Konu resmiFasl-ı Fî Beyân-ı Ahvâli’d-Dem
Osmanlı Tıbbından

Kanın tabîʻatı hârr ve ratbdır. Menfaʻati budur ki bedeni besler. Ve endâmlar ondan artar. Kış faslında ve pîrlikde bedeni ısıcak tutar. Kanın harâretinden tabîʻî ve hayvânî olan kuvvetlere yardım erişir. Onunla her kuvvet maslahatını görür. Âdemin derisini rûşen eder. Ve yüzünün levnini kızıl eder. Kan iki kısımdır, biri tabîʻî ve biri gayr-ı tabîʻî. Tabîʻîsinin dahi bir kısmı gâyet kızıl olur. Biraz galîz olur. Bunun mahalli ciğerdir. Ve ciğerden biten damarlar ki ona evride derler. Onlarda olur. Ve bir kısmı dahi kızıl olur. Ammâ evvelki kandan berrâk ve harâretli ve revân olur. Bunun yeri yürektir. Ve yürekden biten şerâyîn dedikleri damarlardır. Yürekde olan kanın ciğerde olan kandan harâreti ziyâdedir. Tabîʻî kan yoğunlukda ve incelikde muʻtedil olur. Ve tatlı ve iyi kokulu olur. Gayr-ı tabîʻî olan kan iki kısımdır. Bir oldur ki bir nesne karışmazsız(ın) bârid ratb ola. İkincisi oldur ki ona ya safrâya sevdâ ya balgam karışıp fâsid ede. Eğer safrâ karışsa acı ve ince olur. Sevdâ karışsa ekşi ve kara ve galîz olur. Eğer balgam karışmış ise ya tatlılık ile ekşimişdir ya hiç lezzeti yoktur ya tuzludur. Metnin Güncel Çevirisi Kan sıcak ve nemli özelliğe sahip bir maddedir. Bedeni canlı tutar. Kış döneminde ve ihtiyarlık döneminde bedene sıcaklık verir.  Kan sıcaklığı insanda mevcut tabi ve hayvani kuvvetlerle beraber diğer kuvvetlere ve deriye canlılık katar. Yüz rengini kızıllaştırır. Kan, tabi olan ve tabi olmayan kan olmak üzere iki kısıma ayrılır. Tabi olan kan kırmızı ve katı olur. Bu kanın merkezi karaciğerdir ve ciğerlerde olan toplardamarlardır. Tabi olan kanın diğer kısmı ise berrak ve hareketli olmakla beraber kalpte akıcı kıvamda olup atardamarda bulunur. Kalpte olan tabi kan karaciğerde mevcut tabi kandan daha sıcaktır. Tabi olan kan, yoğunluk ve kıvam olarak dengeli bir özelliktedir. Tabi olmayan mizacı bozulmuş kan ise iki kısımda incelenir. Birinci kısmı balgam safra gibi herhangi bir madde olmaksızın soğuk karakterde olan sağlıksız kandır. Diğer çeşit sağlıksız kan da safra karasafra veya balgam gibi hıltların karışmasıyla oluşan bozulmuş niteliktedir. Bu çeşit anormal kana safra karışırsa kan acı ve ince kıvamda olur. Eğer karasafra karışırsa ekşi katı ve siyah olur. Kana balgam karışırsa ekşi tuzlu veya tatsız karakterde bozulmuş anormal kan vücuda gelir.

Mesut BUDAK 01 Ocak
Konu resmiManevi Âb-ı Hayat Menbaları
Baş Muharrir

İnsan bir yolcudur. Doğumla gelir dünyaya, ölümle gider. Gelmenin adı doğum, gitmenin ölümdür. Gelen ve giden vardır yani. Dolayısıyla bir gelinen yer ve bir de gidilecek yer vardır. Bulunduğumuz yer hakkında iyi kötü bir fikrimiz vardır. Mesele, “Neden?” sorusudur. İnsan buraya neden ve nereden gelmiştir ve nereye, niçin ve nasıl gidecektir? Bütün insanlık tarihi boyunca sorulmuştur bu sorular ve iki merkezde toplanıp cevaplanmıştır: ya vahyin bilgisinde ya da nefsin. Nefsin tarafında toplananalar nefisler adedince yollara ayrılmış ya da nefsin kıskacında bütün nefisler dünyaya bağlanmıştır. Vahyin ışığında hareket eden ve cevap bulan sorular, net istikamet bulmuş, peygamberlerin getirdikleri, onların takipçileri aynı istikamet üzere tarikte olanlara refik olmuş, hedefe taşımışlardır. Tarik refikle anılır. Hatta tarikten önce refik denir. Görünen dağ kılavuz istemez fehvasınca “arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” de denilmiştir. Zira bazen istikamette yol alırken omuzdaş, önder, muavin bazen de istikametten ayrılmanın vesilesi olmuştur arkadaş. Bütün ocaklar bu omuzdaşlık içindir. Aile, devlet, dernek, vakıf, tarikat, cemaat… Vahyin etrafında toplananlar için de nefsani olanın etrafında toplananlar için de küçükten büyüğe giden yapılar oluşmuştur. Çünkü insan nisyan ile maluldür. Sürekli ikaz ve uyarılara muhtaçtır. Unutmayanların ihtarıyla müstakim olacaktır. Bu sayıda hatırlamak istedik. Dahası unutmamak istedik. Yüz yıllardır istikamete taşıyan yollar olarak hizmet eden müesses ocaklarımızın yaptıklarına ve varlıklarına dikkat çekmek, minnetle anmak, devam eden yolculuğumuzda istikamet kazanmada sabit kadem olmaya duacı olmak arzu ettik. Manevi âb-ı hayat membaları olan tekke, medrese ve mekteplerimize dikkat çekelim istedik. Zira kaynak bozulur, bulanır, kaybolursa kaynaklık ettiği ne varsa onlar da bulanır, bozulur, kaybolur. Sudaki çöpe takılıp da kaynağa laf etmeye cüret etmemeye dikkat çekmekte de ehemmiyet var. Kaynaklarımız kaybolursa, anladığımızda hepimiz kaybetmiş, kaybolmuş oluruz.

Metin UÇAR 01 Ocak
Konu resmiİfsad-ı Ahlak Kumpanyaları*
Okuma Metinleri

“Anadolu’da tiyatro – tuluat kumpanyalarının memlekete yaptığı zararlar” ser levhasıyla Uşak’tan akşam gazetesine yazılan bir mektupta memleketin ahlakını ifsat (bozma) hususunda tiyatro ve kumpanyalarının[1] tahripkâr tesirleri şu suretle izah ediliyor: Senelerden beri tuluat kumpanyalarının  cevelan-gahı ve ticaretgahı olan zavallı Anadolu kaç Ermeni, kaç Yahudi kadınlarına etek etek para döktü. Bu (göbek)çilerin memlekete iras ettikleri (bıraktıkları) mazarratlar sayılamayacak raddeye geldi. Halkın üzerinde cazip ve tahripkâr bir tesir vücuda getirdi. Hiçbir zaman kabil-i inkâr olmayan (reddedilemeyen) bir şey varsa, erkeklerin şehvet-âver çıplaklıklara, dekolte kadınlara zafiyetidir. İki üç serserinin taht-ı idaresinde tecemmu eden (toplanan) esafil (alçaklar) güruhundan pis, murdar Yahudi kadınları; güya sanat namına sahneye çıkıp halka şehvet saçmaktan hali kalmıyorlar; bir küçük gamze, çıplaklıklarını irae eden (gösteren) ufak bir hareket, halkı galeyana getirmeye kâfi geliyor ve etek etek para döktürüyor. Bence buna saik hükümettir. Zira ellerine ziller takarak üryan ve sarhoş bir halde sahneyi levse (pisliğe) gark eden kantoculara hala müsaade ediliyor. En galiz, en müstehcen kelimat ile halkın behimiyetini (hayvanlığını) gıcıklayan tuluat maskaralıklarına iğmaz-ı ayn ediliyor (göz yumuluyor). Buna cevaben, “halk kendi menafiini (menfaatlerini) araştırsın, muzır şeylere sokulmasın” diyemeyiz. Çünkü henüz iç memleketlerde maarif tamamıyla tekâmül edemediği cihetle halk ateşe atılan çocuk gibidir. Ateşe atılan çocuk nasıl bilmezse, nasıl ateşe atılmaktan menedilmedikçe neticenin ne olacağını idrak edemezse halk da öyledir. Çocuk ateşi parlak ve sevimli gördüğü için atılır; halk da bazen böyle parlak ve sevimli olan zararları anlayamaz. Çocuğu yanmaktan kurtarmak için nasıl ya ateş geri alınır veyahut çocuk zapt olunursa halkı da bu felaketten tahlis için en makul tedabir (tedbirler) bila insaf tuluatçıları hiçbir şehirde barınamayacak bir tazyik altında bulundurmak, tecziye etmek, tamimlerle tebliğ olunan evamire (emirlere) itaate müdürler, kaymakamlar, valiler tarafından hiçbir şehre bu kabil güruha sokmamaktır. Göze görünmeyen bela diye buna derler. Bu kudsi memleketlerde pek büyük tahribat-ı maneviye yapıp ahaliyi şehvet uçurumuna sürüklemektedir. Bu işve-baz kadınların mühlik çıplaklıkları, muhabbetten mahrum kalıyor, işreti ve vukuatı tezyid ediyor (artırıyor). Ahlakı üzerinde müdhiş (dehşetli) tahribat yapıyor ve daha neler!” Maarif Vekaletinin Tiyatro Mektepleri Maarif vekaletinin emriyle İstanbul’da bir heyet-i ilmiye tarafından hazırlanmakta olan Maarif-i Umumiye Kanunu layihasını gazeteler neşrediyor. Layiha yakında meclise tevdi edilecek imiş. Kırkıncı maddesi musiki ve tiyatro mekteplerinden bahsediyor. Aynen: “Madde 40: Konservatuar, musiki ve tiyatro mekteplerinden mürekkeptir. Her birinin ayrı müdürü ve meclis-i muallimini vardır. Müdürler ait olduğu meclis-i mualliminin (öğretmenler meclisi) inhası ve maarif vekaletinin tasdiki ile tayin kılınır.” Maarif vekaleti bütün Anadolu’da kapamış olduğu üç, dört yüz medrese yerine şimdi musiki ve tiyatro mektepleri mi açacak? Talebe-i ulumun iaşesi için evkaf bütçesinden yüz kırk bin lira maarife devrolunduğu halde talebe-i ulumun bugün iaşeleri kesildi. Bu suretle on altı bin talebeden kalan beş on kişinin ilahiyat fakültesine devamı da imkânsız bir hale getirildi. Anlaşılan, talebe-i uluma tahsis ve vakfedilen bu parayı maarif vekaleti tiyatroculara tahsis edecektir. Mebusan-ı kiramın bu sene kabul edeceği teceddüdat (yenilenme) meyanında bu maddede vardır. Papaz Mektepleri Açılıyor, Medreseler Ne Olacak? Maarif Vekaleti papaz mekteplerinin küşadına müsaade ettiği cihetle Paris’te bulunan papazların peyderpey İstanbul’a avdet etmekte olduklarını gazeteler yazıyor. Fransa hükümeti, papalık, papaz mekteplerinin müdürleri uğraşa uğraşa nihayet memlekette papaz müesseselerini açmaya muvaffak oldular. Acaba bizim ulum-ı İslamiyenin tedris edilmekte olan medreselerimizin küşadı için bir şefaat eden yok mu? Maarif Vekaleti milletimizin ihtiyacat-ı diniyesini (dini ihtiyaçlarını) temin edecek olan medreselerin de küşadına lütfen müsaade buyursalar bütün milleti memnun ve minnettar etmiş olurlar. Burası Müslüman memleketi olduğu halde papaz mekteplerinin açılmasına müsaade edilirken ulum-ı İslamiye tahsil edilecek olan medreselerimizin küşadına artık mümanaat buyrulamaz ümidindeyiz. Mebus efendilerin bu hususta Maarif Vekaleti nezdinde şefaat ve istirhamda bulunmaları temenni olunur! *(Sebilürreşad, 23 Teşrin-i Evvel 1340, c. 24, s. 381) [1]. Doğaçlama oynanan sahne sanatı

