طوپراغڭ قره سنه طوپراق انسانده كي كوزببگي كبيدر. كوزببگي قراڭلق اولسه ده كوزڭ كورن قسميدر. طوپراق ده قره در اما پك چوق رنكلرڭ حيات بولديغي زميندر. اللّٰهڭ اسماسنڭ تظاهر ايتديگي خارقه بر آيينه در. بركتدر. دشيفره ايديجي، تخوملرده كي تورلي نباتڭ آچيلوب سرپيله جگي، كوزللكلريني و ميوه لريني آچيغه چيقاجغي عجيب بر چوزوجيدر.أوزرنده ياشاديغمز ارض ايكي قسمدن اولوشور: قره لر و دڭزلر. انسانڭ حيات دنيويه سني دوام ايتديره بيلمه سي بو ايكيسي و ايچنده كيلره شرط قيلينمشدر. بونڭ ايچون طوپراق، تخوم، اكوب بيچمك انسانلغڭ اڭ مركزنده ير آلمشدر.صواشلر ده باريشلر ده بونلر أوزرندن كرچكلشمشدر. يگرمي ميليون كيلومتره قاره طوپراغه اولاشان دولت عليه ، طوپراغي ده يتيشن محصولي ده أوزرنده ياشايان انساني ده عزيز بيلمش، حق و حقيقت سوكيسني بونلره ده حرمتله كوسترمشدر.صنايع طوپلومي حالنه دونوشديگمز صوڭ ايكي يوز ييل هر نه قدر طوپراغي كولكه ده بيراقسه ده ، انسانلر قيرسالي ترك ايدوب بطون ييغيني شهرلرده بركت آرامه يه چاليشسه ده اوقراينه ده ياشانان صواش تكرار كوزلري بوغدايه چويرمش، تهلكه قونوشولور اولمشدر.ياپاي اتدن بيلمم نه يه بعض مسئله لر قونوشولور اولسه ده فطري اولانڭ طيشنه چيقمق ضرردن باشقه شي ويرميه جك، زراعت ده بوغداي ده اكمك ده قيامته قدر انسانلقله برابر اولاجقدر.اونڭ ايچون طوپراغه كوزببگنه باقار كبي باقاجغز؛ تا ايچنه …بو صاييمزده عثمانليده زراعت باشلغي آلتنده بلكه و يازيلرله مخاطب اولاجقسڭز. عثمانلي تركجه سي پراتيگڭز آرتاركن تاريخه شعورلي بر سياحت كرچكلشديره جكسڭز.Toprak insandaki gözbebeği gibidir. Gözbebeği karanlık olsa da gözün gören kısımdır. Toprak da karadır ama pek çok renklerin hayat bulduğu zemindir. Allah’ın esmasının tezahür ettiği harika bir aynadır. Berekettir. Deşifre edici, tohumlardaki türlü nebatın açılıp serpileceği, güzelliklerini ve meyvelerini açığa çıkacağı acip bir çözücüdür.Üzerinde yaşadığımız arz iki kısımdan oluşur: karalar ve denizler. İnsanın hayat-ı dünyeviyesini devam ettirebilmesi bu ikisi ve içindekilere şart kılınmıştır. Bunun için toprak, tohum, ekip biçmek insanlığın en merkezinde yer almıştır.Savaşlar da barışlar da bunlar üzerinden gerçeklemiştir. Yirmi milyon kilometre kare toprağa ulaşan Devlet-i Aliyye, toprağı da yetişen mahsulü de üzerinde yaşayan insanı da aziz bilmiş, Hak ve hakikat sevgisini bunlara da hürmetle göstermiştir.Sanayi toplumu haline dönüştüğümüz son iki yüz yıl her ne kadar toprağı gölgede bıraksa da, insanlar kırsalı terk edip beton yığını şehirlerde bereket aramaya çalışsa da Ukrayna’da yaşanan savaş tekrar gözleri buğdaya çevirmiş, tehlike konuşulur olmuştur.Yapay etten bilmem neye bazı meseleler konuşulur olsa da fıtri olanın dışına çıkmak zarardan başka şey vermeyecek, ziraat de buğday da ekmek de kıyamete kadar insanlıkla beraber olacaktır.Onun için toprağa gözbebeğine bakar gibi bakacağız; ta içine…Bu sayımızda Osmanlıda Ziraat başlığı altında belge ve yazılarla muhatap olacaksınız. Osmanlı Türkçesi pratiğiniz artarken tarihe şuurlu bir seyahat gerçekleştireceksiniz.
(1) Önümdeki geniş ekin tarlası şimdi öğle güneşinin keskin aydınlığı içinde gözlerimi alıyor, tutuşmuş bir ispirto gibi alevinin rengi ışık altında belli olmayarak kavurucu bir sıcaklıkla yanıyor… Orada bu ışık ve ateş gölünde orakçılar sessiz hareketlerle biteviye çalışıyorlar. Uzaktan bana kaynar suya düşmüş ufak, çelimsiz böcekler gibi görünüyorlar; sanki çırpınıyorlar, uğraşıyorlar fakat kurtulamıyorlar. Dumanı göklere değil yerin altına çekilip giden deruni bir ateş, dünkü usareli, ıslak ve körpe ekinleri ne tatlı bir cila vererek kızartmış, kavurmuş… Bunları kucak kucak kesip deviren oraklardan gözlere, ara sıra, mil çeker gibi yakıcı, kızgın bir parıltı vuruyor; sararmış buğday tarlalarının bu beyaz ışıklı keskin şimşeklerini seyrede ede balkona dayanmış düşünüyorum:Tarihin zapt edemediği devirlerden beri işte böyle, insanlar buğday peşinde esir ve hizmetkar yaşadılar. Dünyanın en bekalı, en müstebit bir tek sultanlığının tahtında itibarı düşmeyen, kıymeti azalmayan, (2) ehemmiyeti eksilmeyen bir tek şehinşah var: buğday.Buğday kadar insanların hayatında yokluğu veya çokluğu inkılaplar yapan hiçbir madde hatırlamıyorum. Hava ile sudan sonra dünyanın üçüncü ihtiyacı bu; yaşamak marifetinin ekanim-i selasesini buğday tamamlıyor. Harpte veya sulhte, dostluk veya düşmanlıkta, ittifaklarda veya nifaklarda daima buğdayın bir tesiri vardır. Buğday devletlerin hayatında kadın parmağıdır; her meselenin altından çıkar. Diyebilirim ki denizlere, limanlara, mahreçlere ve menbalara asıl buğday yüzünden ehemmiyet veririz; çoğu işlerin kabuğu içinde bir buğday tanesi saklıdır. Milletlerin tarihi buğday taneleriyle yazılıyor. Devletlerin hayatında hiçbir hükümet adamı buğday kadar faydalı olamaz: (Turgo) (Malzerb) () yerine devletinin başında buğday olsaydı on altıncı Lui muhakkak tahtını kurtarırdı. Kışlalar kadar, bir harpte, buğday ambarları da ehemmiyetlidir. Ordular kadar ekinler de çadırları bekler. Bir orduya nefer kadar çuval da lazımdır. Bilhassa harp, barut kadar buğday da demektir. Buğday meselesi bir cihetten de dayanıp dayanmamak, yenilip yenilmemek meselesidir. İşte dört senedir süren harbin en büyük derdi; buğday-buğday muharebe hazırlığında olduğu kadar sulh müzakerelerinde de daima ehemmiyetli bir mevki tutar. İ’tilafçılara bol nefes aldıran bir yol varsa o da buğdayın geldiği yoldur. İttifakçılara mevsim mevsim musallat olan kâbus da buğdaysızlıktır. Ukrayna sulhu bir buğday sulhu değil midir?(3) Buğdayın dikilmesi, biçilmesi, un haline getirilip pişirilmesi gibi ayrı ayrı şekillerine bakarak bir memleketin medeniyeti, sınaati, liyakati hakkında sağlam bir fikir hasıl edebiliriz. Köylüyü şehirlerden ayıran sade elbisesi değil, biraz da ekmeği ve ekmeği yiyişidir. Bir köye en evvel kurduğumuz makine değirmen taşıdır. Bir şehre yaptığımız ilk fabrika değirmendir. Bir belde evvela buğdayını düşünür; bir aile ilk önce ekmeğini hazırlar. Bir adam yemeğinde siftah ekmeğini arar. Çocuklarımızı ekmeğe hürmete alıştırırız. Gençlere “ekmeğini çıkar” nasihatini veririz. Ekmek ve buğday hemen her dine karışmış, her akide ve imanda bir yer tutmuştur. Bu, içtimai meselelerin en şümullüsü, dünyayı alt üst eden işlerin en esaslısıdır. Ekmek ve buğday için bütün cihan uğraşır; fırtınalarla çarpışarak denizler aşan gemiler, dağları delip uçurumları atlayan trenler, sanki yalnız buğdayın nakli için yapılmış birer vasıtadır. Beş kıtayı birbirine bağlayan teller, yollar ve vapurlar için asıl maksat sanki buğday piyasası, buğday mübadelesidir. Buğdayın ekilip biçilmesi, un yapılıp yenilmesi için çalışan insanların yekunu, zannederim, hemen hemen umumi nüfusa muadildir. Dünyada başka hiçbir sanat veya iş üzerinde bu kadar fazla adam çalışmaz, bu derece himmet sarf edilmez… hiçbir amele, rençber ve işçi de çiftçi kadar hürmet ve takdir görmez. Hatta çift için çalışan hayvanlar bile nazarımızda sair mahlukattan fazla muhteremdir.Buğday süründüğü yeri aziz eder. Geçtiği ele bereket verir. Bitti toprağı şenlendirir. Bollaştığı seneye şan bırakır. Altınsız, kömürsüz, kitapsız bir dünya mümkündür; buğdaysız cihan olamaz. Ekinleri ufka kavuşan Anadolu ovalarından geçerken, bana buğday başakları devrin çetinliği içinde yegâne selamet timsali gibi göründü. Zaten dolgun ve kızarmış bir başak, ziynet eşyasına, süse benzer; o kadar ince, zarif, çalışılmış bir iştir. Bolluk ve bereket timsali olan buğday başağı aynı zamanda servete, emniyete, kuvvete de alamettir.(4) Bir buğday tanesine bakarak insan bir cihan tahayyül edebilir. Bir buğday tanesinin hayatını düşünmekle gözlerimizin önünde çok canlı, çok hakiki ne levhalar açılır… Sonbaharın bol yağmurlarından sonraki temiz, durgun günlerinde bağıra haykıra çift sürenlerden başlayarak, kışın üzerlerinde kargalar dolaşan karlı tarlalar, sonra baharda o derin, dalgalı yeşillik, nihayet sıcak güneşlerle pişen ekin, harman yeri, düven... Bunlar birer birer hatırımızda canlanır. Boşluk içinde kırmızı alevleri fışkıran fırınlar, çıplak ayaklı, çıplak kollu hamurkârlar, tezgahlara dizili sıcak, yumuşak ekmekler, bütün bu tahatturlar ne kadar insanın hayatına bağlı, her günkü görgülerine dahildir. Su değirmenleri gıcırtılı, ışıklı, yüksektir. Sonra buhar değirmenleri arzın heyecanı tutulmuş yüreği gibi derinden çarparak ne kadar velveleli döner… İnsanlar buğdaya ait manzaraları muhakkak her şeye verdiklerinden fazla bir ehemmiyetle seyrederler. Buğdayın her seneki hayatına gayet yakından alakadar olurlar. Bir ölçeklik tarlası, bir şiniklik tohumu bile olmayan derbeder yine “ekinler nasıl?” diye merak eder. Buğday hepimizin akrabası, en ailesizlerin bile yakını, en düşüncesizlerin bile endişesidir. Dünyaya metelik vermeyen ne kadar kalender adamlar gördüm ki bana Anadolu'nun ekinini sordular!Hulasa buğday meselesi kadar dünyada herkesin yüreğine dal budak salmış bir mesele mevcut değildir. Medeniyetin kökü buğday tarlasında olduğu gibi, harbin kanlı pençesi de buğday ambarındadır. Dünyayı öküzün boynuzu üzerinde tahayyül edenler haklıdır, lakin bu öküz bir “çift öküzü” olmak şartıyla…İşte öğle güneşinin gözler alan kızgın sıcağı içinde buğday tarlasını biçen orakçılara bakarak ben bunları düşündüm.*Refik Halid, Yeni Mecmua, 20 Haziran 1918, sayı 49, s. 441
