كولتور، حياتمز ايلك ايلتيشيم آراجي، ايلك انسانه اينن اون صحفدر. انسانلق ايچون ايلك ايلتيشيم الٰهيدر و وحيله اولمشدر. ايشڭ اصولنڭ كوستريلديگي - عين زمانده بر اگيتيم اولان- بو طوروم، صوڭره سنده ، انسانلرڭ كندي آراسنده چشيتلنه رك و قولايلاشارق دوام ايتمشدر. كونمزده ايسه چاغڭ آدينى ايلتيشيم ياپاجق نقطه يه كلمشدر. بر دونم كاتبلري يتيشديرن ايلتيشيم احتياجي، مطبعه نڭ چيقمسيله چاغ آتلامش و خيزلانمش، آردندن ديژيتال دونمڭ كلمسيله باشلري سرسم ياپمشدر. هر فائده لي اولان شيئڭ، قوللانيمنه كوره ، ضررلي طرفلري ده اولديغي محقّقدر. أويله زمانلر اولمشكه ضررلرندن صاقينمق داها أوڭجه لكلي بر مسئله حالنه كلمشدر. بز دركيده بو يوڭلره بر پارچه دقّت ايتمه يه چاليشدق، بلگه لر پايلاشدق. بونڭ ياننده عثمانلي دونمي موقوته لرندن قونويه دائر يازيلر آلدق. يري كلمشكن بحث ايتمك ايسته ديگم بر قونو ده دركيلر و دركي كونلريدر. حمد اولسون هر شيئه رغمًا هنوز دركيلر چيقمه يه دوام ايتمكده ، چوق زورلانانلر ديژيتال ده اولسه وارلغنى سورديرمه يه غيرت ايتمكده در. بو، سوينديريجيدر. زيرا دركيلر ساده جه برر دركي دگل، عين زمانده كولتور اوجاقلريدر. كولتور ايشجيلرينڭ يتيشديگي ايلك مكتبلردر. دركيلرڭ وارلغي كولتورل چاليشمه ياپاجق انسانلر ايچون آنا اوقولي، آنا دیلي، آنا تتيكله ييجيسيدر. وارلقلري ضروريدر. عثمانليجه دركيسي آچيسندن ”كيده مدىگڭ ير سنڭ دگلدر“ سوزينه راجعدر. زيرا دركي واسطه سيله بربريمزي كورمدىگمز نيجه كيشي عثمانليجه أوگرنه بيلمشدر، حمد اولسون. دركيلرڭ وارلغنى اڭ نت كورديگمز ير ايسه بو سنه ١٤ نجیسني دوزنلنه جك دركي كونلريدر. يوزلرجه دركينڭ بر آراده اولديغي، اوقور، يازار و دركيلرڭ بولوشديغي اڭ بيوك اورغانيزاسيوندر. بو كولتور كونلرنده اونلرجه دركي حيات بولمش، كنجلر بو وسيله يله كولتورل أورتيمڭ ايچنه كيرمه يه جسارت ايتمشلردر. كولتور/عرفان بر معناده حياتڭ كنديسي ايسه ، نفس آلوب ويرمه يه دوام ايتدكجه كولتورل چاليشمه لر اولاجق، كسيلديگي كون جان بدنده اولماياجقدر. بو قدر حياتيدر. İlk iletişim aracı, ilk insana inen on suhuftur. İnsanlık için ilk iletişim ilahidir ve vahiyle olmuştur. İşin usulünün gösterildiği -aynı zamanda bir eğitim olan- bu durum, sonrasında, insanların kendi arasında çeşitlenerek ve kolaylaşarak devam etmiştir. Günümüzde ise çağın adını iletişim yapacak noktaya gelmiştir. Bir dönem katipleri yetiştiren iletişim ihtiyacı, matbaanın çıkmasıyla çağ atlamış ve hızlanmış, ardından dijital dönemin gelmesiyle başları sersem yapmıştır. Her faydalı olan şeyin, kullanımına göre, zararlı tarafları da olduğu muhakkaktır. Öyle zamanlar olmuş ki zararlarından sakınmak daha öncelikli bir mesele haline gelmiştir. Biz dergide bu yönlere bir parça dikkat etmeye çalıştık, belgeler paylaştık. Bunun yanında Osmanlı dönemi mevkutelerinden konuya dair yazılar aldık. Yeri gelmişken bahsetmek istediğim bir konu da dergiler ve dergi günleridir. Hamdolsun her şeye rağmen henüz dergiler çıkmaya devam etmekte, çok zorlananlar dijital de olsa varlığını sürdürmeye gayret etmektedir. Bu, sevindiricidir. Zira dergiler sadece birer dergi değil, aynı zamanda kültür ocaklarıdır. Kültür işçilerinin yetiştiği ilk mekteplerdir. Dergilerin varlığı kültürel çalışma yapacak insanlar için anaokulu, anadili, ana tetikleyicisidir. Varlıkları zaruridir. Osmanlıca Dergisi açısından “gidemediğin yer senin