فرصت اشيتلگيعلمي و فكري كليشيملري و قايناغه اولاشمه قونوسنده أوگرنجيلريمزڭ بوكون فرقلي ديللري أوگرنمسي الزم و آقاده ميك قارييرلري ايچون نه قدر أونمليسه ، عثمانلي تركجه سي يازيسني أوگرنمك و بو صورتله ، يوز ييللردر بريكن تاريخي ويريلره و ويرينڭ اولوشمه سنده تمل اولان قدیم كلمه لريمزه اولاشمه قونوسنده أونملي بر فرصتدر. ديگر أونملي بر طوروم ده بو فرصت اشيتلگنڭ بتون بولوملرده اگيتيم كورن أوگرنجيلره صاغلانمسيدر.تقدير ايدرسڭزكه بر بيليم دالنڭ اڭ أونملي عنصري ترمينولوژيسيدر. عثمانلي تركجه سي اگيتيملري ايله تاريخ، كولتور و مدنيتمزي شكللنديرن -ترمينولوژي مثابه سنده كي- كلمه لره اولاشمق، اوقومق و آڭلامق، البته استقبالي شكللنديره جك أوگرنجيلريمز ايچون أونملي بر رفرانس و صاغلام برر قايناق اولاجقدر.هم هانكي بولومده اگيتيم آلييور اولورسه اولسون بر أوگرنجينڭ باشقه بريسنڭ يارديمنه احتياج دويمادن كندي كولتوريني تشكيل ايدن اثرلره ايلك الدن اولاشابيلمه سي اڭ أونملي مدنيت كوستركه لرندندر. تاريخي ويريلره اولاشابيلمك ساده جه تاريخجيلرڭ دگل، آقاده ميك اگيتيم آلان هركسڭ بر حقّي اولمليدر.مثلا بو آي دركيده ابن سينايي اله آلدق. يازديغي كتابلرڭ ترجمه لريني عثمانلي تركجه سندن اوقويابيلمك، ليتراتوره حاكم اولابيلمك أونملي و داهاسي ممكنكن بوندن بر شكلده اوزاق قالمق، هله عثمانلي تركجه سي ايله يازيلمش. بتون اثرلري اوقومق ساده جه تاريخ اوقويانلره خاصمش كبي بر طور سركيله مك اڭ بسيط افاده يله أوزوجي.بوكون چوق ايلكينچ بيلكيلرمش كبي سرويس ايديلن تداوي يه يوڭليك قدیم طبّڭ ويريلرينه كوچك بر آديم آتارق داخل اولابيلمه نڭ يولي و تراكم ايدن بيلكيسنه اولاشمه نڭ امكاني المزڭ آلتنده يكن بر او قدر اوزاق قالمق وفاسزلقميدر، عقلسزلقميدر بيله مدم.آلمانيه ده بر بوروقرات آماسيەلي اولديغني سويله ين موقعداشنه شراف الدّين صابونجي اوغلنی صورييور و طانيماديغي جوابنى آلييور. أوزوجي دگلمي؟İlmi ve fikri gelişimleri ve kaynağa ulaşma konusunda öğrencilerimizin bugün farklı dilleri öğrenmesi elzem ve akademik kariyerleri için ne kadar önemliyse, Osmanlı Türkçesi yazısını öğrenmek ve bu suretle, yüzyıllardır biriken tarihi verilere ve verinin oluşmasında temel olan kadim kelimelerimize ulaşma konusunda önemli bir fırsattır. Diğer önemli bir durum da bu fırsat eşitliğinin bütün bölümlerde eğitim gören öğrencilere sağlanmasıdır.Takdir edersiniz ki bir bilim dalının en önemli unsuru terminolojisidir. Osmanlı Türkçesi eğitimleri ile tarih, kültür ve medeniyetimizi şekillendiren -terminoloji mesabesindeki- kelimelere ulaşmak, okumak ve anlamak, elbette istikbali şekillendirecek öğrencilerimiz için önemli bir referans ve sağlam birer kaynak olacaktır.Hem hangi bölümde eğitim alıyor olursa olsun bir öğrencinin başka birisinin yardımına ihtiyaç duymadan kendi kültürünü teşkil eden eserlere ilk elden ulaşabilmesi en önemli medeniyet göstergelerindendir. Tarihî verilere ulaşabilmek sadece tarihçilerin değil, akademik eğitim alan herkesin bir hakkı olmalıdır.Mesela bu ay dergide İbn Sina’yı ele aldık. Yazdığı kitapların tercümelerini Osmanlı Türkçesinden okuyabilmek, literatüre hâkim olabilmek önemli ve dahası mümkünken bundan bir şekilde uzak kalmak, hele Osmanlı Türkçesi ile yazılmış. Bütün eserleri okumak sadece tarih okuyanlara hasmış gibi bir tavır sergilemek en basit ifadeyle üzücü.Bugün çok ilginç bilgilermiş gibi servis edilen tedaviye yönelik kadim tıbbın verilerine küçük bir adım atarak dahil olabilmenin yolu ve teraküm eden bilgisine ulaşmanın imkânı elimizin altındayken bir o kadar uzak kalmak vefasızlık mıdır, akılsızlık mıdır bilemedim.Almanya’da bir bürokrat Amasyalı olduğunu söyleyen mevkidaşına Şerafeddin Sabuncuoğlu’nu soruyor ve tanımadığı cevabını alıyor. Üzücü değil mi?
Avrupalılarca (Avicenna) namıyla maruf olan feylesof ve tabib-i şehîr İbn-i Sina’nın asıl ismi eş-Şeyhü’r-reîs Ebû Alî el-Hüseyn b. Abdillâh b. El-Hasan bin Alî b. Sînâ’dır. Pederi Abdullah Belhli olduğu halde Nuh bin Mansur’un velayeti zamanında Buhara’ya hicret ederek Karmisin namındaki karyeye mutasarrıf tayin edildi. İşte sahib-i tercüme 370 sene-i hicriyesi Safer’inde bu karyede zîb-i gehvare-i vücud oldu. Validesinin ismi Sitare olup Karmisin’e karib Efşine namında bir karyenin asilzade ailelerindendir.İbn-i Sina henüz sabi iken zeki ve fetanet ve tevekkud-ı zihinde asrının yeganesi idi. Pederi bir müddet sonra Belh’e avdet edince henüz tıfıl bulunan İbn-i Sina orada tahsil-i ulum etmeye başlayarak on dört yaşına gelmeden Kur’an-ı Kerimi hıfzetti. Daha bir takım malumat-ı müfide öğrendi. Şeyh İsmail Zahid’den dahi ilm-i fıkıh okudu.Vaktaki feylesof-ı meşhur Abdullah Natili Belh’e gelerek peder-i İbn-i Sina hanesinde misafir oldu. Henüz çocuk bulunan bu nadire-i rüzgâra mantıktan İsagoci’ye, hendeseden Öklid’in asarını okutmaya başladı. Lakin üstad-ı muma ileyh çok vakit Belh’te ikamet etmeyerek şakirdini henüz mübtedi iken bırakıp gitti. İbn-i Sina hocasız kalınca kendi kendine tahsil-i bilim etmeye başlayarak mantık, hendese tabiiyyat ve ilahiyatta hayli şeyler öğrendi. İsa bin Yahya en-Nasrani’den fenn-i tıbbı tahsil ederek on altı yaşını ikmal etmeden zamanı etıbbasının serefraz-ı idadına geçti.İbn-i Sina geceyi gündüze katarak tahsil-i ulum eden erbab-ı dehanın birincisindendir. En ziyade mantık ve felsefeyle iştigal ederdi. Tahsil ve sebatta ittihaz ettiği meslek hakkında kendisine vakı olan bir suale atideki cevabı vermiştir:Tahsil-i ilim ile bir buçuk sene geçirdim ki müddet zarfında bir gece tamam uyuduğumu bilmiyorum. Gündüz dahi tahsil-i ilimden başka bir şeyle iştigal etmezdim. Fikrime birçok mesail tevarüd ederdi. Her birinin mukaddemat-ı kıyasiyesini ispat etmeden, hakikatini anlamadan rahat edemezdim. Bazen bir müşkile tesadüf eder isem derhal camiye gider ve Cenab-ı Hak’tan suhulet-i hallini talep ile namaz kılardım. Cenab-ı Hak dahi o müşkili bana hallederdi. Geceleyin evimde yazıyla, okumakla iştigal ettiğim sırada uykum gelince yahut vücudumda bir zaaf görünce biraz istirahatle kuvvetim tekrar gelirdi. Ben de işime devam ederdim. Şayet uyku galebe eder ise naçar yatardım. Fakat uykuda derslerimi düşünür ve birçok mesaili uyku arasında halletmeye muvaffak olurdum.Bu harika-i fıtrat o gibi bir içtihat ve sebat ile az bir zaman içinde mantık, tabiiyyat riyaziyyat ve ilahiyatta fevkalade terakki ederek asrının feridi oldu. O zamanlarda Buhara valisi Nuh bin Mansur es-Samani hastalanıp huzurunda bulunan etibba tarafından İbn-i Sina’nın iktidarı zikredilince cebini emrederek İbn-i Sina dahi davete icabetle Buhara’ya gelip alîlini işfa etmesi üzerine namı her tarafa intişar etmeye başladı. O zaman meşhur Buhara kütüphanesinin asar-ı ber-güzidesini okumak için İbn-i Mansur’dan izin alarak mektebede bulunan asar-ı nefiseyi mütalaa ile oradan birçok cevahir-i nefise ve nadide iktitafına muvaffak oldu.Mezkûr kütüphane İbn-i Sina zamanında muhterik olduğundan sebeb-i ihtirakı kendisine hamledilmiştir.İbn-i Sina yirmi bir yaşında telife başladı. Yirmi iki yaşında iken pederin vefat etmesi üzerine Gürgenç’e hicret ve Harzemşah Ali bin Mahmud’a arz-ı hizmet etti. Ali bin Mahmud İbn-i Sina’ya kâfi bir maaş tahsis ederek yanında kalmasını talep eyledi ise de İbn-i Sina orada sebat edemeyerek evvela Nesa ve ondan Aybud, Tus, Cacem, Cürcan ve nihayet bahr-i Hazer kurbunda kain Dihistan’a kadar seyahat eyledi. Dihistan’da Ebu Muhammed eş-Şirazi ve Ebu Ubeyd el-Cüzcani ile kesb-i muarefe edip Ebu Muhammed muhibb-i ilim olduğundan İbn-i Sina’ya kendi hanesi civarında bir hane iştira ederek talebeye mektep açtırdı. İbn-i Sina bu mektepte ders verirken el-Mebde’ ve’l-Maad ve el-İrsadü’s-Semaviye namındaki kitaplarını telif etmiştir.İbn-i Sina yine burada sebat edemeyerek Rey’e hicret ile Mecdüddevle’ye hizmet etti. Sevdadan alil bulunan emir-i müşarun ileyhi işfa ettikten sonra Kazvin’e ve ondan Hemedan’a gitti. Hemedan’da Şemsüddevle’yi kulunç hastalığından işfa etmesi üzerine mükafat olarak mansıb-ı vezarete tayin olunup nidd-i ma idadına idhal edildi. O sırada da zuhur eden hadise esnasında hanesi basılıp yağma edildikten maada katli dahi Şemsüddevle’den talep edildi. Şemsüddevle ise katline muvafakat etmeyerek Hemedan’dan teb’idiyle hadise bertaraf edildi. İbn-i Sina bu sıralarda şeyh Ebi Sa’d’ın hanesinde kırk gün saklanmaya mecbur oldu. Kırk gün sonra Şemsüddevle’nin kulunç hastalığı ricat edince İbn-i Sina’ya katiyen ihtiyaç görüldü. Hemen muhabbasından celbedilerek mansıb-ı vezarete iade olundu. Bir takım ataya ile dahi taltif edildi.İbn-i Sina mansıb-ı vezarette iken her gece hanesinde içtima eden yüzlerce talebeye ders verirdi.O zamana kadar fünun-ı sairede yed-i tula sahibi olmuş ise de Arabi’yi o kadar mükemmel bilmezdi. Bu cihet bazı taraftan ta’yib olunması üzerine ikmal-i lügat için üç sene mütemadiyen emek sarf ederek lisan ve edebiyatta dahi ihraz-ı kasabü’s-sebk etmiş ve Lisanü’l-Arab namında bir kitap telif eylemiştir. Fakat bu kitap müsvedde halinde kalarak tebyiz edilmemiştir.O sırada Şemsüddevle vefat etti. Hükümet oğlu Tacüddevle’ye intikal edince mansıb-ı vezaret İbn-i Sina’ya tevcih edilmiş ise de kabul etmemiştir. Diğer bir rivayete göre Tacüddevle mesned-i emarete gelince İbn-i Sina’ya Hemedan’da kalmaması için emir vermiştir. İbn-i Sina bu defa Ebi Galib namında bir dostunun hanesinde saklanmaya mecbur oldu. Bu muhabbada iken Şifa namındaki kitabını ikmal etmek için her gün elli sahife yazı yazardı. Fakat Tacüddevle İbn-i Sina’yı bazı esbabdan dolayı itham ederek katiyen derdestini emrettiğinden hekim-i müşarun ileyh derdest edilmiş ve Füzucat kalesinde hapsolunmuştur.Mahbeste iken yazdığı kasideden:“Dühulî bilyakin kema terah / Ve küllü’ş-şek fi emri’l-huruc” beyti ile “İnneme’r-ruh ke’l-zücaceti ve’l-ilm / Sirac ve hikmetüllahi zeyt” gibi bedii hikemi bir beyit feylesof-ı müşarun ileyhin edebiyatında dahi sahib-i yed-i tula olduğuna büyük bir delildir.