(1) Evlatlarım siz daha küçüksünüz. Bilahare mahsul toplamak için şimdiden tohum ekmelisiniz. Bu tohum nedir biliyor musunuz? Eğer dershanede derslerinize dikkat eder ve hocalarınızın sözlerini güzelce hatırda tutarsanız zihninize tahsil denilen öyle kıymetli bir tohum ekmiş olursunuz ki bu sizin yaşınızla beraber büyür. İşte bu suretle bir gün olur ki malumat denilen mahsul-i giran-bahayı iktitaf ederek bu sayede ihtiyacat-ı hayatiyenizi namus-karane kazanmaya muktedir olursunuz. İnsanın büyüdüğü vakit herkesin riayet ve itibarına mazhariyeti kendi elinde olduğunu bilerek buna daha küçükten çalışması ne kadar güzeldir değil mi?Bazı çocuklar vardır ki tahsile asla rağbet etmeyip daima istirahat etmek isterler. İşte bu gibiler küçüklüklerinde (2) zihinlerine bir tohum ekmediklerinden bilahare hiçbir mahsul toplayamazlar. Bunun için sefalet çekerler ve namuslu adamların nazar-ı istihkarını celb ederler.Çalışkan ile tembel beyninde ne derece fark bulunduğunu göstermek için size bir misal göstereyim:“Bir peder hîyn-i vefatında iki çocuğuna bir tarla bıraktı bu tarla iki müsavi kısma taksim olundu. Arazinin miktarı müsavi ise de iki çocuğun ahlakı böyle değildi. Biri çalışkan, diğeri tembel idi.Birincisi sabahleyin erkenden kalkar, akşama kadar işinin başından ayrılmaz idi. Tarlasını güzelce zer’ ederdi. Daima uyumakla meşgul olup çalışmaktan ve yorgunluktan korkan kardeşi kendi tarlasını ne yapacağını düşüne dursun, o, tarlasına ser arpa buğday tohumu ekmişti.Çalışkanın tarlası gayet mebzul mahsul verip sahibinin her sene taayyüşünü temin eder idi.Tarlasını zer’ etmeye gayreti olmayan tembel ise hiçbir mahsul alamadıktan başka, günden güne yakasına sarılan sefalet ilcasıyla pederinden kalan tarlayı satmaya mecbur oldu. Çalışkan ise bilakis tarlasını büyüttü ve mahsulatı ziyadeleşerek servetini de tezyid ediyordu. Tembel ise günden güne fakirleşiyor idi.”Ey çocuklar, bu iki biraderin hangisine benzemek istediğinizi sormaya hacet yok. Mahsul almak için tarlasını zer’ eden tabii muhabbetinizi celp edip çalışanların ekmeğiyle geçinen tembel ise mucib-i nefretiniz olmuştur. İşte çalışmaktan usandığınız vakit bu iki kardeşin halini düşününüz ve fa’âl olması lazım geleceğini unutmayınız.*Mecmua-i Lisan, 1 Teşrin-i Evvel 1315, s. 20
(1) Bizde pek garip bir halet-i ruhiye var. O da Avrupa malı, ecnebi mektepleri -velev ki bizimkilerden kat ender kat aşağı bulunsun- bizim gözlerimize pek hoş görünür. Bu moda perestlik, bu sefahet eseri değil mi ki; oldukça ihtiyacımıza kifayet edecek kadar istihsal ve imal edilen emtia-i dâhilimiz bugün sahne-i ticaretten ya uful etmiş veya etmek üzere bulunuyor. Bu gidiş ile darü’t-tahsillerimiz de buna maruz kalacaktır. Oldukça şayan-ı zikir ve istifade mekteplerimiz yok değildir. Ekser gençlerimiz bunları öğrenmeden, tedrisat ve ahvalini tetkik etmeden kendi iktidarımıza bakmayarak birdenbire Avrupa darülfünunlarına atf-ı nigah ediyor.Güya hemen Avrupa mekteplerine gitmekle âlim-i kül oluvereceğiz! Hiç düşünmüyoruz ki nereye gidilse okka dört yüz dirhem, nerede olur ise çalışmadıktan sonra malumat sahibi olmak mümkün değil! Evet, şurası da gayr-i kabil-i inkâr bir meseledir ki bugün memleketimizde bulunan mekatib-i ziraiyeden başta Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi olduğu halde ekser ecnebi ziraat mektepleri kadar muntazam ve istifadeli değil iseler de her birisi muktedir ellere tefviz olunduğu takdirinde şu seviye-i irfanımıza göre kifayet eder fikrindeyim.Nur-ı irfanı ancak Avrupa mekteplerinde, Avrupa sefahat hanelerinde gören zenginlerimiz arasında rical ve muharririn-i muhterememizden birkaç zatı da görüyoruz.(2) O muharrir-i muhterem, böyle fikir ve emel arkasında koşacağına, evladını yerli mekteplerimizde ücretli olarak okutup bu vasıta ile mekteplerimizde caygir olan yolsuzluk ve intizamsızlığı gazetesiyle tenkit etseydi eminim ki nezaret-i aidesi de buna çare-saz olur ve lazım gelen tedabiri ittihazda gecikmez ve tedric tekamülü kanununa binaen mekteplerimiz de layıkıyla terakki ederek Avrupa mekteplerinin mümasili olurdu. Teessüf olunur ki bu vazife-i vataniyeyi dûş-ı hamiyetine yüklenecek bir zat çıkmadı, çıkmıyor.Evladını ziraat tahsil ettirecek zengin pederler, onları götürüp fakir, nehari tahsile iktidarı olmayan evlad-ı vatana mahsus olan meccani kadrosu imtihanlarına kolayca idhal ediyorlar. O vakit mektep pek ala! Duhul-i imtihanına muvaffak olamadığı takdirde o mektebin ücretli kadrosuna senevi yirmi, yirmi beş lira vermekten ihtirazen ya hukuka veya maliyeye veyahut Avrupa’ya yüzlerce lira sarf etmeye, frenk adatını taklide gönderiyorlar. Bizim yerli ve Avrupa mekteplerine nazaran kolay ve basit olan mekteplerinin duhuliyle imtihanına muvaffak olamayan efendilerin orada nasıl mükemmel tahsil edeceklerini ve nasıl ve ne sermaye ile avdet edeceklerini kariin-i kirama havale ederim.Bugün Avrupa’nın o perestiş ettikleri mekteplerinin bütçesiyle bizim ziraat mektebin(in) bütçesi arasında hemen fark yok gibidir. Bizdeki iş bilmemezlik, mekteplerimizin derekesini tenzil ediyor. Bugün şurada, burnumuzun dibinde bulunan halkın Halkalı Ziraat Mekteb-i Alisinin on üç bin lira bütçesine mukabil içinde yüz yirmi talebe ve altmış, yetmiş memur vardır.Mekteplerimize fukara ahalimizin adem-i rağbetini mucip sebeplere gelince: bu da duhul imtihanlarında mektep müdürlerinin gösterdiği tarafgirlikten ibarettir.Geçen sene Bursa Ameliyat Mektebine girmek üzere oldukça uzak mahallerden gelen idadi mezunları yerine imladan aciz, hemen imtihansız denilebilecek bir surette fazla on yedi efendi daha kabul edilmişti.Ümit ederiz ki nezaret bundan sonra olsun Bursa Ziraat Mektebini şimdi nasıl bir heyet-i fa’âleye teslim ettiyse diğerlerini de öylece muktedir, kanundan ve vicdandan başka kimseyi hakim tanımayan zevata tefviz eder ve evvelki gibi duhuliye esnasında müdürlere yapma tavsiyeler tesirsiz kalarak yaver zadelere, mebus zadelere, bilmem kimin tavsiye-gerdesi beylere yapılan tercihiyet kalkar ise halkımızın bir derece daha ziraat mekteplerine rağbetleri artmış olur. Yoksa pek fakir olan bu memlekete diyar-ı ecnebiyeye para dökmek zarureti kuvvetle meydana çıkar.Hayru’l-kelam kari’lerinden ve müntesibin-i ziraatten Es’ad Bedreddin*Hayru’l-Kelam, 4 Muharrem 1332, s. 22
كرك انبيانڭ قصه لري و حكايه لري و كرك معجزه لري حقّنده قرآن كريمڭ اشارتندن فهم ايتديگمه كوره ، معجزات انبيادن ايكي غايه و حكمت تعقيب ايديلمشدر: بريسي: نبوّتلريني خلقه تصديق و قبول ايتديرمكدر.ايكنجيسي: ترقيات ماديه ايچون لازم اولان أورنكلري نوع بشره كوستره رك، او معجزه لرڭ بڭزرلريني ميدانه كتيرمك ايچون نوع بشري تشويق و تشجيع ايتمكدر. صانكه قرآن كريم، انبيانڭ قصه لري و حكايه لريله ترقياتڭ اساسلرينه و تمللرينه پارماقله اشارت ايدرك، “اي بشر! شو كورديگڭ معجزه لر، برطاقيم أورنكلر و نمونه لردر. تلاحق افكاريڭزله ، چاليشمه لريڭزله شو أورنكلرڭ امثاللريني ياپاجقسڭز” دييه اخطار ايتمشدر.Gerek enbiyâ'nın kıssaları ve hikâyeleri ve gerek mu‘cizeleri hakkında Kur’ân-ı Kerîm’in işaretinden fehmettiğime göre, Mu‘cizât-ı Enbiyâdan iki gaye ve hikmet ta‘kîb edilmiştir: Birisi: Nübüvvetlerini halka tasdîk ve kabul ettirmektir. İkincisi: Terakkıyât-ı maddiye için lâzım olan örnekleri nev‘-i beşere göstererek, o mu‘cizelerin benzerlerini meydana getirmek için nev‘-i beşeri teşvîk ve teşcî‘ etmektir. Sanki Kur’ân-ı Kerîm, Enbiyâ'nın kıssaları ve hikâyeleriyle terakkıyâtın esaslarına ve temellerine parmakla işaret ederek, “Ey beşer! Şu gördüğün mu‘cizeler, birtakım örnekler ve numûnelerdir. Telâhuk-u efkârınızla, çalışmalarınızla şu örneklerin emsâllerini yapacaksınız” diye ihtâr etmiştir.(İşârâtü’l-İ’câz. s. 255, 256)1. Beyitادمك سرّی ایچنده علم و اسما هر نه وارای حیاطی وهبی سنده سرّ قرآندر لذیذÂdemin sırrı içinde ‘ilm ü esmâ her ne var Ey Hayyâtî Vehbî sende sırr-ı Kur’ân’dır lezîzLeblebici Baba (8)*Ey Hayati Vehbi (Terzi Baba), senin tüm bu leziz sözlerinde Kur’ân’ın sırlarının tadı vardır. Ki bu Hazret-i Âdem’in (as.) sırrıdır, zira onda ilim ve isimler her ne varsa “Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti…” buyuran Rabbimiz öğretmemiş midir? Dilciler! İşte kelamdaki lezzetin kaynağı… Fenlerin ve kemalatın menba‘ları ve hakikatleri olan esma-yı Rabbaniyeye çıkın! O esmanın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize bakın!2. Beyitمسیحای نكهدن درس الوب عصرك اطباسیبو بیمارك علاجن صبر ایّوب ایلمشلردرMesîhâ-yı nigehden ders alıp ‘asrın etibbâsı Bu bîmârın ilâcın sabr-ı Eyyûb eylemişlerdir Şeyh Galib (6)*Zamanın tabibleri dersini giz’li nefesiyle hastalara şifa veren Mesih’den (as.) ders alıp, bu sabrın ilacının Eyyüb sabrı olduğunu bildirdiler. Hekimler! İşte şifadaki istikametli nazar: “… Allah'ın izniyle (anadan doğma) körü ve (teni) alacalıyı iyi ederim …” buyuran Hazret-i İsa gibi en dehşetli hastalığın tedavisine çalışın!