değildir” sözüne racidir. Zira dergi vasıtasıyla birbirimizi görmediğimiz nice kişi Osmanlıca öğrenebilmiştir, hamdolsun. Dergilerin varlığını en net gördüğümüz yer ise bu sene 14.sü düzenlenecek Dergi Günleridir. Yüzlerce derginin bir arada olduğu, okur, yazar ve dergilerin buluştuğu en büyük organizasyondur. Bu kültür günlerinde onlarca dergi hayat bulmuş, gençler bu vesileyle kültürel üretimin içine girmeye cesaret etmişlerdir. Kültür/irfan bir manada hayatın kendisi ise, nefes alıp vermeye devam ettikçe kültürel çalışmalar olacak, kesildiği gün can bedende olmayacaktır. Bu kadar hayatidir.
بو صوڭ بهار آينده سزڭله كونلك ديلده صيقجه قوللانديغمز پك چوق كلمه نڭ كوكنلرينه بر يولجيلق ياپمه يه چاليشاجغز. سوكيلي دوستلر، ”انسان ديلنڭ آلتنده كيزليدر“ ديركن اصلنده كيشينڭ ايچ دنياسني طيشه ياڭسيتمه سني، نيتنه و مقصدينه كوره سچه رك قوللانديغي كلمه لري قصد ايتمش اولويورز. بو سببله كلمه لرڭ كوكنلريني، كوجني، اتكيلريني أوگرنمه يه و أوگرتمه يه احتياجمز وار. اوت، سوكيلي دوستلر كوكنلرينه يولجيلق ياپاجغمز ايلك كلمه مز ”شمسيه “ Bu sonbahar ayında sizinle günlük dilde sıkça kullandığımız pek çok kelimenin kökenlerine bir yolculuk yapmaya çalışacağız. Sevgili dostlar, “İnsan dilinin altında gizlidir” derken aslında kişinin iç dünyasını dışa yansıtmasını, niyetine ve maksadına göre seçerek kullandığı kelimeleri kastetmiş oluyoruz. Bu sebeple kelimelerin kökenlerini, gücünü, etkilerini öğrenmeye ve öğretmeye ihtiyacımız var. Evet, sevgili dostlar kökenlerine yolculuk yapacağımız ilk kelimemiz “Şemsiye” ŞEMSİYE: Arapça güneş kelimesinden türetilen bu kelime, sıcak memleketlerde güneşten korunmak için kullanılan aletin adıdır. Ne kadar gariptir ki; hiç güneş yokken, yağmur yağdırılırken bizler, şemsiyeyi kullanıyoruz. PAYİTAHT: Bu kelime birleşik bir kelimedir. “Pa” ve” taht” kelimelerinden oluşur. Padişahın tahtının ayağının bulunduğu şehri ifade eder. Mesela, İstanbul Osmanlının payitahtıdır. BEDAVA: Bu kelime Farsça “bad- ı heva” kelimesinin zaman içinde değişikliğe uğramış şeklidir. Karşılığı olmayan boşa esen rüzgâr havası anlamındadır. USTA: Bu kelime Arapça kökenlidir. Arapçadaki “üstaz” kelimesi önce “üstad” zamanla da o işin erbabı anlamında usta şekline dönüşerek dilimizdeki bugünkü şeklini almıştır. KALFA: Bu kelime şu an Anadolu’nun bazı yerlerinde “kalfe” şeklinde hala kullanılmaktadır. Kelimenin aslı, ustanın yerine bırakacağı kişi anlamında olan “halife”dir. “Halife” kelimesi önce “kalfe” zamanla da “kalfa” şekline dönüşmüştür. SEHPA: Bu kelime farsça iki kelimenin birleşmesinden oluşmaktadır. Eski zamanlarda sehpalar üç ayaklı idi. Farsça üç anlamındaki “se” kelimesiyle ayak anlamındaki “pa” kelimesinin bir araya gelmesiyle bu kelime doğmuş oldu. HİLE- HURDA: Bu terkip halk arasında sahtekarlığı anlatmak için kullanılan yaygın bir ifadedir. Ama terkibin aslını bilmeden kullananlar “hile” ile “hurda” arasında nasıl bir ilişki vardır pek dikkat etmezler. Halbuki “hile” bildiğimiz hile iken, “hurda” kelimesi aldatmak kandırmak anlamındaki Arapça “hud’a” kelimesinin bozulmuş şeklidir. Kuranda “hud’a” münafıkların bir sıfatı olarak