İbn-i Sina kalebendlikte dört ay kaldıktan sonra sebili tahliye olundu. Orada ikametin artık tehlikeli olduğunu anlayarak Hemedan’a ve Hemedan’dan İsfahan’a gidip o zaman İsfahan sahibi bulunan Alaeddin’e misafir oldu. Alaeddin dahi müşarun ileyhi kadrine layık bir suretle kabul etti.Müşarun ileyh kuva-yı cismaniyeye malik idiyse de bilahare kulunç hastalığına duçar olması üzerine fevkalade ızdırap çekmeye başlamıştır.Hasta iken Alaeddin ile İzec’e seyahat ettiğinden bu sebeple hastalığı kesb-i şiddet etti. Binaenaleyh diğer bir hekime tedaviye ihtiyaç görerek tabib-i müdaviye kendisine şırınga ile tatbibini emretti.İbn-i Sina hasta olduğu halde İsfahan’a nakl olundu. Zayıflığı o derece kesb-i şiddet etmiş idi ki kendi kendine birçok müdavat ettikten ve hayli zaman âlâm-ı maraz çektikten sonra güç hal ile ayağa kalkabildi.Alaeddin Hemedan’a avdet ederken İbn-i Sina’yı da beraber götürdü. Lakin o hekim-i alilin hayatı son nefeste bulunan bir şem’ gibi zevale erişmiş olduğundan tedavisine sarf olunan dikkat ve itina karger-i tesir olmuyordu. Kendisi dahi bu ciheti anlayarak “Cismimi tedbir eden müdebbir artık tedbirden aciz kaldı. Bundan böyle ilaç fayda vermez” deyip müdavetten kef-i yed etti. Nihayet bu hastalıkla 428 sene-i hicriyesinin Ramazan-ı Şerifte 57 yaşında olduğu halde Hemedan’da alem-i vücuddan infikak ile alem-i bekaya intikal edip Hemedan suru altında vedia-i hâk-i rahmet oldu. Bir rivayete nazaran oradan İsfehan’a nakl olunmuştur.İbn-i Sina vüs’at-i ilim, kuvve-i akıl, kesret-i asar ile mankır-ı din sırasına girdi. Telif ettiği kitaplar yüzden ziyade olup çoğu elyevm mevcud olduğu gibi bir kısmı dahi Avrupa’nın elsine-i müteaddidesinde tercüme olunmuştur. Hele “Kanun” namındaki kitabı altı asırdan ziyade bir müddet içinde Avrupa ve Asya tabiplerinin düstur-u yegâne-i fennisi olmuştur.Hekim-i müşarun ileyhin kitaplarını mütalaa eden Aristopirevi olduğuna kanaat hasıl eder. Filhakika Aristo’nun mezheb-i felsefisini lisan-ı Arabide en evvel neşreden İbn-i Sina’dır. Fakat İbn-i Sina Aristo’nun mezheb-i felsefisine birçok ilaveler icra ve mantıkta da Farabi’nin asarından istiane eylerdi.İbn-i Sina ilm-i mantığa bir tarik-i mahdud küşad ederek ulum-ı felsefiyenin füru ve tenasuk-ı vücubisini kaffeten bir kalıb-ı ahkama ifrağ eylemiştir. Şifa kitabında kaffe-i ulumu ber vech-i ati üç kısma taksim etmiştir:1. İlm-i A’la: Ki maddeye ittisalı olmayan eşyanın marifeti. Buna felsefe-i a’la veyahut ilm-i İlahi demiştir.2. İlm-i Edna: Ki dahil-i maddede bulunan eşyanın marifeti; ilm-i tabiiyyat3. İlm-i Evsat: Ki füruu, ilm-i evvel ve sani ile iştirak eder. İlm-i riyaziyat.İbn-i Sina’nın fenn-i tıpta birçok ıstılahat ve keşfiyatı vardır. Mualecede ravend, temr-i Hindi, hindiba vesaireyi en evvel istimal eden kendisidir.İbn-i Sina’nın tabiiyatta hayli arasi ulema-yı hazıranın efkarıyla külliyen müşabeheti vardır.Ezcümle İbn-i Sina dağların vücudunu iki sebebe hamletmiştir: Birincisi, şedid bir hareket-i arzın vukuuyla kışr-ı arzın kabarmasından; ikincisi, cari suların hareketinde küşad eylediği derelerin etrafında hasıl olan uçurumların gitgide dağ kadar kesb-i cesamet etmesinden.Bu re’y ile ulema-yı hazıranın efkarı arasındaki müşabehet-i bedihidir.Hulasa, İbn-i Sina İslam’ın Aristo ve Sokrat’ıdır. Ömrünü telif-i asar ile geçirerek alem-i medeniyeti minnetdar etmiş ve millet-i İslamiyeye medar-ı fahr olan havarık-ı fıtrat-ı serfirazınından olmuştur.Zeki MagamizMekteb Dergisi, no: 14, s. 22 Tarih-i tevellüdü h. 370, vefatı 428*Arabi bir gazeteden tercüme olunmuştur.
İslâm hukemâsının Eflâtun’u ve hekimlerin şeyhi ve feylesofların üstadı, dâhî-i meşhur Ebû Ali ibn-i Sina, yalnız tıp noktasında (كُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُوا) ayetini şöyle tefsir etmiş, demiş:جَمَعْتُ الطِّبَّ ف۪ي بَيْتَيْنِ جَمْعًا ٭ وَحُسْنُ الْقَوْلِ ف۪ي قِصَرِ الْكَلَامِ ٭ فَقَلِّلْ اِنْ اَكَلْتَ وَبَعْدَ اَكْلٍ ٭ تَجَنَّبْ وَالشِّفَٓاءُ فِي الْاِنْهِضَامِ ٭ وَلَيْسَ عَلَي النُّفُوسِ اَشَدُّ حَالًا ٭ مِنْ اِدْخَالِ الطَّعَامِ عَلَي الطَّعَامِYani “İlm-i tıbbı iki satırda topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit, az ye. Yedikten sonra, dört-beş saat kadar daha yeme. Şifâ hazımdadır. Yani kolayca hazmedeceğin mikdarı ye. Nefse, mideye en ağır ve yorucu hâl, taâm taâm üstüne yemektir.” (Hâşiye)Hâşiye: Yani vücûda en muzır, dört-beş saat fâsıla vermeden yemek yemek veyahut telezzüz için mütenevvi yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmaktır.*Asa-yı Musa Mecmuası, s. 254
بر حديث شريفده ، “سزدن كيم حضوري يرنده ، بدني صاغلقلي و كونلك ييه جگي ده ياننده اولارق كونه باشلارسه ، صانكه دنيالر اوڭا باغيشلانمش كبيدر.” دينيلمشدر. رحمت قايناغي اولان دينمز، بزلري بر طرفدن اللّٰهڭ قويديغي صينيرلره رعايت ايتمه يه دعوت ايدركن، ديگر طرفدن ده صاغلقلي برَيلر اولمه مز و حضورلي بر طوپلوم اولوشديرمه مز ايچون عمومي عمده لر تعيين ايدر. مؤمنلر ايچون واز كچيلمز اولان بو عمده لرڭ باشنده ، جانڭ محافظه سي كلير. زيرا الله تعالينڭ انسانه امانتي اولان جان، امتحان دنياسنه آچيلان قاپومزدر. خير ده شر ده آنجق جان بدنده ايكن الده ايديلير. اينانمق و ياراتيليش غايه مزه اويغون صالح عمللر ايشله مك آنجق روح و بدن صاغلغمزله ممكندر.ياشامق، انسان اولمه نڭ شرفنى و صورومليلغني طاتمق، دنيايي اعمار ايده جك عقله و اراده يه صاحب اولمق اشسز بر نعمتدر. ايي ايشلر ياپارق آردنده كوزل اثرلر بيراقمق ايسه صاغلقلي اولمه يي كركديرر. آنجق نه حزيندركه ، اللّٰهڭ لطف ايتديگي جانڭ و صاغلغڭ قيمتنى چوغي كز بيله مەيز. ضررلي آليشقانلقلرله ، اهمال و اسرافله بو خزينه يي هبا ايدرز. صاغلقلي بر نفسڭ، صحّتلي بر بدنڭ، حضورلي بر قلبڭ دگرينى ايش ايشدن كچدكدن صوڭره آڭلارز. بو سببله دركه ، الله رسولي(ص ع و) بزي شويله ايقاظ ايدر: “ايكي نعمت واردركه ، انسانلرڭ چوغي اونلري دگرلنديرمه خصوصنده آلدانمشدر: صاغلق و بوش وقت.” صاغلغنڭ قيمتنى بيلن انسان، كنديني مادي و معنوي هر تورلي ضرردن قوروديغي كبي، خسته لاننجه تداوي اولمه يه ده أوزن كوسترير. يوجه اللّٰهڭ “شافی” اسمنه صيغينارق تداوي يوللري آرامق و جان امانتنڭ حقّنى ويرمك هپمزڭ مسئوليتيدر. نيته كيم پيغمبر افنديمز (ص ع و)، “تداوي اوليڭز. چونكه الله ياراتديغي هر خسته لغڭ مطلقا شفاسني ده ياراتمشدر” بويورارق شفادن اميد كسمه مه يي توصيه ايتمشدر.اردملي و انصافلي بر مؤمنه ياقيشان، كندي صاغلغي قدر چوره سنڭ صاغلغنى ده قورومق، شفا بكله ين قرداشلريله ايلكيلنمك، تداويلري ايچون الندن كلن غيرتي كوسترمكدر. خسته زيارتنه ، خسته ايچون دعا و معنوي دستگه بيوك أونم ويرن الله رسولي(ص ع و) “كيم بر مسلمانڭ صيقينتيسني كيدريرسه ، الله ده اونڭ قيامت صيقينتيلرندن برينى كيدرير” بويورور. دينمزده اساس اولان، انساني ياشاتمق، حياتي قورومق و اوموده دستك اولمقدر.او حالده ، صاغلقلي كچن هر دقيقه نڭ بها بيچيلمز بر نعمت اولديغني اونوتمايالم. كنج، دينج و صاغلقلي اولديغمز كونلري ايي دگرلنديره لم. حلال و تميز غدا ايله بسلنمه يه دقّت ايده لم. صاغلغمزي تهديد ايدن و دينمزجه ده ياساقلانان ضررلي ماده لردن اوزاق طورالم. پيغمبريمزڭ شو توصيه سني جان قولاغيله ديڭله يه لم: “بش شي كلمدن أوڭجه بش شيئڭ دگرينى بيل. اختيارلغڭدن أوڭجه كنجلگڭڭ، خسته لغڭدن أوڭجه صاغلغڭڭ، فقيرلگڭدن أوڭجه زنگينلگڭڭ، مشغوليتڭدن أوڭجه بوش وقتڭڭ و ئولومڭدن أوڭجه حياتڭڭ.”Bir hadis-i şerifte, “Sizden kim huzuru yerinde, bedeni sağlıklı ve günlük yiyeceği de yanında olarak güne başlarsa, sanki dünyalar ona bağışlanmış gibidir.” (Tirmizî, Zühd, 34) denilmiştir. Rahmet kaynağı olan dinimiz, bizleri bir taraftan Allah’ın koyduğu sınırlara riayet etmeye davet ederken, diğer taraftan da sağlıklı bireyler olmamız ve huzurlu bir toplum oluşturmamız için umumi umdeler tayin eder. Müminler için vazgeçilmez olan bu umdelerin başında, canın muhafazası gelir. Zira Allah Teâlâ’nın insana emaneti olan can, imtihan dünyasına açılan kapımızdır. Hayır da şer de ancak can bedende iken elde edilir. İnanmak ve yaratılış gayemize uygun salih ameller işlemek ancak ruh ve beden sağlığımızla mümkündür.Yaşamak, insan olmanın şerefini ve sorumluluğunu tatmak, dünyayı imar edecek akla ve iradeye sahip olmak eşsiz bir nimettir. İyi işler yaparak ardında güzel eserler bırakmak ise sağlıklı olmayı gerektirir. Ancak ne hazindir ki, Allah’ın lütfettiği canın ve sağlığın kıymetini çoğu kez bilemeyiz. Zararlı alışkanlıklarla, ihmal ve israfla bu hazineyi heba ederiz. Sağlıklı bir nefesin, sıhhatli bir bedenin, huzurlu bir kalbin değerini iş işten geçtikten sonra anlarız. Bu sebepledir ki, Allah Resulü (sav) bizi şöyle ikaz eder: “İki nimet vardır ki, insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.” Sağlığının kıymetini bilen insan, kendini maddi ve manevi her türlü zarardan koruduğu gibi, hastalanınca tedavi olmaya da özen gösterir. Yüce Allah’ın “Şâfi” ismine sığınarak tedavi yolları aramak ve can emanetinin hakkını vermek hepimizin mesuliyetidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav), “Tedavi olunuz. Çünkü Allah yarattığı her hastalığın mutlaka şifasını da yaratmıştır” buyurarak şifadan ümit kesmemeyi tavsiye etmiştir.Erdemli ve insaflı bir mümine yakışan, kendi sağlığı kadar çevresinin sağlığını da korumak, şifa bekleyen kardeşleriyle ilgilenmek, tedavileri için elinden gelen gayreti göstermektir. Hasta ziyaretine, hasta için dua ve manevi desteğe büyük önem veren Allah Resulü (sav) “Kim bir Müslüman’ın sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamet sıkıntılarından birini giderir” buyurur. Dinimizde esas olan, insanı yaşatmak, hayatı korumak ve umuda destek olmaktır.O halde, sağlıklı geçen her dakikanın paha biçilmez bir nimet olduğunu unutmayalım. Genç, dinç ve sağlıklı olduğumuz günleri iyi değerlendirelim. Helâl ve temiz gıda ile beslenmeye dikkat edelim. Sağlığımızı tehdit eden ve dinimizce de yasaklanan zararlı maddelerden uzak duralım. Peygamberimizin şu tavsiyesini can kulağıyla dinleyelim: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini bil. İhtiyarlığından önce gençliğinin, hastalığından önce sağlığının, fakirliğinden önce zenginliğinin, meşguliyetinden önce boş vaktinin ve ölümünden önce hayatının.”*(9 Kasım 2018 tarihli hutbeden alınmıştır.)
