encümenlerince sarf olunacak mesâʻînin semere-bahş olmasını teʼmînen hükûmet-i mahalliyece (13) muʻâvenet-i fiʻliyye ve resmiyyede bulunulması husûsunun savb-ı âlîlerine izbârı Dârüʼl-Hikmetiʼl-İslâmiyyeden ifâde edilmiş ve keyfiyyet (14) fevkaʼl-âde câlib-i nazar-ı dikkat ve şâyân-ı ehemmiyet bulunmuş olmakla bir an evvel iktizâ-yı hâlin icrasına himmet buyurulması (15) siyâkında tezkire-i senâverî terkîm kılındı efendim.(16) Fî 24 Cemâziyeʼl-ûlâ sene 1338 ve fî 15 Şubat sene 1336(17) Müsteşâr-ı Şeyhülislâm (İmzâ)

Osmanlıca DERGİ 01 Kasım
Konu resmiSıhhat-Âbâd*
Hadis-i Erbain

ÜÇÜNCÜ HADİS(1) “Kāle Resûlullâh sallallâhu ʻaleyhi ve sellem: Es-Sultânü zıllullâhi fiʼl-arzi men ekramehû ekramehullâhu ve men ehânehû ehânehullâhu” Hazreti fahr-i âlem sallallâhu aleyhi ve sellem hazretleri izam-ı şân-ı selâtîn-i kirâmı takrir ve beyân zımnında buyurmuşlardır ki pâdişâh-ı rûy-ı zemîn sâye-i ilâhîdir. Şol kimse ki pâdişâha ikrâm eder, Allahu azîmüşşân ana dahi ikrâm eder. Ve şol kimse ki ihânet eder, Hakk teʻâlâ hazretleri dahi ana ihânet eder. İkrâmdan murâd fermân-ı pâdişâhîye itâʻat ve devâm-ı eyyâm-ı izz ü ikbâlleri daʻavâtına müdâvemetdir. İhânet ribka-i itâʻatlerinden pîçîde-kerden olmadan ibârettir. Emr-i hilâfet atiyye-i ilâhiyedir. Bir ehad kemâl-i kuvvet ve kesret-i servet ve devlet ile bâliğ-i rütbe-i hilâfet ve nâil-i evreng-i saltanat olamaz. Hakk teʻâlâ (2) diledüğine ihsân eder. Nizâm ve salâh-ı âlem ve felâh ve necâh-ı benî âdem siyâset ve riyâset-i selâtîne vâbeste olduğu ecilden Cenâb-ı Hakk nazm-ı keriminde “Atîʻullâhe ve atîʻurrasûl ve üliʼl-emri minküm” fermanıyla sultân-ı İslâma itâʻati âmme-i enâma vâcib kılmışdır. Binâen-aleyh lev lâ es-sultân lâ külliʼn-nâsi baʻzuhum baʻzâ buyurulmuşdur.Kelimeler: Evreng: TahtEnâm: HalkVâbeste: BağlıRibka: Kement, ilmikli ipAtiyye: HediyePîçîde-kerden: Bükülmek, kıvrılmak*Kaynak: Osmanzâde Tâib Ahmed (v.1136/1724)

H. Halit ATLI 01 Kasım
Konu resmiHüsn-i Hat Çalışmaları
Hüsn-i Hat Çalışmaları

Bu sayımızda öğrendiğimiz harflerden “” (Dal)’ın diğer harflerle birlikte nasıl yazılacağını göreceğiz. Harfleri yazarken, daha önce öğrendiğimiz başlama ve bitiş şekillerini unutmayalım.

Mesut HIZARCI 01 Kasım
Konu resmiOsmanlıca Yazabiliyorum
Osmanlıca Yazabiliyorum

Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir.Bizim Şarkımız (Necip Fazık Kısakürek)Kırılır da bir gün tüm dişlilerDöner şanlı şanlı çarkımız bizimGökten bir el yaşlı gözleri silerŞenlenir evimiz barkımız bizimYokuşlar kaybolur çıkarız düzeKavuşuruz sonu gelmez gündüzeSapan taşların yanında füzeBaşka alemlerle farkımız bizimKurtulur dil tarih ahlak ve imanGörürler nasılmış neymiş kahramanYer ve gök su vermem dediği zamanHer tarlayı sular arkımız bizim. Ç Ö Z Ü M

