Konu resmiSu Hayattır
Baş Muharrir

صو حياتدرصو، حيات ايچون اڭ تمل عنصردر،كه ربّمز انبيا سوره سنده ”بز بتون جانليلري صودن ياراتدق“ بويورمقده در. حال بويله اولنجه صو، حيات ايچون اڭ قيمتلي شي حالنه كلييور و اوڭا كوره ده اولمسي كركن حرمتي حق ايدييور.صوڭ ايكي يوز ييلده بتون قاپيتال آڭلايش پترول اطرافنده دونسه ده صو، هر كون داها ده قيمتي آڭلاشيلير اولمه يه ، آرتان صيجاقلر و كلن قوراقلقله برابر اسرافي قونوسنده - بو قونولره اڭ اوزاق اولانلر ايچون بيله - تصرّف أوڭجه لگي قازانمه يه دوام ايدييور.اڭ تمل حق اولان صويڭ قاپيتال دوزن ايچريسنده شيشه يه كيرديگي كوندن بو يانه - مثلا بوگون- ياريم ليتره صويي اڭ اوجوز ١٠ ليره يه آلييور، استانبولده اڭ يوكسك فاتوره يي صويه أودويورز. ديگر طرفدن ده همن هر آي صو تصرّفي ايله ايلكيلي مساژلر آلييورز.هر شيئڭ اولديغي كبي صويڭ ده تك يتكيلي صاحبي اللّٰه باقيڭز نه دييور: ”سويله يڭ بڭا! اگر صويڭز ( يرڭ ديبنه ) چكيله جك اولسه ، آرتيق سزه كيم بر آقار صو كتيره بيلير؟“صو بتون انسانلق تاريخي بوينجه اڭ أونملي امتحان اولمشدر. موسي عليه السّلام و قومنڭ قورتولوشنه ، فرعون و عسكرلرينڭ هلاكنه مثلا. قونو صو اولسه ده تملده اللّٰهه ايمان و اطاعتڭ اساس اولديغي بتون سورچلر بزي عين معنايه طاشيمقده ، تاريخڭ و كونمزڭ ديليله صويي قونوشديغمز شو دونمده ده صويله برلكده ايمان و اطاعتمزي صورغولامه يه قاپي آرالامقده در. چونكه صويڭ باشنده نه بلديه ، نه دولت، نه قراللر نه ده بر باشقه سي واردر. صويڭ باشنده قدرت و رحمت الهيه واردر. اوني جلب ايتمه نڭ يولي ده ايمان، توكّل و تصرّفدن كچمكده در.بوني اڭ ايي آڭلايابيله جك شعورلي وارلق ده انساندر. زيرا انسانڭ ثلثي يعني أوچده بري صودر. يڭي بر اگيتيم و أوگرتيم دونمنه باشلادىغمز بويله بر زمانده چوجقلريمزه أوگرته جگمز أوڭجه لكلي بيلكيلر آراسنده صو و صاحبي، ياپيلاجق ايشلر آراسنده ده صويي تصرّفلي قوللانمه نڭ بزي ناصل انسان ياپديغنڭ كوستريلمسيدر.صويله امتحانڭ چتينلشه جگي زمانلر ايچون موسي اولمه يي أوگرنمك، فرعون حالندن ده قاچينمق دعاسيله سلامتده قاليڭز.Su, hayat için en temel unsurdur, ki Rabbimiz Enbiya Suresinde “Biz bütün canlıları sudan yarattık” buyurmaktadır. Hal böyle olunca su, hayat için en kıymetli şey haline geliyor ve ona göre de olması gereken hürmeti hak ediyor.Son iki yüz yılda bütün kapital anlayış petrol etrafında dönse de su, her gün daha da kıymeti anlaşılır olmaya, artan sıcaklar ve gelen kuraklıkla beraber israfı konusunda -bu konulara en uzak olanlar için bile- tasarruf önceliği kazanmaya devam ediyor.En temel hak olan suyun kapital düzen içerisinde şişeye girdiği günden bu yana -mesela bugün- yarım litre suyu en ucuz 10 liraya alıyor, İstanbul’da en yüksek faturayı suya ödüyoruz. Diğer taraftan da hemen her ay su tasarrufu ile ilgili mesajlar alıyoruz.Her şeyin olduğu gibi suyun da tek yetkili sahibi Allah bakınız ne diyor: “Söyleyin bana! Eğer suyunuz (yerin dibine) çekilecek olsa, artık size kim bir akar su getirebilir?”Su bütün insanlık tarihi boyunca en önemli imtihan olmuştur. Musa Aleyhisselam ve kavminin kurtuluşuna, Firavun ve askerlerinin helakına mesela. Konu su olsa da temelde Allah’a iman ve itaatin esas olduğu bütün süreçler bizi aynı manaya taşımakta, tarihin ve günümüzün diliyle suyu konuştuğumuz şu dönemde de suyla birlikte iman ve itaatimizi sorgulamaya kapı aralamaktadır. Çünkü suyun başında ne belediye, ne devlet, ne krallar ne de bir başkası vardır. Suyun başında Kudret ve Rahmet-i İlahiye vardır. Onu celbetmenin yolu da iman, tevekkül ve tasarruftan geçmektedir.Bunu en iyi anlayabilecek şuurlu varlık da insandır. Zira insanın sülüsü yani üçte biri sudur. Yeni bir eğitim ve öğretim dönemine başladığımız böyle bir zamanda çocuklarımıza öğreteceğimiz öncelikli bilgiler arasında su ve sahibi, yapılacak işler arasında da suyu tasarruflu kullanmanın bizi nasıl insan yaptığının gösterilmesidir.Suyla imtihanın çetinleşeceği zamanlar için Musa olmayı öğrenmek, Firavun halinden de kaçınmak duasıyla selamette kalınız.

Metin UÇAR 01 Eylül
Konu resmiHer Canlı Şeyi, Sudan Yaptık
Poster

Osmanlıca DERGİ 01 Eylül
Konu resmiİsrafatımız ve Tarz-ı Maişetimize Bir Nazar*
Okuma Metinleri

Bugün kemal-i teessürle teşrih etmek istediğimiz bir nokta vardır ki o da şu son senelerde tarz-ı maişetimizde rûnüma olan (ortaya çıkan) tahavvül ve tebeddül-i esef engizdir (esef vericidir). Avrupa tarz-ı maişetiyle maişet-i hâzıramız beyninde bir mukayese-i devir endişane yaptığımızda katiyen anlarız ki Avrupa bizden pek sade pek iktisatkârane bir tarz ve surette merhale-i terakkiye doğru hatve endaz olmakta (adım atmakta) ve bizi yine kendi paramızla kisveden kisveye, kıyafetten kıyafete sokarak karşıdan bir panorama seyircisi gibi müstehziyane handeleriyle her hal ve harekatımızı tetkik ve tecessüsle ona göre çorabını ölmektedir. Biz ise bu cihetleri anlayacak enzar-ı dikkat ve basiretimizi dört açacak, icabına olanca kuvvet ve iktidarımızla tevessül edecek yerde günden güne bir tarik-i sefahet ve perişanîye doğru yuvarlanıp gitmekteyiz. Her hususta gözetilmek lazım gelen bir cihet vardır ki o da ifrat ve tefritten ihtiraz eylemektir. Biz maalesef elyevm (bugün) iş bu illetle malul, muhtac-ı terbiye ve tedavi marîz (hasta) bir mahlukuz. Kadın erkek, çoluk çocuk bir sâik-i bed-likanın taht-ı tazyik ve esaretinde yaşamak ve görenek belası ve onun teferruat-ı sefahat-nüması bir çoklarımızı en müthiş en tahammül-güzar-ı zaruret ve ihtiyaç muhitinde esbab-ı maişeti taharri ve tedarik zımnında fırıl fırıl döndürmektedir. Esbabını aramak lazım gelirse, bunu seviye-i idrak ve irfanımızda buluruz.Evet, bugün seviye-i irfanımız sair akvam-ı mütemeddineden pek geride kalmıştır. Bunu hepimiz kemal-i mahcubiyetle hatta büyük bir teessürle tasdik ve itiraf eylemeliyiz. Hakikate karşı göz yummak nasıl güneşi inkâr kabiliyetinden oluyor ise, tarz-ı terbiye ve temeddünümüzü de Avrupalılar seviyesinde görmek insafsızlık, daha doğrusu saf-derunluktan başka bir şey değildir. Bazı erkeklerimizin el-haletü hazihi (bu halde) henüz nîk ve bedi (iyi ve kötüyü) tefrik ve temyizden (ayırmaktan) aciz ve idraki gevşek kadınlardan farkları olmadığını dermeyan edenlere katiyen hiddet etmeye hakkımız yoktur. Avrupa’nın her yerinde, her köşesinde bugün cahil insanlar yok değildir. Fakat biz kadar değil… Garibi şurası ki bu derece cehalet bu kadar keşmakeş-i zelilane içinde yuvarlandığımız halde cehl ü nadaniyi (bilemzliği) üzerlerimize toz kondurmamak kabilinden olarak silker atarız.Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmazMe’kulat ve meşrubattan kat’-ı nazar, melbusatımızda görüle gelen su-i istimalat, mesrudat-ı vakıamıza (söylenen halimize) bir şahid-i adildir. Avrupalıların hatta elyevm büyük bir sefahat içinde bulunan Parislilerin tarz-ı telebbüsleriyle bizim tarz-ı telebbüsümüz arasında bile fark vardır. Onlara ne kadar sade, sade olduğu kadar da zîb ve ziynetten azade ise bizde o derece ihtişam! perveranedir. Halbuki biz o mertebe ihtişam ve alayiş dairesinde yaşayacak bir hiss-i gurur-ı irfan ve temeyyüzün çevre-i muhitinde dolaşacak kadar zengin değiliz, olamadık; galiba bu cereyan-ı müfritane (abartılı akım) ile de olmak ihtimali yoktur. Modaya tebeiyyete ise katiyen mecbur olmadığımız gibi, buna hiçbir saik, hiçbir müşevvik, esaret derecesinde bir tazyik ile icbara imkân bulamamak lazım gelir.Her sene memleketimizi ziyarete fırsat-cû (fırsat kollayan) olan Avrupa ve Amerika seyyahlarına ve bunların efrad-ı ailesine bakalım; üzerlerinde dörder mecidiyelik ve ondan aşağı bir fiyat ile alınmış ve bir tarz-ı nevin-i zarafet ve sadegi (sadelik) telebbüs edilmiş (giyilmiş) eşya görürüz. Görürüz de zerre kadar ibret-bîn (ibret almış) olamadıktan maada (başka) aharı bazen hüsn-i intihap ve zarafetten muarra (uzak/arınmış) addetmek cinayetinden de çekinmeyiz. Nedir bu tezat? Düşünmeyiz ki bizim paramızla seyr u seyahat eyleyen ve çar aktar cihanı dolaşarak iktisab-ı saman ve servet zımnında tetebbüat-ı iktisat-karane bulunmak üzere ihtiyar-ı zahmet eden o kimseler bugün binlerce liralara malik fabrikatör veya erbab-ı hıref (meslek sahipleri) ve sanayidendir.Yahu insaf! Bugün ipliği pazara çıkmış, evinde barkında satılacak şeyi kalmamış olan bir kimsenin modaya tebeiyyeti neden zaruri addedilsin? Ne hikmet ve cesarettir ki bugün alacağı vereceği sarraftan üstadane suretiyle tedarik edeceği cüzi bir meblağa mütevakkıf bulunan bir biçarenin mahza görenek saikasıyla esbab-ı maişeti zir u zeber olsun!(Evde tenceresini satıp da rûz-ı hızırda Haydarpaşa’ya giden… hanımın hikayesi on para, avazesiyle sokaklarda ilan edilen sefahatimiz artık bundan sonra devam edemez, etmemelidir. Bizde bu sefahati bu kayıtsızlığı gören Avrupa hâlâ bizden tiftik satın almakta, mukabilinde tere yutturmaktadır. Onlar sade ve zarif yün kumaşlar telebbüs ederek ve onları senelerce kullanarak iktisab-ı gına eylemekte oldukları halde biz kemal-i cehaletimizden sırtımızda okkalarla ot taşımaktayız. Bizde bir de meta’-ı mahallîye iltifat etmemek, kabalığından bahisle onları daima dereke-i hîçîye (hiçlik derecesine) tenzile kadar varmak kabahati de vardır ki bu da seviye-i idrakimizin nedretini (yokluğunu) mu’lindir (ilan eder). Yaşadığımız asır bir asr-ı medeniyet ve terakkidir. Medeniyetin terbiye-i fikriye ve vicdaniyesinden hisse-çîn-i intibah olmak zamanımızın gelmiş ve hatta geçmiş olduğunu artık bilmeli ve ona göre paçaları sıvamalıyız. O mehasin-i medeniyete kalıben değil, kalben iştirak ve maraz-ı cehaletten külliyen tecerrüd ve infikak etmek (ayrılmak) bizim için zaruriyattandır. Ve illa bu seviyede bu hissiyat-ı mağrurane içinde dem-güzar olduğumuz (vakit geçirdiğimiz) takdirde terakkiyat-ı asır ve dehirden nasibedar olmak değil, bir hatve bile ileri gidemeyeceğimiz muhakkaktır.Serlevhaya nispeten sadetten biraz hariç olarak idare-i kelam edilmiş ise de bu birinci makalemizin metin ve mealinin izahen serd ve ityanı makale-i taliyeye bırakılmıştır.Kırımî Safvetî Kemal* Tearüf-i Müslimin, 17 Şevval 328, c. 1, s. 277