لسانمزده يازيليشي و سويلنيشي بر، فقط معناسي ظاهرده ايكي اولان بر كلمه وار: خير. برنجي معنا ايچون لغاتلرده ، “اولومسزلغي ايي ديلكله طولايلي اولارق افاده ايدن كلمه اولوب، أويله دگل، اولماز، يوق، اصلا آڭلاملرنده اولومسزلق، رد و انكار بيلديرير” دينيلمشدر. ايكنجي معنا ايچونسه ، “هر طورومده و شرطده هركسڭ قاتنده ايي و مقبول اولان حال و ايش؛ شرطلرينه ، ايستك و منفعتلرينه كوره بر كيمسه يه اويغون كلن ايش ويا طوروم؛ مادي ويا معنوي قارشيلق بكله نيلمدن ياپيلان اييلك، يارديم، احسان” كبي معنالر قيده كيرمشدر.خير كلمه سي قرآنه عائد بر كلمه در و بزده ده اسلاميتڭ قبولندن صوڭره قوللانيلمه يه باشلانمش. خير كلمه سي قرآنده ، بقره سوره سي ٢١٦ نجی آيتده ، يوقاري يه آلديغم ايكنجي معناسيله ، “فقط اولوركه ، بر شيدن خوشلانمازسڭز اما او سزڭ ايچون خيرليدر” معناسيله كچمكله برلكده ، خوشلانمامه أوزرينه بنا ايديلمش، يعني اولومسز آڭلامەىي قالديراجق مثبت بر ياقلاشيم اورتەيه قويمشدر.آيتڭ تمامنه باقديغمده شو معنايي كوردم: “(اي مؤمنلر!) او، خوشڭزه كيتمديگي حالده صاواش سزه فرض قيليندي. فقط اولوركه ، بر شيدن خوشلانمازسڭز اما، او سزڭ ايچون خيرليدر. و اولوركه بر شيئي (ده ) سورسڭز، حالبوكه او سزڭ ايچون بر شردر. الله ايسه (سزڭ ايچون خير اولاني) بيلير ده سز بيلمزسڭز.”يعني آڭلادمكه بزه اولومسز كلن شيلر، حقيقتنى بيله مه مكدن قايناقلي اولارق، بزم ايچون خير اولابيلير. يا ده تام ترسي ممكن. چونكه هر شيئي حقّيله بيلن اللّٰهدر. ياراتان ده اودر. بز، قارشيلاشديغمز - أوزللكله - منفي طوروملر ايچون “واردر بونده ده بر خير” دييه بيلملي يز.ايي ده اولومسز معنا افاده ايدن “خير” كلمه سي نه اولويور؟ او ده الله اعلم آيتده كي “خيرٌ” كلمه سندن آلينمش اولسه كركدر. اسلامدن أوڭجه ايسته مدىگمز، قبول ايتمه ديگمز بر شيئه “يو” ويا “يوق” ديرمشز. عربجه ده “لا”، آلمانجه ده “ناین”، انكليزجه ده “نو” دينديگي أوزره . فقط اجداديمزڭ، مخاطبه “يوق” ديمك يرينه ، “واردر بونده ده بر خير” معناسنه “خير” كلمه سني قوللاندقلري آڭلاشيلييور.دگيشمز بر حقيقت اولارق ئولوم وار و مسلمانلر اولارق اينانديغمز بر حقيقتكه دنيا امتحان ميدانيدر. بزلر امتحان اولونويورز. صينانييورز. بزه عائد المزده ساده جه سچيملريمز وار. باشمزه كلن مسئله لرده - صوڭني خير اومارق- “هر ايشده واردر بر خير” ديرز، دييورز. بر قول اولارق بو اخلاقي قورومق و امتحان بويوتني، قوللق وصفنى خاطرده طوتمق و خاطرلامق بابنده اولومسز شيلره “خير” يعني “الله خيره تبديل ايتسين”، “خير اولسون ان شاء الله” ديمك نه كوزلدر.كلمه نڭ معناسني آلديغي تمله كيدوب او نظرله باقمق أونملي. طولاييسيله قرآنه عائد، اوندن آلينمش و كولتورل قودلريمزي اولوشديران كلمه لريمزي قوللانمه مز ده قيمتليدر. بعضًا تام ترسي معنا كبي كوزوكسه ده بويله بر طورومده ، باغلانديغي ير و بزده و مخاطبده اولوشديرديغي آڭلام أونملي اولور. طبیعی بوراده تمل بر شي واركه او ده كلمه يي هركسڭ عين معنايله آڭلامش اولمسيدر.Lisanımızda yazılışı ve söylenişi aynı, fakat manası zahirde iki olan bir kelime var: hayır. Birinci mana için lügatlerde, “Olumsuzluğu iyi dilekle dolaylı olarak ifade eden kelime olup, ‘öyle değil, olmaz, yok, asla’ anlamlarında olumsuzluk, ret ve inkâr bildirir” denilmiştir. İkinci mana içinse, “Her durumda ve şartta herkesin katında iyi ve makbul olan hal ve iş; şartlarına, istek ve menfaatlerine göre bir kimseye uygun gelen iş veya durum; maddî veya manevi karşılık beklenilmeden yapılan iyilik, yardım, ihsan” gibi manalar kayda girmiştir.Hayır kelimesi Kur’an’a ait bir kelimedir ve bizde de İslamiyet’in kabulünden sonra kullanılmaya başlanmış. Hayır kelimesi Kur’an’da, Bakara Suresi 216. ayette, yukarıya aldığım ikinci manasıyla, “Fakat olur ki, bir şeyden hoşlanmazsınız ama o sizin için hayırlıdır” manasıyla geçmekle birlikte, hoşlanmama üzerine bina edilmiş, yani olumsuz anlamayı kaldıracak müspet bir yaklaşım ortaya koymuştur.Ayetin tamamına baktığımda şu manayı gördüm: “(Ey müminler!) O, hoşunuza gitmediği hâlde savaş size farz kılındı. Fakat olur ki, bir şeyden hoşlanmazsınız ama, o sizin için hayırlıdır. Ve olur ki bir şeyi (de) seversiniz, hâlbuki o sizin için bir şerdir. Allah ise (sizin için hayır olanı) bilir de siz bilmezsiniz.”Yani anladım ki bize olumsuz gelen şeyler, hakikatini bilememekten kaynaklı olarak, bizim için hayır olabilir. Ya da tam tersi mümkün. Çünkü her şeyi hakkıyla bilen Allah’tır. Yaratan da odur. Biz, karşılaştığımız -özellikle- menfi durumlar için “Vardır bunda da bir hayır” diyebilmeliyiz.İyi de olumsuz mana ifade eden “hayır” kelimesi ne oluyor? O da Allahualem ayetteki “hayrun” kelimesinden alınmış olsa gerektir. İslam’dan önce istemediğimiz, kabul etmediğimiz bir şeye “yo” veya “yok” dermişiz. Arapçada “la”, Almancada “nein”, İngilizcede “no” dendiği üzere. Fakat ecdadımızın, muhataba “yok” demek yerine, “vardır bunda da bir hayır” manasına “hayır” kelimesini kullandıkları anlaşılıyor.Değişmez bir hakikat olarak ölüm var ve Müslümanlar olarak inandığımız bir hakikat ki dünya imtihan meydanıdır. Bizler imtihan olunuyoruz. Sınanıyoruz. Bize ait elimizde sadece seçimlerimiz var. Başımıza gelen meselelerde -sonunu hayır umarak- “Her işte vardır bir hayır” deriz, diyoruz. Bir kul olarak bu ahlakı korumak ve imtihan boyutunu, kulluk vasfını hatırda tutmak ve hatırlamak babında olumsuz şeylere “hayır” yani “Allah hayra tebdil etsin”, “Hayır olsun inşallah” demek ne güzeldir.Kelimenin manasını aldığı temele gidip o nazarla bakmak önemli. Dolayısıyla Kur’an’a ait, ondan alınmış ve kültürel kodlarımızı oluşturan kelimelerimizi kullanmamız da kıymetlidir. Bazen tam tersi mana gibi gözükse de böyle bir durumda, bağlandığı yer ve bizde ve muhatapta oluşturduğu anlam önemli olur. Tabi burada temel bir şey var ki o da kelimeyi herkesin aynı manayla anlamış olmasıdır.