*Bîmâr: (fa.) Hasta3. Beyitنوح صندوقنه كشتی تك ایرمشدر پناهاحتیاط ایلركه ناكاه بردحی طوفان اولورNûh sandukına keştî teg irmişdür penâh İhtiyât eyler ki nâgeh bir dahı tûfân olurFuzuli (3)*Nûh Aleyhisselam sandığına, gemi gibi sığınak ermiştir. Ki ansızın tufan olur diye ihtiyatlı davranmıştır. İşte dünya denizinin dalgalarıyla baş edecek sefinelerin kılavuzu: “Bizim nezâretimiz altında ve vahyimiz ile gemiyi yap …”*Nâgeh: (fa.) Her an, birden bire, bilâ vakit4. Beyitدَاوُده دمور یُمُشَاقْ ایلدی مٖثل خمیر بَلْچِغیِ یاره سه ايتدی عیسی ایچون اول قادر Dâvûda demür yumuşak eyledi misl-i hamîrBalçığı yarasa itdi Îsâ içün ol Kâdir Abdî (7) *Kâdir-i Zü’l-Celâl, Davud Aleyhisselama demiri hamur gibi yumuşak (…demiri ona yumuşattık. …) eyledi. İsa Aleyhisselam içinse çamurdan kuş yarattı. İşte teknolojide terakkinin yolu yordamı: Yaratmaya dair İlahi kanunlara itaatle kudret-i İlahinin tecellisi… 5. Beyitقوللانور آهنی دل ضبطنه اقلیم غمكیله حكم ایلمین كیمسه سلیمان اولمزKullanur âhını dil zabtına iklîm-i gamun Yele hükm eylemeyen kimse Süleymân olmaz Emrî (2)*Gam ikliminin kavurucu ateşini dindirmek için gönül, âh rüzgârını kullanır. Eğer Süleyman olabilirsen… Elbette biliriz ki yele hükm eylemeyen kimse Süleyman olamaz. İşte gönlün daglarında ve zeminin dağlarında rüzgârların yolunu gül’e düşüren sır: “O, yeri sizin için itâatkâr kılandır…” Ey halife-i zemin! Yeter ki Süleymanvari rûy-i zemini etrafıyla görmeye ve anlamaya çalış. Görüntü ve ses naklinin ötesi var.6. Beyitسن خدادن استه غیری كمسیه اوزتما الكلشن اولدی قدرت حقله كور اول نار خلیلSen Hudâ’dan iste gayrı kimseye uzatma el Gülşen oldı kudret-i Hakkla gör ol nâr-ı Halîl Muhibbi (5)*Tevekküle sarıldı, İbrahim’in ateşi Hakkın kudretiyle gül bahçesi oldu. İşte İbrahimî sır: Halktan Hakka yönelerek O’nun kudretine dayanmak… “Ey ateş! Serin ve selametli ol!” ilahi emriyle bir değil nice ateşler zırhlanır!7. Beyitهر دمده خامه سی دل بدخواهی اغلادرموسی عصاسیدر اقیدر سنكدن عیونHer demde hâmesi dil-i bed-havâhı agladurMûsâ ‘asâsıdur akıdur sengden ‘uyûn Haleti (4)*Onun kalemi öyle bir kalemdir ki fenalık isteyen gönlü her vakit ağlatmaktadır. Musa Aleyhisselamın asası da sert taştan pınarlar çıkarmıyor muydu? Sır aynı: Yeter ki emre imtisal et, “Asanı taşa vur!”*Hâme: (fa.) KalemBed-havah: (fa.) DüşmanSeng: (fa.) Taş‘Uyûn: PınarlarKaynakça1. BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2014), İşârâtü’l-İ’câz, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât2. Divan-ı Emrî, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Atıf Efendi, No: 2055 (v. 54A)3. Divan-ı Fuzuli, Milli Kütüphane, Yazmalar, No: A3401 (s. 19)4. Divan-ı Haleti, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, No: TY9735 (v. 33B)5. Divan-ı Muhibbi, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Ayasofya, No: 3970 (v. 100B)6. Divan-ı Şeyh Galib, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Halet Efendi, No: 657 (v. 124B)7. Termîmü’l-İnhisâr, Milli Kütüphane, No: A2448 (v. 66B)8. Tuhfetü’l-Uşşak, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, No: 2925 (v. 10A)9. https://kulliyat.risale.online/10. http://lugatim.com/11. https://portal.yek.gov.tr/
دگرلي دوستلر، بر يازار كونلك حياتده قوللانديغمز كلمه لرڭ أوزريمزده كي اتكيلريني افاده ايتمك ايچون شويله دير: “مودرن بيليم هنوز برقاچ كلمه نڭ كوجي قدر اتكيلي بر علاج أورته مدي.” يعني قوللانديغمز كلمه لر كرچكدن بزم ايچ دنيامزده اولوملي - اولومسز چوق فرقلي اتكيلر اولوشديرمه پوتانسييلنه صاحب آراچلردر. مثلا آننه ، اميد، اوموت، خارقه ، هنوز، سوكي، شفقت، عشق، محتشم، ايمان، امكان، ياپابيليرم كبي كلمه لر اولوملي يوڭده دوشونجه لريمزي، دويغولريمزي، ايچ دنيامزي دريندن اتكيله مه كوجنه صاحبدر. أويله يسه قوللانديغمز كلمه لري سچه رك أوزنله قوللانالم. قوللانالمكه كلمه لر بزه بار (يوك) دگل، يار اولسون! قيمتلي دوستلر مايس آينده كوكنلرينه يولجيلق ياپاجغمز ايلك كلمه مز “كيراز”Değerli dostlar, bir yazar günlük hayatta kullandığımız kelimelerin üzerimizdeki etkilerini ifade etmek için şöyle der: “Modern bilim henüz birkaç kelimenin gücü kadar etkili bir ilaç üretemedi.” Yani kullandığımız kelimeler gerçekten bizim iç dünyamızda olumlu-olumsuz çok farklı etkiler oluşturma potansiyeline sahip araçlardır. Mesela anne, ümit, umut, harika, henüz, sevgi, şefkat, aşk, muhteşem, iman, imkân, yapabilirim gibi kelimeler olumlu yönde düşüncelerimizi, duygularımızı, iç dünyamızı derinden etkileme gücüne sahiptir. Öyleyse kullandığımız kelimeleri seçerek özenle kullanalım. Kullanalım ki kelimeler bize bâr (yük) değil, yâr olsun! Kıymetli dostlar mayıs ayında kökenlerine yolculuk yapacağımız ilk kelimemiz “kiraz”KİRAZ: Gülgillerden olan ekseriyetle yapraklanmadan önce çiçek açan ve özellikle mayıs ayının sonlarında dalların elleriyle Rabbimizin ikram ettiği bu meyve Latinceden dilimize geçmiştir. Aslı “kerasi” olan bu kelime Kırmızı meyve anlamındadır. Kirazın ana vatanı Karadeniz’deki “kerasus” olarak da söylenir. Kerasus zamanla “Giresun” olarak dilimizde yerini almıştır. Kiraz ağaçları Türkçemizde çiçekleriyle, bahçeleriyle bilhassa lezzetli, mükemmel meyvesiyle güzelliğin bir sembolü olmuştur. Ayrıca kirazın bazı türlerinin odunu ince marangozlukta kullanılır. Çok sanatlı harika el işlemesi mobilya ürünlerine bu ağacın gövdesi vesile olur.ALİMALLAH: Dilimizde çok kullanılan bir ifadedir. Arapça “bildi” manasındaki “alime” fiili ve Allah lafzının bir araya gelmesi ile oluşur. “Allah bilir, Rabbimiz olan Allah hiç şüphe etmeyiniz hakkıyla bilendir” anlamındadır. Bu ifade ile bir hadiseyi her yönüyle bilen, o şeyin gayesini ve hikmetini en iyi takdir eden Rabbimiz olduğu ifade edilir. Bazen şaşkınlıkla, bazen hayretle, bazen de yemin olsun ki manasında bu ifade kullanılır. Muhatabın inanması güçlendirilir. Mesela “Alimallah! bu sene yağmur yağmazsa ne yaparız.” “Düğünüme gelmeseydin Alimallah! Gönül koyardım” “Alimallah! düşman gelirse işte o zaman gününü görür.”HAFAZANALLAH: Günlük hayatta Müslümanların sıklıkla kullandığı birleşik kelimelerden bir tanesidir. Aslında bu kelime muhafaza eden, koruyan, kollayan Allaha yönelik çok güzel bir duadır. Mana olarak “Kötü bir ihtimal karşısında, “Allah bizi korusun, Allah muhafaza etsin” anlamında söylenir. Kötü bir durumdan uzak bulunmayı dileyip istemek için kullanılır. Bir başka yönden de sonsuz merhametiyle muhafaza ve himaye edici olan Cenab-ı Allaha sığınmayı ifade eder. Mesela “Bu deprem hafazanallah daha fazla sürseydi halimiz nice olurdu.”SEBİL: Bu kelime Arapçadan dilimize geçmiştir. Arapça “yol” anlamındaki bu kelime Türkçeye geçtikten sonra çok farklı bir manada kullanılmıştır. Hayır, hasenat yaparak Rabbimizi razı etmeyi en birinci vazifeleri bilen ecdadımız, Allah’ın rızasını kazanmak için yol kıyılarında yolcuların su içmeleri için çeşmeler yaparlardı. İşte bu küçük çeşmelere sebil adını verdiler. Ayrıca Kur’an-ı Kerimde geçen “Allah’ın rızasını kazanma yolunu” anlatan, “fisebilillah” ifadesi de “sebil” kelimesinin Arapça orijinal manasından farklı bir şekilde kullanımında etkili olduğunu söyleyebiliriz.ÇİLEK: Anadolu’da baharla yaz arasında geçiş dönemini anlatan bir meyvedir çilek. Enfes tadı ve kokusuyla Yaradan’ın rahmetini gösteren çilek mayıs ayının en lezzetli meyvelerindendir. “Osmanlı çileği”, “Arnavutköy çileği”, “Ereğli çileği”, “Frenk çileği” gibi pek çok çeşitleriyle sofralarımızı süsler. Aslı “çigelek” olan bu kelime Türkçedir. Gülgillerden, beyaz çiçekli olan bu güzel meyvenin adı son yıllarda hormonlarla beraber anılsa da o muhteşem görüntüsü ve rengi insanlara ilham vermeye devam ediyor.DULDA: Moğolcadan dilimize geçmiş olan bu kelime Anadolu’da yaygındır. Özellikle yörük göçerler arasında kullanılan bu sözcük “Kuytu, korunaklı, gölgeli, siper yer” manasındadır. Mesela Karacaoğlan’a ait olan şu ifade Dulda’yı anlatıyor: “Yiğit duldasında yiğit saklanır / Muhannette gölge olmaz, dal olmaz!”HAFRİYAT: Günlük kullanımda karıştırılan kelimelerden biri de hafriyattır. Arapça olan bu kelimeye genelde yanlışlıkla “harfiyat” denilir. Harfiyat “harf” kökünden türerken hafriyat ise “hafr” kökünden türer. “Kazmak, kazı yapmak” anlamına gelir. Bu kazma işine “Hafriye” işi de denilir. Yol ve inşaat yapmak, toprak altında kalan eski eserleri veya madenleri meydana çıkarmak için toprağı kazma işine bu isim verilir.HORTUM: Bu kelime Arapça olup Kur’ân kökenli kelimelerden biridir. Aslı “hurtum” olan bu kelime “burun” anlamındadır. Rabbimiz, Kalem suresinde kötü ahlaklı bir müşrikin akıbeti hakkında “Yakında onun hortumunun (burnunun) üzerine damga basacağız (da onu rezil edeceğiz)!” buyurmaktadır. Ayrıca hortuma güzel bir misal filin hortumudur. Zira bazı hayvanlarda boru gibi uzanmış olan ağız ve burun kısmı aynı hortuma benzer.