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiVicdan*
Okuma Metinleri

نجيب و ناجي ايكي قرداشصباحلين ياواش ياواش مكتبلرينه  كلير كيدرناجي بر كون كري قالير بابالري تجّار عليآلير بر اوقه  شفتالو آننه لري آلوب پايلارناجي ايچون براز صاقلار نجيب ايسه  پاينى يير.ياوروسنه  آننه سي دير: “نجيب! ناجي نرده ؟ بر باق”!“پاينى آل رافه  بيراق”. قرداشنڭ حصّه سنيآلير رافه  قويار اوني چيقوب ناجي يي آرييوركزر كزر بولامييوريورولارق دونر چابوقاوه  كيرر هيچ كيمسه  يوق رافده  طبقده  شفتالوقيپ قرمزي طاتلي باللي شفتالويه  طوغري باقارهم آغزينڭ صويي آقار شفتالويه  طوغري يوروربر سس كلير، همن طورور “ياپديغڭي الله كورور،ياپديغڭي الله كورور”! نجيب اطرافنه  باقاربو سس نردن دييه  آرار قاپيلري بتون آچارهر كوشه يه  بر بر باقار هيچ كيمسه  يوق. كري دونرشفتالويه  طوغري كيدر “اللّٰه بيلير، اللّٰه بيلير”.دييه  بر سس داها كلير نجيب يينه  كري دونرقورقوسندن تير تير تيترر يينه  باقار هيچ كيمسه  يوقدوشونه رك آڭلار چابوق يوق بوراده  هيچ بر انسانبڭا بوني ديين وجدان. Necip ve Naci iki kardeşSabahleyin yavaş yavaş Mekteplerine gelir giderNaci bir gün geri kalır Babaları Tüccar AliAlır bir okka şeftali Anneleri alıp paylarNaci için biraz saklar Necip ise payını yer.Yavrusuna annesi der: “Necip! Naci nerde? Bir bak!”“Payını al rafa bırak.” Kardeşinin hissesiniAlır rafa koyar onu Çıkıp Naci’yi arıyorGezer gezer bulamıyorYorularak döner çabukEve girer hiç kimse yok Rafta tabakta şeftaliKıpkırmızı tatlı ballı Şeftaliye doğru bakarHem ağzının suyu akar Şeftaliye doğru yürürBir ses gelir, hemen durur “Yaptığını Allah görür,Yaptığını Allah görür!” Necip etrafına bakarBu ses nerden diye arar Kapıları bütün açarHer köşeye bir bir bakar Hiç kimse yok. Geri dönerŞeftaliye doğru gider “Allah bilir, Allah bilir.”Diye bir ses daha gelir Necip yine geri dönerKorkusundan tir tir titrer Yine bakar hiç kimse yokDüşünerek anlar çabuk Yok burada hiçbir insanBana bunu diyen vicdan. *Abdürrahim Pertev. (1340/1924). Esir Çocuklara Ahlak Aşısı. Yer belirtilmemiş: Necm-i İstikbal Matbaası.

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiTarikat Nedir?*
Okuma Metinleri

Birinci Telvih: Tasavvuf, tarikat, velayet, seyr ü süluk namları altında şirin, nurani, neşeli, ruhani bir hakikat-i kudsiye vardır ki, o hakikat-i kudsiyeyi ilan eden, ders veren, tavsif eden binler cild kitap, ehl-i zevk ve keşfin muhakkikleri yazmışlar. O hakikati ümmete ve bize söylemişler. جَزَاهُمُ اللهُ خَيْرًا كَث۪يرًا Biz o muhit denizinden birkaç katre hükmünde birkaç reşhalarını, şu zamanın bazı ilcaatına binaen göstereceğiz. Sual: Tarikat nedir? Elcevab: Tarikatın gaye-i maksadı, marifet ve inkişaf-ı hakaik-i imaniye olarak, mirac-ı Ahmedînin (asm) gölgesinde ve sayesi altında, kalb ayağıyla bir seyr ü süluk-ü ruhani neticesinde, zevki, hali ve bir derece şuhudi hakaik-i imaniye ve Kur’aniye’ye mazhariyet; tarikat, tasavvuf’ namıyla ulvi bir sırr-ı insani ve bir kemal-i beşeridir. Evet, şu kâinatta insan bir fihriste-i camia olduğundan, insanın kalbi binler alemin harita-i maneviyesi hükmündedir. Evet, insanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misillü, kâinatın bir nevi merkez-i manevisi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulum-u beşeriye olduğu gibi; insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu, had ve hesaba gelmeyen ehl-i velayetin yazdıkları milyonlarla nurani kitaplar gösteriyorlar. İşte madem kalb ve dimağ-ı insani, bu merkezdedir. Çekirdek haletinde bir şecere-i azimenin cihazatını tazammun eder. Ve ebedi, uhrevi, haşmetli bir makinenin aletleri ve çarkları içinde derc edilmiştir. Elbette ve her halde o kalbin Fatır’ı, o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını ve inkişafını ve hareketini irade etmiş ki, öyle yapmış. Madem irade etmiş, elbette o kalb dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, velayet meratibinde zikr-i İlahi ile tarikat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir. Üçüncü Telvih: Velayet, bir hüccet-i risalettir. Tarikat, bir burhan-ı şeriattır. Çünkü risaletin tebliğ ettiği hakaik-i imaniyeyi, velayet bir nevi şuhud-u kalbi ve zevk-i ruhani ile aynelyakin derecesinde görür. Tasdik eder. Onun tasdiki, risaletin hakkaniyetine kati bir huccettir. Şeriat ders verdiği ahkamın hakaikini, tarikat zevki ile, keşfi ile ve ondan istifadesiyle ve istifazasıyla, o ahkam-ı şeriatın hak olduğuna ve Hakk’dan geldiğine bir burhan-ı bahirdir. Evet, nasıl ki velayet ve tarikat, risalet ve şeriatın hücceti ve delilidir. Öyle de İslamiyet’in bir sırr-ı kemali ve medar-ı envarı ve insaniyetin İslamiyet sırrıyla bir maden-i terakkıyatı ve bir menba-ı tefeyyüzatıdır. İşte bu sırr-ı azimin bu derece ehemmiyetiyle beraber, bazı firak-ı dâlle onun inkârı tarafına gitmişler. Kendileri mahrum kaldıkları o envardan, başkalarının mahrumiyetine sebep olmuşlar. En ziyade medar-ı teessüf şudur ki: Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in bir kısım zahiri uleması ve Ehl-i Sünnet ve Cemaat’e mensub bir kısım ehl-i siyaset gafil insanlar, ehl-i tarikatın içinde gördükleri bazı su’-i istimalatı ve bir kısım hatiatı bahane ederek, o hazine-i uzmayı kapatmak, belki tahrip etmek ve bir nevi ab-ı hayatı dağıtan o kevser menbaını kurutmak için çalışıyorlar. Halbuki eşyada kusursuz ve her ciheti hayırlı şeyler, meşrebler, meslekler az bulunur. Ala küll-i hal bazı kusurlar ve su’-i istimalat olacak. Çünkü ehil olmayanlar bir işe girseler, elbette su’-i istimal ederler. Fakat Cenab-ı Hak, ahirette muhasebe-i amal düsturuyla adalet- i Rabbaniyesini hasenat ve seyyiatın muvazenesiyle gösteriyor. Yani hasenat racih ve ağır gelse, mükafatlandırır, kabul eder. Seyyiat racih gelse, cezalandırır, reddeder. Hasenat ve seyyiatın muvazenesi, kemiyete bakmaz, keyfiyete bakar. Bazı olur, bir tek hasene bin seyyiata tereccüh eder, affettirir. Madem adalet-i İlahiye böyle hükmeder. Ve hakikat dahi bunu hak görür. Tarikat, yani sünnet-i seniye dairesinde tarikatın hasenatı seyyiatına katiyen müreccah olduğuna delil, ehl-i tarikat, ehl-i dalaletin hücumu zamanında imanlarını muhafaza etmesidir. Adi bir samimi ehl-i tarikat, suri, zahiri bir mütefenninden daha ziyade kendini muhafaza eder. O zevk-i tarikat vasıtasıyla ve o muhabbet-i evliya cihetiyle imanını kurtarır. Kebairle fasık olur. Fakat kafir olmaz. Kolaylıkla zındıkaya sokulmaz. Şedid bir muhabbet ve metin bir itikad ile aktab kabul ettiği bir silsile-i meşayihi, onun nazarında hiçbir kuvvet çürütemez. Çürütmediği için onlardan itimadını kesemez. Onlardan itimadı kesilmezse, zındıkaya giremez. Tarikatta hissesi olmayan ve kalbi harekete gelmeyen, bir muhakkik alim zat da olsa, şimdiki zındıkların desiselerine karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkilleşmiştir. Bir şey daha var ki, daire-i takvadan hariç, belki daire-i İslamiyet’ten hariç bir suret almış bazı meşreblerin ve tarikat namını haksız olarak kendine takanların seyyiatıyla, tarikat mahkûm olamaz. Tarikatın dini ve uhrevi ve ruhani çok mühim ve ulvi neticelerinden sarf-ı nazar, yalnız alem-i İslam içindeki kudsi bir rabıta olan uhuvvetin inkişafına ve inbisatına en birinci tesirli ve hararetli vasıta tarikatlar olduğu gibi; alem-i küfrün ve siyaset-i Hristiyaniyenin nur-u İslamiyet’i söndürmek için müdhiş hücumlarına karşı dahi, üç mühim ve sarsılmaz kala-i İslamiyeden bir kalasıdır. Merkez-i hilafet olan İstanbul’u beş yüz elli sene bütün alem-i Hristiyaniyenin karşısında muhafaza ettiren, İstanbul’da beş yüz yerde fışkıran envar-ı tevhid ve o merkez-i İslamiyedeki ehl-i imanın mühim bir nokta-i istinadı, o büyük camilerin arkalarındaki tekkelerde “Allah Allah” diyenlerin kuvvet-i imaniyeleri ve marifet-i İlahiyeden gelen bir muhabbet-i ruhaniye ile cuş u huruşlarıdır. İşte ey akılsız hamiyet-furuşlar ve sahtekâr milliyetperverler! Tarikatın hayat-ı ictimaiyenizde bu hasenesini çürütecek hangi seyyiatlardır? Söyleyiniz.