Osmanlıca DERGİ 01 Eylül
Konu resmiİstanbul’da Susuzluk Şirketi*
Okuma Metinleri

İstanbul su şirketi İstanbul susuzluk şirketi oldu. Terkos’a abone olmak susuz kalmaya abone olmak hükmünü aldı. Gündüzleri musluklarımızda bir damla su yok. Geceleri bazen su toplayabilmek bahtiyarlığı da her eve nasib olmuyor. Şehremaneti şehrin susuzluğu huzurunda nasıl sakit ve sakin kalabilir?“Bir memleketin derece-i medeniyeti sarfettiği sabun miktarıyla ölçülür” demiş olan mütefekkir boş söz söylememiştir. Sabun da hava ile köpürmez. Görüyorsunuz ki su medeniyet ve sıhhat işidir.*İctihad Mecmuası, 15 Teşrin-i Sani 927 

Osmanlıca DERGİ 01 Eylül
Konu resmiVesail-i Maişet*
Okuma Metinleri

(1) İnsan vesair hayvan aklen ve cibilletten meftun-ı devam ve bekadır. Hatta yalnız şahsın değil, neslin ve nev’in dahi bekasını ister. Buna binaendir ki emr-i bekaya muzır olan her şeyi def’ ve nafi olan her şeyi celbe çalışır. Bu def’i ve celb hususatında istihdam ve istimal edilmek üzere Hazret-i Fatır-ı Hakim tarafından kendilerine türlü türlü vesait ihsan buyurulmuş olduğu gibi şerayi’-i celile ile de ayrıca emir ve tavsiye edilmiştir. Hayvanatın beka-yı nev’i ve şahsileri vesait ve esbab-ı cüziyeye müteallik olduğu halde insanlarınki onlara nisbet kabul etmeyecek derecede haiz-i tenevvü’ ve kesrettir. Çünkü insanın fıtratında nezaket ve meyl-i taharet ve nezahet bulunması (2) hasebiyle idame-i hayatı için eşyadan pek az bir kısmını hal-i tabiisinde olarak ekil ve tenavül veya istimal etmekte ise de aksam-ı kesiresinden hal-i tabiisinde iken istifade edemeyip her birini münasip olan dereceye kadar tadil ve ıslah etmek mecburiyetindedir. İşte bu noktalardır ki ihtiyacat-ı beşeriyenin hemen beşer için gayr-i kabil-i ta’dad olacak bir mertebede çoğalmasını icap etmiştir. İnsan şahsının ve neslinin bekasını şiddetle arzu ettiği için ona vasıta olacak her şeyi elde etmek, her şeyi kazanmak ister. Fakat vesait-i maişetini kazanmak hususunda ihtiyar olunacak meslekler meşru ve gayrimeşrua taksim olunduğu gibi tabii ve gayr-i tabiiye de inkısam eder. Mekasib-i tabiiye hıraset, sanat ve ticarettir. Devlet hizmeti ile ve efrad ve âhâdın hıdemat-ı şahsiyeleriyle geçinmek bir meslek-i tabii-i iktisab değildir. Hatta fezail-i ahlakiyede kâmil olan cemiyat-ı beşeriye içinde bu gibi hizmetleri kabul edenler geçinmek için değil, mensup olduğu (3) cemiyete karşı bir fedakârlık olarak kabul eder.Faruk-u A’zam (ra) hazretleri maruf olduğu vecihle mecruh olup da hayatından kat’-ı ümid ettiği sırada halife olacak zatın ehl-i şura tarafından iltihabını tavsiye ettiği vakit oğlu hazret-i Abdullah’ın intihap olunmamasını şart eylemiş idiler. Huzzardan bazıları tarafından bu şart itiraz olununca, (Bir evden iki kurban çıkmaz. Mademki pek büyük bir mesuliyeti icap eden pek büyük bir vazife-i mühimmeyi ben deruhte etmiştim. Artık oğlumun dahi o mesuliyet-i azimeyi tahammül etmesine razı olmam) demişti. İşte bu cümleler suret-i vazıhada anlatıyor ki hıdemat-ı umumiye-i devletin en büyüğü olan vazife-i celile-i hilafet dahi temin-i maişet için değil, millete hizmet için kabul olunabilir. Hıdemat-ı devlet mekasib-i tabiiyeden olduğu halde, bir zamandan beri bizim memleketimizde bu arzunun neden dolayı umumi bir şekil aldığını düşünmek iktiza eder.İnsanlar yek diğerine karşı besledikleri his itibariyle üç kısma ayrılır. Bir kısmı gayre iyilik etmek isteyen, diğeri gayre ancak fenalık etmek isteyen, üçüncüsü de kendi zevk ve arzusuna vasıl olabilmek için başkalarını icra-yı hasar etmeyi gözüne kestirenler. Bir cemiyet ahlaken fazıl ve mensup olduğu hükümet tamamıyla adil olunca bu üçüncü kısmın şerrinden sairleri emin olduğu gibi o kısım da makasıd-ı muzırra ve leîmenin vusulünden … binaenaleyh (4) yine acizler kendilerini muhafaza için kendi kuvvetlerine muhtaç, ne de kaviler icra-yı mezalim için tezyid-i kuvvetten faide-mend olamazlar. Fakat ahalide fesad-ı ahlak ve rical-i hükümette zulüm ve i’tisaf dairesini tevsi’ edince tabiatında şer ve fesat galip olanlar mukteza-yı cibilliyetleri daha ziyade icraya meydan bulabilmek için hükümete intisap etmek fikrine düşerler. Ve tabii kuvvet-i şahsiyetlerine inzimam eden bu kudretle hudud-u tecavüzlerine tevsi’ ederler. Buna mukabil diğer iki kısım dahi başkalarına karşı zulmetmek için değil, ancak zalimlerin şerrinden kurtarmak için tezyid-i kuvvet ihtiyacına düşerler.… ve düşünürler taşınırlar… eşyaya misli ile mukabele kaide-i halikasına binaen onlar da hizmet-i hükümete girerek kendi arzularına vukua gelecek tecavüzata karşı kendilerini müdafaa etmek tarikine dahil olurlar. Bu surette gide gide ziraat, ticaret ve sanat rağbetten sakıt olarak hemen herkes bir memuriyet yakalamak sevdasına düşer.. Hatta ulum ve maarif dahi tezyin-i zat ve sıfat maksadıyla tahsil edilmek iktiza ederken münhasıran vesile-i memuriyet olur. Dikkatle bakar isek bir iki asırdan beri memleketimizde bu hal-i müessifin devam etmiş olduğunu görürüz. Lakin inkılâb-ı meşru ve mes’udumuzdan sonra hükümet tamamıyla bir hükümet-i adile şeklini almış ve ol-babda lazım gelen esasat-ı idareya peyderpey vaz’ edilmeye başlanılmış ve tevzi-i adalet olunacağı babında ahaliye bir fikr-i itminan ilkâsına çalışılmakta (5) bulunulmuş olduğundan, artık sevda-yı memuriyet illetinin memleketimizden zaman-ı indifa’ı mümkün olduğunu ve yavaş yavaş defolup gideceğini zan ve tahmin etmekte haklı oluruz. Zira kaviler hükümete karşı zayıf olup onlardan hukuk-u zayıf alınacağına emniyet edildikçe herkes fıtri ve tabii olan umur ile iştigal eder de bir nevi esaret demek olan hizmet-i devletle geçinmek için müracaat etmez ve o vakit kabul-i memuriyet bir fedakârlık, vatan ve millete bir hizmet olduğu anlaşılır da terakki artar. Ve sairleri de mekasib-i tabiiye ile vesail-i maişetini istihsal ederek memleket mamur ve abadan olur.İstanbul mebusuMustafa Asım*( Tetebbu’, 28 Rebiülevvel 329, no: 5, s. 65)