كوتاهيه حميديه جامعي ويا بر ديگر آديله يشيل جامع، دونمنڭ كوتاهيه متصرّفي احمد فؤاد پاشا طرفندن سلطان ٢نجي عبدالحميد ايچون ياپديريلمشدر. عين آلانده داها أوڭجه ده اخشاب بر جامع بولونديغي كتابه سندن آڭلاشيلمقده در. جامعڭ انشاآتنڭ و ايچ سوسله مه لرينڭ ١٩٠٤ سنه سي ايچنده تماملانديغي استانبول أونيورسيته سي آرشيونده بولونان ٣ ايلول ١٩٠٤ تاريخلي كوتاهيه متصرّفلغي يازيسنده بليرتيلمشدر. جامعڭ معمارلغنى بالذّات احمد فؤاد پاشانڭ ياپديغي، ايچ سوسله مه لرينڭ او ييللرده كوتاهيه ده اقامت ايدن سراي رسّاملرندن رضا بك طرفندن ياپيلديغي قايناقلرده افاده ايديلمكده در. سوسله مه لرڭ تماملانمه سنڭ آردندن جامعڭ فوطوغرافلري چكيله رك سلطان ٢نجي عبدالحميده عرض ايديلمشدر. آيريجه بو فوطوغرافلرله برلكده جامعڭ ياپيمنده امگي كچنلرڭ ليسته سي ده كوندريلمشدر. پادشاهه كوندريلن فوطوغرافلرڭ جامعڭ كوزللگنى تام آڭلاميله ياڭسيتامديغني كوندرديگي يازيده بليرتن احمد فؤاد پاشا، بو طورومڭ سببي اولارق فوطوغراف ماكينه سنڭ كوچكلگني گوسترمشدر. احمد فؤاد پاشا، پادشاهدن جامعده محافظه ايتمك أوزره بر ده صقال شريف طلب ايتمشدر. حميديه (يشيل) جامعي، قاره پلانلي و تك قبه لي اولوب، كوشك تيپي شرفه لي بر مناره يه صاحبدر. ايچنده كي يشيل و آلتين صاريسي رنكنده كي قلم ايشي، قبارتمه و ياغلي بويا سوسله مه لريله دقّتي چكر.Kütahya Hamidiye Camii veya bir diğer adıyla Yeşil Cami, döneminin Kütahya Mutasarrıfı Ahmed Fuad Paşa tarafından Sultan II. Abdülhamid için yaptırılmıştır. Aynı alanda daha önce de ahşap bir cami bulunduğu kitabesinden anlaşılmaktadır. Caminin inşaatının ve iç süslemelerinin 1904 senesi içinde tamamlandığı İstanbul Üniversitesi arşivinde bulunan 3 Eylül 1904 tarihli Kütahya Mutasarrıflığı yazısında belirtilmiştir. Caminin mimarlığını bizzat Ahmed Fuad Paşa’nın yaptığı, iç süslemelerinin o yıllarda Kütahya’da ikamet eden saray ressamlarından Rıza Bey tarafından yapıldığı kaynaklarda ifade edilmektedir. Süslemelerin tamamlanmasının ardından caminin fotoğrafları çekilerek Sultan 2. Abdülhamid’e arz edilmiştir. Ayrıca bu fotoğraflarla birlikte caminin yapımında emeği geçenlerin listesi de gönderilmiştir. Padişaha gönderilen fotoğrafların caminin güzelliğini tam anlamıyla yansıtamadığını gönderdiği yazıda belirten Ahmed Fuad Paşa, bu durumun sebebi olarak fotoğraf makinesinin küçüklüğünü göstermiştir. Ahmed Fuad Paşa, Padişahtan camide muhafaza etmek üzere bir de sakal-ı şerîf talep etmiştir. Hamidiye (Yeşil) Camii, kare planlı ve tek kubbeli olup, köşk tipi şerefeli bir minareye sahiptir. İçindeki yeşil ve altın sarısı rengindeki kalem işi, kabartma ve yağlı boya süslemeleriyle dikkati çeker. Transkripsiyonu: Belge tarihi: Hicrî 22 Receb 1322 (3 Eylül 1904)(1)Hû (2)Ma’rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki (3)Cenâb-ı hüdâvend-i müsteân her dakîka-i mes’ûdesini mülk ve milletin her yüzden ihyâsına masrûf buyurmakta oldukları eyyâm-ı ömr ü şevket ve iclâl-i şâhânesini bî-pâyân buyursun (4)âmîn veliyy-i ni’met-i bî-minnetimiz veliyy-i ni’met-i cihân padişah-ı diyânet-unvân ve şehinşâh-ı takvâ-yı iktirân efendimiz hazretlerinin cihânda had ve pâyân tasavvuru gayr-ı kâbil-i imkân bulunan müberrât-ı seniyye-i (5)hazret-i Hilâfetpenâh-ı a’zamîleri cümle-i mukaddesesinden olmak üzere nâm-ı diyânet-ittisâm-ı hazret-i tacdârîlerine Kütahya’da inşâ ve resm-i küşâdı dahî icrâ edilen câmi-i şerîfe âid (6)resimlerin şimdiye kadar teahhuru yalnız minberin bazı cihetleri nukûş ve tezyînâtının kısmen derdest-i icrâ bulunmasından neş’et etmişidi onlar da bu kere icrâ ve ikmâl edilerek (7)câmi-i şerîf-i mezkûrun mevki’an bulunabilen fotoğrafla dâhilen ve hâricen aldırılan müteaddid resimleri üzerine tertîb ve tanzîm edilen albümleri postaya tevdîan takdîmi cümle-i (8)tasavvurât-ı çâkerânemden iken serseccâdeci-i hazret-i şehriyârî saâdetlû İzzet Beyefendi hazretlerinden alınan tahrîrât-ı husûsiyede bu resimlerin liva süvari jandarma yüzbaşısı (9)Mehmed Efendi bendeleri vâsıtasıyla takdîmi mûmâ-ileyhin şu vesîle-i hasene ile mazhar-ı taltîf-i âlî buyurulacağı ümid-i kavîsi üzerine sûret-i mahsûsada iltimâs edilmiş olmasına mebnî bunların (10)iki kıt’ası yüzbaşı-ı mûmâ-ileyhe teslîmen ve celb ve cem’-i iânât ve te’mîn-i tarsîn ve tezyîn-i inşaât husûslarında ibrâz-ı me’ser-i hamiyyet ve sadâkat eden bendegânın isimlerini hâvî pusulada (11)leffen arz ve takdîm kılındı cümle-i müberrât-ı seniyye-i hazret-i Padişahîden olduğu için bunlardan birisinin atebe-i celîle-i diyânet-i şâmile-i hazret-i şehriyâr-ı akdesî ve a’zamîye arz ve takdîmi (12)ve diğerinin de taraf-ı âlî-i fehîmânelerinden kabûlü ve sâye-i feyz-vâye-i hazret-i padişahîde mesâî ve hıdemât-ı vâkıa-i sadâkatkârânelerine mükâfâten bendegân-ı mûmâ-ileyhimin dahî isimleri bâlâsında (13)işâret edilen rütbe ve nişânlarla taattufât ve telattufât-ı seniyye-i hazret-i Hilâfetpenâhîye mazhariyetleri esbâbının istihsâlı herhâlde inâyet ve âtıfet-i celîle-i çâkerperverîlerine vâbestedir (14)câmi’-i şerîf-i mezkûr tarz-ı mi’mârîsiyle nukûş ve telvînât ve tezyînâtına göre hakîkaten enâfisi âsâr-ı kadîme-i İslâmiye’nin aksâm-ı nâdire ve mümtâzesinden addolunmaya şâyândır resimlerde şu tavsîfât-ı (15)sahîhanın hakkıyla nümâyân olamaması ise fotoğrafçının mahâreti mahdûd bulunmakla beraber makinesi de pek ufak olmak gibi nekâyisi vesâit-i mevkîa eseri ise de bunlarda münderiç (16)nukûş ve tezyînât ve telvînât-ı meşhûde âsârı dahî nazar-ı celîl-i hakâyik-delîl-i âlî-i veliyyü’n-niamîlerinin takdir-i nefâis husûsundaki vüs’at ve metânet-i müsellemesi îcâbınca tavsîfât-ı ma’rûza (17)için bir ta’rîf-i mücmel olabilmek meziyetini muhâfaza edeceğinden kat’iyyen emînim bu tavsîfât-ı hakâyik-i inâyât iktizâsınca câmi-i şerîf-i mezkûr cidden emsâli nâdir görülür bir te’sîs-i (18)nefîs-i dînî bulunmasıyla bunun için bir de lihye-i saâdet-i bâhirü’l-meymenet-i Hazret-i Nebevî’nin inâyet ve ihsânı vesâil-i diyânet delâilinin istikmâli dahî takdîr-i saâdet-vefîr-i âlî-i (19)veliyyü’n-niamîlerine arz olunur ol-bâbda ve herhâlde emr u fermân-ı hazret-i men lehü’l-emrindir fî 22Recebü’l-ferd sene 1322 ve fî 19 Eylül sene 1320(20)Kütahya Mutasarrıfı(21)Bende(22)Ahmed Fuâd
Osmanlı Devleti tahrir kayıtları incelendiğinde %80-90’lık bir halk nüfusunun uğraştığı ziraat, devletin en önemli gelir kaynağı olmuştur. İşlenen topraklarda büyük ekseriyetle tahıl ürünleri yetiştirilmiş, tahıllar arasında ise coğrafi şartlar nedeniyle en fazla buğdayın tarımı yapılmıştır. Ancak zaman içerisinde nüfus artışı, toprak sisteminin bozulması, istihdam sorunu, bölgesel isyanlar, ziraat tekniklerinin çağın gerisinde kalması gibi nedenlerle tarımsal üretimde bazı sıkıntılar yaşanmıştır. Osmanlı Devleti, ekonominin bel kemiği olan bu sistemin ayakta kalması için gerek teşkilat gerek iktisadi her türlü yönteme başvurmuş, özellikle tarımsal verimliliğin artırılması amacıyla ekim öncesi toprağın hazırlanması, gübreleme, tohumun ıslahı, ürünün hasat yöntemi gibi pek çok tedbirleri hayata geçirmiştir. Yeni sayımızda bu tedbirlere dair birkaç belge paylaşmak istiyoruz.1909-1910 yıllarında kayda geçirilen bu vesikalara göre tarımsal üretimde yine bazı sıkıntılar mevcuttur. Hem çiftçiyi hem de devlet hazinesini olumsuz etkileyen ve “bereketsizlik” olarak tanımlanan bu durum Sivas valiliği tarafından üç başlıkta ele alınmıştır:1. Kuraklık, yangın ve insan tahribi gibi sebepler yüzünden ormanlar azalmış ve yağmuru çekme özelliği kalmamıştır. Zira ormanlık alanlarda nem oranının fazlalığı nedeniyle yağışlar daha fazladır. Bitkiler tarafından topraktan alınan suyun %1’i fotosentezde kullanılmakta, %99ʼu da buhar hâlinde tekrar atmosfere gönderilmektedir. Dolayısıyla ormanlık bölgelerde su döngüsü sağlandığı için zengin yağışlar ortaya çıkmakta, ormanların azalması da yağışları düşürmektedir.2. Toprak yağmursuz kaldığı için zaten eski ve pratik olmayan tarım aletleri kullanan çiftçiler sert olan toprağı kazma ve işlemede yetersiz kalmaktadırlar. 