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiMuhabbet Gözü Kusuru Görmez
Poster

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiKelimelerin Kökenlerine Yolculuk
Kelimelerin Kökenkerine Yolculuk

دگرلي دوستلر، ان شاء الله ٢٠٢٣ سنه سنڭ بو اوجاق آينده  هم يڭي بر سنه يه  كيرييورز هم ده  مبارك أوچ آيلر باشلييور. ربّمز هپمزڭ يڭي ييلني خيرلره  وسيله  قیلسین. هم ده  أوچ آيلري ملّتمز و توم مسلمانلر حقّنده  مبارك و قوتلي أيله سين… سوكيلي پيغمبريمزڭ “اللّٰهم! بزه  رجب و شعباني مبارك قيل و بزي رمضانه  اولاشدير.” دعاسني هپمز ايچون قبول بويورسون. اوت، بو صاييده  ده  يينه ، تركجه مزه  كيرمش، آرتيق بزدن بر پارچه  اولمش، ملّيلشمش، يرليلشمش، تركجه لشمش كلمه لريمزڭ كوكنلرينه  يولجيلق ياپمه يه  دوام ايده جگز. ايلك كلمه مز “ان شاء الله” Değerli dostlar, inşallah 2023 senesinin bu ocak ayında hem yeni bir seneye giriyoruz hem de mübarek üç aylar başlıyor. Rabbimiz hepimizin yeni yılını hayırlara vesile kılsın. Hem de üç ayları milletimiz ve tüm Müslümanlar hakkında mübarek ve kutlu eylesin… Sevgili Peygamberimizin “Allah’ım! Bize Receb ve Şaban’ı mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.” duasını hepimiz için kabul buyursun. Evet, bu sayıda da yine, Türkçemize girmiş, artık bizden bir parça olmuş, millileşmiş, yerlileşmiş, Türkçeleşmiş kelimelerimizin kökenlerine yolculuk yapmaya devam edeceğiz. İlk kelimemiz “inşallah” İNŞALLAH: Bu harika ifade Kuran ve iman kökenlidir. “Eğer Allah isterse, eğer Allah dilerse” anlamında kişinin bir konudaki dileğini ifade eder. “Eğer, şayet” anlamındaki “in” ibaresi ile “diler, diledi” manasındaki “şa’e” ifadesinin Allah lafzı ile bir araya gelmesiyle oluşur. Ecdadımız bir iş yapmadan önce bu ifadeyi mutlaka kullanırlardı. Mesela “İnşallah selametle şu muharebeden dönersem senin yanına geleceğim” derlerdi. Ve şu hakikati birbirlerine hatırlatırlardı. “Bir emrin (işin) icrasına himmet ve kast eylediğin vakit inşaallah de. Zira bu kavlin telaffuzu (bu sözün söylenmesi) meşiyet-i ilahiyyeden (Allah’ın sonsuz dileme ve istemesinden) adem-i gafletine delalet eyler (gaflet etmediğine delil olur).” MANİFATURA: Birleşik bir kelime olan bu kelime Avrupa dillerinden Türkçemize geçmiştir. “El yapımı, el işi imalat” anlamındadır. Latince “el” manasındaki “manuel” ile “yapılış, işçilik” manasındaki “factura” kelimelerinin bileşiminden oluşmuştur. OCAK: Kelime Türkçe kökenli bir kelimedir. Kelime Arapça, Farsça ve Rusçaya, ayrıca Kafkas ve Balkan dillerine de Türkçeden geçmiştir. Yılın aralık ve şubat ayları arasındaki 31 gün süren aya bu isim verilir. Osmanlıda bu aya “kânunusani” denilirdi. Ocak kelimesi, senenin ilk ayının ismi olarak 1945 yılında teklif edilerek kullanılmaya başlanmıştır. Ateş anlamına gelen “od” kelimesinden köken alan kelime “Od-cak” “Ateş yakılan yer, ateşin kaynağı, çıkış yeri” anlamındadır. Kelime “kireç ocağı, maden ocağı, asker ocağı, yeniçeri ocağı, sağlık ocağı” gibi kaynak, merkez, çıkış yeri, yetişme yeri gibi anlamlarda da kullanılır. Kelime deyim olarak ise “Ocağı batmak, Ocağı sönmek (kül olmak, Ocağına incir dikmek (darı ekmek)” gibi farklı deyimlerde kullanılıyor. FISKİYE: Kelime Arapça kökenlidir. Havuzların ortasına konan ve suyu muhtelif şekillerde yukarıya fışkırtmaya yarayan, bazan üzerine fırıldak da takılan borudan yapılma malzemelere bu isim verilir. Kelime “fısk” kelimesinden köken almaktadır. Fısk “fışkırmak, çıkıp gitmek, haddi aşmak” manasına gelmektedir. ÖTEBERİ: Bu kelime Türkçe kökenli bir yapıya sahiptir. Öteberi, küçük ve önemsiz, ikinci derecedeki nesne veya eşyalara, çeşitli ufak tefek şeylere verilen isimdir. Aslı “ötesi ve berisi, hepsi” anlamındadır.   BELKİ: Kelime Arapça “ancak, fakat, bilakis, öncelikle” manasındaki “bel” kelimesi ile, Farsça “ki” ekinin birleşiminden meydana gelmiştir. Dilimizde farklı kullanım tarzları vardır. En yaygın olanı “umulur, olabilir ki, bir ihtimale göre, muhtemelen” manasında olanıdır. Bazen de “hatta, bile” manasında kullanılır. Mesela istiklal marşımızdaki “Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın” ifadelerinde olduğu gibi. Bir de Arapçadaki anlamıyla “ancak, fakat, bilakis, öncelikle” manasında kullanım yerleri vardır. Mesela “İbadet gelecekte mükafat almak için değil belki, geçmişte Allah’ın bize verdiği nimetlere karşılık olarak yapılır.” “Düşmana kuvvet ile değil belki ilim ile galebe çalınır.” Cümlelerinde olduğu gibi. FİSKE: Yunanca kökenli olan kelimenin aslı “phouska”dır. Parmaklardan birinin, bilhassa orta parmağın tırnak kısmını başparmağın ucuna dayadıktan sonra birdenbire ileri doğru fırlatmak suretiyle yapılan “minik vuruşa” denir. Dilimizde zamanla fiske şeklini almıştır. ESPİRİ: Kelime Latince kökenli bir kelimedir. “Ruh, can, bir şeyin özü, gerçek anlamı” demek olan “spirit” kelimesinden doğmuştur. Hani bazen deriz ya “bu işin püf noktası, esprisi budur” diye. İşte bu kullanımda espri kelimesi o işin “can noktasını” ifade eder. Bir de genel bir kullanım olan güldürmek, hoş bir hava oluşturmak için söylenen veya düşündürücü bir mana taşıyan ince anlamlı, şakalı sözlere, nükteli konuşmalara da espri denmektedir.

Mirza Ayhan İNAK 01 Ocak
Konu resmiMa’nâ-yı Mecâz
Beyt-i Berceste

Köşe Penceresi Acz elini nefisten çekse, doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelâl’e verir. Halbuki en keskin tarîk olan aşk, nefsinden elini çeker, fakat ma‘şûk-u mecâzîye yapışır. Onun zevâlini bulduktan sonra Mahbûb-u Hakîkî’ye gider. (Osmanlıca Sözler, s. 88) 1. Beyit اولمسه مظهر اكر اسم جلاله لالهناَئل اولمازدی بوحسنیله جماله لاله Olmasa mazhâr eğer ism-i Celâle lâleNâil olmazdı bu hüsnüyle cemâle lâle Tabibzade Mehmed Aşkî (8) * Rahmetinden me’yûs, azâbından emîn olma? Lâle bahçesinde İsm-i celâli görmekle diller tesbîhe dursun, ism-i cemâl ile hamd eylesin. Havf ile recâ arası bulunsun gönül; daima muvâzene olsun! Ber-dâim: “Nâr’ı da hoş Nûr’u da hoş” mertebesi. Yâ Âdl! * İsm-i Celâl (Lafza-i Celâl): Cenâb-ı Hakkın nev’lerde, külliyâtta (bütün çiçeklerde) tezâhür eden ismi, vahidiyetin tecellîsiİsm-i Cemâl: Güzellik; Mevcûdâtın cüziyyâtında (tek çiçekte) tecellî eden ismi, ehadiyyetin tecellîsiCelâl: Haşmet, büyüklük, yücelik, heybet, hâkimiyet vs. Mâil: Bir yöne eğilmekMâil olmak: Gönlünü kaptırmak 2. Beyit معلوم اولاماز كه حقیقت اولمازسه مجازموجود اولاماز حقیحت اولمازسه مجازالبتّه بری برینی مستلزمدرمعنایله لفظدرحقیقتله مجاز Ma’lûm olamaz hakîkat olmazsa mecâzMevcûd olamaz hakîkat olmazsa mecâzElbette biri birini müstelzimdirMa’nâyla lafzdır hakikatle mecâz Nabi (4) * لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِل۪ينَ Hakîkat: Mevcûdâtta Allah’ın tecellîsini gören ve her olanı Allah’tan bilen kimse, asıl, gerçek, doğru; (Hakîkat, ışık veren fitildir; mecâz ise ziyâsını tezyîd eden şişesidir.)Hakîkat-bîn: Hakîkati gören Hakîkat-perest: Doğruyu seven Hakîkat-şinâs: Gerçeği bilen Mahz-ı hakîkat: Gerçeğin ta kendisi Mecâz: Hakîkatin mukâbili, hakîki ma’nâsıyla münâsebetdâr diğer bir ma’nâda kullanılan kelime; (Lafz esas ma’nâları dışında başka bir ma’nâda kullanıldıklarında buna “mecâz” denir.)Mecâzî: Mecâza aîd ve mensûb ve müteallik Mecâzen: Mecâz olarak Müstelzim: Gerektiren (şey) 3. Beyit جرعه ء عشق مجازی نوش ایله صدق ایلهتاحقیقتدن یاكه یول بولاسك معراجلق Cür’a-i ‘aşk-ı mecâzî nûş eyle sıdk ileTâ hakîkatden yana yol bulasın mi’râclık Mihrî Hatun (3) ٭ Fânî şeyde, bâkîye îsâl eden yol bulabilirsin. Şart ki sûret-i fânîyeden ve kendinden geçebilirsin. (Yâ Zâhir, Ya Bâtın!)   ٭ Cür’â: Bir yudum, bir içim Nûş eylemek: (fa)İçmek Sıdk ile: Cân u gönülden, yürekten, hâlisâne Mi’râc: Merdiven, yükselecek yer, huzûr-ı ilâhî 4. Beyit اولمغل عشق مجازی ده عبادتدن بعدای كوكل مجنون لیلا عاقبت مولا اولور Olmağıl ‘aşk-ı mecâzîde ‘ibâdetden ba’îdEy gönül Mecnûn-ı Leylâ ‘âkıbet Mevlâ olur Gelibolulu Sun’î (7) ٭ Sen! Dünyanın üç yüzünden birini,“ahirete tarla”olanı,  tevhîd eyle: Yûnusça: Mecnûnlara Leylî gerek bana seni gerek seni. Mecnûnca: Gönlüm eskiden leylâya âşıktı şimdi Mevlâ’ya! Yâ Hâdî! ٭ Ba’îd olmak: Uzak olmak Mevlâ: (fa) Kâinâtın yegâne sahibi Allah, mâlik, sâhib, azatlı köle Âkıbet: Sonunda, neticede 5. Beyit بر دل كه بو مضمون خفیدن اولا غافلدلمیدر او مجموعهء تصویر هوادر Bir dil ki bu mazmûn-ı hafîden ola gâfilDilmidür o mecmûa-ı tasvîr-i hevâdır Nef’î  (5) Dîl var dil var. Göz o göz ola ki hakîkat ballarını gönüle akıta. Pencerede kalan yansıma camdan öte geçmez, “Hüve anahtarı” ile gözden gönüle kilitler açar. Yâ Fettâh! ٭ Dil: (fa) Gönül Hâfî: Gizli / Mazmûn: Hazret-i Peygamber Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimizin seveni, âşığıHevâ: (Nefisten gelen) arzû Tasvîr: Bir şeyi resim gibi göz önüne gelecek şekilde ayrıntıları ile anlatma, resim Mecmûa: İçinde şiirler, seçilmiş söz ve yazılar bulunan el yazması kitâb 6. Beyit پرتو انوار خرشید حقیقتدر مجاز Pertev-i  envâr-ı hurşîd-i  hakîkatdür mecâz Fuzulî (2) ٭ Mecâz hakîkat güneşinin nurlarının parıltısıdır. Şişenin şeffaflığı seni aldatmasın, elinde kalan cıncık parçacıkları olmasın. Hakîkat-bîn ol, bir lem’a ki Mevlâ yaka üflemekle sönmez. Yâ Hâ(a)fı(î)z! ٭ Pertev: (fa) Işık, parlaklık / Hurşîd: (fa) Güneş 7. Beyit عاریت شعری استعاره صانورشعری بيلمز حقیقيمی یا مجاز ‘Âriyet şi’ri isti’âre sanurŞi’ri bilmez hakîki mi ya mecâz Sehi Bey (6) ٭ Yalancı yüze kanma! Aklına ve marîfet-âşîna fikrine ma’nâ âleminin kapısı açılsın! (Yâ Hakîm!) ٭ Âriyet: Ödünç, eğreti, geçici, muvakkat İsti’âre: Ödünç alma / (edb.) Bir kelime yerine herhangi bir bakımdan kendisine benzerliği bulunan başka bir kelime kullanma şeklindeki edebî sanat, benzeyen ya da benzetilenden yalnız biri bulunan teşbîh Kaynakça: 1.    BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2010), Osmanlıca Sözler, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât2.    Divan-ı Fuzuli, Milli Kütüphane, Yazmalar, No: A 3401 (s. 57)3.    Divan-ı Mihri, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, No: TY01994 (v. 130B)4.    Divan-ı Nabi, Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Lala İsmail, No: 488 (v. 252A)5.    Divan-ı Nef’i, Milli Kütüphane, Yazmalar, No: A 8248 (v. 55B)6.    Divan-ı Sehi Beg Edirnevi, Bibliothèque Nationale, Supp. Turc., No: 360 (v. 146A)7.    Divan-ı Sun’i Gelibolulu, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum, No: 252 (v. 5B)8.    Risale-i Takvim-i Lale, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Hazine, No: 2365 (v. 2AB) 9.    https://gallica.bnf.fr/ark:/12148/btv1b100824400/f147.item10. https://kulliyat.risale.online/11. https://kuran.hayrat.com.tr/12. http://lugatim.com/13. http://www.yazmalar.gov.tr/