قدس، ياقلاشيق ٥ بيڭ ييللق بر شهر. يهوديلك، خرستيانلق و اسلاميتڭ اڭ قوتسال كنتي. يهودي و خرستيانلرڭ جنّت معناسنده دار السلام ديديگي، اسلام دنياسنده بيت المقدس اولارق ده بيلينن شهر. سزائي قره قوچڭ، “و قدس شهري. كوكده ياپيلوب يره اينديريلن شهر” دييه رك علويتنه عطف ياپديغي مقدّس بلده … قدس أويله بر شهركه اسمنده بيله هر ديلده و دينده بر قدسيت وار و بو محمد عاكف اينانڭ شعرينه ده “براق طولانيردي يوره لرمده / معراجه يول ويرن خيز اسّي ايدم / بلليدر قوتساللغم شهر اسممدن / هر يانه نور صاچان كرسي ايدم” شكلنده ياڭسيمشدر.قدس اڭ چوق ده اسلاميت ايچون مقدّسدر. چونكه مكّه و مدينه دن صوڭره كي أوچنجي حرم دياريدر. هم قدس، مسجد اقصانڭ بولونديغي شهردر. مسجد اقصاكه مسلمانلرڭ ايلك قبله سي اولمش، مؤمنلر ياقلاشيق بر بچوق ييل بوينجه نمازلريني اوڭا يوڭله رك قيلمشلردر. پيغمبر افنديمز(ص ع و)، “بنم شو مسجدمده قيلينان بر وقت نماز، مسجد حرام طيشنده كي ديگر مسجدلرده قيليناجق بيڭ وقت نمازه دنكدر” بويورمش ، عبادت قصديله زيارت ايديلمه سني تشويق ايتمشدر.آيريجه پيغمبريمز(ص ع و) اسرا يورويوشني مسجد اقصايه ياپمش و اورادن معراجه چيقمشدر. حضرت عيسي ده قدسدن كوگه يوكسلتيلمش و ير يوزينه اينيشي يينه بو مبارك شهره اولمشدر. قدس، عرشه آچيلان قاپيدر. فيض و بركتلرله دونوشڭ يريدر…٦٣٨ الی ١٩١٧ ييللري آراسنده مسلمانلرڭ قونترولنده اولان بو مبارك بلده يه ، بو سورەنڭ ياريسي بوينجه خدمت ايتمك ترك دولتلرينه نصيب اولمشدر. قرآنده آدي كچن پيغمبرلرڭ ياريسندن فضله سي، أوچ آيتده مقدّس و بركتلي اولديغي بيان ايديلن قدسده ياشامشدر. پيغمبريمز(ص ع و) بتون پيغمبرلره بوراده ، قدسده اماملق ياپمشدر. بالذّات اللّٰهڭ مبارك قيلديغي قدس، بيڭ ييل أوڭجه خاچليلرڭ يغماسنه معروض قاليركن، صوڭ ٥٦ ييلدر ده اسرائيلڭ اشغالي آلتنده در. اسلاميت صوڭ ديندر. مسلمانلر ده اللّٰهڭ ير يوزنده كي خليفه لريدر. بو يوزدن اشغال آلتنده كي قدسي قورومق أوڭجه لكله مسلمانلرڭ وظيفه سيدر. قدس اللّٰهڭ امانتي، مسلمانلرڭ و دخي توم انسانلغڭ شرفيدر. انسانلغڭ باش كنتي و پيغمبرلر دياري بو شهر، انسانلغڭ نفسنى تمثيل ايدن ظالم و غدّار يهوديلرڭ مادي- معنوي ييقيمنه معروض بيراقيلمامليدر. شهر مدنيتدر. مدنيت قدسدر. قدس يوقسه مدنيت ده يوق اولاجق و كري يه شر قراللغنه باش كندلك ياپاجق بر شهر قالاجقدر. دون صوقاقلرنده پيغمبرلرڭ كزديگي قدسده بوكون مؤمنلرڭ كزمسي ايچون قدسه صاحب چيقملي يز. اونوتماملي يزكه قدسي صاحبلنمك بر جزؤي اراده مسئله سي دگل، كلي بر مجبوريتدر.Kudüs, yaklaşık 5 bin yıllık bir şehir. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet’in en kutsal kenti. Yahudi ve Hristiyanların cennet manasında Darüsselam dediği, İslam dünyasında Beytül Makdis olarak da bilinen şehir. Sezai Karakoç’un, “Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir” diyerek ulviyetine atıf yaptığı mukaddes belde… Kudüs öyle bir şehir ki isminde bile her dilde ve dinde bir kutsiyet var ve bu Mehmed Akif İnan’ın şiirine de “Burak dolanırdı yörelerimde / Miraca yol veren hız üssü idim / Bellidir kutsallığım şehir ismimden / Her yana nur saçan kürsü idim” şeklinde yansımıştır.Kudüs en çok da İslamiyet için mukaddestir. Çünkü Mekke ve Medine’den sonraki üçüncü harem diyarıdır. Hem Kudüs, Mescid-i Aksa’nın bulunduğu şehirdir. Mescid-i Aksa ki Müslümanların ilk kıblesi olmuş, müminler yaklaşık bir buçuk yıl boyunca namazlarını ona yönelerek kılmışlardır. Peygamber Efendimiz (sav), “Benim şu mescidimde kılınan bir vakit namaz, Mescid-i Haram dışındaki diğer mescitlerde kılınacak bin vakit namaza denktir” buyurmuş (Nesâî, Mesâcid, 4; II, 33), ibadet kastıyla ziyaret edilmesini teşvik etmiştir.Ayrıca Peygamberimiz (sav) İsra yürüyüşünü Mescid-i Aksa’ya yapmış ve oradan Mirac’a çıkmıştır. Hz. İsa da Kudüs’ten göğe yükseltilmiş ve yeryüzüne inişi yine bu mübarek şehre olmuştur. Kudüs, arşa açılan kapıdır. Feyiz ve bereketlerle dönüşün yeridir…638 ila 1917 yılları arasında Müslümanların kontrolünde olan bu mübarek beldeye, bu sürenin yarısı boyunca hizmet etmek Türk devletlerine nasip olmuştur. Kur’an’da adı geçen peygamberlerin yarısından fazlası, üç ayette mukaddes ve bereketli olduğu beyan edilen Kudüs’te yaşamıştır. Peygamberimiz (sav) bütün peygamberlere burada, Kudüs’te imamlık yapmıştır. Bizzat Allah’ın mübarek kıldığı Kudüs, bin yıl önce Haçlıların yağmasına maruz kalırken, son 56 yıldır da İsrail’in işgali altındadır. İslamiyet son dindir. Müslümanlar da Allah’ın yeryüzündeki halifeleridir. Bu yüzden işgal altındaki Kudüs’ü korumak öncelikle Müslümanların vazifesidir. Kudüs Allah’ın emaneti, Müslümanların ve dahi tüm insanlığın şerefidir. İnsanlığın başkenti ve peygamberler diyarı bu şehir, insanlığın nefsini temsil eden zalim ve gaddar Yahudilerin maddi-manevi yıkımına maruz bırakılmamalıdır. Şehir medeniyettir. Medeniyet Kudüs’tür. Kudüs yoksa medeniyet de yok olacak ve geriye şer krallığına başkentlik yapacak bir şehir kalacaktır. Dün sokaklarında peygamberlerin gezdiği Kudüs’te bugün müminlerin gezmesi için Kudüs’e sahip çıkmalıyız. Unutmamalıyız ki Kudüs’ü sahiplenmek bir cüz’i irade meselesi değil, külli bir mecburiyettir.
ايشته باق! قرآن معجز البيانڭ تربيه سنه كه ، ناصل ادنا بر كدرله و كوچك بر غمله باشي دونوب سرسملشن و كوچك بر ميقروبه مغلوب اولان بو كوچك انسان، تربيۀ قرآنله نه قدر تعالي ايدييور. و نه درجه لطائفي انبساط ايدييوركه ، قوجه دنيا موجوداتنى، وردينه تسبيح اولمقده قيصه كورييور. و جنّتي ذكر و وردينه غايه اولمقده آز كورديگي حالده ، كندي نفسنى جناب حقّڭ ادنا بر مخلوقنڭ أوستنده بيوك طوتمييور. نهايت عزّت ايچنده ، نهايت تواضعي جمع ايدييور. İşte bak! Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ın terbiyesine ki, nasıl ednâ bir kederle ve küçük bir gamla başı dönüp sersemleşen ve küçük bir mikroba mağlûb olan bu küçük insan, terbiye-i Kur’ân’la ne kadar teâlî ediyor. Ve ne derece letâifi inbisât ediyor ki, koca dünya mevcudatını, virdine tesbîh olmakta kısa görüyor. Ve cenneti zikir ve virdine gaye olmakta az gördüğü halde, kendi nefsini Cenâb-ı Hakk’ın ednâ bir mahlûkunun üstünde büyük tutmuyor. Nihâyet izzet içinde, nihâyet tevâzuu cemediyor.(Osmanlıca Lem’alar. s. 123)1. Beyitمظهر فیض اولامز دوشمیجك خاكه نباتمتواضع اولانی رحمت رحمن بیودرMazhar-ı feyz olamaz düşmeyecek hâke nebâtMütevâzı’ olanı rahmet-i Rahman büyüdür Lâ (6)*Hâk: ToprakNebât: Bitki*Nebat, toprağa düşmeden feyze mazhar olur mu hiç? (Tohum toprağa düşmekle, ağaç olup Feyyaz isminin tecellisiyle nasıl boy verip gürlediyse) kul, insaniyet toprağında aczini ve fakrını sermaye tutup haddini bildiğinde Rahman isminin tecellisi ile kendisini rahmet kuşatır, halife-yi arz makamına çıkarır. 2. Beyitاولور فیض تواضعله درخت پست بار آورقومشدر میوه دن محروم سروی سرفراز اولمقOlur feyz-i tevâzu’la diraht-ı pest bâr-âverKomuşdur meyveden mahrûm servi ser-firâz olmakNabi (5)*Diraht-ı pest: Bodur, alçak ağaçBâr-âver: Meyve sahibiSer-firâz: Başı yükseklerde olmak*İşte ağaçların âlemi! İşte tevazunun feyziyle dalları meyve yüklü şu küçük ağaç… Her ne kadar güzel bir sebebe bağlansa da meyve, sen “Sizin en hayırlınız, insanlara en faydalı olanınızdır.” ser-levhasıyla hakikatin yüzüne bak ve hizmette tevazuyu gör!3. Beyitارتفاع قدر ایچون لازم تواضع آدمهشمسی كوركيم سایه سن صالمش آیاقلر آلتنهİrtifâ-i kadr için lâzım tevâzu’ âdemeŞemsi gör kim sâyesin salmış ayaklar altınaAtıf Muhammed Bey (7)*İrtifâ’: Yükselmek*Nebevi müjdeden biliriz ki, “Allah rızası için alçak gönüllü olanı Allah yüceltir.” Beşerin sobası ve lambası olan şu güneşin gölgesini güzel bir nedene bağlayarak misal getiren ve kelâm-ı nebiyi hatırlatan şaire “Maşallah!” 4. Beyitشو رتبه مرتفعدر قصر بنیاد تواضع كيمریاض جنته نظّاره ممكندر زمينندنŞu rütbe mürtefi’dir kasr-ı bünyâd-ı tevâzu’ kimRiyâz-i Cennete nezzâre mümkündür zeminindenBahir (2)*Mürtefi’: YüksekBünyâd: Yapı, binâ*Temeli iman ve takva olan tevazu binasının köşkü, öyle yüksek bir makamdadır ki bu köşkün zemininden Cennet bahçelerini seyretmek mümkündür. (Bir yanda Cennet taburelerinden dünya manzaraları diğer yanda tevazu penceresinden Firdevs’in güzellikleri… Allah Peygamberimizin ahlakıyla ahlaklanmayı ihsan eylesin.)5. Beyitمال وجاهه غرّه اولمه دیمه یوقدر بن كبیسور یوزك یره تواضع اهلی اول دامن كبیMâl ü câha gırre olma dime yokdur ben gibiSür yüzin yere tevâzu’ ehli ol dâmen gibi Muhibbi (3)*Gırre: Gururlu, kibirliDâmen: Etek*Mal ve makam ile gururlanma, deme (Karunlar gibi) “Benim gibi yoktur!” (Binler meyve veren incir ağacının kaynağı olan küçük bir çekirdek ve yüz salkım veren üzümün kuru çubuğu, bütün o meyveler ve salkımlar kendi hünerim diyebilir mi?) Tevazu ve şükür ne büyük nimet!6. Beyitبوعالم فانیده نه میر و نه كدایوزاعلالره اعلالنورز پستله پستوزBu âlem-i fânîde ne mîr ü ne gedâyuzA’lâlara a’lâlanuruz pestile pestüzBağdadlı Ruhi (8)*Mîr: Emir, beyGedâ: Dilenci, fakir, köle A’lâ: Yüce Pest: Aşağı*Fani dünyada bey de değil köle de değiliz. Lakin büyüklük yapana büyükleniriz, zayıf olanla da biriz. (Böylelikle kibirliye karşı kibir göstermekle sadakamızı verirken, fakirleri kollayıp gözetmekle Allah’tan yardım görüp rızıklandırılırız. Sünnet-i seniye ölçüleri ile tartıyı sağlam tutanlara binler “Barekallah!”)7. Beyitكبری ترك ایدوب دلا ایله تواضع پیشه سنچون بيلورسن كيم بناسی خیمه كك كلدندررKibri terk idüb dilâ eyle tevâzu’ pîşesin Çün bilürsün kim binâsı haymenün gilden dururSultan Murad Han-ı Sâlis (4)*Dilâ: Ey gönülPîşe: Meslek, âdet, iş, meşguliyetHayme: Çadır*Ey gönül! Kibri terk, tevazuyu iş eyle. (Öylelikle ayakta durasın.) Görmez misin şu çadırı ki binası kildendir. [“Şânım hakkı için, (biz) insanı, çamurdan (süzülmüş) bir hulâsadan yarattık.” buyuran ve tevazunun ibrişim ipliğinde cümle ahlak incilerini dizdiren Hâlıkımıza hamdolsun!]Kaynakça1. BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2010), Lem’alar, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât2. Adab-ı Zurefa, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Mikrofilm, No: 01178 (v. 10B)3. Divan-ı Muhibbi, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Ayasofya, No: 3970 (v. 295A)4. Divan-ı Muradi, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Mihrişah Sultan, No: 359 (v. 53A)5. Divan-ı Nabi, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Lala İsmail, No: 488 (v. 160B)6. Hat Levha, (1325), Osman İlmi7. Osmanlı Müellifleri, (1333), Bursalı Mehmed Tahir, İstanbul: Matbaa-i Âmire (c. 1; s. 288)8. Terkib-i Bend, Nuruosmaniye Kütüphanesi, Nuruosmaniye, No: 4957-10 (v. 14A)9. https://kulliyat.risale.online/10. http://lugatim.com/11. https://portal.yek.gov.tr/