3. Yüzyıllardan beri aynı tohumların kullanılmasından dolayı verim düşmüştür. Tohumların yetiştiği yer ve hasat zamanı kalitesi açısından çok önemlidir. Örneğin ekim yapılan yerde yabancı otlar tohum kalitesinin düşmesine yol açar. Ayrıca bitkilerde yeterince olgunlaşmamış tohumların hasat edilmesi tohumu kırıştırır, kaliteyi ve verimi düşürür.Bu problemlere karşı Sivas valiliğinin Dâhiliye Nezaretine önerdiği çözüm, yukarıda saydığımız klasik tedbirlerden farklı bir çözümdür. Bu da o dönemde çok yaygın olmayan (günümüzde artık ata tohumu sayılan) tohum türlerinden gernik ve siyez buğdaylarının ekimidir. Vesikada bir taneli olarak zikredilen gernik buğdayı, kavılca veya emmer isimleriyle de bilinmektedir. Günümüz biyolojik sınıflandırmasında Triticum dicoccum olarak adlandırılan bu tür, belgede verilen bilginin aksine iki taneli kılçıklı bir buğdaydır. Bununla birlikte verimlilik yönündeki tespitler günümüz verileriyle uyuşmaktadır. Gernik buğdayı verimsiz topraklarda en iyi yetişen ve ekonomik kazanca sahip olan buğdaydır. Daha düşük protein içermesine rağmen glüten oranından dolayı geleneksel fırın mamullerinde rahatlıkla kullanılabilmektedir.İki taneli olarak tavsif edilen sinber buğdayı, telaffuz yakınlığından ötürü büyük ihtimalle siyez buğdayıdır. Bilimsel adı Triticum monococcum olan siyez, günümüzde tek taneli bir buğday çeşidi olarak bilinmektedir. Siyez buğdayı da sıkı kabuk yapısı nedeniyle hastalıklara dayanıklı, kurak veya verimsiz topraklarda yetişebilen kaliteli bir tahıldır. Besin değeri yüksektir ve bulgur şeklinde kullanımı daha uygundur.Vesikalarda bire otuz oranında verimliliği zikredilen ve çok kıraç yerlerde bile ürün verebilen gernik ve siyez buğdayları günümüzde de dikkat çekiyor. Ancak bu gibi ata buğday türlerine yönelik bizim göstermemiz gereken ilgi, Osmanlıʼnın masum ekonomik kaygılarının daha da ötesinde hayati bir nedene dayanıyor. Zira günümüzde, ülkemizde ve dünyada üretilen buğdayın tamamına yakını; pek çok genetik müdahaleye maruz kalan, besin değeri düşük, glüteni hem yüksek hem zararlı bir yapıda olan modern buğdaydır. Bu buğdayın birçok hastalığa sebep olduğu, pek de azımsanmayacak bir araştırmacı topluluğu tarafından dile getirilmektedir. Yalnızca ekonomimizi değil sağlığımızı hatta neslimizi riske atacak bu tehlike hakkında söylenecek daha çok söz var, ancak şu kadar diyebiliriz ki ecdadımızın endişesi bu tehlikeye kıyasla gerçekten de çok masum kalıyor. Vesika 1 Verimli olduğu düşünülen gernik ve sinber buğdaylarının Sivas bölgesinde ektirilmesi için tohum satın alınması hususunda Sivas valiliği, Ziraat Bankası ve Dâhiliye Nezareti arasında yapılan yazışmalar (16 Aralık 1909 – 20 Şubat 1910)Sivas VilâyetiMektûbî KalemiAded 242Hüve(1) Dâhiliye Nezâret-i Celîlesine(2) Hülâsa: Gernik ve sinber nâm iki nevʻ hubûbâttan iki yüz ellişer kile zerʻ ettirilmek üzere esmânının sarfına müsâʻade buyurulması.(3) Atûfelü efendim hazretleri,(4) Anadoluʼda ve biʼl-hâssa Sivas vilâyetinde temâdî efen bereketsizlik zürrâʻı perîşân ve hazîneyi birçok fedâkârlığa mecbûr etmiştir. Bunun üç büyük sebebi vardır. Birincisi elîm bir harâbeye (5) maʻrûz kalan ormanlarımızın artık cezb-i matara hizmet edecek hâlde bulunmaması, ikincisi zürrâʻın eski sapanlarla huferât-ı zerʻiyyeyi yağmursuz zamânında da mümkün mertebe (6) mahsûl yetiştirebilecek derecede hafr edememeleri, üçüncüsü asırlardan beri tebdîl olunmaması hasebiyle kocamış ve bir nevʻ kıl peydâ etmiş olan tohumların feyz-i (7) nemâdaki kuvvetsizliğidir. Bunlara âid tedâbir bi-lutfihî teʻâlâ bu sene ictimâʻ edecek Meclis-i Umûmîʼde biʼl-müzâkere mufassalan arz olunacaktır. Ancak bereketsizliğin tevlîd ettiği galâyı (8) tehvîn içün şimdiden baʻzı ufak teşebbüslere lüzûm görülmesine mebnî bu havâlîde yalnız Amasya sancağının baʻzı mahallerinde zerʻ edilen ve iki dânelisine “sinber” ve arpaya müşâbih olup (9) bir dâneli bulunanına “gernik” denilen iki nevʻ hubûbâtın bire otuz nisbetinde mahsûl verdiği haber alınması üzerine tahkîkât-ı lâzıme biʼl-icrâ bunların yüksek ârızalı (10) ve kıraç mahallerde yetiştiği ve hınta ve şaʻîr gibi kuvvetli toprağa muhtâc olmadığı ve teşrîn-i sânîden haziran nihâyetine kadar zerʻ edilebileceği cihetle zürrâʻın (11) buğday ve arpa zirâʻatini değerli tarlalarda ikmâl ettikten sonra kıraç mahallere bunları zerʻ edebileceği ve unu bulguru gâyet nefîs olduğu (12) anlaşılmış ve siyezin İstanbul kilesi on iki ve gerniğin sekiz gurûşa alınabileceği ve kile başına on iki gurûş ücret-i nakliye verileceği biʼl-muhâbere Havza kâimmakâmlığından (13) işʻâr olunmuştur. Bunların şimdilik Sivas kurâsıyla Zara ve Tenos kazâlarında büyük köylerde zerʻ ettirilerek tohumluğunun tekessürü zımnında her ikisinden (14) ikişer yüz ellişer kile celbiyle bâ-sened zürrâʻa tevzîʻi ve bedelinin iki senede istîfâsı Meclis-i İdâreʼce karârlaştırılmış ve celb edilen numûneleri postaya tevdîʻ (15) kılınmış olmakla mezkûr beş yüz kilenin maʻa nakliye bedeli olan on iki bin iki yüz elli gurûşun sarfına müsâʻade buyurulması bâbında emr ü fermân hazret-i men lehüʼl-emrindir.(16) Fî 3 Ziʼl-hicce sene 327 ve fî 3 Kânûn-i Evvel sene 325(17) Sivas vâlîsi bende Mehmed Nâzım Şakir (mühür) Vesika 2 Ticâret ve Nâfiʻa Nezâreti / Zirâʻat Bankası / Numara / Umûmî 112093 / Husûsî 124 / Hüve(1) Dâhiliye Nezâret-i Celîlesine (2) Sinber ve gernik denilen hubûbâttan iki yüz ellişer kîle mübâyaʻa ve ikrâzı Sivas şuʻbesine teblîğ olduğuna dâir (3) Nâzır Beyefendi hazretleri,(4) Anadoluʼda ve biʼl-hâssa Sivas vilâyetindeki galâ-yı esʻârın tehvînine medâr olmak üzere dakik ve bulguru güzel olup bire otuz nisbetinde (5) mahsûl verdiği anlaşılan sinber ve gernik denilen hubûbâtın şimdilik Sivas kurâsıyla Zara ve Tenos kazâlarının büyük köylerinde (6) zerʻi içün on iki bin iki yüz elli gurûşun ikrâzı Sivas vilâyetinden işʻâr ve hubûbât-ı mezkûre numûneleri irsâl edilmiş olduğundan (7) bahisle Zirâʻat Nezâretiyle biʼl-muhâbere icrâ-yı îcâbı hakkında vârid olan 20 Kânûn-i Evvel sene 325 tarihli ve dört yüz yirmi bir numaralı tahrîrât-ı aliyye-i nezâret-penâhîleri (8) üzerine mezkûr numûneler Zirâʻat Nezâretine gönderilerek mütâlaʻaları istifsâr olunmuş idi. Nezâret-i müşârun-ileyhâdan bu kere cevâben alınan (9) tezkirede hubûbât-ı mezbûre dânelerinin sâir yerli buğdaylara kıyasen ufak olmasına rağmen yine baʻzı evsâf-ı mugaddiye ve ticâriyeyi hâiz (10) bulundukları ve kuvvetli ve münbit mahallerde zerʻ edildiği hâlde sıklet-i hâzıra ve nisbet-i vezniyelerinin tezâyüd edeceği ve zürrâʻ tarafından buğday (11) ve arpa zirâʻatı ikmâl ile teşrîn-i sânîden haziran gâyesine kadar zerʻ edilebileceği beyân edilmiş olmakla ber-vech-i muharrer Sivas kurâsıyla Zara (12) ve Tenos kazâlarının büyük köylerinde zürrâʻ tâlib olur ise iki yüz ellişer kîle mübâyaʻasıyla aleʼl-usûl kefâlet-i müteselsile ile zürrâʻa ikrâzı (13) lüzûmu 7 Şubat sene 325 tarihli telgrafnâme ile Sivas Zirâʻat Bankası şuʻbesine teblîğ edildiği beyanıyla arz-ı ihtirâm olunur efendim. (14) Fî 10 Safer sene 328 ve fī 8 Şubat sene 325 (15) Ticâret ve Nâfiʻa Nâzırı nâmına Zirâʻat Bankası müdîr-i umûmîsi (imza) Vesika 3 (1) Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye Posta ve Telgraf Nezâreti (2) Telgrafnâme(3) Devlet muhâberât-ı telgrafiyyeden dolayı hiç mesʼûliyet kabûl etmez (4) Mahrec merkezi: Sivas (5) Ahz tarihi: 6 Kânûn-i Sânî sene 325 (6) Ahz saati: 11:36/40 (7) Jurnal numarası: 53 (8) Sevk numarası: 230 (9) İrsâl tarihi: fî 6 Kânûn-i Sânî sene 325 (10) Saat: 11 (11) Kelimât: 40 (12) Mahalli numarası: 51052(13) Dâhiliye Nezâret-i Celîlesine(14) Gayr-ı tahrîrât fî 3 Kânûn-i Evvel sene 325 hubûbâttan numûneleri takdîm olunan gernik ve sinberin/siyezin vaktiyle (15) mübâyaʻa ve celbiyle îcâb eden kazâlara tevzîʻ ve zerʻi içün esmânının sarfına meʼzûniyet (16) iʻtâ buyurulması maʻrûzdur.(17) Fî 6 Kânûn-i Sânî sene 325(18) Vâlî-i Sivas NazımKelimeler:Dakîk: Öğütülmüş unEsʻâr: FiyatlarEsmân: BedellerFeyz-i nemâ: Bol ve bereketli büyümeGalâ: PahalılıkHafr: Toprağı kazmaHınta: BuğdayHuferât-ı zerʻiyye: Ekin ekilecek çukurlarİkrâz: Borç vermeİstîfâ: Tam olarak almaİstifsâr: Sorma, açıklama istemeMatar: YağmurMugaddiye: BesleyiciSıklet: AğırlıkŞaʻîr: ArpaTehvîn: UcuzlatmaZerʻ: Tohum ekmekZürrâʻ: Çiftçiler
Silik harflerin üzerinden geçerken dikkatle yazmaya ve acele etmemeye çalışalım. Elinizin alışması ve yazınızın güzelleşmesi için bu dikkat ve sabır önemli olacaktır.
Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir.Mallarını Allah yolunda sarf etmekte olanların misali, yedi başak bitiren bir dânenin hâli gibidir ki, her bir başakta yüz dâne vardır. Allah, dilediği kimseye (ecrini) kat kat (fazlasıyla) verir. Çünki Allah, Vâsi‘dir, Alîmdir. Mallarını Allah yolunda sarf etmekte olanlar, sonra sarf ettikleri şeye başa kakma ve (gönül) incitme katmayanlar var ya, onların, Rableri katında mükâfatları vardır. Hem onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar. Güzel bir söz ve bir bağışlama, kendisini bir incitme takip eden sadakadan daha hayırlıdır. Hâlbuki Allah, Ganîdir, Halîmdir. (Bakara, 261-263) Ç Ö Z Ü M
Kuvâ-yı nefs-i hayvânî ikidir. Biri müdrike ve biri muharrikedir. Hayvânda ve insânda olan idrâke sebeb budur. Kuvvet-i müdrikenin âleti olana hâsse dirler. İki nevʻdir. Bir nevʻi havâss-ı zāhire ve bir nevʻi havâss-ı bâtınedir. Pes kuvvet-i müdrike iki sınıf oldu. Sınıf-ı evveli âlet-i havâss-ı zāhiredir ki beş hâssedir: Evvelâ lâmisedir. Bu kuvvet bedenin cümlesinde vardır. Melmûsâtı bu kuvvetle idrâk ider. Husūsan bu kuvvet insânın salavât barmağının ucunda ziyâdedir. İkinci kuvvet şâmmedir. İnsânın genizinde mukaddem-i dimâğda lahm-ı sedyine müşâbih hatunların memesi başına benzer et pâresi gibidir. Üçüncüsü kuvvet-i zâikadır. Lisânın cirm-i aʻlâsında konulmuşdur. Acı ve tatlu bununla idrâk olunur. Dördüncüsü kuvvet-i sâmiʻadır. Kulak delüğinin dibinde mefrûşdur. İnsânî esvâtı bununla idrâk ider. Beşincisi kuvvet-i bâsıradır. Gözün rutūbet-i cildiyyesinde [celîdiyyesinde] yaʻnî bebeğindedir. Cümle mubsırât bununla idrâk [olunur]. Sınıf-ı sânî havâss-ı bâtıneye müteʻallikdir. Bu dahi beşdir. Evvelkisi hiss-i müşterekdir. Hukemâ bu kuvveti bir havza teşbîh eylemişlerdir ki, içine beş aded ırmak aka. İkincisi kuvvet-i hayâldir. İdrâk olunan nesneleri gāib oldukdan sonra bu kuvvet hıfz ider. Bu kuvvet olmasa insân yâd ve biliş nedir bilmez idi. Üçüncüsü kuvvet-i vâhimedir. Maʻânî-i cüz’iyye ki mahsūse olmaya, velâkin mahsūsâtdan me’hūz ve mahsūsāta müteʻallik ola. Anları idrâk ider. Bu kuvvet olmasa koyun kuzusundan sadâkat hiss idemeyüb girîzân olaydı. Dördüncüsü kuvvet-i hâfızadır. Vâhime idrâk itdüği maʻnâları hıfz ider. Beşinci kuvvet mutasarrıfedir. İnsân bu kuvvet ile maʻânî-i cüz’iyye arasında tasarruf ve tedbîr idüb terkîb ve tahlîl eyler. Envâʻ-ı tahayyülât-ı cüz’iyye bu kuvvet ile idrâk olunur. Kuvâ-yı muharrike dahi iki nevʻdir. Birisi kuvvet-i şehvâniyyedir. Bu kuvvet sebebi ile nefis kendüye matlûb ve mülâyim olanı cezb ider, nâ-mülâyim olandan girîz ider. Birisi dahi kuvvet-i gazabiyyedir. Bu kuvvet sebebi ile nefis kendüye menfûr ve nâ-mülâyim olan nesneyi defʻ ve tebʻîd ider. Maʻlûm ola ki, kuvâ-yı nefs-i insânî mürekkebât-ı unsuriyyeden mevâlîd-i selâse ki maʻden ve nebât ve insândır, eşref-i mürekkebât-ı selâse anâsır-ı erbaʻadan hâsıl olur. Bunlara mâdde vâkiʻ olmuşdur. Bu sebebden anâsıra ümmehât-ı erbaʻa dirler. Ve eflâk ki esbâb-ı fâʻile gibidir. Âbâ-i tisʻa dirler. Sadeleştirme Hayvani nefis kuvveti, müdrike (algılayıcı) ve muharrike (hareket ettirici) olmak üzere iki kısımdır. Hayvan ve insandaki algılamanın sebebi bu kuvvettir. Müdrike kuvvetinin işlevini gören mekanizmaya hâsse (duyu) denir. Bu mekanizma iki kısımdan oluşur. Birisi görünen duyular, diğeri de görünmeyen duyulardır. Görünen duyular beş çeşittir. Birisi dokunmaktır. Dokunma duyusu bedenin her tarafında vardır, vücuda temas eden şeyler bu duyu ile idrak edilir. Özellikle insanın salavat (işaret) parmağında bu his çok fazladır. İkinci zahiri duyu koklamaktır. Bu duyu, burun ile ağız arkasındaki boşlukta yer alan genizde, beynin ön bölümünde, kadınlardaki meme etinin baş kısmına benzeyen bir et parçasının bir fonksiyonudur. Üçüncü zahiri duyu tatmaktır. Dilin üst kısmına konulmuştur. Acı ve tatlı lezzetler bu duyu ila anlaşılır. Dördüncü zahiri duyu işitmektir. Kulak deliğinin dip tarafına yerleştirilmiştir. İnsan sesleri bununla idrak eder. Beşinci zahiri duyu görmektir. Gözbebeğindeki billur tabaka, görme fiilini icra eder. Gözün tüm algıladığı şeyler bu organ vasıtasıyladır. Müdrike kuvvetinin ikinci kısmı görünmeyen duyulardır. Bu da beş kısımdan oluşur. Birincisi hiss-i müşterektir. Alimler bu kuvveti, içine beş ırmak akan bir havuza benzetmişlerdir. İkinci kuvvet hayaldir. Hayal, algılanan nesneleri duyulardan kaybolduktan sonra saklayıp muhafaza eder. Bu kuvvet olmasaydı insan hatırlama ve bilme kavramlarını bilmezdi ve herhangi bir şeyi aklında canlandıramazdı. Üçüncüsü vehmetme kuvvetidir. Bu kuvvet, hayalin aksine duyulardan algılanmayan şeylerden anlamlar çıkararak hüküm verir. Vehmetme kuvveti olmasaydı, koyun kuzusuna bağlılık hissetmeyip kaçardı. Dördüncü kuvvet hafızadır. Vehmetme kuvvetinin algıladığı şeyleri muhafaza eder. Beşincisi mutasarrıfe kuvvetidir. Bu kuvvetle insan, hissedilen manalar arasında analiz yaparak bir tercihte bulunur. Akıldaki bütün canlandırmalar yani hayaller bu kuvvetin işlevinin sonucudur.Muharrike kuvveti iki kısımdır. Birincisi şehvet kuvvetidir. Bu kuvvetle insan istediği ve kendisine hoş gelen bir şeyi elde etmek ister, hoş gelmeyenden kaçınır. Diğeri öfke kuvvetidir. Bununla da insan nefret uyandıran ve hoş gözükmeyen nesneleri kendisinden uzaklaştırmak ister. Bilinmelidir ki insandaki nefis kuvvetleri unsurların bileşimlerinden ortaya çıkan maden, bitki ve hayvanlardan oluşur. Bu üç mübarek bileşik dört unsurdan meydana gelir. Dört unsurdan maddeler ortaya çıktığı için onlara aynı zamanda dört esas da denilir. Felekler ise maddenin biçim kazanmasını sağlayan neden (sebeb-i fail) gibidir. Bütün varlıkların asıl sebepleri sayıldığı için feleklere dokuz baba da denilmiştir.*(Kaynak: Emir Çelebi, Enmûzecüʼt-Tıbb, T-7043, 28a-28b)
Muhammed Bâkır Mezar Taşı KitabesiEy Zâir!Bu makberde dîn, vatan, ebeveyn,Hemşîresin uğruna terk-i hayâtEden Ağa Hüseyin PaşaAhfâdından Osman Namık Bey'inMahdûmu Muhammed Bâkır nâmındaFazîletli genç bir asker medfûndurBir Fâtiha ile rûhunu şâd et.Fî 25 Receb sene 1317Ve fi 16 Teşrinisâni sene 1315 Yevm-i Salı.Kelimeler:Zâir: Ziyâret eden kimse, ziyâretçiMakber: Mezar, kabir, medfenEbeveyn: Anne ile baba.Hemşîre: Kız kardeş; Diplomalı hastabakıcı genç kız veya kadın; Kadınlar için kullanılan hitap sözüAhfad: Torunlar; Gelecek nesillerMedfun: Toprağa gömülmüş, defnedilmiş (ölü); Gömülü.Şâd: Sevinçli, memnun, mesrurTeşrinisâni: Kasım ayı, ikinci teşrin, son teşrinYevm: GünBursa Muradiye'den Bir KitabeKelimeler:Dârüssaâde: Saray [Osmanlı pâdişahlarının İstanbul’da sürekli oturdukları Topkapı Sarayı’nda pâdişâhın özel hayâtının geçtiği kısmın adı olmuştur]. Cûyende: Arayıcı, arayan (kimse veya şey), cûyâ Birr: İyilik, hayır, güzel iş Ebr: Bulut Rânâ: Güzel, hoş, latif, parlak, revnaklı Ayn: Göz; Kaynak, pınar İzz: Yücelik, ululuk, şeref, değer, îtibar Mekin: Bir yere veya bir makāma oturan, yerleşen (kimse); Oturaklı, güçlü, îtibarlı, vakar ve nüfuz sâhibi (kimse) Kam: Arzu, meram, maksat -Yab: Sonuna geldiği kelimelere “bulan, bulucu” anlamı katarak Farsça usûlüyle birleşik sıfatlar yapar Yektâ: Tek, eşsiz, benzersiz Nâb: Hâlis, katıksız, sâfi
(1) TürkiyeHilal-i Ahmer Mecmuası(2) İctimai Hıfzu’s-sıhhaHarbin hitamından sonra muahrib ve gayr-ı muharib her memleket milli salib-i ahmeri (ictimai hıfzu’s-sıhha)ya fevkalade bir kıymet ve ehemmiyet verdiği görülmektedir.(3) Kuduz gibi en müthiş ve korkunç bir hastalığın son günlerdeki kurbanlarını tahattur ederek başıboş köpeklerin itlafı hususunda belediyeyi vazifeye davet eden birisini gördünüz mü?(4) İctimai tehlikelerimizden sadece (vefiyyat-ı etfal) hükümet ve milleti aylar ve belki de senelerce düşündürecek bir mesele şeklini almıştır.(5) Hilal-i Ahmer’e hariçten gelen muavenetlerFilibe hanımlar komisyonu riyasetinden on dört buçuk Türk evrak-ı nakdiyesi; Finlandiya Müslümanları tarafından Bern sefareti vasıtasıyla beş bin altı yüz frank gelmiştir.Hilal-i Ahmer bu müteberri’în ve mutavassıtîn-i kirâma takdim-i teşekkürat eder.(6) Kurban derilerini Hilal-i Ahmer’e verelim.(7) Ateş ve kan tufanları içinde yaralıların imdadına koşan bu şefkat müessesine yardım etmek her Türk’ün, her Müslümanın borcudur. Harp meydanlarında kızgın demir yağmurlarının tarrakaları beynimizde, kulaklarımızda uğuldarken kalbimizde sükûn ve teselli, yaramıza merhem ve şifa veren bu müesseseyi unutmayalım. Hilal-i Ahmer, bütün müesseselerin fevkinde bir kıymet ve kudsiyeti haizdir. Onun içindüir ki buraya verilen Allah yolunda verilmiş sayılır. Hilal-i Ahmer’e yardım efdal ibadettir.(7) Yunan zulmü hep böyle esrarengiz bir surette devam etmiştir. Kral, kraliçe, kumandan, müfettiş lazım gelen emirleri verir. Esirlere iyi bakınız. Yaralıları güzel tedavi ediniz, hüsn-i muamelede bulununuz, der. Fakat nihayet, “Sakın ha sen kendi bildiğin gibi yap. Ben bunları sana laf olsun diye söyledim.” demekten çekinmez. Ben bizzat bu gibi vakayia muhtelif defalar şahit oldum.