İbrahim SARITAŞ 01 Ocak
Konu resmiNizam-ı Cedid Ordusu
Biliyor muydunuz?

سلطان ٣نجی سليم ١٧٨٩’ده  تخته  چيقديغنده  عثمانلي دولتي، روسيه  و آوستوريه  ايله  صواش حالنده يدي. صواشڭ سيري عثمانليلر ايچون ايي كيتمييوردي. آنجق سلطان ٣نجی سليم، قيريمي تكرار عثمانلي طوپراغي ياپمق ايستييوردي. پادشاهڭ بو فتح ايستگي، اونڭ طيشنده كي دولت رجالنده  و اوردو قومانده لرنده  يوقدي. حتّی بر محضر ايله  بو طورومي پادشاهه  بيلديره رك، صواشڭ بيتيريلمه سني و باريش ياپيلمه سني طلب ايتديلر. بر آڭلامده  صواشمق ايسته مدكلريني افاده  ايدييورلردي. سلطان ٣نجی سليم، مجبورًا باريشه  راضي اولدي اما آرتيق يڭي بر عسكري دوزنڭ قورولمسي و دولتده  يڭيلنمه يه  كيديلمه سنڭ كركليلگي اورته يه  چيقمش اولويوردي. ايشته  صواشمق ايسته مه ين بر اوردويه  قارشيلق، سلطان ٣نجی سليم طرفندن قورولان يڭي اوردويه  و دولت تشكيلاتنده  ياپيلان يڭيله مه  چاليشمه لرينه  نظام جديد آدي ويريلمشدر. نظام جديدڭ قورولمسي ايچون چاليشمه لر ١٧٩٢ سنه سنده  باشلامشدر. اگيتيملي بر اوردو و يڭي بر طونانمه  پروژه سي باشاريلي بر شكلده  كرچكلشديريلييوردى. بو يڭي اوردو و طونانمه نڭ مصرفلرينڭ قارشيلانمسي ايچون نظام جديد خزينه سي آدي آلتنده  بر دفتردارلق قورولمشدر. سلطان ١نجی عبدالحميد دونمنده  قورولان مهندسخانۀ بحرئ همايون يڭيدن دوزنلنمش، آيريجه  مهندسخانۀ برّئ همايون قورولمشدر. سلطان ٣نجی سليم يڭي سيستمي، يڭي بر اكيپله  اولوشديرمه يه  چاليشييوردي. يڭي اوردونڭ اگيتيم يري لوند چفتلگنده يدي و ايشلر براز ده  يڭيلك ايسته مه ين أوست دوزي دولت رجالندن كيزلي يوروتولويوردي. سلطان ٣نجی سليمه  صونولان بر ارضڭ أوزرينه  يازيلان خطّ همايوندن ده  بو طوروم آچيق بر شكلده  آڭلاشيلمقده در. لوند چفتلگنده  يڭي سيستمده  اگيتيم ويرن عسكري أوگرتمنلرڭ كوستريسني ايزله مك و آيريجه  اسكدار طرفنه  كيده جك عسكرلرڭ پادشاهڭ امريله  معاينه  ايديلمه لري ايچون بر وزير، تبديل قيافتله مي يوقسه  نورمال يوللرله مي كيتمه سنڭ اويغون اولاجغنى پادشاهه  صورمقده در. سلطان ٣نجی سليم، بو صوري يه  هانكي يول اوڭا قولاي كليرسه  او شكلده  كيتمسي تعليماتنى ويره رك جواب ويرر. Sultan 3. Selim 1789’da tahta çıktığında Osmanlı Devleti, Rusya ve Avusturya ile savaş halindeydi. Savaşın seyri Osmanlılar için iyi gitmiyordu. Ancak Sultan 3. Selim, Kırım’ı tekrar Osmanlı toprağı yapmak istiyordu. Padişahın bu fetih isteği, onun dışındaki devlet ricalinde ve ordu kumandalarında yoktu. Hatta bir mahzar ile bu durumu Padişaha bildirerek, savaşın bitirilmesini ve barış yapılmasını talep ettiler. Bir anlamda savaşmak istemediklerini ifade ediyorlardı. Sultan 3. Selim, mecburen barışa razı oldu ama artık yeni bir askerî düzenin kurulması ve devlette yenilenmeye gidilmesinin gerekliliği ortaya çıkmış oluyordu. İşte savaşmak istemeyen bir orduya karşılık, Sultan 3. Selim tarafından kurulan yeni orduya ve devlet teşkilatında yapılan yenileme çalışmalarına Nizam-ı Cedid adı verilmiştir. Nizam-ı Cedid’in kurulması için çalışmalar 1792 senesinde başlamıştır. Eğitimli bir ordu ve yeni bir donanma projesi başarılı bir şekilde gerçekleştiriliyordu. Bu yeni ordu ve donanmanın masraflarının karşılanması için Nizam-ı Cedid Hazinesi adı altında bir defterdarlık kurulmuştur. Sultan 1. Abdülhamid döneminde kurulan Mühendishane-i Bahrî-i Hümayun yeniden düzenlenmiş, ayrıca Mühendishane-i Berrî-i Hümayun kurulmuştur. Sultan 3. Selim yeni sistemi, yeni bir ekiple oluşturmaya çalışıyordu. Yeni ordunun eğitim yeri Levend Çiftliğindeydi ve işler biraz da yenilik istemeyen üst düzey devlet ricalinden gizli yürütülüyordu. Sultan 3. Selim’e sunulan bir arzın üzerine yazılan hatt-ı hümayundan da (BOA, HAT, 1501/67) bu durum açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Levend Çiftliğinde yeni sistemde eğitim veren askerî öğretmenlerin gösterisini izlemek ve ayrıca Üsküdar tarafına gidecek askerlerin Padişahın emriyle muayene edilmeleri için bir vezir, tebdil-i kıyafetle mi yoksa normal yollarla mı gitmesinin uygun olacağını Padişah’a sormaktadır. Sultan 3. Selim, bu soruya hangi yol ona kolay gelirse o şekilde gitmesi talimatını vererek cevap verir. Belge türü: Hatt-ı HümâyûnTarih: Sultan III. Selim Devri (1)Hû (2)Benim vezîrim (3)Sana kangı sûret suhûletlü ise (4)öy­lece gidesin (5)Şevketlû kerâmetlû mehâbetlû kud­retlû veliyy-i ni’metim efendim (6)Padişahım (7)İhyâ-yı dîn ve devlet-i ebed-rehînde mahsûs zât-ı şevket-simât-ı zıllullahîleri olan te’yîdât-ı İlâhiyye muktezâsı üzere eser-i himem-i (8)İskender-şîmâneleri ile râbıta-bend-i saff-ı nizâm olan muallim asâkirin temâşâsı için Levend çiftliğine azîmet-i çâkerânem husûsu (9)atebe-i ulyâ-yı hümâyûnlarından istîzân olunmak üzere iken dünkü gün kudûm-ı hayriyet-lüzûm-ı şehriyârîleriyle Levend çiftliği teşrîf buyurulup (10)Üsküdar tarafına imrâr olunacak neferât tahrîk olunmazdan evvel cümlesinin muâyenesiçün bimennihî Teâlâ işbu Perşembe günü azîmet-i (11)bendegânemi âmir-i fermân-ı telattuf-unvân-ı mülûkâneleri şeref-rîz-i sudûr olduğunu Hacı İbrahim Efendi kulları tebşîr eyledikde bu abd-i memlûkleri (12)mûr mikdârları hakkında nevbenev müteâkibü’-zuhûr olan envâ-ı iltifât ve nevâziş zerre pervâne-i şâhânelerinden olarak bu bâbda (13)dahî minassa-ârâ-yı sünûh ve inâyet olan taltîf-i ihyâ-redîf-i padişâhâneleri kullarını nâil-i dest-mâye-i tezâuf-ı iftihâr etmekle (14)her mûyum bir zebân ve her zebânım hezârân lâyiha-i fasîhu’l-beyân olsa ilâ âhiri’l-kıyâme hak edâsında aczim nümâyân olan duâ-yı füzûnî-i (15)ömr ü şevket-i Hilâfetpenâhîleri ba’de’t-tekrâr bimennihî Teâlâ yevm-i merkûmda azîmet-i çâkerâneme karar verilmiş ise dahî tebdîlen gidilmek mi (16)irâde buyurulur yoksa hademe-i Bâb-ı Âlî kulları dahî beraber olarak biniş sûretiyle azîmet olunması mı ind-i hümâyûnlarında hayyiz-i tasvîbe (17)resîde olur ne vechle emr ve irâde-i mekârim-ifâde-i tacdârîleri levha-zîb-i sünûh olur ise mantûk-ı münîfi üzere hareket olunacağı (18)muhât-ı ilm-i kâinât-pîrâ-yı âlîleri buyuruldukda emr u fermân şevketlû kerâmetlû mehâbetlû kudretlû veliyy-i ni’metim efendim Padişahım hazretlerinindir