سوكيلي دوستلر، بو صيجاق آغستوس آينده يينه كونلك ديلده چوقجه قوللانديغمز اما كوكننى چوق بيلمديگمز كلمه لرڭ كچمشنه برابر بر يولجيلق ياپاجغز. برلكده ، يڭي كلمه لر طانيدقجه ديلمزڭ و دنيامزڭ صينيرلريني كنيشلته جگز ان شاء الله. ايلك كلمه مز دويديغمزده تبسّم ايتديگمز اما معناسي پك ده بيلمديگمز، براز دوشونديروجي بر كلمه “معذب”Sevgili dostlar, bu sıcak ağustos ayında yine günlük dilde çokça kullandığımız ama kökenini çok bilmediğimiz kelimelerin geçmişine beraber bir yolculuk yapacağız. Birlikte, yeni kelimeler tanıdıkça dilimizin ve dünyamızın sınırlarını genişleteceğiz inşallah. İlk kelimemiz duyduğumuzda tebessüm ettiğimiz ama manası pek de bilmediğimiz, biraz düşündürücü bir kelime “muzip”MUZİP: Bu kelime Arapça kökenli bir kelimedir. Kelime “azap vermek, sıkıntı vermek” manasına gelen “i‘ẕâb” kökünden türetilmiştir. “İnsanlara azap veren” anlamına gelmektedir. Osmanlıda çok şaka yapan, insanlara takılmaktan hoşlanan, şaka yollu ve genellikle rahatsız edici davranışlarda bulunmayı huy edinmiş kimselere bu isim verilirdi. AVLU: Bu kelime Arapçadır. Osmanlı zamanında kelime “havlu” şeklinde kullanılırdı. “Etraf, çevre, civar, yöre” manalarına gelen “havl” kökünden doğmuştur. “Havali” kelimesi de aynı kökten gelmektedir. Halk ağzında zamanla “havlu” kelimesi “avlu” tarzında değişime uğramıştır.KAZAN: Bu kelime Türkçe kökenlidir. Aslı “kazgan”dır. Kelime dilimizden Farsçaya, Balkan ve Slav dillerine de geçmiştir. Eskiden sel sularının yardığı yere “kaz-ġan” denirdi. Günümüzdeki “içinde çok miktarda yemek pişirilen veya bir şey kaynatılan büyük ve derin kap” anlamını sonradan kazanmıştır. Kelimenin çok farklı kullanım alaları vardır. “Aşûre kazanı”, “Çorba kazanı”, “Katran kazanı”, “Boya kazanı”, “kalorifer kazanı” bunlardan sadece birkaç tanesidir. Tarihî olarak ise sadece bizim kültürümüze has “kazan kaldırmak” deyimi çok meşhurdur. Yeniçeriler, yeniçeri ocağındaki yemek kazanını kaldırıp İstanbul’daki At Meydanı veya Et Meydanı’na götürüp herkese topluca isyan ettiklerini gösterirlerdi. Osmanlıda yeniçerilerin kazanı bu şekilde kaldırmaları, “isyan etmenin, başkaldırmanın” bir sembolü olmuştu.MEŞALE: Bu kelime Arapça menşeli bir kelimedir. Kökü “ateş tutuşması” anlamında “şa‘l” fiilidir. Meşale Arapça ism-i alettir. “Çok çok yanan, tutuşan” manasına gelmektedir. Osmanlı ordusunda aydınlatma ile görevli olan ve bilhassa ordugâhlarda meşale yakan, tutuşturan kimseler vardı. Bunlara “meşaleci” denirdi. KADI: Bu kelime Arapça kökenli bir kelimedir. “Hüküm vermek, yerine getirmek” manasındaki “kada” kökünden türemiştir. Kelime eski metinlerde “kâdî” şeklinde kullanılmıştır. İslâm hukukuyla yönetilen devletlerde halk arasında çıkan anlaşmazlıkları, her türlü davayı halletmek üzere devlet tarafından tayin edilen memura bu isim verilirdi. Osmanlı Devleti’nde kadılar Tanzimat’a kadar bütün davalara, Tanzimat’ın ilanından medenî kânunun kabulüne kadar ise de sâdece boşanma, nafaka, miras vb. davalara bakarlardı. Osmanlıda ayrıca “Kadı’l-kuzat” makamı vardı. Bu kişiler “Kadıların kadısı, en büyük kadı (Şeyhülislâm veya kazasker)” makamını taşıyan unvana sahiptiler.KAZA: Bu kelime dilimize Arapçadan geçmiştir. Eskiden memleketin idari taksimatında bir kadı efendinin hükmü ve idaresi altında bulunan yerlere “kaza” denirdi. Daha sonra bir kaymakam tarafından yönetilen bu yerlere “kaymakamlık veya “ilçe” denildi.İSTİFA: Bu kelime Arapça bir kökten kaynaklanır. “Bağışlamak, affetmek” manasındaki “afv” kökünden gelmektedir. İstifa kelimesinde bir işten kendi isteğiyle çekilme ön plandadır. Kelime “Bir işten affını isteme, af dileme” anlamına gelmektedir. İSTİFRA: Bu kelime Arapça bir kelimedir. Aslı “istifrağ”dır. Kelime Türkçede “kusma” fiili ile ifade edilir. “Boşalmak, vazgeçmek” manasındaki “ferağ” kökünden gelmektedir. “Midenin dolu olmasından vazgeçip boşalmasını isteme” gibi bir manaya gelmektedir. Hakkından vazgeçme manasındaki “feragat” kelimesi de aynı kökten gelmektedir.
عثمانلي دولتنده رسمي قوروملرڭ آچيليشلرنده ، أونملي كونلرده و تورنلرده دعا ايديلمسي عادتدندي. البته كه دعا ساده جه بويله زمانلره خاص بر عبادت دگلدر. بو سببله عثمانلي دونمنده فعلي دعا اولارق الدن كلن ياپيلير اوندن صوڭره نتيجه اللّٰهدن بكلنير و دعا ايديليردي. بونڭ أورنكلريني عثمانلي دولتنڭ كيمي أونملي دونوم نقطه لرنده كورويورز. مثلا پره وزه دڭز صاواشنده بارباروس خيرالدّين پاشا، ايتديگي دعا ايله صاواشڭ كيديشاتنڭ عثمانلينڭ لهنده دگيشمه سنه وسيله اولمشدي. قيريمڭ ١٧٧٤’ده المزدن چيقمه سنه قدر مسلمانلرڭ ياشاديغي هيچ بر طوپراغي غائب ايتمدك. عين زمانده عثمانلي دولتي او زمانلره قدر دنيانڭ سوپر كوجي و آق دڭز و قره دڭزڭ حاكميدي. أوزللكله ١٧٨٩ فرانسز اختلالي صوڭره سي طوپراقلري أوچ قطعه يه ياييلان بر ئولكه اولارق عثمانلي دولتي، صيقينتيلي كونلر ياشامه يه باشلادى. ايشته بو دورلرده عثمانلي اوردوسنڭ ظفر قازانمسي ايچون ياپيلان دعالردن بريسي طوپ قاپي سرايي آرشيولرنده بولونمقده در. محتملاً سلطان عبدالمجيد دونمنه عائد اولان دعا (بوآ، ت/طسمه . أ، ١٢١٠/٦٩)، امام غزالي حضرتلرينڭ جنّت الاسما آدلي اثرندن آلينمش. باشده صباح اولمق أوزره كونڭ هر وقتنده بو دعانڭ اوقونابيله جگي و باشنده اون دفعه الله اكبر دينيلوب، آردندن دعانڭ اون طقوز دفعه اوقونمسي كركديگي بليرتيلمشدر.Osmanlı Devleti’nde resmî kurumların açılışlarında, önemli günlerde ve törenlerde dua edilmesi adettendi. Elbette ki dua sadece böyle zamanlara has bir ibadet değildir. Bu sebeple Osmanlı döneminde fiilî dua olarak elden gelen yapılır ondan sonra netice Allah’tan beklenir ve dua edilirdi. Bunun örneklerini Osmanlı Devleti’nin kimi önemli dönüm noktalarında görüyoruz. Mesela Preveze Deniz Savaşında Barbaros Hayreddin Paşa, ettiği dua ile savaşın gidişatının Osmanlı’nın lehinde değişmesine vesile olmuştu. Kırım’ın 1774’te elimizden çıkmasına kadar Müslümanların yaşadığı hiçbir toprağı kaybetmedik. Aynı zamanda Osmanlı Devleti o zamanlara kadar dünyanın süper gücü ve Akdeniz ve Karadeniz’in hakimiydi. Özellikle 1789 Fransız İhtilali sonrası toprakları üç kıtaya yayılan bir ülke olarak Osmanlı Devleti, sıkıntılı günler yaşamaya başladı. İşte bu devirlerde Osmanlı ordusunun zafer kazanması için yapılan dualardan birisi Topkapı Sarayı arşivlerinde bulunmaktadır. Muhtemelen Sultan Abdülmecid dönemine ait olan dua (BOA, TSMA.E, 1210/69), İmam Gazalî Hazretlerinin Cennetü’l-Esmâ adlı eserinden alınmış. Başta sabah olmak üzere günün her vaktinde bu duanın okunabileceği ve başında on defa Allahü Ekber denilip, ardından duanın on dokuz defa okunması gerektiği belirtilmiştir. Transkripsiyonu: Belge tarihi: Hicrî 1255 (Miladî 1839-1840)(1)Hû(2)İmam Gazalî Hazretlerinin husûl-i murâdât için tertîb eylediği Cennetü’l-Esmâ’dan nusret-i asâkir-i İslâm için mülûk-i izâma mahsûs (3)vird-i şerîftir her sabah namaz namazı akîbinde hulûs üzere kırâet olunmalıdır ve altun levhi dahî kırâet eden zât üzerinde (4)götürmelidir bi-iznillahi Teâlâ âsârı zuhûr eder aslâ şübhe yoktur levh-i mezkûru başta götürmek evlâ ve ahsendir (5)Bu vird-i şerîf sabah namazından sonra (6)okundukta te’sîri çoktur lakin sabahta (7)ve akşamda ve öğle ve ikindi ve yatsı vakitlerinde (8)ve elhâsıl her ne vakit kırâet buyurulur ise olur (9)muayyen vakti yoktur hemen el değdikçe (10)kırâet buyurulur (11)Her sabah namazından sonra kırâeti bu veçhiledir (12)İbtidâ yalnız bir defa on kerre Allahü Ekber denilir (13)Her gün böylece kırâet buyurulmalıdır hâsılı yirmi (14)dört saatte bir veyahûd iki defa (15)kırâet olunup terk olunmamak lâzımdır (16)her ne kadar ziyâde kırâet olunur ise (17)ol-kadar fâide ve te’sîri (18)mücerreb ve meşhûddur (19)Ba’dehû on dokuz kere bu vird-i şerîf okunur (20)Böylece kırâet buyurulduktan sonra sevâbı Hazret-i İmam Ali Kerremallahü Veche ve Radıyallahü Anh Hazretlerinin (21)Rûh-ı pür-fütûhlarına ihdâ buyurulur.