anlatılır. ÇARŞAMBA: Bu kelime birleşik Farsça bir kelimedir. “Çehar” (dört) ve “şimbe” (gün) kelimelerinden oluşur. Dördüncü gün anlamındadır. Zamanla “çehar” kelimesi çar şeklinde söylenegelmiştir. Mesela, Hristiyanlıktaki haçı ifade eden “çarmıh” (dört çivi), aslı “çartak” (dört kemer) olan çardak kelimeleri de aynı mantıkla dilimize geçmiştir. PERŞEMBE: Bu kelime birleşik bir kelimedir. “Penc” (beş) ve “şimbe” (gün) kelimelerinden oluşur. Beşinci gün anlamındadır. PENCİK: Aslı “penc-i yek”tir. Farsçada beş ve bir anlamına gelen “penç” ve “yek” kelimelerinden türetilmiş bir kelimedir. Osmanlıda savaşlarda elde edilen esirlerin beşte birinin asker olarak istihdam edilmesi usulünü ifade eden bir sistemin adıdır. DESTE: Bu kelime Farsça el anlamındaki “dest” kelimesinden dilimize geçmiştir. Bir deste gül derken bir ele sığabilecek gül miktarını ifade ediyoruz. TEZGÂH: Bu kelime de birleşik bir Farsça kelimedir. Aslı “destgâh” tır. Yani el işlerinin yapıldığı yer anlamındadır. ABDEST: Bu kelime birleşik bir Farsça kelimedir. “Ab” (su) ve “dest” (el) kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşur. Namaz için kullanılan el suyu demektir. ÇİRKEF: Bu kelime dilimize Farsçadaki “çirkab” ifadesinden geçmiş, zamanla değişim geçirmiş bir sözcüktür. Farsçada “çirk” (pis, kirli) anlamındadır. “Ab” ise su demektir. Farsçada “Çirkab” bulanık haldeki pis sulara verilen bir sıfattır. Zamanla bu kelime, pis, iğrenç su anlamında “çirkef” şeklinde Türkçemize yerleşti. Süreç içinde “çirkef insan” şeklinde veya “çirkefleşmek” tarzında orijinal kullanım sahaları buldu.
ملّا كوراني سلطان ٢مجی مراد دونمي عالملرندن ملّا يگان، حجدن دونركن قاهره ده ملّا كوراني ايله طانيشير. كورانينڭ علم و فضيلتندن اتكيلنير و اوني ادرنه يه دعوت ايدر. برلكده سلطانه كيدرلر. سلطان اوني بروسه ده كي قاپليجه مدرسه سنه صوڭره ده ييلديريم مدرسه سنه مدرّس اولارق آتار. بر سوره صوڭره اوغلي شهزاده محمده خواجه اولارق كورولنديرير. فاتح سلطان محمد تخته كچينجه ملّا كوراني يي قاضيعسكر اولارق آتار. بر كون صحبت اثناسنده ملّا كوراني سلطان فاتحه ، - سنڭ قليجڭڭ هنوز كيره مديگي مكّه ده شو آن بنم اثرلرم اوقونويور، دير. سلطان فاتح بوڭا مقابل، - طوغريدر خواجه م، تفتازانینڭ كتابلريني باشقه لري يازييور سنڭ كتابلري ايسه كنديڭ يازوب مكّه يه كوندردڭ، دييه جواب ويرر. سلطانڭ بو جوابي ملّا كورانينڭ خوشنه كيدر و كولوشورلر. استانبولڭ فتحنده ده بولونان كورانينڭ بر آرا فاتحله آراسي آچيلير و پادشاه اوني قاضيلقدن عزل ايدر. استانبولدن آيريلارق مصره كيدن كوراني يه مصر سلطاني بيوك ايلكي كوسترير. بر سوره صوڭره ياپدقلرندن پشيمان اولان فاتح، مصر سلطانندن ملّا كوراني يي كري كوندرمه سني رجا ايدر. دونوشنده ايكنجي دفعه بروسه قاضيلغنه آتانير. بر سوره صوڭره ملّا خسرودن بوشالان شيخ الاسلاملق وظيفه سنه آتانير. خير ايشلرينى سون ملّا كوراني برچوق جامع و مدرسه انشا ايتديرير. وفاتنه ياقين جنازه نمازنده پادشاهڭ بولونمه سني، نعشنڭ قبره قدر سوروكلنه رك كوتورولمه سني وصيت ايدن ملّا كوراني ١٤٨٨ ييلنده استانبولده وفات ايدر. Molla Gürânî Sultan 2. Murâd dönemi âlimlerinden Molla Yegân, hacdan dönerken Kahire’de Molla Gürânî ile tanışır. Gürânî’nin ilim ve faziletinden etkilenir ve onu Edirne’ye davet eder. Birlikte Sultan’a