Osmanlıca DERGİ 01 Kasım
Konu resmiKitabe Okumaları
Kitâbe Okumaları

Seyit Nizam MezartaşıHüve’l-Hallâku’l-BâkîFünûn-i hikmetin elbetMedârı şart-ı sıhhattirEcel geldikde naksEyler kavânini Etıbbây-ıBahriye tabib miralaylarındanMütekâid Ali Şefik Bey’inRûhuna FâtihaMayıs sene 1309 Zilkâde sene 1310Kelimeler:Fünûn: Fenler, ilim kolları, bilim dallarıMedâr: Dönme, dönüş; Bir şeyin döneceği, devredeceği yer; Dönen bir şeyin merkezinin dayandığı yer, çevresinde dönülen nokta; Dayanak, destek; Sebep, vâsıta, vesîle.Naks: Eksiklik, noksanlık.Kavânin: KānunlarEtıbbâ: Tabipler, doktorlarMütekâid: EmekliKaptan Hüseyin Paşa Çeşmesi KitabesiKelimeler: Habbezâ: Ne güzel, ne hoşMesned-Ârâ: Bulunduğu makâmı süsleyen, güzelleştirenŞehriyâr: Hükümdar, pâdişahHâfikeyn: Doğu ve batıÂsâr: EserlerNâil: İstediği şeye erişen, arzu ettiğini ele geçiren, murâdına eren.Maksûd: Söylenilmek, belirtilmek istenilen, kastedilen; İstenilen şey, amaç, gâye, maksat.Âlemeyn: İki dünya, dünya ve âhiret.Tâksîm: Parçalara ayırıp bölme, bölüştürme, pay etme; Bölme, bölü; Mûsikîmizde faslın başında veya ortasında bir tek çalgı tarafından belli bir usûle ve besteye bağlı olmaksızın içten geldiği gibi doğaçlama olarak çalınan parça.Uyûn: Gözler; Kaynaklar, pınarlar.İmtisâlen: Örnek olarak alıp ayak uydurma, uyma, uyulmaRe’s: Baş, kafa; Başkan, reis; Tepe, uç; Başlangıç; Burun; Koyun, keçi gibi hayvanların her biri, baş.Hüsn-i hâl: İyi hal, yaşayışında kötü bir hal bulunmama.Murâbıt: Kuzey Afrika, Endülüs ve bâzı İslâm ülkelerinde zâhit, âbit, şeyh, derviş gibi tekke ehline verilen ad, marabut; Müslümanları korumak maksadıyla sınırlarda kurulan ribatlarda devamlı şekilde oturan asker veya mücahit.Nâm-ü şân: Ün, şöhret, şanTeşnegân: Susamışlar, susayanlar

Ahmet Said KÜTGÜL 01 Kasım
Konu resmiBir Dergi Bir Yazı
Bir Dergi Bir Yazı

(1) Yeni YolSer muharriri: T. (Tahsin) Demiray(2) Küçük Celaleddin’imeAllahAbi, abi (ağabey)- Ne var oğlum, ne durdun?- Hayret ettim, bu ay nasıl yürüyor?Bizim ile her tarafa gidiyor?Sen istesen bunu derhal bulurdun…- Dinle yavrum! Senin küçük zihniniTırmalayan bu mesele pek kolayYürür, gezer sandığın o güzel ayHakikatte değiştirmez yerini.- Nasıl dedin! Değiştirmez öyle mi?- Evet. Sana yürür gibi görünenGeceleri gökyüzünde süzülenBize nurlar serpen o ay dedeyiSana zaman… hocaların anlatır.Şimdi yalnız şunu iyi bil, öğren:Bu alemi, her şeyleri var edenVe boşlukta tutan hep…hep Allah’tırMuallim T. Demiray (3) Türk bayrağıDünyada mevcut bütün milletlerin kendilerine mahsus bir bayrağı yani bir işareti vardır.İşte biz Türklerin de mukaddes tanıdığımız ve icabında uğruma can verdiğimiz, sevimli ve güzel al bayrağımız vardır.Hepimizin yabancı gözlerden kıskanarak sevdiğimiz bayrağımızın nereden alındığını elbet merak etmişsinizdir.(4) Doğru Sözler* Attan düşene tımar, deveden düşene mezar gerektir.* En iyi ve en sıhhi idman yürümektir.* Arslan postunda yakışır.* Arife işaret kafidir.* İnsanı besleyen, yediği değil hazmettiği yemektir.* Allah dağına göre kar verir.* Az yemek hastalıkların çoğunu defeder.* Men dakka dukka (Eden bulur).* Adamakla mal tükenmez.* Yuvarlanan taş yosun tutmaz.* Efkâr zaman ile, harekât tecrübe ile tashih olunur.* Allah’a tevekkül edenin yaveri Hak’tır.* Maarifsiz millet yaşamaz.* Kale içinden zabt olunur.* Su bulanmadan durulmaz.* Yol yürümekle, borç vermekle biter.* Allah diyen hiçbir şeyden mahrum kalmaz.(5) 2- Şu şekli bir kalemde, resmettiğiniz bir hattı kat’ etmemek şartıyla resmedin. Mebde’den itibaren takip edeceğiniz hattı numrolu oklarla gösterin.(6) 3– Ben ne idim ne idimSamur kürklü bey idimFelek beni şaşırttıSüprüntüye düşürdü(7) Bir papağanın son sözüAvustralya’da Sydney şehrinde bir papağan bir İngiliz ailesi nezdinde tamam 90 sene yaşadıktan sonra tabii ölümle ölmüştür. Zavallı papağan ihtiyarlık ile tüyleri döküldüğü hatta gözleri bile kör olduğu halde öğrendiği sözleri unutmamış ve ölürken İngilizce good bye yani Allah’a ısmarladık diyerek ruh teslim etmiştir.