Batı'da Avicenna olarak bilinen Ebu Ali El-Hüseyin İbn Abdullah İbn Sina, İslam ve Avrupa tıbbı üzerindeki etkisi yüzyıllar boyunca devam eden, zamanının en seçkin Müslüman doktor ve filozoflarından biridir. Talebeleri tarafından “eş-şeyh, er-reîs” veya “usta bilge adam” olarak adlandırılmış, Avrupalılar ona "hekimlerin prensi" adını vermiştir. Bir düşünür olarak İbn Sina, İslami rönesansın doruk noktasını temsil etmiş, Avrupa’da Goethe'nin zihnine ve Leonardo da Vinci'nin dehasına sahip olarak kabul edilmiştir.İbn Sina 980 yılında Orta Asya'daki Buhara şehri yakınlarındaki Efşene köyünde doğdu. O dönemde burası Samani Krallığının başkenti, şimdiki Özbekistan ülkesiydi. Babası Abdullah bir köyde kaymakam olarak çalışıyordu. Abdullah, oğlunun dahi bir çocuk olduğunu fark etti ve onun için en iyi öğretmenleri buldu. On yaşında Kurʼân-ı Kerîmʼi ezberledi ve Arap dili ve edebiyat klasiklerinde ustalaştı. Sonraki altı yılını İslam hukuku, felsefe, mantık ve tabiat ilimleri tahsiline adadı. On üç yaşında tıp bilimleri okumaya başlamıştı. On sekiz yaşına geldiğinde büyük bir doktordu ve ünü ülkesini aşmıştı. Samani hükümdarı Nuh b. Mansur ciddi bir şekilde hastalanınca, onu tedavi etmesi için İbn Sina Buharaʼya çağrıldı. Sultan iyileşince İbn Sina ödüllendirildi ve kendisine saray kütüphanesine erişim hakkı verildi. Nuh b. Mansurʼun ölümü ve Samanilerin Gaznelilere yenilmesinden sonra Gürganʼa taşındı. Orada astronomi ve mantık dersleri verdi ve en önemli tıbbi eseri olan el-Kanun fiʼt-Tıbb adlı kitabının ilk bölümünü yazdı. Tahran yakınlarındaki Reyʼe taşındı ve orada tıbbi muayenehane açtı. Burada yaklaşık 30 kitap yazdı. Daha sonra Hemedan'a taşındı. Büveyhi hükümdarı Şemsüddevleʼyi şiddetli kolik hastalığından kurtardı. Ardından onun başhekimi ve veziri oldu. Şemsüddevle öldüğünde İbn Sina, sarayında görev almak için Kakuyiler hükümdarına bir mektup yazdığı gerekçesiyle yeni Büveyhi hükümdarı tarafından hapse atıldı. Hapishanedeyken birkaç kitap daha yazdı. Serbest kaldıktan sonra İsfahan'a gitti. Son yıllarını Kakuyiler hükümdarı Alâüddevleʼye hizmet ederek geçirdi. Kulunç hastalığı nedeniyle 1037 tarihinde 57 yaşında öldü. Mezarı Hemedan şehrindedir. Farklı rakamlar verilmekle birlikte İbn Sina'nın tıp, felsefe, matematik, doğa bilimleri gibi ilim dallarında 250ʼyi aşkın eser yazdığı belirtilmektedir. Felsefe üzerine yazdığı en önemli kitap Kitabüʼş-Şifaʼdır. Bu kitap bilgiyi teorik (fizik, metafizik ve matematik) ve pratik (ahlak, ekonomi ve siyaset) olarak ikiye ayırmada Yunan ve İslam düşüncesini bir araya getiren ansiklopedidir. Bununla birlikte, Hipokrat, Aristoteles ve Galen'in öğretilerinin örnek bir sentezi sayılan ünlü el-Kanun fiʼt-Tıbb (Tıbbın Kanunu), Müslüman bir doktor tarafından şimdiye kadar yazılmış en yetkin tıp eseridir. El-Kanun, altı yüzyıl boyunca birçok Avrupa tıp fakültesinde ders kitabı olarak okutulmuş bir referans kitabıdır. Belçikaʼdaki Leuven Üniversitesiʼnde 18. yüzyıla kadar ders olarak verilmiştir. El-Kanunʼun ortaya koyduğu tedavi yöntemleri 650 yıl boyunca hem Doğuʼda hem Batıʼda kullanımda kalmıştır. Toplam 5 cilt olan bu tıp ansiklopedisinde genel tıp ilke ve teorileri, fizyoloji, farmakoloji, vücut hastalıklarının ayrıntılı açıklamaları, kozmetik konuları işlenmiştir. Son cilt olan reçeteler bölümünde 760 ilaç listelenmiştir. Kitaptaki tıbbi prensipler bugün hâlâ fakültelerde okutulmaktadır. İbn Sinaʼnın tıbba kattığı yeniliklerden bazıları şunlardır:• Kalbin çalışma şeklini açıklamıştır. • Göz ile burun arasındaki kanalın varlığını keşfetmiştir. • Cıva buharıyla tedaviyi kendisi bulmuştur. • Mide ülserini ilk kez kendisi yazmış, bu hastalığın yemeklerle ilgili olduğunu belirtmiştir. • Kalp, mide ve böbreklerin karaciğer hastalığından dolayı bozulacağını söylemiştir. • İlk kez damar içi şırıngasını yapmıştır.• İlk kez bulduğu sonda ile mesaneye ilaç koymuş ve idrarı çıkartmıştır.• Ameliyatlarda uyuşturucu narkozu bulan ve kullanan ilk kişidir. • Şeker hastalığını keşfetmiş¸ idrarda şekerin olduğunu açıklamıştır.• Hareket, kuvvet, boşluk, ışık, ısı, özgül ağırlık üzerine orijinal çalışmaları vardır. • Tüberkülozun bulaşıcı olduğunu belirtmiştir.TAHBÎZÜ'L-MATHÛN: EL-KĀNÛN FİʼT-TIB TERCÜMESİ / TOKÂDÎ MUSTAFA EFENDİ (v.1196/1782)(SÜLEYMANİYE KÜTÜPHANESİ, RAGIP PAŞA KOLEKSİYONU, NO: 1335-10, VR. 1A-1B)(1) Kânûn’un beş kitâbından üçüncü kitâbı emrâz-ı cüz’iyyelerde olan mufassal ve müstefvâ (2) kelâmdır ki zikr olunur. Yesserenallâhu itmâmehu bi’l-hayr. İnnehû müyessirü külli ʻasîrin fe-niʻme’l-mevlâ (3) ve niʻme’n-nasîr.(4) Bismillâhiʼr-Rahmâniʼr-Rahîm. (5) el-Hamdü lillâhi ve selâmun ʻalâ-ʻibâdihillezîne’stafallâhu hayrun ammâ yuşrikûne. Ve baʻde (6) Hakk celle ve ʻalâ hazretleri sizi cemîʻan umûrunuzda te’yîd idüb saʻâdet-i (7) dâreyni hâvî olan bünyân-ı husûsunuzu te’sîs ve teşyîd eyleye.(8) Maʻlûm buyurula ki biz fenn-i tıbbın cüz’-i nazarîsi beyânında olan kitâb-ı (9) evvelden ve kezâlik edviye-i müfrede beyânında olan kitâb-ı sânîden (10) fârîğ olduk ve kitâb-ı sâlise şürûʻ eylememizin vakt ü zamânı karîb oldu. (11) Ve biz kitâb-ı sâlisde cüz’-i ʻamelînin sıhhat-i mevcûdeyi hıfz iden kısmı (12) ile maraz hasebi ile zâil olan sıhhati iʻâde iden kısmını zikr eyleriz. (13) Ve kitâb-ı sâlisi biz yiğirmi iki fenne taksîm eyledik ve her fenni müteʻaddid makālâta (14) münkasım kıldık. Ve her makālede fusûl-i ʻadîde zikr eyledik ve ol (15) fusûlde insânın başından ayağına varınca kadar zāhirinde ve bâtınında (16) mevcûd olan ʻuzuvlarından her birine mahsûs olan marazları (17) inşâallâhu teʻâlâ birer birer zikr eyleriz ve ol marazlara müteʻallika olan (18) umûrları istîfâ eyleriz. Ve ol ʻuzuvların emrâzını beyâna şürûʻumuzda (19) evvelen ʻuzvun teşrîhini ve ʻuzvun menfaʻatini zikr eyleriz. Ve baʻdehu ʻuzvun (20) sıhhatini hıfz iden nesneleri ekser-i hâlde bildiririz ve ʻuzvun emrâz (21) ve esbâbının külliyâtlarına kavl-i mutlak ile delâlet eyleriz. Ve emrâz ve esbâbı (22) taʻyîn ve teşhîs iden edille ile istidlâlin tarîkine ve emrâzın (23) muʻâlecâtına kavl-i küllî ile delâlet eyleriz. Ve bu umûrlardan ferâğdan sonra (24) emrâz-ı cüz’iyyeye teveccüh ve ikbâl eylerim. Ve ekser-i hâlde her maraz-ı cüz’înin (25) taʻrîfine ve sebeblerine ve delîllerine kavl-i küllî ile hükm idüb delâlet eylerim. (26) Ve onlardan ahkâm-ı cüz’iyyelere halâs olurum ve sonra muʻâlecâtın küllî (27) olan kānûnlarını bildiririm. Ve sonra müfrede veyâhûd mürekkebe olan edviye (28) ile cüz’iyye olan muʻâlecelere tenezzül eylerim. Ve bu minvâl üzere (29) yiğirmi iki fennin mesâfelerini katʻ idüb yiğirmi ikinci fennin nihâyetine (30) vardıkda kitâb-ı sâlis hazînesi kapusını hatm ve temhîr eylerim. Tercüme-i (31) Kānûn’a bezl-i mesâʻî iden ʻabd-i dâʻî dir ki musannif rahmetullâhi teʻâlâ (32) ʻaleyhi hazretlerinin her ʻuzvun emrâzlarını beyânda vâkiʻ olan kavl-i (33) küllîlerini cemîʻan fehm ve idrâk muhassılına bâʻis-i iʻyâ olub onun muʻâlecesinde (34) sühûlet-i fehme mü’eddî olan mebâdî-i metrûkeleri izhâr ve edillelerinin (35) mutazammıne olduğu kesret ve vefret hazf ve ızmâr olunub le’âlî-i mensûreleri (36) tanzîm ve meʻâkıd-ı masʻûbeleri hall ve terhîm olunarak tercümeye ihtiyâc (37) olmakla bundan böyle şecere-i kānûnun nazîc olan mîve-i me’âli çîde ve müntefeʻun-bih (38) olmayan nâ-puhteleri matrûd ve bürîde kılınmak istihsân olundu. (39) Kānûn’un kitâb-ı sâlisi fünûnundan fenn-i evvel re’s ve dimâğ ahvâlinde kelâm-ı mücmel (40) ve kavl-i küllî olub beş makāle üzere tertîb olundu.Kelimeler: ʻAdîde: Çok / ʻAsîr: Zor / Bâʻis-i iʻyâ: Yorgunluğa sebep olan / Bezl-i mesâʻî: Fazla çalışma / Bürîde: Kesilmiş / Çîde: Toplanmış / Dimâğ: Beyin / Edille: Deliller / Emrâz: Hastalıklar / Emrâz-ı cüz’iyye: Bölgesel hastalıklar / Fârîğ: Vazgeçmiş / Fusûl: Bölümler / Hazf: Ortadan kaldırma, silme / Izmâr: Gizlemek, saklamak / İstîfâ: Tamamıyla alma / İstihsân: Beğenme / Karîb: Yakın / Kavl-i küllî: Geneli kapsayan söz / Le’âlî-i mensûre: Nesir tarzında yazılmış inci gibi sözler / Matrûd: Kovulmuş / Meʻâkıd-ı masʻûbe: Zor problemler / Mebâdî-i metrûke: Terk edilmiş ilkeler / Mîve: Meyve / Muʻâlecât: İlaçlar / Musannif: Tasnif eden, müellif / Mü’eddî: Sebep / Münkasım: Taksim edilmiş, bölünmüş / Müntefeʻun-bih: Faydalı olan / Müstefvâ: Tam / Müteʻallika: Bağlı / Nâ-puhte: Pişmemiş / Nazîc: Olgun / Şürûʻ: Başlamak / Temhîr: Mühürleme / Terhîm: Yumuşatmak, kolaylaştırmak / Teşyîd: Sağlamlaştırma / Vefret: Bolluk, çokluk /
Osmanlıca yazabilmek için harflerin yazılış ve birleşme şekillerini bilmek önemlidir. Oklara göre harf yazılışlarını farkedip kurşun kalemle altlarındaki harflerin üzerinden geçiniz. Boş alanlara da kendiniz bakarak yazınız.
Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir.Can Boğazdan Gelir, Boğazdan GiderYeme içme alışkanlığımız sağlığımıza tesir eden şeylerin başında gelir. Acıkmadan yemek, karnımızı tıka basa doyurmak sağlık dengemizi bozar. İşin doğrusu, sofraya acıkarak oturmak ve sofradan doymadan kalkmaktır. Ne yediğimiz ve ne kadar yediğimiz de önemlidir. Hem haram şeyler sadece maddi sağlığımıza değil, manevi hayatımıza da zarar verecektir, unutmayalım! Ç Ö Z Ü M
Ammâ emrâz-ı mürekkebe şol marazlardır ki, emrâz ictimâʻından hâsıl olur. Anın gibinin ilâcı asîrdir, verem gibi. Hem mâdde ve hem sû-i mizâc ve hem teferruk-ı ittisāl ile hâsıl olmuşdur. Meselâ verem bi-hasebi’l-mâdde olur ise altı kısım olur. Dördü ahlât-ı erbaʻadan hâsıl olur. Beşincisi mâî, altıncısı rîhî olur. Öyle rîhî ki, ahlât-ı hârreden hâsıl olmuşdur, bi’z-zât hârrdır. Bu kısım demevîdir ya safrâvîdir yahud ikisinden mürekkebdir. Veyahud balgamla sevdâdan mürekkebdir veyahud iki hıltdan mürekkebdir. Ve ol hılt bi’t-tabʻ bârid ve bi’l-ʻaraz hârrdır. Şol verem ki dem-i mahzdan hâsıl olmuş ola, filigamûnî dirler. Şol dem ki, kulakdan aşağa ya koltuk altında ya gerdenden ola, bu nevʻ veremin semmiyyeti olur. Ana tāʻûn dirler. Geldik imdi verem-i balgamî ki, bu mahalde mezkûrdur, iki kısımdır. Bir kısmı verem-i rıhvdır. Ana vaʻyâ dirler. Ve bir kısmına silʻa-i lenâ [leyyine] dirler. Bu iki veremin biribirinden farkı bu kadar ki, mâdde-i vaʻyâ mahlûtdur cüz’-i uzuvla. Silʻa müstemirrdir, gılâf içinde olur hey’etindedir. Verem- i sevdâvî ise üç kısımdır. Bir kısmı verem-i sulbdür. Ve biri sûzişdir. Ve biri seratāndır. Fark-ı sulbe ve seratān oldur ki, sulbde vecaʻ olmaz. Seratānda vecaʻ şedîd olur. Bu iki kısmın vasatında guded hâsıl olur. Bu ol guddedir ki, gılâfdan ayrudır. Ve her cânibe meyl ider. Seratān ve sulbe muhkem olsa verem mâî olmağla istiskāya meyl ider. Vakitle ki sûziş ile taʻbîr olundu, bir verem-i mâîdir ki, iki nevʻle zāhirdir. Birine teheyyüc ve birine nefha dirler. Nefha oldur ki, nefhi cevher-i uzuvla mahlûtdur. Kaçan ki bu veremi görsen hiss idersin ki mukāvemet eylemez. Ve mâdde cemʻ olmaz. Ve temeddüd tutmaz. Teheyyüc bunun hilâfıdır. Ve biri şûrdur [büsûrdur] ki, evrâm-ı kibârda üç hâlden hâlî değildir. Biri nuzcu yoğiken mütefeccir olur. Latīf mâdde tahlîlen gidüb galîz ve kesîf olur. Ve verem sulb olur. Tamâm-ı mâdde tahlîli ile ki gide. Her verem içün dört zamân vardır. İbtidâdır ve tezâyüddür ve intihadır ve inhıtātdır. İbtidâ ol zamândır ki, maraz zāhir olur. Mâdde dökülür. Ânen fe-ânen ziyâde olur. Lâkin zāhir olmaz. Tezâyüd ol zamândır ki, rûz be-rûz ziyâde olur ve zāhir olur. İntihâ ol zamândır ki, veremin ziyâde olması kalîl olur. Ammâ noksānı zāhir olmaz. (30a) İnhıtāt ol zamândır ki, noksānı zāhir olur ve inkıtāʻ bulur. İmdi bu evkātdan küllî ve cüz’î âhir-i maraza dek nöbeti olur. Bu maʻnâ gıbb-ı dâir ile hummâ-yı ribʻ-i dâirde müşâheddir. Sadeleştirme Mürekkeb (bileşik) hastalıklar birden fazla hastalığın birleşiminden ortaya çıkar. Bunların ilacı zordur, örneğin verem gibi. Bileşik hastalıklar hem maddesel, hem mizacın bozulması hem de dokuların birbirinden ayrılmasıyla oluşur. Örneğin veremin (şişliğin) nedeni maddeseldir ve altı kısımdır: dört hılt (dem, safra, balgam, sevda), su ve yel. Yel, sıcak hılttan ortaya çıkar, dolayısıyla sıcak tabiatlıdır. Bu kısım ya demevi veya safra hıltındandır veya ikisinin bileşimindendir. Bununla birlikte şişlik sevda veya balgamdan veya bu ikisinden de oluşabilir. Böyle bir şişlikte hılt mizaç olarak soğuk, etki olarak sıcaktır. Tamamen demden oluşan şişliğe filigamuni (flegmon) denir. Bu kan, kulaktan aşağıda veya koltuk altında veya boyundadır. Bu tür şişler zehirlidir ve taun adını alır. Balgamdan oluşan verem iki kısımdır. Birisi gevşek yapılı şişliktir, buna vaʻyâ denilir. Diğerine yumuşak ur denilir. Bu şişliklerin farkı şudur: Vaʻyâ organın bir parçasının içindedir. Ur ise bir zar içindedir ve sürekli büyür. Sevdavi şişlikler üçtür. Biri serttir, biri yakıcıdır, diğeri ise büyüyen yumru yani kanserdir (seratan). Kanser ile sert şişin farkı şudur: sert şişlerde ağrı olmaz, ancak kanserde şiddetli ağrı vardır. Bu ikisinin ortasında beze oluşur. Bu beze zardan ayrı bir yapıdadır ve her tarafa yönelebilir. Eğer kanser ve sert şişler kronik olursa şişliğin yapısında su olduğu için ödeme yol açabilir. Yakıcı şişlik ise ya kabarır veya gaz doludur. Gaz dolu şişlik organın içindedir, bir yerde toplanmaz ve genişlemez. Kabaran şişlik ise bunun tam tersidir. Sivilce tarzında olan şişlikler üç şekildedir. Birisi henüz olgunlaşmamışken şişer ve dışarıdan gözükür. Diğer şişlikte yumuşak madde zamanla sert ve katı bir hâl alır. Diğer sivilce şeklindeki şişlik ise serttir. Bu sivilcede içerideki madde tahlil olunduğu zaman şişlik iner. Şişliğin başlangıç, büyüme, zirve ve sona erme olarak dört aşaması vardır. Başlangıç zamanında hastalık ortaya çıkar. Madde zamanla artar ancak gözükmez. Büyüme aşamasında ise günden güne şişlik gözükür. Hastalığın zirvesinde artık ilerleme olmaz, ancak azalma da olmaz. Son aşamada hastalık geriler ve son bulur. Bu aşamaların belirli dönemlerinde nöbetler meydana gelir. Bu nöbetler humma başlığında incelenmiştir.*(Kaynak: Emir Çelebi, Enmûzecüʼt-Tıbb, T-7043, 29a-30a)
Kitabe (Merkezefendi)Kelimeler:Cevher: Var olan bir şeyin özü, esâsı, varlığındaki maya, gevher; Yaratılıştan gelen değer, fıtrî kābiliyet, iyi ve kıymetli maya, değer, kıymet.Kân: Mâden yatağı, mâden ocağ; Bir şeyin çok bol bulunduğu yer veya kimse, kaynak, membaBuk'a: Yer, ülke, toprak, memleketSengi: Taş; Değirmen taşı.Kerâmât: Kerâmetler, ermişlerden zuhur eden olağanüstü hallerBurhân: Kanıt, delil, hüccet, beyyineMuştu: Sevindirici haber, müjdeAyşe Zülfî Kadın Kabir TaşıHüve'l-BâkiMerkez Efendi Hazretleri Dergâhı'nda hâdime merhûme Ve mağfûrun lehâ Ayşe Zülfî Kadın'ın rûhuna 1105 Hak rızasîçûn Fâtiha Zahide Hanım Kabir TaşıÂh mine’l-firak !Fenâdan bekâyâ eyledi rıhletEde Hak kabrini ravza-i CennetMolla Hüseyin Efendi’nin zevcesiZâhide bint-i Abdullah EfendilerinRuhlarîçûn lillâhi'l- FâtihaSene 13......Kelimeler:Firak: Ayrılık, ayrılma, ayrı düşme, hicran, firkat; Hüzün, teessür, mahzunlukRıhlet: Göç, sefer; Dünyâdan âhirete göçme, ölme, vefat [Bu anlam XVI. yüzyılda Türkçe’de ortaya çıkmıştır]Fenâ: Gelip geçici olma durumu, devamlı ve kalıcı olmama, ölümlü ve son bulucu olma, ölümlülük, fânîlikRavza: Çayır çimeni, ağacı, suyu bol yer, bahçe; Cennet
(1) Zuhûrî, 1323(2) Kıt’aBi-hamdillah tekessür etmede asarı ahrarınBunu böyle yazardı olsa da asrın sururisiBin üç yüz yirmi dörtte nagehanı ümm-i dünyadaZuhura geldi Sa’deddin mazlumun Zuhûrîsi(3) BeyitNiyeti halis olunca kişininHayr olur akıbeti her işinin(4) Eski darb-ı mesellerin butlan-ı ahkamı1 – Söz torbaya girmez derlerdiŞimdi fonograf kutularına giriyor2- Laftan gümrük alınmaz derlerdiŞimdi kıt’a-i âtiyeye dikkatKıt’aHem sözü hem fikri nâsın kontrol altındadırKimseler Türkiye’de bu hale mâni olmuyorEskiden derlerdi kim gümrük alınmaz laftanŞimdi sansür yüzde yüz gümrükle kani’ olmuyor(5) Teessüf-i AzimMısır’ın e’âzım-ı üdebasından olan cenab-ı İbrahim Müveylihî geçen gün vefat etti. Bu gayet zeki ve değerli bir zat-ı âlî kadr idi. Bazı büyük zatlarla olan menakıbı ber-tafsil nüsha-i âtiyede yazılacağından şimdilik Mevla rtahmet eylesün cümlesiyle iktifa eyledik.(6) Şimdi yalandan çene çalmakla her avukatın hanesinde birkaç tencere kaynıyor.
چله خانه مسجدي، اسكيدن بولغورلي طاغي اولارق آڭيلان، كونمزده كوچك چامليجه آدي ويريلن تپه نڭ عمرانيه و مرمره يه باقان ياماجنده بولونويور. ١٦١٦ ييلنده عزيز محمود هدائي حضرتلري طرفندن ياپديريلان مسجددر. مصلّي مسجدي اولارق ده بيلينمكده در. بو جامع بش پنجره دن ايشيق آلان بر ١٩نجي يوز ييل اثريدر.ياپيده ايلك زمانلرده ايكي اوطه بولونويوردي. عزيز محمود هدائي حضرتلري بروسه دن اسكداره كلديگي زمانلرده عائله سنڭ قالمسي ايچون ياپديريلمشدي. بو اوطه لرڭ آلتنده ويا جوارنده طوپراق آلتنده آيريجه بر چله خانه سنڭ بولونديغي روايت ايديلمكده در. بيلينديگي كبي “چله ” كلمه سي، فارسجه ده كي چهل (قرق) كلمه سندن آلينمشدر. بو كلمه زمانله ، زورلق و اضطرابي كوگسله مك آڭلامنده “چله چكمك” شكلنده دييم اولارق قوللانيلمشدر. تصوّفده ، اللّٰهه ايريشمه يولنده نفسي تربيه ايتمك ايچون حظ ويره جك هر تورلي شيدن ال چكيلن، هر تورلي صيقينتينڭ كوزه آلينديغي، مدّتي دگيشيك پرهيز و رياضت دوره سي اولارق طانيملانيركن، بر درويشڭ، معنوياتي ايله باش باشه قالمق ايچون شيخنڭ اذنيله انزوايه چكيلوب دنيا نعمتلرندن ال چكديگي و كنديسني عبادته ويرديگي قرق كونلك دوره و بو دوره ده كچيريلن حاللههه افاده ايديلمكده در.مولوز طاشله ياپيلي، اخشاب چاتيلي، ساده بر ياپي اولان چله خانه مسجدينڭ أوڭنده كنيش بر باغچه واردر. باغچه ده كي شادروانڭ يرنده اسكيدن قويو بولونمقده يدي. آيريجه باغچه ده آبدست تكنه سي ده بولونمقده در. چله خانه كولتوريني ياڭسيتان بو مسجد، عزيز محمود هدائي حضرتلرينڭ روحندن حسلر طاشير. رحمت و حرمتله .Çilehane Mescidi, eskiden Bulgurlu Dağı olarak anılan, günümüzde Küçük Çamlıca adı verilen tepenin Ümraniye ve Marmara’ya bakan yamacında bulunuyor. 1616 yılında Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri tarafından yaptırılan mesciddir. Musalla Mescidi olarak da bilinmektedir. Bu cami beş pencereden ışık alan bir 19. yüzyıl eseridir.Yapıda ilk zamanlarda iki oda bulunuyordu. Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri Bursa'dan Üsküdar'a geldiği zamanlarda ailesinin kalması için yaptırılmıştı. Bu odaların altında veya civarında toprak altında ayrıca bir çilehanesinin bulunduğu rivayet edilmektedir. Bilindiği gibi “çile” kelimesi, Farsçadaki çihil (kırk) kelimesinden alınmıştır. Bu kelime zamanla, zorluk ve ızdırabı göğüslemek anlamında "çile çekmek" şeklinde deyim olarak kullanılmıştır. Tasavvufta, Allah’a erişme yolunda nefsi terbiye etmek için haz verecek her türlü şeyden el çekilen, her türlü sıkıntının göze alındığı, müddeti değişik perhiz ve riyazet devresi olarak tanımlanırken, Bir dervişin, maneviyatı ile baş başa kalmak için şeyhinin izniyle inzivaya çekilip dünya nimetlerinden el çektiği ve kendisini ibadete verdiği kırk günlük devre ve bu devrede geçirilen halle ifade edilmektedir.Moloz taşla yapılı, ahşap çatılı, sade bir yapı olan çilehane mescidinin önünde geniş bir bahçe vardır. Bahçedeki şadırvanın yerinde eskiden kuyu bulunmaktaydı. Ayrıca bahçede abdest teknesi de bulunmaktadır. Çilehane kültürünü yansıtan bu mescid, Aziz Mahmud Hüdai hazretlerinin ruhundan hisler taşır. Rahmet ve Hürmetle.