giderler. Sultan onu Bursa’daki Kaplıca Medresesi’ne sonra da Yıldırım Medresesi’ne müderris olarak atar. Bir süre sonra oğlu Şehzâde Mehmed’e hoca olarak görevlendirir. Fâtih Sultan Mehmed tahta geçince Molla Gürânî’yi kazasker olarak atar. Bir gün sohbet esnasında Molla Güranî Sultan Fatih’e, - Senin kılıcının henüz giremediği Mekke’de şu an benim eserlerim okunuyor, der. Sultan Fatih buna mukabil, - Doğrudur Hocam, Taftazanî’nin kitaplarını başkaları yazıyor senin kitapları ise kendin yazıp Mekke’ye gönderdin, diye cevap verir. Sultan’ın bu cevabı Molla Güranî’nin hoşuna gider ve gülüşürler. İstanbul’un fethinde de bulunan Gürânî’nin bir ara Fatih’le arası açılır ve padişah onu kadılıktan azleder. İstanbul’dan ayrılarak Mısır’a giden Gürânî’ye Mısır sultanı büyük ilgi gösterir. Bir süre sonra yaptıklarından pişman olan Fâtih, Mısır sultanından Molla Gürânî’yi geri göndermesini rica eder. Dönüşünde ikinci defa Bursa kadılığına atanır. Bir süre sonra Mollâ Hüsrev’den boşalan Şeyhülislamlık vazifesine atanır. Hayır işlerini seven Molla Gürânî birçok cami ve medrese inşa ettirir. Vefatına yakın cenaze namazında padişahın bulunmasını, naşının kabre kadar sürüklenerek götürülmesini vasiyet eden Molla Güranî 1488 yılında İstanbul’da vefat eder. استانبول قاضيسي خضر بگ فاتح سلطان محمد استانبولڭ فتحندن صوڭره ، بر جامع انشاسنده وظيفه لنديرديگي خرستيان بر معمارڭ النى كسديرر. الي كسيلن خرستيان معمار، قاضي خضر بگه كيدوب سلطان فاتحي شكايت ايدر. خضر بگ، سلطانه ، خلقدن هر هانكي بري كبي؛ - مراد اوغلي محمد، شو ساعتده محكمه يه كل، دييه جلب كوندرير. فاتح سلطان محمد، طوروشمه كوني صيره دن بر انسان كبي محكمه يه كيدر. خضر بگڭ قارشوسنه اوتورور و محكمه باشلار. محكمه لرده حاكم اوتورور، ديگرلري آياقده افاده ويرردي. خضر بگ، فاتحي اوتورور وضعيتده كورنجه ، آياغه قالقمه سني اخطار ايدر. بو ايقاظ أوزرينه سلطان آياغه قالقار. قاضي خضر بگ؛ محكمه نتيجه سنده فاتحي صوچلي، خرستيان معماري ايسه معصوم بولور و قصاص آيتنى اوقور. فاتحڭ النڭ كسيلمه سنه قرار ويرر. خرستيان معمار، بو صحنه قارشوسنده دويغولانير و، - حقّمدن واز كچوب ديتي قبول ايدييورم، دير. سلطان، شخصي مالندن معماره بر أو باغيشلار. خرستيان معمار، - دنياده بو عدالتڭ اشي يوقدر، دير و كلمۀ شهادت كتيره رك مسلمان اولور. İstanbul Kadısı Hızır Bey Fatih Sultan Mehmed İstanbul’un fethinden sonra, bir cami inşasında vazifelendirdiği Hıristiyan bir mimarın elini kestirir. Eli kesilen Hristiyan mimar, Kadı Hızır Bey’e gidip Sultan Fatih’i şikâyet eder. Hızır Bey, Sultan’a, halktan herhangi biri gibi; - Murad oğlu Mehmed, şu saatte mahkemeye gel, diye celp gönderir. Fatih Sultan Mehmed, duruşma günü sıradan bir insan gibi mahkemeye gider. Hızır Bey’in karşısına oturur ve mahkeme başlar. Mahkemelerde hâkim oturur, diğerleri ayakta ifade verirdi. Hızır Bey, Fatih’i oturur vaziyette görünce, ayağa kalkmasını ihtar eder. Bu ikaz üzerine Sultan ayağa kalkar. Kadı Hızır Bey; mahkeme neticesinde Fatih’i suçlu, Hristiyan mimarı ise masum bulur ve kısas ayetini okur. Fatih’in elinin kesilmesine karar verir. Hıristiyan mimar, bu sahne karşısında duygulanır ve, - Hakkımdan vazgeçip diyeti kabul ediyorum, der. Sultan, şahsî malından mimara