Zafer ŞIK 01 Kasım
Konu resmiÇukur Çeşme (Sultanahmet)
Seyyah

خلق آراسنده  ‘ أوچلر چشمه سي’ اولارق ده  بيلينير. سلطان احمد ميداننده  ابراهيم پاشا سراينڭ صول بيتيشيگنده  بولونان چشمه ، سلطان احمد جامعنڭ انشاسي ايله  ميدان زميننڭ يوكسلمسي صوڭوجي يول قوتنڭ آلتنده  قالمش، بو سببله  چوقور چشمه  اولارق آڭيلمشدر.ياپيم ييلي بيلينمه مكله  برلكده  ١٦نجي يوز ييلڭ ايكنجي ياريسي اولارق دوشونولمكده در. ياپيلان قازيلرده ، قالينتيلردن آڭلاشيلاجغي أوزره ، چشمه نڭ أوستنده  بر ده  أوچلر مسجدي اولارق آڭيلان جامعي بولونمشدر. اڭ چوق چوره ده كي يرلشيم يرلرينه  صو صاتان صقالر طرفندن قوللانيلديغي بيلينن چشمه ، بر سد ديواري أوزرنده  يان يانه  درت چشمه  شكلنده  تاصارلانمشدر. او دونمده  آت ميدننده  ياپيلان بيوك شنلكلرده ، غلبه لگڭ صو احتياجنى قارشيلامق ايچون قوللانيلديغي ده  دوشونولمكده در. ساده  فقط حركتلي بدن ديوارلري، كمرلري، قلاسيك دونم عثمانلي معماريسنڭ ايزلرينى طاشير. كتابه سي اولماديغي ايچون چشمه  حقّنده  يترلي بيلكي اولماديغي، آنجق بو چشمه نڭ قانوني سلطان سليمان طرفندن معمار سنانه  ياپديريلان قرق چشمه  صو تأسيسلرينڭ بر پارچه سي اولديغي قايناقلرده  كوستريلمكده در. بر سوره  عاطل طورومده  قالمش فقط كونمز رستوراسيوننده  بزلره  يڭيدن خاطرلامه  فرصتي ويرمشلردر.Halk arasında ‘Üçler çeşmesi’ olarak da bilinir. Sultanahmet Meydanı’nda İbrahim Paşa Sarayı’nın sol bitişiğinde bulunan çeşme, Sultanahmet camiinin inşası ile meydan zemininin yükselmesi sonucu yol kotunun altında kalmış, bu sebeple Çukur Çeşme olarak anılmıştır.Yapım yılı bilinmemekle birlikte 16. yüzyılın ikinci yarısı olarak düşünülmektedir. Yapılan kazılarda, kalıntılardan anlaşılacağı üzere, çeşmenin üstünde bir de Üçler mescidi olarak anılan camii bulunmuştur. En çok çevredeki yerleşim yerlerine su satan sakalar tarafından kullanıldığı bilinen çeşme, bir set duvarı üzerinde yan yana dört çeşme şeklinde tasarlanmıştır. O dönemde Atmeydanı’nda yapılan büyük şenliklerde, kalabalığın su ihtiyacını karşılamak için kullanıldığı da düşünülmektedir. Sade fakat hareketli beden duvarları, kemerleri, klasik dönem Osmanlı mimarisinin izlerini taşır. Kitabesi olmadığı için çeşme hakkında yeterli bilgi olmadığı, ancak bu çeşmenin Kanunî Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Kırkçeşme su tesislerinin bir parçası olduğu kaynaklarda gösterilmektedir. Bir süre âtıl durumda kalmış fakat günümüz restorasyonunda bizlere yeniden hatırlama fırsatı vermişlerdir.