Arif Emre GÜNDÜZ 01 Ocak
Konu resmiOsmanlı Devletinin Temel Taşları: Tekkeler
Belge Okumaları

Kuruluşundan itibaren Osmanlı Devletiʼnin resmî din düşüncesi, Hz. Peygamber (sav) ile ashab-ı kirâmın takip ettikleri yolu (Ehl-i Sünnet veʼl-Cemâat) ifade eden Sünnî anlayış çerçevesinde çizilmiştir. Türk-İslam devletlerinin hususiyetle Selçukluların birikimlerinden tevarüs eden bu anlayış, eğitim kurumları, kanunlar, siyaset ve hükûmet kadrolarını kuşatan bir genişlikte devlet idaresini ilgilendiren her aşamaya sirayet etmiştir. İmparatorluğun resmî siyasetinde ise -diğer hak mezheplerin fikirleri görece etkili olmakla beraber- daha çok Mâturîdîlik ve Hanefîlik mezhepleri hâkim olmuştur. Osmanlı Devleti’nde Müslüman dinî yapının iki sacayağından birisi (diğeri medreselerdir) tarikatlar ve bunların zikir ve sohbetlerini icra ettikleri yerler olan tekkelerdir. Tarikatlar; İslâm’ın zâhir ve bâtın hükümleri çerçevesinde yaşanan manevi bir hayat tarzı olan tasavvuf düşüncesinin sistematik bir şekilde teşekkül ettiği yapılardır. İslamiyet’in itikadî ve amelî prensiplerinin tatbikinin usullerini öğreten tarikatların yaklaşık 7. ve 8. yüzyıllarda ilk örnekleri görülmeye başlamıştır. Anadolu’nun Türkleşme ve İslamlaşmasını kapsayan 11. yüzyıldan 14. yüzyıla kadarki zaman diliminde ise Mâverâünnehir ve Horasan bölgelerinden Anadolu’ya gelen pek çok tasavvuf mensubu, devlet adamlarının da desteğiyle buralarda kendi sistemlerini oluşturmuştur. Necmeddin Dâye, Evhadüddin Kirmânî, Muhyiddîn İbn Arabî, Sadreddin Konevî, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Velî gibi mutasavvıflar, Anadolu’da hal ve irfan ilminin öğretildiği tekke kültürünün temelini atan İslâm büyükleridir. İlk hükümdardan itibaren Osmanlı padişahları da Sünnî çizgideki tarikat liderleriyle kuvvetli bir irtibat sağlamış, hatta I. Murad ve II. Bayezid gibi bazı sultanlar kerametleriyle tasavvufî bir portreye bürünmüştür. Osman Gaziʼnin Şeyh Edebaliʼye, Orhan Gazi’nin Geyikli Baba’ya intisabı, Yıldırım Bayezid’in Emir Sultan’ın nasihatlerini dikkate alması, Fatih Sultan Mehmed’in Akşemseddin ve Ebu’l-Vefa ile olan ilişkileri, hep bu güçlü irtibatın ortaya çıkardığı tezahürlerdir. Devlet içinde teşekkül ettiği ilk zamanlarından son zamanlara tarikatlar; Müslümanların ilim, marifet ve manevi huzur kazandığı, başta devlet yöneticileri olmak üzere toplumun her kesimini topyekûn belirli bir şuura taşıdığı ahlak ve irfan merkezleri olmuştur. O kadar ki ülkenin hemen her köşe başında -büyükten küçüğe- bir hangâh (âsitâne), tekke (dergâh) ve zaviye açılmıştır. Mesela Kanuni Sultan Süleyman devrinde yalnızca İstanbul’daki tekke sayısı 300ʼü aşıyordu. Osmanlı Devleti, ahlakî, dinî, asayiş, ticari ve sosyal hizmetler bakımından birçok faydası dokunan tekkeleri hem insani hem de ekonomik işleyişlerini daha düzenli hâle getirmek için vakıflar sistemine entegre etmiş, böylelikle sayıları gittikçe artan bu müesseselerin daha verimli hizmet etmelerini amaçlamıştır. 600 yılı aşkın devlet kültürü ve medeniyet mirası incelendiğinde hem devletin hem de Müslüman toplumun itikadî ve ahlakî esaslarının oluşmasında tekke ve zaviyelerin fevkalade bir tesirinin olduğu görülecektir. Bununla birlikte İslami çizgiden sapan, dinî duyguları istismar eden veya devlet aleyhinde faaliyet gösteren yapılara da izin verilmemiş, gerekli müdahale ve tedbirler ivedilikle alınarak, istikamet üzere hizmet veren müesseseler arasında bu gibi sapkın tarikatlar barındırılmamıştır. Osmanlı arşivlerinde sayıları 40 bini aşan vakıfların birçoğu tekke ve zaviyelere aittir. Vakıf belgelerinin en önemlileri ise bir vakfın kuruluş şartnamesi olarak kabul edilen vakfiyelerdir. Biz de bu sayımızda İstanbul’un Eyüp Sultan ilçesinde yer alan, Nakşibendiye tarikatına bağlı Oluklubayır Dergâhıʼnın 1767 tarihli vakfiyesini paylaşıyoruz. Vakfiye sahibi Arabzâde el-Hâcc Alî Efendi, mülkü kendisine ait iki katlı bir mescidi ve müştemilatlı bir zaviyeyi Allah için Müslümanlara vakfetmekte, bu durumu kadı ve şahitler huzurunda tescil ettirmektedir. Vesika Eyüpsultan’daki Oluklubayır Dergâhıʼnın vakfiye kaydı sureti (3 Receb 1181/25 Kasım 1767) (1) Eyyûb Sultân civârında Oluklubayır Dergâh-ı Şerîfiʼnin (2) Vakfiyesi sûretidir. (3) Elhamdülillâhi Rabbiʼl-âlemîn veʼs-salâtü veʼs-selâmü ʻalâ hayri halkıhî Muhammedin ve ʻalâ âlihî ve sahbihî ecmaʻîn ve ʻalâ men tebiʻahüm bi-ihsâni (4) ilâ yevmiʼd-dîn. Emmâ baʻd, işbu kitâb-ı müstetâbın tahrîr ve imlâ ve tastîr ve inşâsına bâʻis ve bâdî oldur ki, (5) medîne-i Hazret-i Ebî Eyyûb el-Ensârî radıye ʻanhü Rabbühüʼl-Bârîʼde Düğmeciler Mahallesiʼnde Oluklubayır nâm mahalde vâkiʻ (6) tarîkat-ı Nakşibendiye zâviyesinde zâviye-nişîn olan ʻumdetüʼs-sâlikîn sâhibüʼl-hayrât Arabzâde el-Hâcc Alî Efendi (7) ibn el-Mağribî eş-Şeyh Abdülkerîm Efendi meclis-i şerʻ-i şerîf-i Ahmedî ve mahfil-i dîn-i münîf-i Muhammedîʼde zikri câî vakfına (8) li-ecliʼt-tescîl mütevellî nasb ve taʻyîn eylediği İbrahim Ağa ibn Muhammed mahzarında ikrâr-ı sahîh-i şerʻî ve iʻtirâf-ı sarîh-i (9) merʻî idüb vakf-ı âtiyüʼl-beyânın sudûruna değin yedimde mülk ve hakkım olub bir tarafdan baʻzen Zaîm (10) Sevilen Ağa menzili ve baʻzen bostân ve bir tarafdan Oluklubayır ve iki tarafdan tarîk-i âmm ile mahdûd fevkânî (11) bir mescid-i şerîf ve tahtında üç bâb oda ve bir kenîf ve taş musluk ve bir matbah ve iki biʼr-i mâ ve bir havuz (12) ve eşcâr-ı müsmire ve gayr-ı müsmireli bağçe ve mâ-i lezîz-i cârîyi müştemil tûlen ve arzan bi-hesâb-ı terbîʻî iki bin (13) beş yüz elli dokuz zirâʻ arsalı zâviye-i mezkûreyi hasbeten lillâhi teʻâlâ ve taleben li-merzâtiʼr-Rabbiʼl-aʻlâ vakf-ı (14) sahîh-i muhalled ve habs-i sarîh-i müebbed ile vakf ü habs [ve şöyle şart eyledim ki, zâviye-i mezbûrenin tevliyet (15) ve zâviyedârlığı lâbis-i libâs-ı hayâtda oldukda bana meşrûta ola. İrtihâl-i dâr-ı bekâ eylediğimde zâviyedârlık (16) ve tevliyet-i merkûmeye evlâdımın ve evlâd-ı evlâdımın ve evlâd-ı evlâd-ı evlâdımın zükûrunun batnen baʻde batnin (17) ekberi mutasarrıf ola ve iyâzen billâhiʼl-Feyyâz baʻde inkırâzuʼl-evlâd zâviyedârlık ve tevliyet evvelen kendi (18) hulefâmın aslahına ve baʻdehüm evlâdımın ve evlâd-ı evlâdımın ve evlâd-ı evlâd-ı evlâdımın hulefâsından (19) aslahına ve baʻdehüm Mesnevîhân Şeyh Niyâzî Buhârî hulefâsının aslahına meşrûta ola] ve vakf-ı mezbûr (20) nezâret-i hazret-i Şeyhülislâmîde âsûde ola ve vakf-ı mezbûra riʻâyet müteʻazzire olur ise vakf-ı (21) mezbûr vakf-ı fukarâ-i müslimîn ola ve şurût-ı mezkûrenin tebdîl ve tağyîri merraten baʻde uhrâ yedimde ola (22) deyü tenbîh-i şurût ve tebyîn-i kuyûd birle zâviye-i mezbûreyi fâriğan aniʼş-şevâğil mütevellî-i mezbûra teslîm ol dahi (23) tesellüm ve kabz ve emsâli gibi tasarruf eyledi didikde gıbbeʼt-tasdîkiʼş-şerʻî vâkıf-ı mezbûr semt-i vefâdan (24) cânib-i ʻukbâya ʻâzim olub vakf-ı akâr İmâm-ı Aʻzam ve hümâm-ı akdem Ebû Hanîfetüʼl-Kûfî mezheb-i (25) hatîrlerinde eğerçi sahîh lâkin gayr-ı lâzım olduğundan mâʻadâ vâkıf menfaʻat-i vakfı nefsine şart itmekle İmâm (26) Muhammed bin Hasan eş-Şeybânî hazretleri katında vakıf bâtıl olmağın vakf-ı mezbûrdan rücûʻ ve mevkûfu (27) keʼl-evvel mülküme istirdâd iderim didikde mütevellî-i mezbûr dahi cevâbında hâl bast olunan minvâl üzeredir (28) lâkin vakf-ı akâr İmâm Ebû Yûsuf hazretleri katında vâkıf menfaʻat-i vakfı nefsine şart eylediği (29) sûretde bile mücerred vakaftü dimekle vakıf sahîh ve lâzım olmağla kavl-i şerîfleri üzere (30) lüzûmuna dahi hükm ricâ iderim deyü redd ve teslîmden imtinâʻ birle hâkim-i mevkiʻ-i kitâb hazretleri huzûrunda (31) kemâ hüveʼl-mestûr fiʼl-kütübiʼl-fıkhiyye müterâfiʻân ve her biri fasl ü hasma tâlibân oldukda hâkim-i mûmâ-ileyh (32) dahi ʻalâ kavli men yerâhu mineʼl-eimmetiʼl-eslâf vakf-ı mezbûrun sıhhat-i lüzûmuna hükm ve fasl itmekle min baʻd (33) vakf-ı mezbûr sahîh ve lâzım ve mütemmim olub nakz ve nakîzine mecâl muhâl oldu. Ve ecrüʼl-vâkıf (34) ʻaleʼl-Hayyiʼl-Kayyûm cerâ zâlike ve hurrire fiʼl-yevmiʼs-sâlis min Recebiʼl-ferd li-sene ihdâ ve semânîn ve mieti (35) ve elf. (36) İşbu sûret-i Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti Arâzî-i Vakfiye Kalemi Müdîriyetinin 23 Şubat sene 38 târîh (37) ve 62 numaralı müzekkeresiyle taleb olunmakla aslından ihrâc kılınmışdır. Fî 9 Mart sene 338 (38) Mukâbele olunmuşdur. İmzâ (Kâmil) (39) Mühür (Evkâf-ı Hümâyûn Mahkemesi kâdîlığı) Kelimeler: Arzan: EnineBa‘de’l-inkırâz: Tükendikten sonraBâdî: SebepBâʻis: SebepBatnen baʻde batnin: Nesilden nesileBi-hesâb-ı terbîʻî: Alan hesabı olarakCerâ zâlike: Bu şekilde cereyan etti, geçtiEmmâ ba‘d: Bundan sonra (önsözden sonra asıl maksada giriş için söylenir)Eşcâr-ı müsmire: Meyve veren ağaçlarEvlâd-ı zükûr: Erkek evlatlarFâriğan ani’ş-şevâğil: Elinde tutmaktan vazgeçerekFevkânî: Üst katı olan binaGıbbe’t-tasdîki’ş-şer‘î: Kanunun onayından sonraHabs-i sarîh-i müebbed: Dâimi olarak belirli ve açık olan kayıtHasbeten lillâhi teʻâlâ: Yüce Allah içinHurrire: Yazıldıİkrâr-ı sahîh-i şer‘î: Kanuna uygun doğru ikrarKeʼl-evvel: Eskisi gibiKenîf: TuvaletLâbis-i libâs-ı hayât: Hayat elbisesini giymekLi-ecli’t-tescîl: Deftere kaydetmek içinMerraten baʻde uhrâ: Birbiri ardınca, birkaç kereMine’l-eimmeti’l-eslâf: Önceki imamlardanMücerred vakaftü dimekle: Yalnızca vakfettim demekleMüterâfi‘ân: Duruşma isteyen iki tarafNakîz: Birbirine zıt, karşıtNakz: Bozmak, iptal etmekTahrîr: YazmaTaleben li-merzâtiʼr-Rabbiʼl-aʻlâ: Yüce Allahʼın rızasını isteyerekTastîr: Satırlama, yazmaTesellüm: Teslim alıp kaydetmeTûlen: UzunluğunaʻUmdetüʼs-sâlikîn: Tarikat ehillerinin dayandığı kimseVakf-ı âtiyü’l-beyân: Aşağıda açıklanan vakıfVakf-ı sahîh-i muhalled: Sonsuza kadar doğru ve gerçek olan vakıfVech: Tarz, üslupZâviye-nişîn: Zaviyede oturan, şeyhZikri câî: Adı geçen