bir ev bağışlar. Hıristiyan mimar, - Dünyada bu adâletin eşi yoktur, der ve kelime-i şehadet getirerek Müslüman olur. امام محمّد و هارون رشيد بر كون امام محمّد و طلبه لري اوتوروركن خليفه هارون رشيد كلير. خليفه يي كورن هركس آياغه قالقار اما امام محمّد اوتورمه يه دوام ايدر و آياغه قالقماز. بر سوره صوڭره طلبه لري، هارون رشيدڭ حضورينه چاغيريلان امامڭ باشنه بر شي كلمه سندن انديشه لنيرلر. آنجق چيقنجه هارون رشيدڭ اوڭا، نه دن آياغه قالقمديغني صورديغني، كنديسنڭ ده علم آدملرينڭ خدمتكارلر كبي حركت ايتمه سنڭ اويغون اولماديغني سويله ديگني بليرتير. پيغمبريمزڭ، ”كيم، انسانلرڭ كنديسي ايچون آياغه قالقمه سندن خوشلانيرسه جهنّمده كي يرينه حاضرلانسين!" بويورديغني، بونڭله ده علمانڭ قصد ايديلديگني، حكمداره حرمت و دشمانلره قارشي هيبتلي كورونمه آچيسندن خدمتكارلرڭ آياغه قالقمه سنڭ اويغون اولديغني، آنجق آياغه قالقمامه نڭ علم آدملري ايچون سنّته اويغون اولديغني سويله ديگني افاده ايدر. İmam Muhammed ve Harun Reşit Bir gün İmam Muhammed ve talebeleri otururken Halife Harun Reşid gelir. Halifeyi gören herkes ayağa kalkar ama İmam Muhammed oturmaya devam eder ve ayağa kalkmaz. Bir süre sonra talebeleri, Harun Reşîd’in huzuruna çağırılan İmam’ın başına bir şey gelmesinden endişelenirler. Ancak çıkınca Harun Reşîd’in ona, neden ayağa kalkmadığını sorduğunu, kendisinin de ilim adamlarının hizmetkârlar gibi hareket etmesinin uygun olmadığını söylediğini belirtir. Peygamberimizin, “Kim, insanların kendisi için ayağa kalkmasından hoşlanırsa cehennemdeki yerine hazırlansın!" buyurduğunu, bununla da ulemanın kastedildiğini, hükümdara hürmet ve düşmanlara karşı heybetli görünme açısından hizmetkârların ayağa kalkmasının uygun olduğunu, ancak ayağa kalkmamanın ilim adamları için sünnete uygun olduğunu söylediğini ifade eder. حاتم طائينڭ جومردلگي اقتصاد، سبب عزّت و كمال اولديغنه دلالت ايدن بر واقعه : بر زمان، دنياجه سخاوتله مشهور حاتم طائي، مهم بر ضيافت ويرييور. مسافرلرينه غايت فضله هديه لر ويرديگي وقت، چولده كزمه يه چيقييور. باقاركه ، بر اختيار فقير آدم، بر يوك ديكنلي چالي و كوانلري بلنه يوكله مش، جسدينه باتييور، قناتييور. حاتم اوڭا ديدي: - حاتم طائي، هديه لرله برابر مهم بر ضيافت ويرييور. سن ده اورايه كيت؛ بش غروشلق چالي يوكنه بدل بش يوز غروش آليرسڭ. او مقتسد اختيار ديمشكه : - بن بو ديكنلي يوكمي عزّتمله چكرم، قالديريرم؛ حاتم طائينڭ منّتنى آلمام. صوڭره حاتم طائيدن صورمشلر: - سن كندڭدن داها جوان مرد، عزيز كيمي بولمشسڭ؟ ديمش: - ايشته او صحراده راست كلديگم او مقتسد اختياري بندن داها عزيز، داها يوكسك، داها جوان مرد كوردم. Hatem-i Tâî’nin Cömertliği İktisat, sebeb-i izzet ve kemal olduğuna delâlet eden bir vakıa: Bir zaman, dünyaca sehâvetle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, cesedine batıyor, kanatıyor. Hâtem ona dedi: - Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın. O muktesit ihtiyar demiş ki: - Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam. Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar: - Sen kendinden daha civanmert, aziz kimi bulmuşsun? Demiş: - İşte o sahrada rast geldiğim o muktesit ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm.