Osmanlıca DERGİ 01 Eylül
Konu resmiOsmanlı Bayrağı*
Okuma Metinleri

 -Girid Burcunda-Dâmânını deryalar öpen burç üzerinde Şehbal-i melâik gibi peyveste-i âfâkBekler geceyi sâhir veznindeŞarkın o büyük cephesi, bayrak!Ervâh-ı eâzımla olub gâh meşâkaPehna-yı serairde bilinmez ne fısıldarBazen düşünen hale müşabihBir lahza durup sonra kımıldarMağlub teheyyüç gibi bazen de hurûşânEzlal-i muhîtata vurur şehper-i nefrînBazen görünüp sahil-i YunanMeş’um haberler verir engin…Ey heykel-i pür anane, timsal-i şeref, eyErtuğrul’un ahfadına terk ettiği fermanEy harbe döküp saye-i Rahmanİnsana ölüm zevki veren şey!Fevkindeki ervahı da işhad ederim kiPâmâl edemez dest-i taaddi seni aslaKan olsa şu peşindeki deryaCephen yere düşmez yine haşa!18 Haziran 325 İbrahim Alaeddin*(Sırat-ı Müstakim, 12 Receb 327, s. 326)

Osmanlıca DERGİ 01 Eylül
Konu resmiMuzic Sıcaklar*
Okuma Metinleri

Osmanlıca DERGİ 01 Eylül
Konu resmiŞefâat Yâ Resûlallâh!
Beyt-i Berceste

او ذاتڭ (ع ص م) شفاعتي آلتنه  كيروب، نورندن استفاده  ايتمه نڭ و ظلمات برزخيه دن قورتولمه نڭ چاره سي، سنّت سنيه يه  اتّباعدر.يا ارحم الراحمين! بو رسول اكرمڭ (ع ص م) حرمتنه ، بزي اونڭ شفاعتنه  مظهر ايله ؛ و سنّتنڭ اتّباعنه  موفّق ايله ؛ و دار سعادتده  اونڭ آل و اصحابنه  قومشو ايله ! آمين! آمين! آمين!O Zât’ın (asm) şefâati altına girip, nûrundan istifâde etmenin ve zulümât-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi, sünnet-i seniyeye ittibâ‘dır. (Osmanlıca Sirâcun Nur, s. 40)Yâ Erhame’r-râhimîn! Bu Resûl-ü Ekrem’in (asm) hürmetine, bizi onun şefâatine mazhar eyle; ve sünnetinin ittibâına muvaffak eyle; ve dâr-ı saadette onun âl ve ashâbına komşu eyle! Âmîn! Âmîn! Âmîn! (Osmanlıca Şualar, s. 598) 1.  Beyitحبيبسڭ پادشاهلره طبيبسڭ درتلو آهلرەشفاعتڭ كناهكاره عنادر يا رسول اللّه Habîbsin pâdişâhlara tabîbsin dertlü âhlaraŞefâ‘atün günahkâra ‘anâdur yâ Resûlallâh Şeyyad Hamza (9)*Hadden aşan siyah noktalara, unutma şefaattir sığınak. Beyaz sayfaya göz açanlara, Hazret-i Peygamberdir (asm) dayanak.2. Beyitبنمده حالمه رحم ايله هنكام شفاعتده عصات امته روز قيامت يا رسول اللّهكنهكارم كنهكارم كنهكارم نظيم آساشفاعت قيل شفاعت قيل شفاعت يا رسول اللّهBenim de hâlime rahm eyle hengâm-ı şefâ’atda‘Usât-ı ümmete rûz-i kıyâmet yâ Resûlallâh Günahkârım günahkârım günahkârım Nazîm-âsâŞefâ‘at kıl şefâ‘at kıl şefâ‘at yâ ResûlallâhYahya Nazım (3)*‘Usât-ı ümmet: Ümmetin asileri*İsyan kurağı gönle rahneler açmış? O dehşet günü bak gelip çatmış.  Affın semasında şefaat ümidi… İtiraf sahibi hep rahmete kanmış!3. Beyitاولدمكه وليلرله نبيلر قالا حيراننفسي ديو دهشتله قوپا جمله دن افغانيأس ايله عصاتك أولا احوالي پريشاندستور شفاتله سنكدر ينه ميدانسن احمد و محمود و محمدسڭ افندمحقدن بزه سلطان مؤ يدسڭ افندم Ol dem ki velîlerle nebîler kala hayrân“Nefsî” deyü dehşetle kopa cümleden efgânYe’s ile ‘usâtın ola ahvâli perîşânDestûr-ı şefâ’atle senindir yine meydân Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin EfendimHak’dan bize sultân-ı mü’eyyedsin EfendimŞeyh Galib (4)*Mü’eyyed: Kuvvet ve metanet verilmiş, kuvvetlendirilmiş *Ye’s o günün manasını acze atar, her makam sahibine nice hâl katar. Ayrı şefaat eder her ismi evet! İşte: Şefi’ olanı görenedir nur, kuvvet  4. Beyitجهانده فاسق و فاجر كرم سندن اميد ايلرشفاعت قيل حبيب كبرياسڭ يا رسول اللّهنه يوزله واراجق ليلا حضوره روز محشرده اوڭا رحم ايله شاه انبياسڭ يا رسول اللّهCihânda fâsık ü fâcir kerem senden ümîd eylerŞefâ‘at kıl Habîb-i Kibriyâsın yâ Resûlallâh Ne yüzle varacak Leylâ huzûra rûz-i mahşerdeOna rahm eyle şâh-ı enbiyâsın yâ ResûlallâhLeyla Hanım (6)*Şefaat sancağını kolay sanırsın, altına girmeye mâni kurtlar vardır. Kara yüzüne nurdan hisse ararsın, şahlar başında Şefaat Şah’ı vardır.  5. Beyitسن أورنك شفاعت شاهیسڭ سلطان رحمتسڭقاپوكده بن ده بركمتر كدايم يا رسول اللّهشفاعت قيل مدد يوخسه او رتبه چوق كناهم كيمنه رتبه يانسم اول رتبه سزايم يا رسول اللّهSen evreng-i şefâ‘at şâhısın Sultân-ı Rahmet’sinKapunda ben de bir kemter gedâyım yâ Resûlallâh Şefâ‘at kıl meded yohsa o rütbe çok günâhım kimNe rütbe yansam ol rütbe sezâyım yâ Resûlallâh Ziya Paşa (8)*Evreng: TahtSezâ: Layık*“Ahhhh” çöllerinde rütbe: günahkârlık, dilencilik; Rahmeten lil Âlemin, tâlibine tek gölgelik.6. Beyitهدايي يه شفاعت قيل اگر ظاهر اگر باطنقاپوڭه انتساب ايتمش كدادر يا رسول للّهHüdâyî’ye şefâ’at kıl eğer zâhir eğer bâtınKapuna intisâb itmiş gedâdur yâ ResûlallâhAziz Mahmud Hüdayi (5)*İç-dışta şefaat vizesi yoksa, derya selametle yol verir mi hiç? Nur’dan el lütufla elden tutmasa, Nur Kapı’ya cümleler taşır mı hiç?7.    Beyitشفاعت قيلماسه ڭ وارلق نيازئ يوغ ايدرديوجودي زخمنڭ سن مرهميسڭ يا رسول اللّهŞefâ’at kılmasan varlık Niyâzî’yi yog iderdi Vücûdı zahmınun sen merhemisin yâ ResûlallâhNiyazi-i Mısri (7)*Zahm: Yara*“Yaraya merhem var mı?” diye sordu: Varlık davasıyla yaralı şu dil… Salavatlarla rahmete gark oldu, şefaat arzusuyla yanan gönül. Kaynakça1.       BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2009), Sirâcun Nur, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât2.       BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2008), Şu’alar, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât3.       Divan-ı Belâğat-ı Ünvân-ı Nazîm, (1257), İstanbul: Takvîm-i Vekâyi Nezâreti (s. 437)4.       Divan-ı Gâlib, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, Yazma Eserler, No: TY00401 (v. 77A)5.       Divan-ı Hüdâyî, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, Yazma Eserler, No: TY01405 (v. 24B)6.       Divan-ı Leylâ Hanım, (1260), Kahire: Bulak Matbaası (s. 3)7.       Divan-ı Şeyh Niyâzî, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, Yazma Eserler, No: TY03930 (v. 51A)8.       Eş’âr-ı Ziyâ, (1298), İstanbul: Mihran Matbaası (s. 2)9.       Yunus Emre Divanı, Bursa İnebey Yazma Eser Kütüphanesi, Genel, No: 882 (v. 43B)10.    https://kulliyat.risale.online/11.    http://lugatim.com/12.    https://portal.yek.gov.tr/

İbrahim SARITAŞ 01 Eylül
Konu resmiKelimelerin Kökenlerine Yolculuk
Kelimelerin Kökenkerine Yolculuk