امام اعظمڭ خليفه يه جوابيعبّاسي خليفه سي منصور، امام اعظمي بغداده ”قاضي“ تعيين ايتمك ايستر. امام اعظمي ياننه چاغيرير و بو نيتنى اوڭا آچار.امام اعظم ابو حنيفه ، دولت يوڭتيمنڭ ياڭليش ايشلرينه آلت اولمامق ايچون بو تكليفي قبول ايتمز.خليفه يه ، ”بن قاضيلق ياپامام.“ دييه رك قاضيلق تكليفنى ردّ ايتدي. خليفه ،- يالان سويلیيورسڭ، سن قاضيلق ياپارسڭ، ديينجه امام اعظم،- اگر بن يالان سويلیيورسه م، يالان سويله ديگم ايچون قاضيلق ياپامام. چونكه يالانجيدن قاضي اولماز. اگر ”ياپامام“ ديديگم زمان طوغري سويلیيورسه م، بو دفعه سوزيمڭ كرگي اولارق قاضيلق ياپامام. او حالده هر ايكي طورومده ده قاضيلق ياپامام. “دير.حپسه آتيلمه بهاسنه كنديسنه ياپيلان قاضيلق تكليفنى رد ايدن امام اعظم ابو حنيفه بغدادده حپس ايديلير. حپسده اشكنجه لره معروض قالمه سنه رغمًا ردّ ايتديگي تكليفي قبول ايتمدي. هجري ١٥٠ ييلنده بغدادده وفات ايتدي. İmam-ı Azam’ın Halifeye CevabıAbbasi Halifesi Mansur, İmam-ı Azam’ı Bağdat’a “kadı” tayin etmek ister. İmam-ı Azam'ı yanına çağırır ve bu niyetini ona açar.İmam-ı Azam Ebu Hanife, devlet yönetiminin yanlış işlerine âlet olmamak için bu teklifi kabul etmez.Halife’ye, “Ben kadılık yapamam.” diyerek kadılık teklifini reddetti. Halife,-Yalan söylüyorsun, sen kadılık yaparsın, deyince İmam-ı Azam,-Eğer ben yalan söylüyorsam, yalan söylediğim için kadılık yapamam. Çünkü yalancıdan kadı olmaz. Eğer “yapamam” dediğim zaman doğru söylüyorsam, bu defa sözümün gereği olarak kadılık yapamam. O halde her iki durumda da kadılık yapamam." der.Hapse atılma pahasına kendisine yapılan kadılık teklifini reddeden İmam-ı Azam Ebu Hanife Bağdat’ta hapsedilir. Hapiste işkencelere maruz kalmasına rağmen reddettiği teklifi kabul etmedi. Hicri 150 yılında Bağdat’ta vefat etti. سعد بن ابي وقّاصسعد بن ابي وقّاص، جنّتله مژده لنن اون صحابه دن بريسيدر. قريش قبيله سندندر. حضرت سعد پيغمبريمزڭ آننه سي حضرت آمنه نڭ اقرباسي اولديغي ايچون افنديمز، اوڭا ”بنم داييمدر.“ دیردي.ايلك مسلمانلردندي و مسلمان اولديغي زمان داها اون يدي ياشنده يدي. اللّٰه يولنده ايلك اوق آتان و ايلك قان دوكن كيمسه در.سعد بن ابي وقّاص اسلاميتي قبول ايتديگي زمان مشركلردن بري اوڭا حقارت ايتدي. او ده بر دوه نڭ چڭه كميگنى النه آلارق آدمڭ باشنه اوردي. اللّٰه يولنده يره دوشورولن ايلك قان بو اولدي. احد حربنده دشمانه ياقلاشيق بيڭ اوق آتدي. بو صواشده افنديمز اوڭا بر ياندن اوق ويرييور، بر ياندن ده :- ”آنام، بابام سڭا فدا اولسون، اي سعد! آت!“ بويوریيوردي. بتون صاواشلرده حضرت پيغمبرڭ يانندن آيريلمدي و اونڭ خير دعالريني آلدي. پيغمبريمزڭ اوڭا ياپمش اولديغي: - ”يا ربّي! اوقني طوغرولت و دعاسني قبول ايت!“ دعاسي بركتيله حضرت سعد آتديغني اورور، دعالري قبول اولوردي. بوني بيلنلر اونڭ بد دعاسني آلمقدن قورقارلردي. نيجه ئولكه لر اونڭ اليله فتح ايديلدي. ايران فاتحلرينڭ ايلكي، قادسيّه صواشنڭ باش قومانداني و كوفه نڭ قوروجيسي او ايدي. داها صوڭره كوفه واليسي اولدي. حضرت عمر، كنديسندن صوڭره كي خليفه يي سچه جك آلتي كيشيلك هيئتده حضرت سعدي ده كورولنديردي. سعد بن ابي وقّاص، حضرت عثمان شهيد ايديلدكدن صوڭره بر كوشه يه چكيلدي و هيچ بر اولايه قاريشمدي. حضرت علي شويله بويوردي:- سعد بن ابي وقّاص ايله عبد اللّٰه ابن عمرڭ طرفسزلقلري چوق يرنده در. طرفسز قالمه لرنده بر كناه وارسه ، هر حالده او كناه كوچكدر. ثواب وارسه ، او ده شبهه سز چوق بيوكدر.سعد بن ابي وقّاص، سكسان ييلدن فضله بر حيات سوردي. هجرتڭ ٥٥نجی ييلنده مدينه ده خسته لاندي. وفاتنڭ ياقلاشديغني حسّ ايدنجه ، صاقلاديغي اسكي بر عبايي كتيرته رك:- بنم كفنم بو اولسون. زيرا بدر غزوه سنده دشمانلرله چارپيشيركن أوزرمده بو جبّه واردي. شيمدي يه قدر اوني بو مقصدله صاقلامشدم، ديدي. Sad Bin Ebi VakkasSad bin Ebi Vakkas, cennetle müjdelenen on sahabeden birisidir. Kureyş kabilesindendir. Hazret-i Sad Peygamberimizin annesi Hz. Âmine’nin akrabası olduğu için Efendimiz, ona “Benim dayımdır.” derdi.İlk Müslümanlardandı ve Müslüman olduğu zaman daha on yedi yaşındaydı. Allah yolunda ilk ok atan ve ilk kan döken kimsedir.Sad bin Ebi Vakkas İslâmiyet’i kabul ettiği zaman müşriklerden biri ona hakaret etti. O da bir devenin çene kemiğini eline alarak adamın başına vurdu. Allah yolunda yere düşürülen ilk kan bu oldu. Uhud Harbi’nde düşmana yaklaşık bin ok attı. Bu savaşta Efendimiz ona bir yandan ok veriyor, bir yandan da:- “Anam, babam sana fedâ olsun, ey Sad! At!” buyuruyordu. Bütün savaşlarda Hz. Peygamber’in yanından ayrılmadı ve onun hayır dualarını aldı. Peygamberimizin ona yapmış olduğu - “Ya Rabbî! Okunu doğrult ve duasını kabul et!” duası bereketiyle Hazret-i Sad attığını vurur, duaları kabul olurdu. Bunu bilenler onun bedduasını almaktan korkarlardı. Nice ülkeler onun eliyle fethedildi. İran fâtihlerinin ilki, Kâdisiyye Savaşı’nın başkumandanı ve Kûfe’nin kurucusu o idi. Daha sonra Kûfe valisi oldu.Hz. Ömer, kendisinden sonraki halifeyi seçecek altı kişilik heyette Hazret-i Sad’ı da görevlendirdi. Sad Bin Ebi Vakkâs, Hazret-i Osman şehit edildikten sonra bir köşeye çekildi ve hiçbir olaya karışmadı. Hazret-i Ali şöyle buyurdu:- Sad bin Ebi Vakkas ile Abdullah İbni Ömer’in tarafsızlıkları çok yerindedir. Tarafsız kalmalarında bir günah varsa, herhâlde o günah küçüktür. Sevap varsa, o da şüphesiz çok büyüktür.Sad Bin Ebi Vakkas, seksen yıldan fazla bir hayat sürdü. Hicretin 55. yılında Medine’de hastalandı. Vefatının yaklaştığını hissedince, sakladığı eski bir abayı getirterek:- Benim kefenim bu olsun. Zira Bedir Gazvesi’nde düşmanlarla çarpışırken üzerim de bu cübbe vardı. Şimdiye kadar onu bu maksatla saklamıştım, dedi. (Kaynak: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)امام اعظمڭ تقواسيعبد اللّٰه بن مبارك: ”ابو حنيفه دن داها چوق اللّٰهدن قورقان بريسني كورمدم.“ عبدالرّزّاق بن همّام: ”ابو حنيفه يه هر راستلادىغمده كوزلرنده و ياناقلرنده آغلامه ايزلرينى كوروردم.“حفث بن عبدالرحمان: ”بن، تقوا صاحبي، زاهد، فقيه و عالملردن چشيتلي انسانلرله برلكده اولدم. اما امام اعظم كبي بتون أوزللكلري كنديسنده طوپلايان هيچ كيمسه يي كورمدم.“امام احمد بن حنبل: ”او، عالم، زاهد و تقوا اهليدر. هيچ كيمسه نڭ صاحب اولاماياجغي مادي امكانلرينه قارشيلق يينه ده آخرت يورديني ترجيح ايدنلردندر.“يزيد بن هارون: ”ابو حنيفه متقي، تميز، زاهد، ورع صاحبي، طوغري سوزلي و دورنده اڭ كوچلي حافظه يه صاحب اولان عالمدي.“حسن بن محمّد: ”ابو حنيفه يه باقان كيشي عبادته اولان دوشكونلگندن، ضعيفلايان وجودي و صاراران يوزندن أوتوري اوڭا آجيردي.“داود الطائي: ”او، كيجه يورويوشنه چيقانلرڭ كنديسيله يولني بولابيله جكلري بر ييلديز كبيدر. مؤمنلرڭ كوڭللرنده تخت قوران أونملي بر شخصيتدر.امام محمّد: ”ابو حنيفه ، زماننده تكدي. اونڭ دنيادن آيريلمسي، علمده ، كرمده ، لطفده ، تقواده و اللّٰه ايچون ترجيح ايتمه ده طاغ كبي اولان برينڭ علم و فقهيله برلكده ير يوزيني ترك ايتمه سي ديمكدي.“İmam-ı Azamın TakvasıAbdullah b. Mübarek: “Ebu Hanife’den daha çok Allah’tan korkan birisini görmedim.” Abdurrezzak b. Hemmam: “Ebu Hanife’ye her rastladığımda gözlerinde ve yanaklarında ağlama izlerini görürdüm.”Hafs b. Abdurrrahman: “Ben, takva sahibi, zahit, fakih ve âlimlerden çeşitli insanlarla birlikte oldum. Ama İmam-ı Azam gibi bütün özellikleri kendisinde toplayan hiç kimseyi görmedim.”İmam Ahmed b. Hanbel: “O, âlim, zahid ve takva ehlidir. Hiç kimsenin sahip olamayacağı maddi imkânlarına karşılık yine de ahiret yurdunu tercih edenlerdendir.”Yezid b. Harun: “Ebu Hanife muttaki, temiz, zahit, vera’ sahibi, doğru sözlü ve devrinde en güçlü hafızaya sahip olan âlimdi.”Hasan b. Muhammed: “Ebu Hanife’ye bakan kişi ibadete olan düşkünlüğünden, zayıflayan vücudu ve sararan yüzünden ötürü O’na acırdı.”Davut et-Tai: “O, gece yürüyüşüne çıkanların kendisiyle yolunu bulabilecekleri bir yıldız gibidir. Müminlerin gönüllerinde taht kuran önemli bir şahsiyettir.İmam Muhammed: “Ebu Hanife, zamanında tekti. Onun dünyadan ayrılması, ilimde, keremde, lütufta, takvada ve Allah için tercih etmede dağ gibi olan birinin ilim ve fıkhıyla birlikte yeryüzünü terk etmesi demekti.”
Osmanlı Türkçesinde kelimelerin yazılışlarına dair bazı kurallar var. Aşağıda bazı örnek kelimeler verdik ve sizlerden doğru/yanlış oluşlarını göstermenizi istedik. Haydi hep beraber kuralları hatırlayalım… Ç Ö Z Ü M