Medeniyetin gayesi -hukuk-u milel ve devletin layık olduğu derecede muhterem ve mukaddes tutulması ve her türlü taarruz ve tecavüzden masun ve mahfuz kalmasıdır. İşte böyle bir medeniyet- pençe-i zalimane ve gaddaraneleri karşısında zayıf ve zebun kalanları ekl ve bel’ etmekle idame-i hayata çalışan birtakım yırtıcı hayvanlar ile insanlar arasında medar-ı fark ve temyiz olabilir. İnsanlar ancak o sayede insaniyet kisve-i zibanesini giymekle kesb-i istihkak edebilir. Ve asar-ı insaniyeti ancak o vecihle gösterebilir. Yek diğerinin mallarını gasp ve garat etmekle, kanlarını içmekle lezzet bulan milel ve akvam insan değil hasm-ı insaniyet, medeni değil adüvv-i medeniyettirler. “Gelen gidene rahmet okutturur” darb-ı meselenin hükmü şu asırda tamamıyla tezahür ediyor. Vahşetle itham etmekte olduğumuz kurun-u vusta ve aşair ve kabaili, asr-ı hazır medenilerinin irtikap etmekte oldukları cinayetleri irtikap etmemişlerdir. İnsaniyet ve medeniyet mahkemelerinde kurun-u vusta akvamı kabahatle mahkûm olursa, milel-i hazıra cinayetle mahkûm olur. Kurun-u ibtidaiyede bile emsaline az tesadüf edilen fecayiin bütün şiddet ile yüz gösterdiği şu asırda nasıl medeniyet var denilebilir? Yoksa medeniyet hassa-i malikiyetin yalnız kavilere mahsus olması zayıfların o hasseden mahrum edilmesi midir? Yahut bir an-ı gayr-i münkasimde milyonlarca hatta milyarlarca beşerin kanını akıtmak için icad olunan âlât-ı nariye ve edevat-ı harbiye midir? Eğer beşeriyeti kendisine meftun eden medeniyet bunlardan ibaret ise beşeriyetin neslini idame ve hukukunu sıyanet için kurun-u vustaya rücu etmek pek âkılane bir tedbir olur. Yek diğerlerinin ve bilhassa Osmanlıların ilam-ı idamını imza etmek için çevirdikleri dolaplara, kurdukları tuzaklara sathi bir nazar ile bakanlar Avrupa medeniyetinin nasıl sahte bir medeniyet olduğunu zaten anlıyorlar idiyse de bu defa yüzündeki maskeyi bütün yırttı attı. Osmanlıları vahşi, kendilerini medeni addetmekte olan Avrupa devletlerin vahşetin katmerlisini icra ediyorlar da yine biz vahşi oluyoruz. Şerik medeniyetleri … bulunan İtalya devleti haksız, sebepsiz yere ülkemize saldırıyor da “Yahu nedir senin yaptığın vahşet” demiyorlar. Çünkü planlarına muvafık geliyor. Mülk-i mukaddes ve hakk-ı sarihimiz olan Girit’i Yunan’ın elinden kurtarmaya müsaade edilmiyor da İtalya’nın gasp ve istila etmesine ne hikmete binaen ve ne vecihle müsaade ediliyor? Yoksa devlet-i Osmaniyenin bir hükümet-i İslamiye olması hukuk-u medeniyeden iskatını mı icap ediyor? Fas’ın başına getirdikleri belalara, İran’ın sinesine açtıkları yaralara, devlet-i Osmaniye’ye karşı gösterdikleri hücumlara bakılacak olursa hükümat-i İslâmiyeyi aç kurt gibi birer birer bel’ etmek hayal-i hamını taşıdıkları anlaşılmaz bir şey değildir. Fakat her türlü taarruz bu hücumlara rağmen hükümat-ı İslamiye ve bilhassa hükümet-i Osmaniye avn-i Hak ile mevcudiyetlerini ilelebed muhafaza edeceklerdir. Sulh ve müsalemet üzere yaşamak matlup ise hükümet-i Osmaniye zaten o programı takip etmektedir. Yok hilal – salip, Müslümanlık – Hristiyanlık kavgası çıkarılacak ise “altta kalanın canı çıksın” darb-ı meseli düstur-u hareketimiz olacaktır. Yalnız alem-i İslam