تقسيم مقسمي، بك اوغلي استقلال جادّه سي ايله تقسيم ميداننڭ كسيشديگي كوشه ده ير آلان ياپيدر. تقسيم ميداننه ده اسمنى ويرن و صو تقسيمي ياپيلان بنا، كتابه دن آڭلاشيلاجغي أوزره ١نجي محمود طرفندن ١٧٣١’ده انشا ايديلمشدر. مقسم كلمه سي، “صويڭ قوللره آيريلديغي ير” ديمكدر. تقسيم مقسمي ده استقلال جادّه سي ايله تقسيم ميداننڭ برلشديگي آلانده ير آلوب صو طاغيتيم آماجيله ياپيلمش اولديغندن بو اسمله آڭيلير. ٣نجي احمد دونمنده (١٧٠٣-١٧٣٠) بوغاز ايچي قييسنده آرتان يرلشيم صيقينتيسنڭ آردنده كتيرديگي صو صوروننه چوزوم كتيرمك آماجيله باشلاتيلان صو طاغيتيم فعاليتلري، چشيتلي سببلردن طولايي ايلرلتيله مه مشدر. ١نجي محمود تخته كچمه سنڭ آردندن ١٧٣١’ده تقسيم صو طاغيتيم تأسيسنى تماملامشدر. مقسم، كوفه كي طاشندن انشا ايديلمش اولوب سكز كوشه لي فورمه صاحبدر. مقسمنڭ تقسيم جادّه سنه باقان طرفنده مرمر جبهه لي سيوري آلنلق ايچنده “هرشيئه صو ايله حيات ويردك” آڭلامنده كي آيت كتابه سنڭ بولونديغي بر چشمه ير آلير. اصلنده مقسمه بيتيشيك ايكي عدد چشمه واردر. تقسيم ميداننه باقان جبهه ده كي چشمه مرمردن ياپيلمش اولوب، مقسمڭ جبهه سنده كي دتايلي قوش أولري ده اجداديمزڭ ساده جه انسانلري دوشونه رك دگل ديگر جانليلرڭ فائده لانمه سني ده كوزته رك انشا ايتديگي آڭلاشيلير. ياپيمنده و تعميرنده امگي كچنلره رحمت اولسون. تعمير كتابه سنده كچن بر سوزله “بو كتابه يي سيّده دييه طانينان كناهكار قول سيّد محمد طاهر مشق ايتمشدر الله كناهلريني باغيشلاسين. آمين. سنه بيڭ ايكي يوز بر .”Taksim Maksemi, Beyoğlu İstiklal Caddesi ile Taksim Meydanı’nın kesiştiği köşede yer alan yapıdır. Taksim meydanına da ismini veren ve su taksimi yapılan bina, kitabeden anlaşılacağı üzere 1. Mahmud tarafından 1731’de inşa edilmiştir. Maksem kelimesi, “suyun kollara ayrıldığı yer” demektir. Taksim Maksemi de İstiklal Caddesi ile Taksim Meydanı’nın birleştiği alanda yer alıp su dağıtım amacıyla yapılmış olduğundan bu isimle anılır. 3. Ahmed döneminde (1703-1730) Boğaziçi kıyısında artan yerleşim sıkıntısının ardında getirdiği su sorununa çözüm getirmek amacıyla başlatılan su dağıtım faaliyetleri, çeşitli sebeplerden dolayı ilerletilememiştir. 1. Mahmud tahta geçmesinin ardından 1731’de Taksim su dağıtım tesisini tamamlamıştır. Maksem, küfeki taşından inşa edilmiş olup sekiz köşeli forma sahiptir. Maksemin Taksim Caddesi`ne bakan tarafında mermer cepheli sivri alınlık içinde “Herşeye su ile hayat verdik” anlamındaki ayet kitabesinin bulunduğu bir çeşme yer alır. Aslında makseme bitişik iki adet çeşme vardır. Taksim Meydanı’na bakan cephedeki çeşme mermerden yapılmış olup, Maksemin cephesindeki detaylı kuş evleri de ecdadımızın sadece insanları düşünerek değil diğer canlıların faydalanmasını da gözeterek inşa ettiği anlaşılır. Yapımında ve tamirinde emeği geçenlere rahmet olsun. Tamir kitabesinde geçen bir sözle “Bu kitâbeyi Seyyidâ diye tanınan günahkâr kul Seyyid Mehmet Tahir meşk etmiştir Allah günahlarını bağışlasın. Âmin. Sene bin iki yüz bir.”
رمضانده سوت امّه ين چوجقسيّد ابراهيم دسوقي طوغدكدن بر كون صوڭره خلق، او كونڭ رمضان شريف آينڭ كيروب كيرمديگي قونوسنده تردّده دوشديلر و محمّد بن هارون حضرتلرينڭ ياننه كيتديلر. او ده كشف يوليله سيّد ابراهيمڭ طوغديغني آڭلايوب، كلنلره ؛ ”دون كيجه مبارك بر چوجق دنيايه كلدي. كيدڭ، اونڭ سوت اموب امّه دىگنه باقڭ“ بويوردي. ابراهيم دسوقينڭ آننه سي سيّده فاطمه خانمه صوريلديغنده ، چوجغي ايچون؛ ”بوكون فجردن بري هيچ سوت امّه دى“ ديدي. طوروم محمّد بن هارونه بيلديريلديگنده ، ”سيّده فاطمه خانم أوزولمه سين. آقشام اولنجه چوجغي امر. رمضانڭ برنجي كوني اولديغي ايچون امّه مشدر“ بويوردي. بويله جه رمضانه كيريلديگي آڭلاشيلدي.Ramazan’da Süt Emmeyen ÇocukSeyyid İbrâhim Desukî doğduktan bir gün sonra halk, o günün Ramazan-ı şerif ayının girip girmediği konusunda tereddüde düştüler ve Muhammed bin Harun hazretlerinin yanına gittiler. O da keşif yoluyla Seyyid İbrahim'in doğduğunu anlayıp, gelenlere; “Dün gece mübarek bir çocuk dünyaya geldi. Gidin, onun süt emip emmediğine bakın” buyurdu. İbrahim Desukî’nin annesi Seyyide Fatıma Hanıma sorulduğunda, çocuğu için; “Bugün fecirden beri hiç süt emmedi” dedi. Durum Muhammed bin Harun’a bildirildiğinde, “Seyyide Fatıma Hanım üzülmesin. Akşam olunca çocuğu emer. Ramazan’ın birinci günü olduğu için emmemiştir” buyurdu. Böylece Ramazana girildiği anlaşıldı.عمرو بن جموحڭ مسلمان اولمسيعمرو بن جموح مدينه لي سلمه اوغوللري قبيله سنڭ ايلري كلنلرندندي. اوغلي معاذ باباسندن أوڭجه مسلمان اولمشدي. عمروڭ تخته دن ”منات“ آدنده بر پوتي واردي. اوغلي معاذ مسلمان اولونجه باباسي اويودكدن صوڭره آرقداشلري ايله بو پوتي آلوب بر كيجه تپه سي أوستي چوپلگه آتديلر. صباح اولنجه عمر پوتي أوده بولاماينجه آرادي و اوني أوستي باشي پيسلك ايچنده بولدي. ييقادي، كوزل قوقولر سوررك أوده كي يرينه يرلشديردي. - اللّٰهه يمين ايدرمكه بوني ياپاني بر بيلسه م اوني پريشان ايدرم، دييوردي.بو برقاچ كون دوام ايتدي. هر سفرنده عمر پوتني بولويور تميزلييور و اسكي يرينه قويويوردي. يينه بر كون چوپلگه آتيلان پوتني تميزله ين عمرو قليجنى پوتڭ بويننه آصدي و ”واللّٰه بوني سڭا كيم ياپييور بيلمييورم، بر هنرڭ وارسه ايشته قيليچ، ياڭنه بيراقييورم“ ديدي.كيجه اولنجه عمرو ياتوب اويودي. معاذ و آرقداشلري يينه كلديلر، پوتڭ بويننده كي قليجي آلديلر، بر كوپك لشيله برلكده خلا چوقورينه آتديلر. ايرته سي كون عمرو قالقدي، پوتني يينه يرنده بولاماينجه آرامايه باشلادى. آتيلديغي خلا چوقورنده بر كوپك لشيله برابر بولنجه كنديسنه فائده سي اولمايان پوتدن يوز چويره رك اسلام ديننه كيردي.Amr Bin Cemuh’un Müslüman OlmasıAmr bin Cemuh Medineli Seleme oğulları kabilesinin ileri gelenlerindendi. Oğlu Muaz babasından önce Müslüman olmuştu. Amr’ın tahtadan “Menat” adında bir putu vardı. Oğlu Muaz Müslüman olunca babası uyuduktan sonra arkadaşları ile bu putu alıp bir gece tepesi üstü çöplüğe attılar. Sabah olunca Amr putu evde bulamayınca aradı ve onu üstü başı pislik içinde buldu. Yıkadı, güzel kokular sürerek evdeki yerine yerleştirdi. - Allah’a yemin ederim ki bunu yapanı bir bilsem onu perişan ederim, diyordu.Bu birkaç gün devam etti. Her seferinde Amr putunu buluyor temizliyor ve eski yerine koyuyordu. Yine bir gün çöplüğe atılan putunu temizleyen Amr kılıcını putun boynuna astı ve “Vallahi bunu sana kim yapıyor bilmiyorum, bir hünerin varsa işte kılıç, yanına bırakıyorum” dedi.Gece olunca Amr yatıp uyudu. Muaz ve arkadaşları yine geldiler, putun boynundaki kılıcı aldılar, bir köpek leşiyle birlikte helâ çukuruna attılar. Ertesi gün Amr kalktı, putunu yine yerinde bulamayınca aramaya başladı. Atıldığı helâ çukurunda bir köpek leşiyle beraber bulunca kendisine faydası olmayan puttan yüz çevirerek İslam dinine girdi.