قوللانديغمز كلمه لر كيشيلگمزي، دنيايه  باقيشيمزي كوسترير. سوز كليمي اگر انسان اينانجلي بر انسان ايسه  سچديگي كلمه لرده ، قونوشديغي جمله لرده  اينانجنڭ ياڭسيمه لري همن فرق ايديلير. مثلا مادي ضررڭ اولديغي لكن جان غائبنڭ اولماديغي بر قضايي دوشونه لم. بو اولاي قارشيسنده  ايماني ضعيف بري “شانس اثري هيچ ئولن اولمدي.” دييه  قونوشوركن، اينانجلي بريسي “چوق شكر جناب حق جانمزي محافظه  ايتدي.” دييه  ياراتانڭ قدرت و رحمتنى حسابه  قاتارق قونوشور. اوت قونوشوركن سچديگمز كلمه لر انسانڭ ايچ دنياسندن خبر ويرر. كيشينڭ دويغو طورومنه  ترجمان اولور. بو نه دنله  انسان نه  قدر چوق كلمه  بيليرسه  دويغو و دوشونجه لرينى داها صاغلقلي مخاطبنه  آقتارير. انسان بيلديگي كلمه لرڭ چوقلغي نسبتنده  كلمه لر آراسنده  ترجيحده  بولونابيلير و مرامنى، آرزوسني قارشي طرفه  ايلتير. ايشته  بز ده  اوقوللرڭ آچيلديغي بو آيكي كلمه لرڭ كوكنلرينه  يولجيلق يازيسنده  علمله  علاقه لي فرقلي كلمه لري طانيمه يه  و او كلمه لرڭ بيلمديگمز يوڭلريني كشف ايتمه يه  چاليشاجغز. ايلك كلمه مز “قلم”Kullandığımız kelimeler kişiliğimizi, dünyaya bakışımızı gösterir. Sözgelimi eğer insan inançlı bir insan ise seçtiği kelimelerde, konuştuğu cümlelerde inancının yansımaları hemen fark edilir. Mesela maddi zararın olduğu lakin can kaybının olmadığı bir kazayı düşünelim. Bu olay karşısında imanı zayıf biri “şans eseri hiç ölen olmadı.” diye konuşurken, inançlı birisi “çok şükür Cenab-ı Hak canımızı muhafaza etti.” diye Yaratanın kudret ve rahmetini hesaba katarak konuşur. Evet konuşurken seçtiğimiz kelimeler insanın iç dünyasından haber verir. Kişinin duygu durumuna tercüman olur. Bu nedenle insan ne kadar çok kelime bilirse duygu ve düşüncelerini daha sağlıklı muhatabına aktarır. İnsan bildiği kelimelerin çokluğu nispetinde kelimeler arasında tercihte bulunabilir ve meramını, arzusunu karşı tarafa iletir. İşte biz de okulların açıldığı bu ayki kelimelerin kökenlerine yolculuk yazısında ilimle alakalı farklı kelimeleri tanımaya ve o kelimelerin bilmediğimiz yönlerini keşfetmeye çalışacağız. İlk kelimemiz “Kâğıt”KÂĞIT: Bu kelime Farsça kökenli bir kelimedir. Aslı “kāğaḏ” olan kelime zaman içinde “kâğıt” olarak dilimize oturmuştur. “Hamur hâline getirilmiş bitki maddelerindeki çok ince liflerin keçeleştirilmesi suretiyle imal edilen, yazı yazmak, kitap basmak, sarmak, kaplamak gibi birçok işte kullanılan ince yaprak şeklindeki bu madde” ilmin önemli unsurlarından biridir. Dilimizde çok yaygın kullanım alanı bulan bu kelime özellikle deyimlerde çok kullanılır. “Kâğıt gibi olmak”, “kâğıt üzerinde kalmak”, “kağıda kaleme dökmek”, kâğıt kaleme vurmak” “kâğıt kaleme sarılmak” bunlardan sadece birkaç tanesidir.     KALEM: Kur’an kökenli olan bu kelime bir surenin de adıdır. Rabbimiz insanlık için kalemin kıymet ve ehemmiyetini ifade etmek için “Kalem Sûre”sinde “Kaleme ve kalemin yazmakta olduğu şeylere yemin olsun!” buyuruyor. “Yazı yazmaya mahsus, genellikle çubuk biçiminde olan bu âlet” bir ilim medeniyeti olan İslam medeniyetinin de sembollerinden biridir. Zaman içinde “taş kalem, kemik kalem, tüy kalem, kamış kalem, kurşun kalem, dolma kalem, tükenmez kalem” gibi pek çok çeşitleri olan, bu yazı aleti hayatımızın çok önemli bir parçasıdır. Peygamber Efendimiz (asm) “İlmi kalemle bağlayınız!” hadisleriyle ilim ile kalem arasındaki önemli ilişkiye dikkat çekmiştir. “Kalem kılıçtan keskindir.”, “alem unutmuş, kalem unutmamış.” “Ülkeler kılıçlarla fethedilir lakin kalemlerle elde tutulabilir.” Sözleri pek meşhurdur. Deyimlerden ise “eli kalem tutmak”, “kaleme almak”, “kalem oynatmak”, “kalemşör olmak”, “kalemini kırmak” “üstüne kalem çekmek”, “kalemiyle yaşamak (geçinmek)”, “kalemine dolamak”, “kaleminden bal veya kan damlamak”, “bir kalem geçmek” deyimleri bu kelimenin Türkçedeki güzel örneklerinden bazılarıdır.KİTAP: Bu kelime de Kur’ân kökenli bir kelimedir. “Bir araya getirilmiş yazılı veya basılı yapraklardan meydana gelen bütüne” verilen isimdir. “Tarih kitabı” “tıp kitabı” “şiir kitabı” “çocuk kitabı” “mukaddes kitab” gibi pek çok çeşitleri olan bu kelime insanlık tarihinin en eski kelimelerinden biridir. Özellikle Allah tarafından vahiy yoluyla peygamberlere indirilen “Tevrat Zebur, İncil ve Kur’an” mukaddes kitapları ifade eden kelimelerdir. Özellikle dilimizde Kur’âna anlaşılır kitap anlamında “Kitâb-ı Mübin” denir. Bu kelime dilimizde yaygın bir şekilde kullanılarak atasözlerinde ve deyimlerde yer alan bizden bir parça olmuş bir kelimedir. “Kitaba el basmak”, “Kitapta yeri olmak”, “Kitaba uymak”, “hesabını kitabını bilmek”, “Kitabı kapamak”, “kitap gibi”, “kitap devirmek” “kitabına uydurmak” deyimleri tamamen bizi yansıtan ifadelerdir.OKUL: Bu kelime Fransızca kökenli “ecole” kelimesine benzetilerek “mekteb” kelimesinin yerine cumhuriyet döneminde yapılmış bir kelimedir. “Herhangi bir derecede eğitim görecek olanların toplu olarak devam ettikleri yeri” ifade eder. Dilimizdeki kullanımı yüzyıl bile olmamıştır.MEKTEB: Kelime Arapça yazmak fiilinden türetilen bir kelimedir. Mekteb “yazı yazılan yere, mekana verilen isimdir.” Dilimizde okuyup yazmak suretiyle ilim öğrenilen yerlere mekteb dendi. Osmanlıda özel eğitim yerlerine “Mekteb-i hûsûsî” ilk okula “Mekteb-i ibtidâî”, orta okula “Mekteb-i rüşdî”, liseye “Mekteb-i îdâdî” yatılı okula “Mekteb-i leylî” denirdi.KÜTÜPHANE: Bu kelime birleşik bir kelimedir. Arapça “kitaplar” anlamındaki “kütüb” kelimesi ile Farsça “ev” anlamındaki “hane” kelimesinin izdivacından oluşmuştur. Kütüphanelerin mazisi yazının varlığı kadar eskidir. Asur, Bâbil ve Hitit medeniyetlerinden günümüze ulaşan ve yazı yazmak için kullanılan kil tabletler çok eski devirlere ait kitap ve kütüphanecilikle ilgili bilgiler vermektedir. Zamanla “yazılı tabletlerin korunması, saklanması ve çok kişiler tarafından istifade edilmesi için odalar” teşkil edilmiş böylece ilk kütüphaneler vücuda gelmiştir. Kütüphaneler ilme çok değer veren İslam medeniyetinin en önemli kurumlarından biridir. Tarihte “Bağdat kütüphaneleri”, “Endülüs kütüphaneleri”, “İstanbul kütüphaneleri” meşhurdur. Osmanlılar döneminde ilk kütüphane Osman Bey zamanında İznik’te, ikincisi ise Edirne’de Lala Şahin Paşa tarafından kurulmuştur.

Mirza Ayhan İNAK 01 Eylül
Konu resmiOsmanlı Devletinden Şeyh Şamil’e Destek
Biliyor muydunuz?