hususiyle bilumum Osmanlılar şu sıra ve gayetle müteyakkız ve mutabassır bulunmalıdır. Silah ile vatanın müdafaasına koşacak zamanın hululüne kadar sabır ve sükuneti muhafaza etmeli ve ihlal-i intizam edecek her türlü hareketten son derece çekilmelidir. İcabında hükümetin vereceği emri infaz için hazır bulunmalıdır. Vatanı düşmanın tecavüzünden kurtarmak aklen lazım olduğu gibi şer’an da farz ve vaciptir. “Maazallah” vatan elden giderse ne dini kalır ne can ve ne de mal. Vatan laf ile kurtarılamaz kuvvetli donanma, kuvvetli ordu ile kurtarılabilir. Onlar da yine laf ile olmaz, para ile olur. Üç seneden beri zenginlerimiz insaf edip de servetlerinden birer parça vermiş olsalar idi, birkaç zırhlı daha alınmış olurdu. Şimdi ölümden beter olan düşman zırhlılarını sahillerimizde görmez idik. Şimdi olsun aklımızı başımıza toplayalım da taht-ı tehlikede bulunan vatanımızı ve binaenaleyh dinimizi, canımızı, malımızı, evlad iyalimizi bazımız malımız ile, bazımız da canımız ile kurtarmaya çalışalım. Yoksa hem Allah’a, peygambere asi oluruz hem de ecdadımız bize lanet okur. Hulasa gözlerimizi dört açalım; uyuyacak zaman değil, düşmanlar etrafımızı sarmak istiyor. Ahmed Şirani * Beyanü’l-Hak, 26 Eylül 1327, c. 5, s. 2355
Kadim Yunan’ın devr-i teali ve tekamülü hiç şüphe yok ki medya muharebeleri ile başlamıştır. Yalnız askerlik ve gemicilik değil, edebiyat ve hikemiyat da, ulum ve maarif her şubesi de ukela-yı sebanın memleketinde medya muzafferiyatından sonra mazhar-ı feyz-i terakki oluyor. Zafer, her kapıyı açar. Bunun bir numunesine memleketimizde de şahit oluyoruz. Harp esnasında faaliyet-i milliyeye halel gelmek şöyle dursun, bu faaliyet adeta tezayüd ediyor. Şu iddiamızı emsile ile ispat edeceğiz: Maarif-i Umumiye Nezareti mekteplere elverişli kitapları tab’ ve neşretmek vazifesine devam ile beraber telif şeklinde olsun mütemadiyen kitap bastırıyor. O derecede çok kitap bastırıyor ki bir adam bunlardan birini okumak kast etse, daha nihayete ermeden diğeri intişar ediyor. Tarih, lügat, felsefe, riyaziyyat büyük bir semahatle millete bezl edilmektedir. Bu nefis ciltler kari’ler tarafından güzelce okunduktan, muhteviyatları üzerine müzakereler, muhadaralar cereyan ettikten sonra bugünkü neşriyatın -millete hasıl olmuş bir teyakkuz ve intibah şeklinde netaic-i meşkuresini göreceğiz. Maarif-i Umumiye Nazırı Şükrü Beyefendi, üstatlarımız ve ahbabımız tarafından tesis edilen (Asar-ı Müfide Kütüphanesi)ni de pek yakından himaye etmektedirler. Cenab Şahabettin, Süleyman Nazif, Mahmut Kemal, İsmail Hakkı, Osman Kemal Beyefendilerin himmetleri ile bu kütüphane irfan-ı milliyi yükseltiyor. Geçen gün Yahya Efendi Divanı intişar etmiş idi. Bununla alem-i edebiyatımızda pek hoş bir mübahese-i edebiye başladı. Celal Nuri Bey (İkdam)’da Divanı tenkit etti. Bu suretle (Klasizim) tarzı hakkında birçok sözler söylendi. Süleyman Nazif Bey ise (Tasvir-i Efkâr) ile mukabele etti. Mesele açıldıktan sonra müverrih-i namdar Ahmet Refik Bey müfid bir sisle-i makalat ile Yahya Efendinin tercüme-i hâlini bize bildirdi. Eşher-i efadılımız Ali Emiri Efendi ise daha