H. Merve BARUTÇU 01 Kasım
Konu resmiTarihten Notlar
Tarihten Notlar

اندلس دولتي ٣ نجي عبدالرّحمناندلس دولتي مدنيته پك چوق خدمت ايتدي. آوروپه ليلره انسانلغي، ترقّي و مدنيتي أوگرتدي. اندلسده ياپيلان اسلام سرايلري دنيايي حيرتده بيراقدي.٣نجي عبدالرّحمن زماننده اندلس، مدنيتنڭ ذروه سني ياشادي. قرطبه دنيانڭ اڭ مكمّل شهري اولدي. علم و معارف كمالنى بولدي. قادينلر ايچنده شاعرلر و اديبلر يتيشدي. أوچنجي عبدالرّحمن اللي سنه سلطنت سوردكدن صوڭره ٧٠ ياشنده وفات ايتدي. فقط عبدالرّحمنڭ دوري ايكنجي حكم ايله داها پارلاق دوام ايتدي. كتبخانه لر، مدرسه لر دنيايه شان ويردي. سرايده كي كتبخانه يه آلتي يوز بيڭ جلد كتاب طوپلاندي. كوز قاماشديريجي بر مدنيت وجوده كلدي. بو اسلام مدنيتي هر طرفه تأثيرينى كوستردي. اسلام ديننڭ مقتدر اللرده ، منوّر قفالرده نه خارقه لر ميدانه كتيره جگنه بيوك بر شاهد اولدي.اندلس امويلري هر نه قدر مستقل ايديسه لر ده عبّاسي خليفه لريني امير المؤمنين طانيرلر و كنديلرينه ”امير“ عنواننى ويررلردي. ٣نجي عبدالرّحمن كنديني ”امير المؤمنين“ اعلان ايتدي. زماننده اندلس حكومتي چوق بويودي و معمور اولدي.اهالي زنكين اولدي و راحت ياشادي. مكتبلر، دار الفنونلر آچدي. زراعت، علم، صنعت چوق ترقّي ايتدي. ٣نجي عبدالرّحمن اهالي يه اولاد كبي باقاردي. هركسڭ صلح و آسايش ايچنده راحت ياشامه سني ايستردي. خاطره دفترينه شو سطرلري يازمشدي:”اللي سنه حكمدارلق ايتدم. بتون خلقمي كنديمه سوديردم. آوروپه چارشيلريني اندلس ماللريله طولديردم. فقط بو مدّت اثناسنده غمسز كچيرديگم آنجق اون كون صاييلابيلير “.Endülüs Devleti 3. AbdurrahmanEndülüs Devleti medeniyete pek çok hizmet etti. Avrupalılara insanlığı, terakki ve medeniyeti öğretti. Endülüs’te yapılan İslam sarayları dünyayı hayrette bıraktı.3. Abdurrahman zamanında Endülüs, medeniyetinin zirvesini yaşadı. Kurtuba dünyanın en mükemmel şehri oldu. İlim ve maarif kemalini buldu. Kadınlar içinde şairler ve edipler yetişti. Üçüncü Abdurrahman elli sene saltanat sürdükten sonra 70 yaşında vefat etti. Fakat Abdurrahman’ın devri İkinci Hakem ile daha parlak devam etti. Kütüphaneler, medreseler dünyaya şan verdi. Saraydaki kütüphaneye altı yüz bin cilt kitap toplandı. Göz kamaştırıcı bir medeniyet vücuda geldi. Bu İslam medeniyeti her tarafa tesirini gösterdi. İslam dininin muktedir ellerde, münevver kafalarda ne harikalar meydana getireceğine büyük bir şahit oldu.Endülüs Emevileri her ne kadar müstakil idiyseler de Abbasi halifelerini Emirü’l-müminin tanırlar ve kendilerine “emir” unvanını verirlerdi. 3. Abdurrahman kendini “emirü’l-müminin” ilan etti. Zamanında Endülüs hükümeti çok büyüdü ve mamur oldu.Ahali zengin oldu ve rahat yaşadı. Mektepler, darülfünunlar açtı. Ziraat, ilim, sanat çok terakki etti. 3. Abdurrahman ahaliye evlad gibi bakardı. Herkesin sulh ve asayiş içinde rahat yaşamasını isterdi. Hatıra defterine şu satırları yazmıştı:“Elli sene hükümdarlık ettim. Bütün halkımı kendime sevdirdim. Avrupa çarşılarını Endülüs mallarıyla doldurdum. Fakat bu müddet esnasında gamsız geçirdiğim ancak on gün sayılabilir.”