شيخ شامل، طاغستانڭ كمري كوينده  ١٧٩٧ سنه سنده  دنيايه  كلمشدر. صويي آوار تركلرندن كلن شيخ شامل، علمي تحصيلنى ياپدقدن صوڭره  نقشبندي-خالدي شيخي اسماعيل سراج الدّين شيرواني يه  انتساب ايتدي و سير سلوكني تماملايارق اجازت آلدي. طاغستان ديرنيش حركتي ليدري امام حمزه  بگڭ ١٩ ايلول ١٨٣٤ كوني شهيد اولمه سنڭ آردندن، حركتڭ باشنه  امام اولارق سچيلدي. اوزون ييللر روسلره  قارشي مجادله  ايتدي. طاغستانڭ باغيمسزلغي ايچون صاواشدي. آنجق ٦ ايلول ١٨٥٩ تاريخنده  ايكي اوغليله  برلكده  روسلره  اسير دوشدي. اسارتده يكن روسلردن آلديغي اذنله ، حجّه  كيتمك أوزره  ٣١ مايس ١٨٦٩’ده  استانبوله  كلدي. استانبوله  كلديگي كون صدر اعظم و داخليه  ناظري ايله  كوروشدي. سلطان عبدالعزيز طرفندن ١٥ آغستوس ١٨٦٩’ده  طولمه باغجه  سراينده  قبول ايديلمشدر. لاله لي و بايزيد آراسنده كي بر سمت اولان قوصقه ده  بر كوشكده  يدي آي قدر اقامت ايتدي. داها صوڭره  تكرار سلطان عبدالعزيز ايله  كوروشوب ٢٥ اوجاق ١٨٧٠’ده  استانبولدن آيريلدي. حجّ فريضه سني يرينه  كتيردكدن صوڭره  مدينه ده  ١٨٧١ سنه سنده  وفات ايتمشدر. جنّت البقيع قبرستاننه  دفن ايديلمشدر. سلطان عبدالمجيد دونمنده  شيخ شامله  وزيرلك و طاغستان سردار اكرمي رتبه لري ايله  قوموتانلرينه  مناسب رتبه لر و نشانلر ويريلمسي دوشونولمشدر. شيخ شاملڭ استانبوله  كوندرديگي محمود افندي اسملي كيشي يه  اصطبل عامره  مديرلگي پايه سي ويريلمشدر. سلطان عبدالمجيد، شيخ شامل و آرقداشلرينه  ويريله جك اولان و بر مدّت كيزلي طوتولمسي دوشونولن رتبه لرڭ هانكيلري اولاجغنڭ عثمانلي اوردوسنڭ مشيرينه  صوريلماسني اراده  ايتمشدر.Şeyh Şamil, Dağıstan’ın Gimri Köyü’nde 1797 senesinde dünyaya gelmiştir. Soyu Avar Türklerinden gelen Şeyh Şamil, ilmî tahsilini yaptıktan sonra Nakşibendî-Hâlidî Şeyhi İsmâil Sirâceddin Şirvânî’ye intisap etti ve seyr-i sülûkünü tamamlayarak icazet aldı. Dağıstan direniş hareketi lideri İmam Hamza Bey’in 19 Eylül 1834 günü şehid olmasının ardından, hareketin başına imam olarak seçildi. Uzun yıllar Ruslara karşı mücadele etti. Dağıstan’ın bağımsızlığı için savaştı. Ancak 6 Eylül 1859 tarihinde iki oğluyla birlikte Ruslara esir düştü. Esaretteyken Ruslardan aldığı izinle, Hacc’a gitmek üzere 31 Mayıs 1869’da İstanbul’a geldi. İstanbul’a geldiği gün sadrazam ve dâhiliye nazırı ile görüştü. Sultan Abdülaziz tarafından 15 Ağustos 1869’da Dolmabahçe Sarayı’nda kabul edilmiştir. Laleli ve Bayezid arasındaki bir semt olan Koska’da bir köşkte yedi ay kadar ikamet etti. Daha sonra tekrar Sultan Abdülaziz ile görüşüp 25 Ocak 1870’te İstanbul’dan ayrıldı. Hacc farizasını yerine getirdikten sonra Medine’de 1871 senesinde vefat etmiştir. Cennetü’l-Baki’ kabristanına defnedilmiştir. Sultan Abdülmecid döneminde Şeyh Şamil’e vezirlik ve Dağıstan serdar-ı ekremi rütbeleri ile komutanlarına münasip rütbeler ve nişanlar verilmesi düşünülmüştür. Şeyh Şamil’in İstanbul’a gönderdiği Mahmud Efendi isimli kişiye Istabl-ı Âmire Müdürlüğü pâyesi verilmiştir. Sultan Abdülmecid, Şeyh Şamil ve arkadaşlarına verilecek olan ve bir müddet gizli tutulması düşünülen rütbelerin hangileri olacağının Osmanlı ordusunun müşîrine sorulmasını irade etmiştir (BOA, İ.DH, 301/19040). Transkripsiyonu: Belge tarihi: Hicrî 26 Şaban 1270 (Miladî 24 Mayıs 1854)(1)Hû(2)Atûfetlû efendim hazretleri(3)Geçende Şeyh Şemûîl (Şâmil) Efendi tarafından gelmiş olan Mahmud Efendi’nin şeyh-i müşârun-ileyhin niyât ve harekât-ı musammemesi keyfiyâtını ve kendiye mensûb bulunan bazı ümerâ ve rüesanın esâmîsini mübeyyen takdîm (4)eylediği bir kıt’a varakanın mevâdd-ı mündericesi ve muahharan Dağıstanlı izzetlû Halîl Paşa’nın dahî bunlara mütedâir tahrîren ve şifâhen vukû’ bulmuş olan bazı ifâdâtı üzerine meclis-i (5)muvakkattan kaleme alınmış olan bir kıt’a mazbata manzûr-ı âlî-i cenâb-ı Hilâfetpenâhî buyurulmak için melfûf pusula ve evrâk-ı sâire ile beraber arz ve takdîm kılınmış olup meâlinden müstefâd olduğu (6)veçhile şeyh-i müşârun-ileyhin bi-lutfihî Teâlâ ordu-yı hümâyûn ile birleşmesi maddesine ordu-yı hümâyûnun harekât-ı mukteziyesi takarrüründen sonra intizâr olunmak lâzım gelip fakat varaka-i (7)merkûmede gösterildiği üzere bunların şimdiden rüteb-i münâsibe tevcîhiyle taltîfleri iktizâ-yı hâlden olduğu misillü şeyh-i müşârun-ileyhe dahî nişâne-i iftihârı olmak için münâsib bir rütbe  (8)tevcîh ve i’tâsı şân-ı şevket-nişân-ı hazret-i Padişahî îcâb-ı âlîsinden olduğuna binâen şimdilik rütbe tevcîhi münâsib görülenlerden mezkûr pusulada esâmîsi muharrer altı nefer zevâta (9)sürhle işâret olunan rütbelerin tevcîh ve i’tâsı ve şeyh-i müşârun-ileyhe de rütbe-i vâlâ-yı vüzerât-ı tevcîhiyle beraber serdâr-ı ekrem ünvânı dahî verilerek inşâAllahü Teâlâ oraları (10)kabza-i teshîre alınmak sıraları geldikte müşârun-ileyhe Dağıstan serdâr-ı ekremi ta’bîr olunması ve fakat şeyh-i müşâr ve zevât-ı mûmâ-ileyhime işbu rütbelerin şimdiden alenî olarak tevcîhi îcâb (11)etmeyip bi-mennihî Teâlâ vakt-i merhûnunda îcâbâtı icrâ olunmak ve şimdilik celb ve te’mînler için yalnız kendileri hemşehrileri vâsıtasıyla sûret-i hafiyyede haberdâr edilmek üzere (12)tasdîr olunacak evâmir-i aliyye Anadolu ordu-yı hümâyûnu müşîri devletlû paşa hazretlerine gönderilip bu mütâlaâtın bi’l-etrâf müşârun-ileyhe bildirilmesi ve mûmâ-ileyh Mahmûd Efendi dahî şâyân-ı (13)mükâfât-ı seniyye bulunmuş idüğünden âna dahî ıstabl-ı âmire müdürlüğü pâyesi tevcîh ve ihsân buyurulması tezekkür ve tasvîb kılınmış ise de ol-bâbda her ne veçhile emr u irâde seniyye-i … (14)tacdârî müteallik ve şeref-sudûr buyurulur ise âna göre icrâ-yı mantûk-ı münîfine ibtidâr olunacağı beyânıyla tezkire-i senâverî terkim kılındı efendim fî 26 Şaban sene 1270 (15)Ma’rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki (16)Esâbi’-zîb-i ta’zîm olan işbu tezkire-i sâmiye-i âsafâneleriyle zikr olunan mazbata ve pusula (17)ve evrâk-ı manzûr-ı maâlî-mevfûr hazret-i Padişâhî buyurulmuş ve ber-minvâl-i muharrer tasdîr oluanacak (18)evâmir-i aliyye müşîr-i müşârun-ileyh hazretlerine gönderilip bu mütâlaâtın bi’l-etrâf müşârun-ileyhe (19)bildirilmesi ve mûmâ-ileyhe Mahmud Efendi’ye dahî pâye-i mezkûrun tevcîhi müteallik ve şeref-sudûr (20)buyurulan emr u irâde-i seniyye-i cenâb-ı tacdârî muktezâ-yı münîfinden bulunmuş ve mârrü’l-beyân (21)mazbata ve pusula ve evrâk yine savb-ı sâmî-i asafîlerine iâde kılınmış olmakla ol-bâbda (22)emr u fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir fî 27 Şaban sene 1270