H. Halit ATLI 01 Ocak
Konu resmiMekteb, Medrese*
Okuma Metinleri

İşte iki kelime ki tarz-ı tahrirlerinde gösterdikleri gayriliğe rağmen daire-i şümullerine aldıkları mübeccel binaların maksad-ı tesisleri birdir. Müştereken bir tesiri husule getirmek için aynı istikamet ve cihete müteveccih iki kuvvetten başka bir şey değildirler. Trablusgarp Muharebesi pek ayan bir surette göstermiştir ki ne kadar mükemmel olsa da kuvve-i maddiye yalınız kaldığı surette edildiği ihtimam ile mütenasib bir netice tevlid etmekten pek uzak kalıyor. Her türlü vesait-i maddiyye-i harbiye ile mücehhez, yalınız kuvve-i maneviyesi mefkud İtalyan ordusunun altı aydan beri gemilerinin sayesinde kalabilmekte bulundukları noktadan bir adım bile ileriye gidemeyip her dakika bir nevi mağlubiyete duçar olmaları kendileri için şimdiye kadar sarf olunan milyonların makus bir faide elde ettirebilir. Halbuki mükemmel ve metin bir kuvve-i maneviyeyi hamil, karşısındaki orduya nispeten vesait-i maddiyesi noksan bulunan Osmanlı dilaverlerinin gösterdikleri harikalar bütün akvam-ı medeniyeyi hayretler içinde bırakmıyor mu? Avrupa müteferriklerinin şu hakikati nazarlarından hiçbir vakit kaçırmayacaklarına emin olalım, işte mektepli kardeşlerim! Sizler milletimizin bulunduğu noktadan daima seri hatvelerle ilerlemesi için lazım gelen vesait-i maddiyeyi ihzar ve muhteriat-ı fenniyeyi bila ifate-i vakt memleketimizde tatbik vazifesiyle mükellef olduğunuz gibi biz medreseler şakirdanı da kuvve-i maneviye-i milleti tenmiye ve ahlak-ı müstahsene-i eslafı muhafaza vazifesiyle muvazzaf bulunuyoruz. Fransız milletinin büyük bir kısmındaki sükut-ı ahlaki nazarlarını daima uzağa, istikbale merbut bulunduran Fransız mütefekkirlerini pek elim bir surette düşünmeğe mecbur etmiyor mu? Gerek sizin ve gerek bizim müşterek mesaimiz millet-i muhterememizi az bir zaman içerisinde merahil-i terakkide pek büyük mesafeler kat ettireceği gibi bir taraftan vuku bulacak cüzi bir tekasül dakikaları seneler kadar kıymettar olan şu zamanda gayr-ı kabil-i telafi mazarrat meydana getireceği müstağni-i izahtır. İşte şu mülahazat sebebiyle yakın bir zamandan beri bu iki amil terakki beyninde görülen meveddet ve müştereken masruf-ı mesaiyi karib bir saadetli istikbal için gayet parlak bir delil olmak üzere telakki eder ve bu amillerin bundan sonra daha ihtimamlı bir halde icra-yı vazife eyleyerek hayır-ı dua-yı ahlafa bihakkın nail olmalarını temenni ederim. Bandırmalı M. Faik *Beyanü’l-Hak, 19 Mart 1328, c. 6, s. 152

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiHüsn-i Hat Çalışmaları
Hüsn-i Hat Çalışmaları

Bu sayımızdan itibaren harf ve kelime çalışmalarına başlıyoruz. Silik harflerin üzerinden geçerken dikkatle yazmaya ve acele etmemeye çalışalım. Elinizin alışması ve yazınızın güzelleşmesi için bu dikkat ve sabır önemli olacaktır.

Mesut HIZARCI 01 Ocak
Konu resmiKitabe Okumaları
Kitâbe Okumaları

Abdullah Paşa Çeşmesi/Trabzon

Ahmet Said KÜTGÜL 01 Ocak
Konu resmiYalnız Minareler
Seyyah

تاريخڭ شاهدي بش يالڭز مناره ، بيلجكڭ يونان اشغالي دونمنده  “يانيقلر” اولارق ده  اسملنديريلن، شهرڭ اسكي يرلشيم بولگه سنده ، آرالقلي شكلده  يرلشمش اولارق بولونويور. و يالڭزلقلريله  بزلره  بر شيلر آڭلاتييور، خاطرلاتمه يه  دوام ايدييور. ١٩٢١-١٩٢٢ يونان اشغالي ييللرنده  بيوك ضرر كورديگي ايچون ترك ايديلن بو موقده ، جامعلري ييقيلمش اما كنديلري آياقده  قالمش بش مناره ، شهرڭ عادتا سيمگه سي اولمشلر. ياپيلان چاليشمه لرده ، كتابه لري غائب اولديغي ايچون نه  زمان ياپيلدقلري بليرلنه مه ين، ساده جه  مناره لري آياقده  طوران عثمان غازي، عق قالدیریم، امرلر و قراجه لر جامعلرينڭ يونان اشغالي دونمنده  ييقيلديغي بليرلنمش. چاليشمه لر صيره سنده  بولونان، جامعده  قوللانيلان بعض اخشاب مالزمه لرده  يانغين ايزلري و مرمي قوغانلرينڭ بولونمسي، قارشيلاشدقلري طورومي رسم ايدر وضعيتده . مع الاسف اشغال دونمنڭ ياشانمسي، بو كولتور وارلقلريمزڭ كونمزه  طاشینامامه سنه  و بزلر طرفندن كوروله مه مسنه  سبب اولمشدر. اڭ شاشيرتيجي اولاني ايسه  اورخان غازي جامعنڭ مناره سي، جامعه  اوتوز متره  اوزاقده ، حالاً بر قايانڭ أوزرنده  طورويور. يعني قاعده سي قيا اولارق قوللانيلمش. بولكه  خلقنڭ اذاني داها راحت دويمسي ايچون تپه يه  انشا ايديلمش اولمسي محتمل. نه  واركه  بو مناره  ده  يالڭز آراسنده… حزنمزي تازه لييور… خلق آراسنده  “محزون مناره لر” اولارق ده  آدلانديريلان بو تاريخي ياپيلر، بولكه يه  كلن توريستلرڭ اڭ چوق ايلكيسني چكن يرلرڭ باشنده  كلييور. Tarihin şahidi beş yalnız minare, Bilecik’in Yunan işgali döneminde “yanıklar” olarak da isimlendirilen, şehrin eski yerleşim bölgesinde, aralıklı şekilde yerleşmiş olarak bulunuyor. Ve yalnızlıklarıyla bizlere bir şeyler anlatıyor, hatırlatmaya devam ediyor. 1921-1922 Yunan işgali yıllarında büyük zarar gördüğü için terk edilen bu mevkide, camileri yıkılmış ama kendileri ayakta kalmış beş minare, şehrin adeta simgesi olmuşlar. Yapılan çalışmalarda, kitabeleri kaybolduğu için ne zaman yapıldıkları belirlenemeyen, sadece minareleri ayakta duran Osmangazi, Akkaldırım, Emirler ve Karacalar camilerinin Yunan işgali döneminde yıkıldığı belirlenmiş. Çalışmalar sırasında bulunan, camide kullanılan bazı ahşap malzemelerde yangın izleri ve mermi kovanlarının bulunması, karşılaştıkları durumu resmeder vaziyette. Maalesef işgal döneminin yaşanması, bu kültür varlıklarımızın günümüze taşınamamasına ve bizler tarafından görülememesine sebep olmuştur. En şaşırtıcı olanı ise Orhan Gazi Camiinin minaresi, camiye otuz metre uzakta, halen bir kayanın üzerinde duruyor. Yani kaidesi kaya olarak kullanılmış. Bölge halkının ezanı daha rahat duyması için tepeye inşa edilmiş olması muhtemel. Ne var ki bu minare de yalnız arasında... hüznümüzü tazeliyor… Halk arasında “mahzun minareler” olarak da adlandırılan bu tarihi yapılar, bölgeye gelen turistlerin en çok ilgisini çeken yerlerin başında geliyor.