عبدالقادر كيلاني و نازدار بر طلبه سيبر زمان حضرت غوث اعظم شيخ كيلانينڭ تربيه سنده ، نازدار، اختياره بر خانمڭ بر تك اولادي بولونويورمش. او محترم اختياره ، كيتمش اوغلنڭ حجره سنه . باقمشكه ، اوغلي بر پارچه قورو، سياه اكمك يييور. او رياضتدن ضعيفلامش، والده سنڭ شفقتنى جلب ايتمش. والده سي اوڭا آجيمش. صوڭره حضرت غوثڭ ياننه شكوا ايچون كيتمش. باقمشكه ، حضرت غوث، قيزارتيلمش بر طاووق يييور. نازدارلغندن ديمش: ”يا استاد! بنم اوغلم آچلقدن ئولويور. سن طاووق يييورسڭ.“ حضرت شيخ طاووغه ديمش: (قُمْ بِاِذْنِ اللّٰهِ) او پيشمش طاووغڭ كميكلري طوپلانوب طاووق اولارق ييمك قابندن طيشاري آتيلديغني، معتمد و موثوق چوق ذاتلردن، حضرت غوث كبي كرامات خارقه يه مظهريتي دنياجه مشهور بر ذاتڭ بر كرامتي اولارق، معنوي تواترله نقل ايديلمش. حضرت غوث ديمش: ”نه وقت سنڭ اوغلڭ ده بو درجه يه كليرسه ، او زمان او ده طاووق ييسين .“ايشته حضرت غوثڭ بو امرينڭ معناسي شودركه : ”نه وقت سنڭ اوغلڭ ده روحي جسدينه ، قلبي نفسنه ، عقلي معده سنه حاكم اولورسه و لذتي شكر ايچون ايسته سه ، او وقت لذيذ شيلري ييه بيلير.“Abdulkadir Geylani ve Nazdar Bir TalebesiBir zaman Hazret-i Gavs-ı A‘zam Şeyh Geylani’nin terbiyesinde, nâzdâr, ihtiyâre bir hanımın bir tek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyâre, gitmiş oğlunun hücresine. Bakmış ki, oğlu bir parça kuru, siyah ekmek yiyor. O riyazetten zayıflamış, validesinin şefkatini celb etmiş. Validesi ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs’ın yanına şekva için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Nâzdârlığından demiş: “Ya Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor. Sen tavuk yiyorsun.” Hazret-i Şeyh tavuğa demiş: (قُمْ بِاِذْنِ اللّٰهِ) O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemed ve mevsuk çok zatlardan, Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zatın bir kerameti olarak, manevi tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: “Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin.” İşte Hazret-i Gavs’ın bu emrinin manası şudur ki: “Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olursa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.”حاتم طائينڭ جومردلگي و اختيار آدماقتصاد، سبب عزّت و كمال اولديغنه دلالت ايدن بر واقعه :بر زمان دنياجه جومردلكله مشهور حاتم طائي، مهم بر ضيافت ويرييور. مسافرلرينه غايت فضله هديه لر ويرديگي وقت، چولده كزمه يه چيقييور. باقاركه ، بر اختيار فقير آدم، بر يوك ديكنلي چالي و كوانلري بلنه يوكله مش. جسدينه باتييور و قناتييور. خاتم اوڭا ديمش: ”حاتم طائي، هديه لرله برابر مهم بر ضيافت ويرييور. سن ده اورايه كيت. بش غروشلق بو چالي يوكنه بدل، بش يوز غروش آليرسڭ.“ او مقتصد اختيار ديمشكه:”بن بو ديكنلي يوكمي عزّتمله چكرم، قالديريرم، حاتم طائينڭ منّتنى آلمام.“ صوڭره حاتم طائيدن صورمشلر:”سن كندڭدن داها جوانمرد، داها عزيز كيمي بولدڭ؟