Arif Emre GÜNDÜZ 01 Eylül
Konu resmiOsmanlıda Su Tüketimi
Belge Okumaları

Osmanlı Devletiʼnin klasik ekonomi sistemi, birtakım prensipler çerçevesinde uygulanmıştır. Bu prensiplerin en önemlilerinden biri, ekonomik faaliyete üretici açısından değil tüketici açısından yaklaşılması, bir malın satılırken mümkün olduğunca bol, ucuz ve kaliteli olması anlayışının benimsenmesidir. Asıl hedefin, yurt içindeki talebin karşılanması olan bu sistem, günümüz ekonomik faaliyetlerin kâr elde etme amacından çok farklıydı. İç piyasada mal kıtlığı yaşanmaması için fazla üretim (dolayısıyla ihracat) teşvik edilmez, tersine ihtiyaç duyulan ancak az miktarda üretilen veya hiç üretilmeyen maddelerin temini için de ithalat teşvik edilirdi. Bununla birlikte bir malın israfa sebep olacak şekilde tüketim ihtiyacından fazla bir şekilde üretilmesi de hoş karşılanmazdı. Bu düşünce, günümüz kapitalist anlayışına zıt olarak, tüketimin sadece ihtiyacı karşılamaya yönelik bir araç olmasıyla açıklanmıştır. Her ne kadar 19. yüzyıldan itibaren bu ekonomik görüş kapitalist anlayış lehine değişmiş olsa da tüketimin belirli sınırlar dâhilinde yapılmasına ilişkin politikalar devam etmiştir. Osmanlı ülkesinde su tüketimi de bu israf-tasarruf dengesine göre değerlendirilmelidir.Su, İslâm dininde hayat ve temizliğin kaynağı olarak her zaman baş üstünde tutulmuş, hayır amacıyla kurulan vakıfların önemli bir kısmını oluşturmuştur. Şadırvanlar, çeşmeler, sebiller, hamamlar, maksemler, sarnıçlar, su kemerleri gibi su yapıları vakıflar aracılığıyla inşa edilerek insanların kullanımına sunulmuştur. Suyun kullanımı ya ücretsiz olarak ya da kiralama suretiyle yapılmıştır. Suların israf edilmemesi ve yerinde harcanması için zaman zaman su bentlerinin yükseltilmesi, ihtiyaç kadar çeşmenin inşa edilmesi ve hamamlara belirli miktarda su verilmesi gibi tedbirler alınmıştır.19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde mevcut vakıf suları yetersiz kalınca 1868 yılında kurulan ve bir Fransız şirketi olan Dersaadet Anonim Su Şirketi, nam-ı diğer Terkos Su Kumpanyasına su tedarik ve dağıtım hakkı verilmiştir. Daha sonraları bir de Anadolu Yakasıʼnda Üsküdar Kadıköy Su Şirketi kurulmuş, bu iki şirket imtiyaz hükümlerine aykırı davrandığı, halka yeterince su vermediği ve yangınlara müdahale etmediği gerekçesiyle Cumhuriyetʼin ilk yıllarında satın alınarak kamulaştırılmıştır.Su imtiyaz şirketlerinin suyun dağıtımı konusunda gösterdiği kayıtsızlıkların yanı sıra Evkaf Nezaretinin uhdesindeki çeşmelerde de bazı olumsuzlukların yaşandığı görülmektedir. Bazı çeşmelerin suyu boşa akarken kimi çeşmelerden bir damla suyun akmadığı müşahede edilmiş ve raporlanmıştır. Anlaşıldığı üzere şehirlerde su sıkıntısının çekilmesi hem su dağıtım kurumlarının ihmali hem de suyun israf edilmesiyle bağlantılıdır. Emek, hizmet, göre ve sorumluluk bilincinin doğru kullanımı bu iki sorunu da ortadan kaldıracaktır. Vesika 1 Sadâret binasının alt katındaki çeşmenin musluğu bozulduğundan, su israfının önlenmesi için tamir ettirilmesi hakkında Dersaâdet Su Şirketi Müdürlüğüne gönderilen tezkire (9 Eylül 1895)(1) Dersaâdet Su Şirket Direktörlüğüne(2) 19 Receb sene 313 / 28 Ağustos sene 311(3) Dâire-i celîle-i sadâretin alt katında kâin çeşmenin musluğu bozulduğu cihetle suyun (4) isrâf olmakda idüğü haber verildiğinden taʻmîri içün münâsib birinin hemân gönderilmesi (5) siyâkında tezkire-i senâverî terkîm kılındı.(6) Bâ-emr-i âlî-i hazret-i nezâret-penâhî Vesika 2 Şehir içme ve kullanma suyunun israf edilmemesi, kışla ve hastanelerin su ihtiyacının karşılanması, su şirketinin taahhüdüne uyma mecburiyeti hakkında Seraskerlikten Yıldızʼa gönderilen tezkire (29 Haziran 1902)Makâm-ı SeraskerîMektûbî KalemiHüve(1) Emâkin-i askeriyece su sarfiyâtında noksânî-i takayyüdât sebebiyle suların boşa akması gibi birtakım isrâfât vukûʻa gelmekde ve verilmekde olan suların gayr-ı mahdûd bir sûretde mikdârı artmakda olduğu ve bu hâl (2) sâir mahallere su verilememesini müstelzim bulunduğu ve emâkin-i mezkûrenin suca olan ihtiyâcâtı her neden ibâret ise bunun kumpanyaya bildirildiği hâlde ol mikdâr su iʻtâ olunacağı (3) Terkos Su Kumpanyasınca arz u beyân edilmiş olduğundan emâkin-i mezkûreye muktezî su neden ibâret ise onun bildirilmesi emr ü fermân-ı hümâyûn-ı hazret-i hilâfet-penâhî îcâb-ı celîlinden bulunduğu vârid-i (4) câ-yı tebcîl olan fî 1 Rebîʻüʼl-evvel sene 320 tarihli tezkire-i husûsiye-i atûfîlerinden teblîğ buyurulmakla tetebbüʻât ve tedkîkât-ı kuyûdiye icrâ kılındı. Yıldız mevkiʻ-i âlîsinde vâkiʻ Orhaniye Hamâmıʼna (5) Terkos Kumpanyasınca mikdâr-ı kâfî su isâle olunmamakdan dolayı cünûd-ı cenâb-ı mülûkânenin çarşu hamâmlarına gönderilmelerine mecbûriyet hâsıl olduğu geçen üç yüz yedi senesinde İkinci Fırka-i Hümâyûn (6) Mîrlivâlığından arz-ı atebe-i ulyâ kılınması üzerine mezkûr hamâma derece-i kâfiyede Terkos suyu isâle ve icrâsı husûsuna irâde-i seniyye-i hazret-i hilâfet-penâhî şeref-müteʻallik buyurulmasına ve kumpanya tarafından (7) vâkiʻ olan mürâcaʻata atfen emâkin-i askeriye içün iktizâ eden suyun tahdîd-i mikdârı Bâb-ı Âlîʼden bâ-tezkire-i sâmiye bildirilmesine mebnî emâkin-i askeriyeye lüzûmu olan su yalnız cünûd-ı cenâb-ı (8) mülûkânenin ihtiyâcât-ı zarûriye ve levâzım-ı dîniyeleri içün olmayup tabâbet-i hâzıranın tavsiye ve iltizâm edildiği kavâʻid-i hıfzıʼs-sıhha îcâbınca emâkin-i mezkûre tathîrât (9) ve tanzîfât-ı fenniye ve mühimmesiçün ihtiyâcât-ı mübreme ve katʻiyede olarak buna taʻyîn ve tahdîd-i mikdâr esâsen gayr-ı kâbil olmakla beraber kumpanyanın tahdîd-i miyâh hakkında câbecâ vukûʻ bulmakda olan mürâcaʻât (10) ve teklîfâtı bu bâbda bir hadd taʻyîn etdirmek ve biʼl-âhare mikdâr-ı mahdûddan fazla su sarfiyâtı vesîlesiyle emâkin-i askeriyeden su parası istihsâl etmek fikir ve mütâlaʻasına müstenid olduğu ve bu ise menâfiʻ-i hazîneye (11) gayr-ı muvâfık bulunduğu cihetle ber-mantûk-ı emr ü fermân-ı hümâyûn-ı cenâb-ı zıllullâhî gerek mezkûr hamâma ve gerek mevkiʻ-i âlî-i mezkûrdaki ebniye-i sâire-i askeriyeye ihtiyâca kifâyet edecek derecede su icrâsına kumpanyanın (12) mecbûr edilmesine dâir sebk eden işʻârât-ı âcizâneme vürûd eden fî 23 Kânûn-i Evvel sene 307 tarihli cevâb-ı sâmîde işbu kumpanya mukâvelenâmesinin dördüncü mâddesi hükmünde gerek kadîmen dâhil-i dâire-i imtiyâzî olan (13) mahallerde gerek İstanbul cihetinde el-yevm mevcûd ve baʻde-ezîn yapılacak kışlaların mekâtib-i askeriye ve nizâmiye ve zabtiye karağolları ve askerî hastahânelerin ve harîka mahsûs hazîne ve su mevziʻleri içün (14) lüzûmu mikdâr suyun meccânen iʻtâsını bilâ-kayd ü şart müteʻahhid olmasına göre ahkâm-ı sarîha-i mukâvele ile derʻuhde etmiş olduğu taʻahhüdâtın icrâsına mecbûriyeti derkâr olmasıyla hükm-i mukâveleye tevfîkan mevkiʻ-i âlî-i mezkûra (15) ve sâlifüʼl-arz hamâma iktizâ eden suyun icrâsı zımnında kumpanyaya teblîğât-ı katʻiye îfâsı ve yine hükm-i mukâveleye karşu bir gûne taʻallül ve muhâlefet olunduğu hâlde mukâvele ve şartnâme ahkâmınca lâzım gelen (16) muʻâmelenin icrâsı bu bâbda Şehremânet-i celîlesiyle cereyân eden muhâbere ve evrâk-ı müteferriʻa ve Şûrâ-yı Devlet Tanzîmât Dâiresinden kaleme alınan mazbata üzerine Meclis-i Mahsûsʼca biʼt-tezekkür Emânet-i müşârun-ileyhâya (17) bildirildiği izbâr olunmuş ve mevkiʻ-i âlî-i mezkûrda bulunan kebîr hastahâne barakasına matlûb-ı vechile su isâlesiçün boru yollarının ıslâhı mesârifi olarak kumpanyaya yüz on lira iʻtâ edildiği (18) hâlde yine suyun ara sıra münkatıʻ olduğu ve Orhaniye ve Taşkışla-i hümâyûnlarında tahâret ve nezâfet husûsunda asâkir-i şâhânenin susuzlukdan pek ziyâde müşkilâta dûçâr olmakda ve bu bâbda kumpanyaya (19) gönderilen meʼmûra mevâkiʻ-i askeriyenin her birinde yirmi dört sâʻat zarfında sarf edilen suyun mikdârı taʻyîn ve tahdîd olunmadıkça bir çâre bulunamayacağı cevâbı verilmekde bulunduğu İkinci Fırka-i Hümâyûn (20) Kumandanlığının arz ve işʻârından maʻlûm-ı âlî buyurularak müşkilât-ı mebhûsenin bertaraf edilmesi zımnında kumpanyaca vâkiʻ olan müstedʻayât hakkında tedkîkât icrâsıyla işe bir sûret verilmek üzere bir komisyon (21) teşkîli şeref-sudûr buyurulan irâde-i seniyye-i hazret-i hilâfet-penâhî iktizâ-yı âlîsinden olduğu vârid-i dest-i tevkîr olan fî 21 Temmuz sene 313 tarihli tezkire-i husûsiye-i atûfîleriyle teblîğ ve izbâr buyurulmasıyla ber-mantûk-ı (22) emr ü fermân-ı hümâyûn-ı cenâb-ı cihân-bânî teşkîl olunan komisyon tarafından netîce-i tahkîkât ve tedkîkâtı hâvî terkîm edilen mazbata ile kumpanya tarafından suyun tahdîd-i mikdârı hakkında verilen varaka-i istidʻâye-i (23) meâlinden bahisle sâlifüʼl-arz cevâb-ı sâmîde beyân edilen ve mukâvelenâme ahkâmında mübtenî bulunan Meclis-i Mahsûs karârı vechile zâten imtiyâz fermân-ı âlîşânının mazmûn-ı münîfiyle müeyyed olan mukâvele ve şartnamenin (24) ahkâm-ı sarîhası hâricinde îfâ-yı muʻâmele olunamayacağı bedîhî olduğundan kumpanyanın ber-mûceb-i mukâvele taʻahhüdât-ı katʻiyyesini tamamen îfâ etmesi lâzım geleceğinin südde-i seniyye-i hazret-i hilâfet-penâhîye arzıyla ol bâbda (25) iktizâ-yı hâlin icrâ ettirilmesi husûsunun dahi İnşâât Dâiresine havâlesi tezekkür kılındığı mutazammın Meclis-i Rüesâʼdan tanzîm kılınan mazbatanın fî 9 Receb sene 315 tarihli tezkire-i husûsiye-i âcizânemle arz ve takdîm-i (26) hâk-i pây-i âlî kılınmış idüğü tebeyyün eylemiş olup kumpanyanın bu defʻaki arz ve talebi dahi aynı maksadı taʻkîbden ibâret olduğuna göre şartnâme hâricinde dermeyân edildiği mutâlebât-ı gayr-ı muhıkkasına rûy-ı müsâʻade (27) gösterilmesi ber-vech-i maʻrûz biʼl-âhare emâkin-i askeriyeye vereceği su hakkında fazla sarfiyât ve isrâfât vukûʻu ve sâire gibi birtakım müddeʻayât-ı vâhiye serdiyle hazîne-i devleti ızrâra tasaddî etmesine ve bu sûretle envâʻ-ı (28) müşkilât ve ihtilâfât tahaddüs eylemesine sebebiyet vereceği ve şimdi hasbeʼl-mukâvele bilâ-bedel alınmakda olan su içün biʼl-âhare verilmesi lâzım gelecek mebâliğin büyük bir yekûn teşkîl edeceği cihetle (29) mezkûr şartnâme ahkâmının muhâfaza-i merʻiyeti münâsib gibi mütebâdir-i hâtır-ı âcizânem olmakda ise de emr ü irâde-i seniyye-i hazret-i hilâfet-penâhî her ne merkezde şeref-pîrâ-yı sünûh ve sudûr buyurulur ise (30) isâbet onda olacağının arzına ibtidâr kılındı. Ol bâbda emr ü irâde efendim hazretlerinindir. Fî 22 Rebîʻüʼl-evvel sene 320 ve fî 15 Haziran sene 318(31) Serʻasker RızâKelimeler: Baʻde-ezîn: Bundan sonraBedîhî: Açık, âşikârCâbecâ: Yer yerCünûd: AskerlerDerkâr: Açık, âşikârEmâkin: MekânlarIzrâr: Zarar vermeİşʻârât: Resmî yazılarKumpanya: ŞirketMantûk: Söz, kelam, manaMerʻiyet: YürürlükMiyâh: SularMuhıkka: Hakkı yerine koyan Mübrem: Kaçınılmaz, zaruriMübtenî: Kurulu, dayalıMüstedʻayât: Dilekçeler, isteklerMüstelzim: Gerekli olanMütebâdir: Birdenbire ortaya çıkan, geliverenMüteferriʻa: ÇeşitliSebk: Önceden olmak, geçmekSüdde: KapıŞeref-pîrâ-yı sünûh: Şerefin süslediği akla gelen (padişahın buyruğu için kullanılır)Taʻallül: Yalandan bahaneler bularak işten kaçınmaTabâbet: Tıp ilmiTanzîfât: Temizlik işleriTasaddî: Bir işe girişme, teşebbüs etmeTebcîl: Büyükleme, saygı göstermeTebeyyün: Belli olma, meydana çıkmaTetebbüʻât: İncelemeler, araştırmalarTevkîr: Karşıdakini büyük görme, ululama Vâhiye: Boş, anlamsız

H. Halit ATLI 01 Eylül
Konu resmiHüsn-i Hat Çalışmaları
Hüsn-i Hat Çalışmaları

Bu sayımızda öğrendiğimiz harflerden “Be”nin diğer harflerle birlikte nasıl yazılacağını göreceğiz. Harfleri yazarken, daha önce öğrendiğimiz başlama ve bitiş şekillerini unutmayalım.