H. Merve BARUTÇU 01 Ocak
Konu resmiTarihten Notlar
Tarihten Notlar

اسير چوجقلره  اخلاق آشيسي ٣٣٢ سنه سنده  وطن اوغرنده  بتليس محاربه سنده  ياره لي دوشدم. روسلر بني اسير ايتديلر. خسته خانه لرنده تداوي ايتدكدن صوڭره بحر حذر ايچنده  بولونان ناركين اسمنده كي آطه يه  كوتورديلر. بو آطه  ده  بولونان طقوز بيڭه  ياقين اسير ايچنده  يوز يگرمي قدر صاحبسز اسلام چوجقلري ده  واردي. بونلردن بريسنڭ فلاكتنى، ”اسير بر چوجغڭ باشنه  كلنلر“ نامنده كي كتابمده  يازمشدم. چوجقلري، ايكي اسير معلّم آرقداشمله  بر باراقه يه  طوپلايارق، بر مكتب آچدم. ايشته  بو رساله جك اونلر ايچون يازديغم منظومه لردر. برنجي دفعه  باكو شهرنده  طبع ايتديرمشدم. بو دفعه  ده  ايكنجي طبعنى ”بر خاطرۀ اسارت“ اولارق مكتب طلبه لرينه  اتحا فاً نشر ايدييورم. قصورلرينڭ عفوينى ارباب عرفاندن استرحام ايلرم. Esir Çocuklara Ahlak Aşısı 332 senesinde vatan uğrunda Bitlis muharebesinde yaralı düştüm. Ruslar beni esir ettiler. Hastanelerinde tedavi ettikten sonra Bahr-ı Hazer içinde bulunan Nargin ismindeki adaya götürdüler. Bu adada bulunan dokuz bine yakın esir içinde yüz yirmi kadar sahipsiz İslam çocukları da vardı. Bunlardan birisinin felaketini, “Esir Bir Çocuğun Başına Gelenler” namındaki kitabımda yazmıştım. Çocukları, iki esir muallim arkadaşımla bir barakaya toplayarak, bir mektep açtım. İşte bu risalecik onlar için yazdığım manzumelerdir. Birinci defa Bakü şehrinde tab ettirmiştim. Bu defa da ikinci tab’ını “Bir Hatıra-i Esaret” olarak mektep talebelerine ithafen neşr ediyorum. Kusurlarının affını erbab-ı irfandan istirham eylerim. يوروين كتبخانه  مكرمين خليل يينانج ئولكه مزڭ اڭ أونملي تاريخجيلرندن بري اولان اورد. پروف. مكرمين خليل يينانج ، قوتلي حافظه سي سايه سنده ، يورت طيشنه  چيقارتيلان ٣ بيڭدن فضله  بيته  صاحب يازمه  اثري ئولكه مزه  قزانديردي. پاريسده  بولونديغي دونمده  فرانسه  ملّي كتبخانه سنده  فاتح دونمنڭ أونملي تاريخجيلرندن انورينڭ دستورنامۀ انوري آدلي اثريله  قارشيلاشدي. ايلك عثمانلي تاريخلرندن بريدي بو. آنجق كتابڭ طيشاري يه  چيقاريلمسي، فوطوقوپي چكيلمه سي يا ده  نوط ايديله رك چوغالتيلمه سي ياساقدي. هر كون كتبخانه يه  كيدرك كتابدن ١٠ صحيفه  ازبرله دى، آقشاملري ده  قالديغي اوتلده  كاغده  دوكدي. بو شكلده  اثري اوقومه يي بيتيردي. تركيه يه  كري دونديگنده يسه  يازدقلريني ياييملادى. اثرڭ باصيلديغني خبر آلان كتبخانه  يوڭتيمي، ال يازمه سنڭ طيشاري يه  چيقاريلديغني دوشونه رك كوروليلري ايشدن چيقاردي. بوني دويان مكرمين خليل، چوق أوزولدي. تكرار پاريسه  كيتديگنده  ايشڭ اصلنى آڭلاتدي. كنديسنه  اينانمه لري ايچون ده  ازبرندن بولوملري اوقودي. يينانجڭ اوقوديغي بولوملر ايله  ال يازمه سني قارشيلاشديران كتبخانه  يوڭتيمي حرفي حرفنه  عين سويله ديگني كوردي. عذر ديله يوب، چيقاردقلري پرسونللري ايشه  اعاده  ايتديلر. بو آڭي اونڭ ايچون سويلنن "هركس كتاب اوقور، مكرمين خليل كتبخانه  اوقور" سوزيني دستكلر ماهيتده در. Yürüyen Kütüphane Mükremin Halil Yinanç Ülkemizin en önemli tarihçilerinden biri olan Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç, kuvvetli hafızası sayesinde, yurt dışına çıkartılan 3 binden fazla beyte sahip yazma eseri ülkemize kazandırdı. Paris‘te bulunduğu dönemde Fransa Milli Kütüphanesi’nde Fatih döneminin önemli tarihçilerinden Enveri’nin Düsturname-i Enveri adlı eseriyle karşılaştı. İlk Osmanlı tarihlerinden biriydi bu. Ancak kitabın dışarıya çıkarılması, fotokopi çekilmesi ya da not edilerek çoğaltılması yasaktı. Her gün kütüphaneye giderek kitaptan 10 sayfa ezberledi, akşamları da kaldığı otelde kâğıda döktü. Bu şekilde eseri okumayı bitirdi. Türkiye’ye geri döndüğündeyse yazdıklarını yayımladı. Eserin basıldığını haber alan kütüphane yönetimi, el yazmasının dışarıya çıkarıldığını düşünerek görevlileri işten çıkardı. Bunu duyan Mükrimin Halil, çok üzüldü. Tekrar Paris’e gittiğinde işin aslını anlattı. Kendisine inanmaları için de ezberinden bölümleri okudu. Yinanç’ın okuduğu bölümler ile el yazmasını karşılaştıran kütüphane yönetimi harfi harfine aynı söylediğini gördü. Özür dileyip, çıkardıkları personelleri işe iade ettiler. Bu anı onun için söylenen "Herkes kitap okur, Mükrimin Halil kütüphane okur" sözünü destekler mahiyettedir. (Kaynak: https://www.fikriyat.com/fikriyat-ozel/2022/09/29/hafizasiyla-kitap-cogaltan-tarihci-mukrimin-halil-yinanc) مزار طاشلري او بولگه نڭ طاپولريدر صنعت تاريخجيسي طوچ. در. بايزيد، - بر مزار طاشنه صاحب چيقمامق، كنديمزه  قورشون صيقمق كبي بر شيدر. كنديمزي يوق ايدييورز، ديدي. طوچ. در. بايزيد، دڭزلينڭ قلعه  ايلچه سنده  ٣ بيڭي آشقين عثمانلي قبرينڭ بولونديغي مزارلقده  ايكي ييلدر سورديردكلري چاليشمه نڭ صوڭنه  كلدكلريني بليرتدي. مزار طاشلرينڭ او بولگه نڭ طاپولري اولديغنڭ آلتني چيزه رك قونوشمه سني سورديرن بايزيد، قيريلوب يرندن سوكولمش بر مزار طاشنده، ”زيارتندن مرادم بر دعادر/ بوkون بڭا ايسه  يارين سڭادر.“ دييه  يازديغني ديله  كتيردي. طوچ. در. بايزيد، سوزلرينى شويله  تماملادى: - چوق يازيق، كنديمزي يوق ايدييورز. بر مزار طاشنه صاحب چيقمامق، كنديمزه  قورشون صيقمق كبي بر شيدر. كنديمزي يوق ايدييورز. بولكه نڭ شجره سني بو طاشلره  باقارق چيقارابيليرز. أوزللكله  بيوك شهرلرده  اعمار رانتي باصقيسيله ده  مزار آلانلري تخريب ايديله بيلييور. حالبوكه  صاحب چيقيلملي. هر بري تك تك انوانتر  نومروسي ويريلمك صورتيله  قيد آلتنه  آلينملي. يوقسه  يوق اولمه يه  محكوم اولورز. ايشته يونانستان بزم باتي طراقيه يي اله  كچيرديگي زمان، طوزرلرله  عثمانلي دونمي مزار طاشلريني قازيمش يوق ايتمشلر. كچن بر خبرده كوردم، بر كليسانڭ مرديون طاشلري ياپمشلر بزم مزار طاشلرندن. يازي يي ترس چويرمشلر قوللانييورلر، بزمكيلر ده  ياپييور. مرديون ياپمييور، اما ديوارلرڭ ايچنده ، باشقه بنالرده طاش اولارق قوللانيلييور. بونلر چوق ياڭليش شيلر. Mezar Taşları O Bölgenin Tapularıdır Sanat tarihçisi Doç. Dr. Beyazıt, - Bir mezar taşına sahip çıkmamak, kendimize kurşun sıkmak gibi bir şeydir. Kendimizi yok ediyoruz, dedi. Doç. Dr. Beyazıt, Denizli’nin Kale ilçesinde 3 bini aşkın Osmanlı kabrinin bulunduğu mezarlıkta iki yıldır sürdürdükleri çalışmanın sonuna geldiklerini belirtti. Mezar taşlarının o bölgenin tapuları olduğunun altını çizerek konuşmasını sürdüren Beyazıt, kırılıp yerinden sökülmüş bir mezar taşında, “Ziyaretinden muradım bir duadır/ Bugün bana ise yarın sanadır.” diye yazdığını dile getirdi. Doç. Dr. Beyazıt, sözlerini şöyle tamamladı: - Çok yazık, kendimizi yok ediyoruz. Bir mezar taşına sahip çıkmamak, kendimize kurşun sıkmak gibi bir şeydir. Kendimizi yok ediyoruz. Bölgenin şeceresini bu taşlara bakarak çıkarabiliriz. Özellikle büyük şehirlerde imar rantı baskısıyla da mezar alanları tahrip edilebiliyor. Halbuki sahip çıkılmalı. Her biri tek tek envanter numarası verilmek suretiyle kayıt altına alınmalı. Yoksa yok olmaya mahkûm oluruz. İşte Yunanistan bizim Batı Trakya’yı ele geçirdiği zaman, dozerlerle Osmanlı dönemi mezar taşlarını kazımış yok etmişler. Geçen bir haberde gördüm, bir kilisenin merdiven taşları yapmışlar bizim mezar taşlarından. Yazıyı ters çevirmişler kullanıyorlar, bizimkiler de yapıyor. Merdiven yapmıyor, ama duvarların içinde, başka binalarda taş olarak kullanılıyor. Bunlar çok yanlış şeyler. (Kaynak: https://www.trthaber.com/haber/dunya/mezar-taslari-o-bolgenin-tapularidir-286721.html) لادي ماري مونته غو’دن ”محترم صراح، صانيرم بوكونه  قدر ايكنجي بر مكتوب يازمقده  كجيكديگم ايچون عذر ديله مم كركيردي. توركلرده  وبانڭ مدهش تأثيرلرينه  دائر آڭلاتيلان شيلرڭ هپسي مصال... وبا ديدكلري شي صيتمادن باشقه  بر شي دگل. بزم آشجي ياماغي ده  بو خسته لغه  ياقه لاندي. ئولكه يي بو خسته لقدن قورتارمق أويله  ظنّ ايدييورمكه  ايتاليه  ويا فرانسه نڭكيندن داها قولاي اولاجق... بزده  چوق يايغين و ظالمانه  بر خسته لق اولان چيچك خسته لغنى، بوراده ، كشف ايتدكلري بر آشي ايله  أوڭلييورلر. آشيلانمه  ايچون اڭ اويغون زمان صيجاقلرڭ صوڭي، صوڭ بهارڭ باشلانغيجي. جوز قابوغي ايچنه  طولديرلمش چيچك خسته لغي آشيسني آچيلمسي ايستنن طماري بيوك بر ايگنه  ايله  آچدقدن و ايگنه نڭ اوجي قدر آشي يي بورايه  قويدقدن صوڭره  ياره يي باغلييور و أوزرينه  بر جوز قابوغي ياپيشديرييورلر. بتون بو عمليات صيره سنده  اڭ كوچك بر آجي حسّ ايديلمييور. عين شيئي درت بش طماره  داها ياپييورلر. آشي ايچون وجودڭ قپالي يرلري سچيلييور. آشيلانان چوجقلر سكز كون قدر طوتولييورلر. ايكي كون، أوچ كون ياتاقده  ياتييورلر. يوزلرنده  يگرمي اوتوز سيگيلجه  چيقييور. فقط سكز كون ايچنده  هيچ خسته لغه  طوتولمامش كبي اولويورلر. آچيلان ياره لردن چيچگڭ زهري طيشاري آتيلييور، خسته لغڭ باشقه  طرفلره  ياييلمسي أوڭلنمش اولويور. وطنمي چوق سوديگم ايچون آشينڭ اورايه  ده  كيرمه سني چوق ايسته دم.“ Lady Mary Montagu’dan[1] “Muhterem Sarah, sanırım bugüne kadar ikinci bir mektup yazmakta geciktiğim için özür dilemem gerekirdi. Türklerde vebanın müthiş tesirlerine dair anlatılan şeylerin hepsi masal... Veba dedikleri şey sıtmadan başka bir şey değil. Bizim aşçı yamağı da bu hastalığa yakalandı. Ülkeyi bu hastalıktan kurtarmak öyle zannediyorum ki İtalya veya Fransa’nınkinden daha kolay olacak...Bizde çok yaygın ve zalimane bir hastalık olan çiçek hastalığını, burada, keşfettikleri bir aşı ile önlüyorlar. Aşılanma için en uygun zaman sıcakların sonu, sonbaharın başlangıcı. Ceviz kabuğu içine doldurulmuş çiçek hastalığı aşısını açılması istenen damarı büyük bir iğne ile açtıktan ve iğnenin ucu kadar aşıyı buraya koyduktan sonra yarayı bağlıyor ve üzerine bir ceviz kabuğu yapıştırıyorlar. Bütün bu ameliyat sırasında en küçük bir acı hissedilmiyor. Aynı şeyi dört beş damara daha yapıyorlar. Aşı için vücudun kapalı yerleri seçiliyor. Aşılanan çocuklar sekiz gün kadar tutuluyorlar. İki gün, üç gün yatakta yatıyorlar. Yüzlerinde yirmi otuz sivilce çıkıyor. Fakat sekiz gün içinde hiç hastalığa tutulmamış gibi oluyorlar. Açılan yaralardan çiçeğin zehri dışarı atılıyor, hastalığın başka taraflara yayılması önlenmiş oluyor.Vatanımı çok sevdiğim için aşının oraya da girmesini çok istedim.”(Lady Montagu, Türkiye Mektupları, s. 65-67) [1] Leydi Mary Wortley Montagu, İngiliz yazardır. Osmanlı döneminde 18. yüzyılda İngiltere tarafından İstanbul’a elçi olarak atanan Edward Wortley Montagu’nun eşi.