“ او ديمش: ”ايشته او صحراده راست كلديگم او مقتصد اختياري، بندن داها عزيز، داها يوكسك، داها جوانمرد كوردم “.Hatem-i Taî’nin Cömertliği ve İhtiyar Adamİktisad, sebeb-i izzet ve kemâl olduğuna delâlet eden bir vakıa: Bir zaman dünyaca cömertlikle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş. Cesedine batıyor ve kanatıyor. Hâtem ona demiş: “Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git. Beş kuruşluk bu çalı yüküne bedel, beş yüz kuruş alırsın.” O muktesid ihtiyar demiş ki: “Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım, Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.” Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar: “Sen kendinden daha civanmerd, daha aziz kimi buldun?” O demiş: “İşte o sahrada rast geldiğim o muktesid ihtiyarı, benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmerd gördüm.”جلال الدّين خوارزم شاه و ييگيتلگيجلال الدّين خوارزم شاه، خوارزم شاهلرڭ صوڭنجيسي اولوب حكومتي جنكيزڭ اليله ييقيلان علاء الدين محمّدڭ اوغليدر. ايرانده ، افغانستانده ، سيندده مغوللرله چارپيشدي. هر يرده غالب كلن و يڭيلمز كورولن مغوللري دفعاتله مغلوب ايتدي و جنكيز خاني تلاشه دوشوردي. مغول عسكرلرينڭ مغلوبيتي انتقامنى آلمق ايچون بالذّات جنكيز، جلال الدّينڭ أوزرينه يورودي. طالعسز جلال الدّين شاه، امراسي آراسنه نفاق دوشديگندن يالڭز بيراقيلمش و مغوللرله دوگوشه دوگوشه ، سند ايرماغي كنارينه قدر كري چكيلدي.جنكيز، جلال الديني چوق تقدير ايدييوردي و اوني مطلقا صاغ اولارق ياقه لامق ايستييوردي. مغول عسكرلري جلالي محاصره ايتديلر. جلال الدّين، مغوللره شدّتلي بر هجوم كوستردي و سرعتله كري دوندي، آتيله سند ايرماغنه آتيلدي. يوزه يوزه ايرماغي كچدي. مغوللر باقا قالديلر. جنكيز خان بو قهرمانلغه مفتون اولارق اوغوللريني چاغيردي و جلال الدّيني كوستره رك، ”شو آسلانه باقڭ! سزڭ ده بويله ييگيت اولمه ڭزي ايسترم!“ دييه اوني اوغوللرينه أورنك كوستردي.Celaleddin Harzemşah ve YiğitliğiCelaleddin Harzemşah, Harzemşahların sonuncusu olup hükümeti Cengiz’in eliyle yıkılan Alaaddin Muhammed’in oğludur. İran’da, Afganistan’da, Sind’de Moğollarla çarpıştı. Her yerde galip gelen ve yenilmez görülen Moğolları defaatle mağlup etti ve Cengiz Han’ı telaşa düşürdü. Moğol askerlerinin mağlubiyeti intikamını almak için bizzat Cengiz, Celaleddin’in üzerine yürüdü. Talihsiz Celaleddin Şah, ümerası arasına nifak düştüğünden yalnız bırakılmış ve Moğollarla dövüşe dövüşe, Sind Irmağı kenarına kadar geri çekildi.Cengiz, Celaladdin’i çok takdir ediyordu ve onu mutlaka sağ olarak yakalamak istiyordu. Moğol askerleri Celal’i muhasara ettiler. Celaleddin, Moğollara şiddetli bir hücum gösterdi ve süratle geri döndü, atıyla Sind Irmağı’na atıldı. Yüze yüze ırmağı geçti. Moğollar baka kaldılar. Cengiz han bu kahramanlığa meftun olarak oğullarını çağırdı ve Celaleddin’i göstererek, “Şu aslana bakın! Sizin de böyle yiğit olmanızı isterim!” diye onu oğullarına örnek gösterdi.  

Murat DARICIK 01 Kasım
Konu resmiBulmaca
Bulmaca

Güzel Ahlaka dair aşağıda verilen kelimelerin Osmanlı Türkçesiyle yazılmış hallerini harf tablosu içerisinde yukarıdan aşağı, sağdan sola ve çapraz şekilde bulabilirsiniz. Bulduğunuz kelimeleri işaretleyiniz. Ç Ö Z Ü M 

Osmanlıca DERGİ 01 Kasım