Mesut HIZARCI 01 Eylül
Konu resmiOsmanlıca Yazabiliyorum
Osmanlıca Yazabiliyorum

Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir.YAĞMUR (Nurullah Genç)Vâreden’in adıyla insanlığa inen NûrBir gece yansıyınca kente Sibir dağındanToprağı kirlerinden arındırır bir YağmurKutlu bir zaferdir bu ebabil dudağındanRahmet vadilerinden boşanır âb-ı hayatEn müstesna doğuşa hâmiledir kâinatYıllardır boz bulanık suları yudumladımBir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsallarıYağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Ç Ö Z Ü M

Osmanlıca DERGİ 01 Eylül
Konu resmiKırk Hadis (Sıhhat-Âbâd)*
Hadis-i Erbain

(1) SIHHAT-ÂBÂDElhamdülillâhi Rabbiʼl-ʻâlemîn veʼs-salâtü veʼs-selâmü ʻalâ Seyyidinâ Muhammedin ve ʻalâ âlihî ve ashâbihî ecmaʻîn, bi-ihsâni ilâ-yevmiʼd-dîn.Baʻde hâzâ bâʻis-i cemʻ-i Hadîs-i Erbaʻîn:…(2) Kütüb-i ehâdîs-i sıhâhdan hadîs-i erbaʻîn intihâb ve maʻnâ-yı tahteʼl-lafzı beyân ile Cenâb-ı Risâlet-destgâh ʻaleyhiʼs-selâm hazretlerine tevessül ve intisâb kasdıyla kânûn-ı hâtır-ı fâtirde âteş-i arzû iltihâb etmekle bihâr-ı kütüb-i sıhâhdan zîver-menkûş-ı gûş-ı şâhân olmağla şâyeste ve şâyân kırk dâne gevher-i tâbdâr-ı girân-mikdâr ehâdîs-i sahîha ihrâc ve kayd ü tekellüfât-ı münşiyâneden âzâde taʻbîrât-ı sâde ile maʻrûz-ı pîşgâh-ı bâhirüʼl-ibtihâcları kılındı.…(3) EL-HADÎSÜʼL-EVVEL“Kāle Resûlullâh sallallâhu teʻâlâ ʻaleyhi ve sellem:Bismillâhirʼr-Rahmâniʼr-Rahîm miftâhu külli kitâbin”[Besmele bütün kitapların anahtarıdır.]Mefhar-ı kâinât ʻaleyhi efdaliʼs-salavât hazretleri Besmele-i şerîfenin fezâilin beyân zımnında ebvâb-ı müşkilât-ı erbâb-ı hâcât bu kelâm-ı şeref-gāyât ile küşâyiş-pezîr olduğuna işâret edip cemîʻ-i kitâbın miftâhıdır buyurdular.(4) KıtʻaBesmele ile edelim ibtidâHayr ile âsân ede Bârî HudâBismillâhirʼr-Rahmâniʼr-RahîmHest kilîd-i der-genc-i Hakîm[Besmele, Hakîm olan Allah'ın hazinelerinin anahtarıdır.]***Kelimeler:Âsân: KolayÂteş-i arzû: Arzu ateşiBaʻde hâzâ: Bundan sonraBâʻis: SebepEhâdîs: HadislerErbaʻîn: KırkGevher-i tâbdâr-ı girân-mikdâr: Miktarı ağır gelen parlak mücevherİbtidâ: Başlamaİltihâb: Alevlenme, tutuşmaKāle: DediKânûn-ı hâtır-ı fâtir: Durgun fikir ocağıKelâm-ı şeref-gāyât: Gayeleri şeref olan kelamKüşâyiş-pezîr: AçılabilirMaʻrûz-ı pîşgâh-ı bâhirüʼl-ibtihâc: Ferahlığı şüphe götürmeyen huzura sunulmuşMünşiyâne: Usta bir yazara yakışır şekildeSıhâh: Sahihler, gerçeklerTahteʼl-lafz: Kelimesi kelimesine*Kaynak: Osmanzâde Tâib Ahmed (v.1136/1724)

H. Halit ATLI 01 Eylül
Konu resmiKitabe Okumaları
Kitâbe Okumaları

Tahta Kadı Camii ÇeşmesiGâzi Sultân Selîm Hân-ı Sâlis Hazretlerinin Vâlideleri Cennet-mekân huld-âşiyanMerhûme ve mağfurun-lehâ Mihrişâh Vâlide Sultan tâbe serâha hazretlerinin HazînedârUstaları merhûme fesâhat ustanın rûhîçün el-fâtiha” ( Fî 10 Muharrem Sene 1222)*Kelimeler:Huld: Sürekli olma, sonsuz olma, süreklilik, ebedîlik, bâkîlik.Âşiyan: Kuş yuvası, ev, mesken, barınakTâbe-serâ: Kabri güzel, iyi olsun; cennet mekan, cennet makam.Fesâhat: İfâdede, kelimelerden her birinin ve bu kelimelerden meydana gelen cümlelerin lafız, mânâ, âhenk ve kurallara uygunluk bakımından yerinde, düzgün ve doğru olması durumu;Server Ağa (Yenikapı Mevlevihanesi Haziresi)HûMısır vâlî-i vâlâ-şânı Fehâmetlü devletlü İsmâ‘il Paşa Gaferehullâhu te‘âlâHazretlerinin havâdim-i harem-serây-ıDevletlerinden ikinci harem ağası Merhum ve mağfûrun-leh Server Ağanın Rûhîçün el-FâtihâFî 19 Rebiülevvel Sene 1283*Kelimeler:Vâlâ- Şân: Şânı yüce olan.Fehâmetlü: Fahâmet sâhibi, ulu, yüce, kadri yüksek. Osmanlı Devleti’nde sadrâzamlar, Mısır hidivleri, yabancı prensler ve eyâlet-i mümtâze beyleri için kullanılan unvan sözü.Havâdim: Hizmet edenler, yardımcı olan kimseler.Harem-serây: Harem dâiresi

Osmanlıca DERGİ 01 Eylül
Konu resmiAile
Bir Dergi Bir Yazı

(2) Muharriri: Ş. SamiAileye yani kadınlara, çocuklara ve ev işlerine müteallik mebahis-i mütenevviayı cami mecmuadır.Yirmi altı adedi bir cild itibar olunur. Maarif Nezaret-i Celile’sinin ruhsatıyla tab ve neşr olunur.Matluba muvafık evrak derç edilir.(3) Alemde hiçbir ağız yoktur ki acıdan hoşlansın; hekimler ve -ilacın faidesini herkesten iyi bilen- tabibler bile müstesna olmayarak, hiçkimse yoktur ki acı ilacı içerken yüzünü buruşturmasın.(4) Aile birkaç kişinin bir yere cem olunup birlikte yaşamalarından veyahut bir peder ve validenin evladlarıyla beraber bir mahale sığınıp küçüklerini beslemelerinden ibaret ola idi, dağlarda gezen vahşi hayvanlar sürülerine ve yuvalarındaki vuhûş ve tuyûra da aile namı verilmek lazım gelirdi.(5) Bir aile halkı bir küçük ümmettir.(6) Bizim sair ümemden geri kalmaklığımıza ve olunan cehdlerin ekseriya müsmir olamamasına pek çok sebepler beyan etmişlerdir. Bize kalırsa sebeb-i aslî ve hakiki birdir: Ailenin suret-i matlubede olmaması.(7) - Kadın fakr u zarurete karşı bir askerdir, vatanı ev, istihkamı sa’y, fenn-i harbi idare, silahı iğne ve makastır.- Erkeğin evde durması, kadının evden çıkması açlığı davet eder şeylerdendir.- Kadının dirayeti çocuklarının kıyafetinden anlaşılır.

Zafer ŞIK 01 Eylül
Konu resmiHokkalı ve Kalemli Minare
Seyyah

ترك اسلام معماريلرنده  جامعي، تربه ، مناره  كبي ياپيلرڭ، يوكسكده  بولونان قسملرينڭ أوستنه  طاقيلان فرقلي شكللرده كي سوسله مه لرڭ كولتوريمزده  أونمي بيوكدر.بونلردن اڭ ايلكينجي ايوب دفتردار سمتنه  اسمنى ويرن نازلي دفتردار محمود افندي جامعيدر. مناره لرده  چوغونلقله  آليشيق اولديغمز أوزره  هلال سمبولي قوللانيلمقده در. فقط دفتردار جامعنده  ‘حقّه  و قلم’ قوللانيلمشدر. جامعڭ بانيسي استانبوللي نازلي محمود افندي، قانوني سلطان سليمان دورنده  ايكي دفعه  باش دفتردارلق كوروينى اجرا ايتمش، آردنده  بيراقديغي بو كوزل جامعي ١٥٤١ ييلنده  معمار سنانه  ياپديرتمشدر. اوقومه  و يازمه نڭ أونمنى اورغولامق ايچون كندي اسمي ايله  آڭيلان جامعڭ مناره  علمنڭ بو شكلده  اولمه سني ايسته مشدر. نازلي محمود چلبي يه  نيچون “نازلي” دينديگي نت اولارق بيلينمه مكله  برلكده ، محمود چلبينڭ باش دفتردارلغي اثناسنده ، بلكه  خزينه دن پاره  ايسته ينلره  نازلانديغندن طولايي بو لقبي آلديغي دوشونولمكده در.محمود چلبي بو جامعي انشا ايتديريركن، مناره نڭ هلال بيچيملي اولمسي كركن علمني، ٩٠ درجه يله  آچيلي ايكيز شكلنده  ياپديروب هلاللرڭ برلشديگي يره  معدني بر حقّه ، ايچنه  ده  معدني بر قلم قويديرمش. ١٧٦٦ تاريخنده كي استانبول دپرمنده  قلمڭ يرندن دوشديگي، جامعڭ اوڭاريمي صيره سنده  يڭيدن قونولديغي قايناقلرده  يازيليدر. بو كوزل دوشونجه نڭ قيامته  قدر يرنده  قالمسي دعاسيله .Türk İslam mimarilerinde camii, türbe, minare gibi yapıların, yüksekte bulunan kısımlarının üstüne takılan farklı şekillerdeki süslemelerin kültürümüzde önemi büyüktür.Bunlardan en ilginci Eyüp Defterdar semtine ismini veren Nazlı Defterdar Mahmut Efendi Camii’dir. Minarelerde çoğunlukla alışık olduğumuz üzere hilal sembolü kullanılmaktadır. Fakat Defterdar camiinde ‘Hokka ve Kalem’ kullanılmıştır. Camiinin banisi İstanbullu Nazlı Mahmut Efendi, Kanuni Sultan Süleyman devrinde iki defa baş defterdarlık görevini icra etmiş, ardında bıraktığı bu güzel camii 1541 yılında Mimar Sinan’a yaptırtmıştır. Okuma ve yazmanın önemini vurgulamak için kendi ismi ile anılan camiinin minare aleminin bu şekilde olmasını istemiştir. Nazlı Mahmud Çelebiye niçin “Nazlı” dendiği net olarak bilinmemekle birlikte, Mahmud Çelebi’nin baş defterdarlığı esnasında, belki hazineden para isteyenlere nazlandığından dolayı bu lakabı aldığı düşünülmektedir.Mahmud Çelebi bu camii inşa ettirirken, minarenin hilâl biçimli olması gereken alemini, 90 dereceyle açılı ikiz şeklinde yaptırıp hilâllerin birleştiği yere madeni bir hokka, içine de madeni bir kalem koydurmuş. 1766 tarihindeki İstanbul depreminde kalemin yerinden düştüğü, caminin onarımı sırasında yeniden konulduğu kaynaklarda yazılıdır. Bu güzel düşüncenin kıyamete kadar yerinde kalması duasıyla.