عبدالقادر كيلانينڭ بغداده سياحتيعبدالقادر كيلاني چوجقلغنده بر كون تارله ده چفت سورركن بر سس ايشيتدي: ”اي عبدالقادر، سن بونڭ ايچون ياراتيلمدڭ، بو ايشلر ايچون امر اولونمدڭ!“ دويديغي بو سس أوزرينه ايركيلن عبدالقادر كيلاني اوه كلنجه آننه سنه ، ”آننه جگم بڭا اذن وير بغداده كيدوب علم أوگرنه يم“ ديدي.آننه سي، ”اي كوزيمڭ نوري اولادم، سنڭ آيريلغنه طايانامام، سنسز بن نه ياپارم“ دييه رك مساعده ايتمك ايسته مدي. بونڭ أوزرينه عبدالقادر كيلاني حضرتلري آننه سنه تارله ده دويديغي سسي نقل ايتدي. آننه سي آغلادى، قالقوب باباسندن قالان سكسان آلتندن قيرقني بر كيسه يه قويدي و كيسه يي البسه سنڭ قولتوغنه ديكدي. صوڭره اوغلنه شو نصيحتده بولوندي: ”اي اوغولجغم، حق تعالينڭ رضاسي اولماسه يدي مساعده ايتمزدم. بلكه سني بر داها كوره ميه جگم. سڭا صوڭ نصيحتم شودركه بني راضي ايتمك ايستييورسه ڭ اصلا يالان سويله مه ، طوغريلقدن آيريلمه . اللّٰه محقّق طوغريلارله برابردر.“بو اذن أوزره آننه سنڭ النى أوپن عبدالقادر كيلاني بغداده طوغري يوله چيقان بر كروانه قاتيلدي و يوله روان اولدي. Abdulkadir Geylanî’nin Bağdat’a SeyahatiAbdülkadir Geylani çocukluğunda bir gün tarlada çift sürerken bir ses işitti: “Ey Abdulkadir, sen bunun için yaratılmadın, bu işler için emir olunmadın!” Duyduğu bu ses üzerine irkilen Abdulkadir Geylani eve gelince annesine, “Anneciğim bana izin ver Bağdat’a gidip ilim öğreneyim” dedi.Annesi, “Ey gözümün nuru evladım, senin ayrılığına dayanamam, sensiz ben ne yaparım” diyerek müsaade etmek istemedi. Bunum üzerine Abdulkadir Geylani Hazretleri annesine tarlada duyduğu sesi nakletti. Annesi ağladı, kalkıp babasından kalan seksen altından kırkını bir keseye koydu ve keseyi elbisesinin koltuğuna dikti. Sonra oğluna şu nasihatte bulundu: “Ey oğulcuğum, Hak Teâlâ’nın rızası olmasaydı müsaade etmezdim. Belki seni bir daha göremeyeceğim. Sana son nasihatim şudur ki beni razı etmek istiyorsan asla yalan söyleme, doğruluktan ayrılma. Allah muhakkak doğrularla beraberdir.” Bu izin üzere annesinin elini öpen Abdulkadir Geylani Bağdat’a doğru yola çıkan bir kervana katıldı ve yola revan oldu. توبه ايدن حراميلرعبدالقادر كيلاني يي بغداده كوتورن كروانڭ يولي همداني كچدكدن صوڭره حراميلر طرفندن كسيلدي. كروانده كي اشيالر يغما ايديلدي. حراميلر داها صوڭره صيره يه صوقدقلري انسانلري تكر تكر صورغويه چكه رك أوزرلرنده نه وارسه ال قويديلر. صيره كوچك عبدالقادره كلدي. حراميلردن بري شاقه يوللي اوني صورغويه چكه رك صوردي: ”كوچك چوجق سويله باقالم سنده نه لر وار؟“”أوزرمده قرق آلتون وار“ ديدي. اشقيا اينانمديغي ايچون كوله رك يانندن آيريلدي. ديگر بر حرامي ده صوروب قرق آلتونم وار جوابنى آلنجه طورومي باش حرامي يه بيلديرديلر. بو سفر ده باش حرامي صورغويه چكنجه عين جوابي ويرن عبدالقادرڭ كوسترديگي يرده كي آلتونلري سوكوب چيقارديلر. حراميلرڭ رئيسي حيرتله صوردي: ”اولاد سن نه دن أوزرنده كي آلتونلري خبر ويردي“ ديدي.عبدالقادر كيلاني، ”بن أودن آيريليركن اصلا يالان سويله ميه جگمه دائر آننه مه سوز ويردم، قرق آلتون ايچون سوزيمي بوزمام“ ديدي. بو سوز أوزرينه باش حرامينڭ قلبي تيتره دي، كوزلري ياشاردي و شويله سويلندي: ”بو كوچك چوجق آننه سنڭ بيوروغني طوتويور، بز قوجه قوجه انسانلر اللّٰهڭ بيوروغنه قارشي كلدك، اوڭا قارشي ويرديگمز عهديمزي بوزدق انسانلره ده اولمادق كوتولكلر ياپدق“ دييه رك آغلامه يه باشلادى.آرقداشلرينه ده دونرك حراميلگي بيراقديغني آرتيق ايي بر مسلمان اولمق ايچون توبه ايدوب غيرت ايده جگني اعلان ايتدي. حراميلر رئيسلريني چوق سودكلري ايچون ”هدايتده ده سنڭله يز بز ده سنڭله برابر توبه ايدرز“ ديديلر و عبدالقادر كيلانينڭ حضورنده توبه ايتديلر و كرواندن آيريلديلر. Tövbe Eden HaramilerAbdülkadir Geylani’yi Bağdat’a götüren kervanın yolu Hamedan’ı geçtikten sonra haramiler tarafından kesildi. Kervandaki eşyalar yağma edildi. Haramiler daha sonra sıraya soktukları insanları teker teker sorguya çekerek üzerlerinde ne varsa el koydular. Sıra küçük Abdülkadir’e geldi. Haramilerden biri şaka yollu onu sorguya çekerek sordu: “Küçük çocuk söyle bakalım sende neler var?”“Üzerimde kırk altın var” dedi. Eşkıya inanmadığı için gülerek yanından ayrıldı. Diğer bir harami de sorup kırk altınım var cevabını alınca durumu baş haramiye bildirdiler. Bu sefer de baş harami sorguya çekince aynı cevabı veren Abdülkadir’in gösterdiği yerdeki altınları söküp çıkardılar. Haramilerin reisi hayretle sordu: “Evlat sen neden üzerindeki altınları haber verdi” dedi.Abdülkadir Geylani, “Ben evden ayrılırken asla yalan söylemeyeceğime dair anneme söz verdim, kırk altın için sözümü bozmam” dedi. Bu söz üzerine baş haraminin kalbi titredi, gözleri yaşardı ve şöyle söylendi: “Bu küçük çocuk annesinin buyruğunu tutuyor, biz koca koca insanlar Allah’ın buyruğuna karşı geldik, ona karşı verdiğimiz ahdimizi bozduk insanlara da olmadık kötülükler yaptık” diyerek ağlamaya başladı.Arkadaşlarına da dönerek haramiliği bıraktığını artık iyi bir Müslüman olmak için tövbe edip gayret edeceğini ilan etti. Haramiler reislerini çok sevdikleri için “Hidayette de seninleyiz biz de seninle beraber tövbe ederiz” dediler ve Abdülkadir Geylani’nin huzurunda tövbe ettiler ve kervandan ayrıldılar.
Aşağıdaki metinde geçen sayı kökenli kelimeleri işaretleyip hangi sayıdan geldiğini belirtip kelimeleri aşağıdaki kutulara yazınız.اسكي چرچوهبر كون، اسكي بر أوڭ كوشه سنده توزلي بر سهپانڭ أوزرنده بر چرچوه بولدم. چرچوه نڭ ايچنده ، كويمزڭ اسكي و حزنلي بر منظره سي واردي. بو منظره ، مربّع تارلالري بولن يولدن اربعين ميدانلرينه قدر اوزانييوردي. خمسين صيجاغنده بيله او منظره نڭ ويرديگي چاريك حضوري حسّ ايتمك ممكندي. بو منظره يي سير ايدركن، عقلمه يك وجود اولمه نڭ كوجي كلدي. هر بر پارچه نڭ بر بتوني اولوشديرديغني و بو برلكده لگڭ نه قدر قيمتلي اولديغني دوشوندم. ايشته بو دوشونجه لرله ، موحّد بر روحله ياشامه نڭ أونمنى بر كز داها آڭلادم.او اسكي چرچوه نڭ كنارلرندن برنده ، تارله لرڭ اورته سنده يالڭز باشنه طوران بر آغاج و أوزرنده مثنّا بر يازي واردي. بو آغاج، او تارله لرڭ عشريني طوپلامق ايچون بكلييور كبيدي. كوركملي و احتشامليدي، صانكه تارله لرڭ قورويوجيسيدي.ياننده طوران پنچه ، كيدوب كلمكدنمي يوقسه اوزون زماندر بوراده اولديغندن تارلالره باقمقدنمي بيلينمز اما يورولمش كبيدي. چرچوه نڭ ايچنده توحيدڭ كوجني سيمكه لر كبي طوران منظره ، دوشش رقملرڭ افاده ايتديگي ايكي آلتي و بوڭا باغلي اولارق كلن لاله و اللّٰه كلمه لريني اخطار ايدييوردي. بو خاليله بو كوچك منظره نه ده بيوك شيلر آڭلاتان تثنيه بر مظهر وياخود دوبالا بر معنايدي.اوت، او چرچوه يكپاره بر مسدّس كبي طورويوردي. ايچنده كي هر دتاي، بربرينه أوزدش و بربريني تماملايان بر ياپي اولوشديرييوردي. او چرچوه ، كوزللك و بتونلك آراييشنڭ بر سمبوليدي.طابلونڭ كنارينه ايليشمش بر تحميس ده اصلنده بو آڭلاتيلانلرڭ هپسني أوزتلييوردى.