Murat DARICIK 01 Ocak
Konu resmiBulmaca
Bulmaca

Aşağıdaki kelimeleri tablo içinde bulup işaretleyin.                  Ç Ö Z Ü M             

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiSüleymaniye Kürsüsünden
Okuma Metinleri

…Hakkı son sadme-i kahrıyla bitirsin isyan; Edebin şimdiki manasına densin «hezeyan»; Kalmasın, hâsılı, altüst olarak hissiyat,Ne yüreklerde şehâmet, ne şehâmette hayat; Yine kürsî-i mehîbinde Süleymaniye,Kalacak, doğruluğun yerdeki tek yurdu diye. Yıkılır bir gün olur medreseler, ma’bedler; En temiz yerleri en kirli ayaklar çiğner; Beşeriyyet yeni bir din tanıyıp ilhâdı,Beşerin hâfızasından silinir Hakk’ın adı; Gömülür hufre-i târîhe me’âlî... LâkinYine tek bir taşı düşmez şu Hudâ lânesinin; Yine insanlığa namahrem olan bigâne, Bu harimin ebediyyen giremez sînesine; Yine yâdındaki Mevlâ’yı şu dört tane menâr,Kalbe merbut birer dil gibi eyler ikrar; Yine maziye gömülmez bu muazzam çehre:Leş değildir ki atılsın o umumi kabre! Şimdi ey sevgili kâri’, azıcık vaktin eğer,Varsa -memnun olacaksın- beni takip ediver.Gireriz koynuna, düşsek bile şâyed yorgun,Karşıdan baktığımız heykel-i nûrânûrun.Göreceksin: O harimin ebedî zıllinde,Sanatın ruhunu seyyal bulut şeklinde.«Gördüğüm var...» deme! Gel bir de beraber görelim.Nereden? Haydi Şadırvan Kapısı’ndan girelim:…

Mehmet Akif ERSOY 01 Ocak
Konu resmiOsmanlıca Yazabiliyorum
Osmanlıca Yazabiliyorum

Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir. Güzel ahlak, insanoğlunun selim fıtratının gereklerini yerine getirmesi ve dinimizin “münker” olarak vasıflandırdığı kötülük ve çirkinliklerden uzak durmasıyla kök salacaktır. Bu da rubûbiyet ve ubûdiyetin en yalın tezahürü tevhit akidesinin ve insanlar arası ilişkinin vazgeçilmez değeri vahdet ilkesinin gereğini yerine getirmekle gerçekleşecektir. Bu açıdan yüce dinimiz İslam, bize tevhit ile Allah’a kullukta; güzel ahlak ile insani değerlerde buluşmayı öğretmektedir. Hiç şüphesiz hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’in temel hedefi de güzel ahlaka sahip bir insan, toplum ve dünya inşa etmektir. (Diyanet Dergi, Kasım 2020)          Ç  Ö  Z  Ü  M      كوزل اخلاق كوزل اخلاق، انسان اوغلينڭ سليم فطرتنڭ كركلريني يرينه  كتيرمسي و دينمزڭ ”منكر“ اولارق وصفلانديرديغي كوتولك و چركينلكلردن اوزاق طورمسيله  كوك صالاجقدر. بو ده  ربوبيت و عبوديتڭ اڭ يالين تظاهري توحيد عقيده سنڭ و انسانلر آراسي ايليشكينڭ واز كچيلمز دگري وحدت ايلكه سنڭ كرگنى يرينه  كتيرمكله  كرچكلشه جكدر. بو آچيدن يوجه  دينمز اسلام، بزه  توحيد ايله  اللّٰهه  قوللقده ؛ كوزل اخلاق ايله  انساني دگرلرده  بولوشمه يي أوگرتمكده در. هيچ شبهه سز حيات رهبريمز قرآن كريمڭ تمل هدفي ده  كوزل اخلاقه  صاحب بر انسان، طوپلوم و دنيا انشا ايتمكدر.

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiHabl-i Metin
Bir Dergi Bir Yazı

"Üd’u ila sebîli Rabbike bi’l-hikmeti ve’l-mev’izati’l-haseneti"(nahl, 125; Rabb’inin yoluna, hikmetle ve iyiliği öğütleyerek çağır) Habl-i Metin Hak ve adle hâdim dînî, ictimâî, fennî, edebî haftalık mecmûa-i islâmiyyedir. Meslek Bugün alem-i İslam’ın musâb olduğu cehalet-i amîka şüphesiz hiçbir Müslümanın nazar-ı basiretinden kaçmaz. Cihan-ı İslam, umman-ı cehl u nadanide derya-yı hürriyet ve gümânîde yüzdükçe tabiidir ki sefalet-i elîmeye, dil-süz hâlâta yürekler sızlatıcı güna gün âlâm u ekdâra ma’rûz kalır. Kendilerine rehber-i selamet ve saadet olan şeri’at-ı mukaddeseyi mavera-yı nisyana attıkça zillet ve meskenet vadilerinde puyan olmak derecat-ı âliyat-ı insaniyeden mehcûr derekât-ı süfliyyat-ı hayvâniyyete; tenezzül ve tedenni etmek işte o İslamların hal-i elîmidir. Biz şu günlerde ehl-i İslam’ın uyuşmuş kalmış olan ulvi ruhlarına kitab-ı celîl-i Kur’anîmizden ve ahâdis-i seniyye-i nebeviyyemizden müstanbat envar-ı Samadani ve nefehat-ı rahmani nefh ve ifaza etmek ümniyesiyle şu veciz ve müfîd mecellemizi saha-i matbu’ata çıkardık. Maksadımız medid asırlardan beri kömürlerden daha ziyade siyahlaşmış demirlerden daha ziyade katılaşmış biz ehl-i İslam’ı envar-ı irfan-ı Muhammediyye ile tenvir kılub kâsiyeye tafsiye ve tathirdir. Bu iş mühim bir ameliyattır. Vahim ihtilatat ile musâb korkunç emraza giriftar olan hey’et-i ictimâ’iyyemize mühim bir ameliyyat-ı şer’iyye ve diniyyedir. Cenab-ı Allah’ın varlığını isbat Bismillahirrahmanirrahim Efillahi şekkün fâtıri’s-semavati ve’l-ard (İbrahim, 10; Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şübhe olur mu?) Kuvve-i müfekkire ve idrakı yolunda olan yani emraz-ı dimağiyye ile musâb olmayan her insan şu kâinattaki sanâyi’-i acîbe ve garîbeye nazar ettikde kâinatın müntehi ilm ve müntehi kudret ve aksâ hikmetle muttasıf bir zât-ı celilü’ş-şan ve azîmü’l-bürhan tarafından icad edildiğine bilâ-tereddüd kâil olması lazım gelir. Kâinat bir eser olmak hasebiyle her eserin bir müessir ve mucidi bulunacağı zaruri ve tabii olduğundan her halde şu gördüğümüz yer, gök, şems ve kamer vesairenin de bir hâlık ve müessiri olacağı zaruridir. Hadis-i şerif Es-sâkitü an’il-hakki şeytanün ahres  Fahr-i âlem sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri intizam-ı âlemi te’min, hiss-i necib vazaifi takdir ve ta’yin içun bu hadis-i şerifleriyle insaniyyete, beşeriyyete, iskamiyyete, tarîk-i rehâ ve necâtı irâe buyuruveriyorlar. “Hakk’dan sükût edenler hakk u ma’deletin zıyâ’ına sebebiyyet verenler dilsiz şeytandırlar.” Ecram-ı semaviyyede dahi ifrat tefrit farz olunsa güneş veya ayın şimdikinden daha büyük ve küçük olması yıldızların daha az veya çok olması ulviyyatın sülfiyatta vasıta-i te’siriyyesinde tehâlüf görülmek lazım gelirdi ki şimdiki hadd-i i’tidâli intizam-ı hayat ve nebatî derecesine tenasübü Sâni’-i Hakîm’in kudret-i samadaniyyesine dâlldir. Rüzgarın ifratı, inhidamı, tefriti adem-i cereyanı hava buharat-ı müsta’melenin su’ûduyla ve teceddüdden mahrumiyetle pek büyük mazarratlara sebeb olacağı bedîdâr olmakla hadd-i i’tidâlin nizâm ve kıvam-ı âleme sebeb olduğuna aklen delildir. Bu babda mebahis-i diniyye ve ahlâkıyye gelecek nüshalarımızda tafsil olunacaktır. Mihveru’l-ulûm sahibiŞeyh Sami

Zafer ŞIK 01 Ocak