H. Merve BARUTÇU 01 Eylül
Konu resmiTarihten Notlar
Tarihten Notlar

حضرت عمرحضرت عمردن صوڭره  اونڭ كبي مدبّر و متقي بر آدم دنيايه  كلمديگنده  علما متّفقدر. ”دجله  كنارنده  قويون كودن چوبانڭ بر قويوني ضايع اولسه  جناب حق نيچون اونڭ قويونلريني كوزتمدڭ بويورور دييه  قورقارم.“ دیردي. حرارتلي بر كونده  أوگله  وقتي صدقه  دوه لریني بالذّات كنديسي باغلار ايكن كورنلر، ”نيچون كنديڭز زحمت چكييورسڭز؟ امر بويورسه ڭز ده  باغلاسه لر، اولمازمي؟“ دييه  صورارلر. حضرت عمر اونلره ، ”بونلر فقرا حقّيدر. حقّ تعالي بني فقرايه  چوبان ايتدي. كركدركه  فقرانڭ مصلحتلريني كنديم كوره يم. زيرا آخرتده  بندن صورارلر.“ ديمش. حضرت فاروق هر يره  كوندرديگي امير و عامله  بر وصيتنامه  ويرر و نه  ياپاجقلريني بونده  بيان ايدر و بر كاغد دخي اهالي يه  كوندرير و بونده ، ”بو آدم بنم ديديگم كبي حركت ايدرسه  امرينه  مطيع اوليڭز و الّا اولمايڭز.“ دييه  يازار ايمش. عبدالرّحمن بن عوف (رض)، ”عمر كيجه لري صباحه  قدر شهري كزوب بالذّات عسعسلك ايدردي. بر كيجه  بڭا كلوب، ”يا عبدالرّحمن! شهرڭ كنارينه  بر كروان كلدي. قورقارمكه  بر شيلري ضايع اولا. كيده لم، اونلري بو كيجه  بكله يه لم.“ ديدي. اونلري صباحه  قدر بكله دك، بويورمش. Hazret-i ÖmerHazret-i Ömer'den sonra onun gibi müdebbir ve muttaki bir adam dünyaya gelmediğinde ulema müttefiktir. “Dicle kenarında koyun güden çobanın bir koyunu zayi olsa Cenabıhak niçin onun koyunlarını gözetmedin buyurur diye korkarım.” derdi. Hararetli bir günde öğle vakti sadaka develerini bizzat kendisi bağlar iken görenler, “Niçin kendiniz zahmet çekiyorsunuz? Emir buyursanız da bağlasalar, olmaz mı?” diye sorarlar. Hazret-i Ömer onlara, “Bunlar fukara hakkıdır. Hak Teâlâ beni fukaraya çoban etti. Gerektir ki fukaranın maslahatlarını kendim göreyim. Zira ahirette benden sorarlar.” demiş. Hazret-i Faruk her yere gönderdiği emir ve amile bir vasiyetname verir ve ne yapacaklarını bunda beyan eder ve bir kâğıt dahi ahaliye gönderir ve bunda, “Bu adam benim dediğim gibi hareket ederse emrine muti olunuz ve illa olmayınız.” diye yazar imiş. Abdurrahman bin Avf (ra), “Ömer geceleri sabaha kadar şehri gezip bizzat asaslik ederdi. Bir gece bana gelip, “Ya Abdurrahman! Şehrin kenarına bir kervan geldi. Korkarım ki bir şeyleri zayi ola. Gidelim, onları bu gece bekleyelim.” dedi. Onları sabaha kadar bekledik, buyurmuş.  علمايه  حرمتخلفاي عبّاسيه دن هارون رشيد ده  علمايه  پك زياده  احترام كوستريردي. زماننڭ اكابر علماسندن اولان و علّت اعمايه  دوچار اولمش بولونان ابو معاويه  ديركه :بر كون رشيد ايله  برلكده  طعام ايتمشدم. بر شخص المه  صو دوكدي. او آرالق هارون،- يا ابا معاويه ، الڭه  كيم صو دوكدي بيليرميسڭ؟ ديدي.- خير، ديدم.- بن دوكدم، ديدي.- يا امير المؤمنين، بوني علمه  و علمايه  تعظيم ايچون ياپييورسڭ، ديدم.- اوت، ديدي. Ulemaya HürmetHulefa-yı Abbasiye’den Harun Reşit de ulemaya pek ziyade ihtiram gösterirdi. Zamanının ekabir-i ulemasından olan ve illet-i a’mâya düçar olmuş bulunan Ebu Muaviye der ki:Bir gün Reşit ile birlikte taam etmiştim. Bir şahıs elime su döktü. O aralık Harun,- Ya Eba Muaviye, eline kim su döktü bilir misin? Dedi.- Hayır, dedim.- Ben döktüm, dedi.- Ya Emire’l- Müminîn, bunu ilme ve ulemaya tazim için yapıyorsun, dedim.- Evet, dedi. ناموس و قناعتبركون غايت كبار بر ذات سركه جي ايستاسيوننه كلير. ايستاسيونه  كيرمدن أوّل بر موزعدن او كونكي غزته لرله  برقاچ ده  رساله  آلير. موزعه  بر چار يك ويرر. اوندن صوڭره  برنجي موقع بيلتنى آلير. شمندوفره  بينه جگي صيره ده  آرقه دن بري:- افندي، افندي! دييه  باغيرير. او ذات درحال دونر، باقاركه  كنديني چاغيران موزعدر. موزع درحال النده كي عثمانلي ليره سني اوزاتارق:- افندي حضرتلري! سز بڭا بر چار يك ويره جگڭزه  بر ليرا ويرمشسڭز، دير. افندي بو كوچك تاجرڭ بو درجه  ناموسلي اولديغني كورنجه  فوق العاده  محظوظ اولور. حتّی جیبندن بر مجيديه  داها چيقارارق،- بوني سنڭ ناموسكار اولديغڭه  هديه  اولارق ويرييورم. پك ممنون اولدم. ان شاء اللّٰه دائما بويله  اولورسڭ! دييه  بيچاره  موزعی سوينديردي. انسان ناموسلي اولملي، ديگرينڭ خطاسندن استفاده  ايتمه يه  قالقيشماملي.Namus ve KanaatBirgün gayet kibar bir zat Sirkeci İstasyonu’na gelir. İstasyona girmeden evvel bir müvezziden o günkü gazetelerle birkaç da risale alır. Müvezziye bir çeyrek verir. Ondan sonra birinci mevki biletini alır. Şimendifere bineceği sırada arkadan biri:- Efendi, Efendi! Diye bağırır. O zat derhal döner, bakar ki kendini çağıran müvezzidir. Müvezzi derhal elindeki Osmanlı lirasını uzatarak:- Efendi Hazretleri! Siz bana bir çeyrek vereceğinize bir lira vermişsiniz, der. Efendi bu küçük tacirin bu derece namuslu olduğunu görünce fevkalade mahzuz olur. Hatta cebinden bir Mecidiye daha çıkararak,- Bunu senin namuskâr olduğuna hediye olarak veriyorum. Pek memnun oldum. İnşallah daima böyle olursun! Diye biçare müvezziyi sevindirdi. İnsan namuslu olmalı, diğerinin hatasından istifade etmeye kalkışmamalı. سعد بن معاذڭ مسلمان اولمسيسعد بن معاذ، مدينه ده  اسعد بن زراره نڭ اونده  اسلامي تبليغ ايدن حضرت مصعبڭ سوزلرينى ديڭله يوب مسلمان اولمه يه  قرار ويردي. ”سز بو دينه  كيرركن نه  ياپييورسڭز؟ “دييه  صوردي. مصعب اوڭا دين اسلامڭ اركان و آدابنى آڭلاتدي. سعد بن معاذ ايمان ایدنجه  همن قالقوب كندي قومي اولان بني عبد الاشهل طائفه سنڭ ياڭنه  كيتدي. اونلره  اي جماعت، بني ناصل بيليرسڭز، ديدي. اونلر، سن بزم اولومز و افضلمزسڭ، ديديلر.أويله  ايسه  سز ده  اللّٰه رسولنه  ايمان ايتمليسڭز و ايمان ايتمه دكجه  بوندن صوڭره  هيچ بريڭزله  كوروشميه جگم، ديدي. او كون بني عبد الاشهل قبيله سندن ايمان ايتمه دك كيمسه  قالمدي. بوندن صوڭره  سعد بن معاذ ايله  مصعب، اسعد بن زراره نڭ خانه سنده  اوتوروب ديگر مدينه ليلري دين اسلامه  دعوت ايله  مشغول اولديلر. آز مدّت ظرفنده  مدينه ده  دين اسلام أويله  شايع اولديكه  اوس و حزرج قبيله لري ايچنده  بر خانه  مستثنا مسلمان اولمادق كيمسه  قالمدي.Sa’d Bin Muaz’ın Müslüman OlmasıSa’d bin Muaz, Medine’de Es’ad bin Zürare’nin evinde İslam’ı tebliğ eden Hazret-i Musab’ın sözlerini dinleyip Müslüman olmaya karar verdi. “Siz bu dine girerken ne yapıyorsunuz?” diye sordu. Musab ona din-i İslam’ın erkan ve adabını anlattı. Sa’d bin Muaz iman edince hemen kalkıp kendi kavmi olan Beni Abdü’l-Eşhel taifesinin yanına gitti. Onlara ey cemaat, beni nasıl bilirsiniz, dedi. Onlar, sen bizim ulumuz ve efdalimizsin, dediler.Öyle ise siz de Allah Resulüne iman etmelisiniz ve iman etmedikçe bundan sonra hiçbirinizle görüşmeyeceğim, dedi. O gün Beni Abdü’l-Eşhel kabilesinden iman etmedik kimse kalmadı. Bundan sonra Sa’d bin Muaz ile Musap, Es’ad bin Zürare’nin hanesinde oturup diğer Medinelileri din-i İslam’a davet ile meşgul oldular. Az müddet zarfında Medine’de din-i İslam öyle şayi oldu ki Evs ve Hazreç kabileleri içinde bir hane müstesna Müslüman olmadık kimse kalmadı.

Murat DARICIK 01 Eylül
Konu resmiBulmaca
Bulmaca

Aşağıdaki bilmeceleri karşılarındaki kutulara yazınız ve işaretli kutulardaki harfleri sırasıyla aşağı yazıp gizli cümleyi bulunuz. Ç Ö Z Ü M

Osmanlıca DERGİ 01 Eylül