uzun bir silsile-i tedkikat ile müfti-i esbak-ı enamın mahiyet-i edebiyesini gösterdi. Sırf kendimize, kendi edebiyatımıza taalluk eden bu mübahase ile bundan üç yüz sene evveline gitmiş olduk. Yine hükümet-i seniyyenin muavenet ve müzaheretiyle Ata Beyefendi üstadımız (Hammer) tarihinin sekizinci cildini havaşi-i mühimme ile tercüme ve neşre muvaffak oldular. Ata Bey’in himmeti her türlü takdir ve tahsiline sezadır. Hiçbir gencimiz müşarun ileyh kadar himmet sahibi görünmüyor. Eser, pek güzel tercüme ve iktibas edilmiş olmakla beraber birçok da mütalaatı ihtiva etmektedir. İnşallah Ata Beyefendi bu külliyat-ı tarihiyenin cümlesini tercümeye muvaffak olurlar. Ata bey gibi, bir diğer gayur üstadımız veya refikimiz Zinkeisen’in tarih-i Osmanisini iktibasa hame-ran olsa irfan-ı memlekete büyük bir hizmet etmiş olur. Kezalik bilhassa Fransa-Osmanlı münasebetini tafsil ve tatvil eden (Lavalle)’nin Tarih-i Osmanisi de cedir-i iktibastır. Şeyhülislam Musa Kazım Efendi hazretleri de ihtiyacat-ı asriyeye muvafık bir tefsir neşrine ibtidar eylemekle seviye-i ilmiyemizin arkasına lütuf buyuruyorlar. Evkaf matbaasının büyük hacimde tab’ına başladığı (Saffetü’l-Beyan Fi Tefsirü’l-Kur’an) alem-i şer’iyyatımızda müstahsen bir teceddüd sayılır. Çoktan beri Türkçe tefsir yazılmamıştı. Yalnız Sırrı Paşa merhum, bilhassa Fahru’r-Razi hazretlerinden tercüme ve nakil suretiyle meydana birkaç cilt getirmişlerdi. Ondan evvel sırf Osmanlı Türkçesi olarak yazılan tefasir-i şerife biraz eskimiş sayılırdı. İşte efendi hazretleri bu tefsir-i latifi telif buyurmakla büyük bir ihtiyacı def’ ve selb ediyorlar. Verdiğimiz şu tafsilattan anlaşıldığına göre dimağ-ı Osmani, şu hengam-ı harpte eskisinden ziyade muadelat-ı ilmiye ve edebiye ile meşgul oluyor. Türklerin piş-i nazar-ı istifadesine birçok şekil ve fikir arz edildi: Hamid’in külliyatı tabedilip mizacımızı inceletiyor. Geçenlerde basılan mektupların birinci cildi ne kadar latif idi. Bu gibi asarı okudukça millette cidden bir terakki hasıl oluyor. Münevveranımız ve bilhassa gençlerimiz daha nezih ifade-i merama kudret-yab olmaktadırlar. Önümüzdeki kış, bizim için mütevaliyen edebi ziyafetlerle geçecektir. Her ay muntazaman Abdülhak Hamid’in bir cildi kütüphanemizi tezyin edecek ve Hersekli Arif Hikmet Bey gibi, Ziya Paşa gibi hakikaten nevadirden olan şairlerimizin bir hayli külfetlerle toplanan külliyat-ı seferiyeleri, Paşa merhumun o pek kıymettar ve dört cilt üzerine mürettep (Endülüs Tarihi) malumatımızı tenvi’, karihalarımızı tevsi’, herhalde bizleri şehrah-ı maarifete teşci’ edecektir. Mahmud Nazım *Edebiyat-ı Umumiye Mecmuası, Sene 1, Numara 3, s. 61
Tbâaatin icadı evrak-ı havadisin zuhuruna bais olduğu gibi … yani hak-i ale’l-haşeb fenni nin terakkisine dahi sebeb-i mahz olmuştur. Vakıa evrak-ı mevkutenin bir ksım-ı mühimmi olan matbuat-ı musavvere sühulet ve ehveniyeti derkar olan hak-i ale’l-haşeb sayesinde meydana gelmiş ise de tabaatten pek çok zaman mukaddem mevcud olan bu fennin terakkisi tabaate tatbikinden sonra hasıl olduğu yani her biri diğerinin hudus ve kemaline sebep verdiği na-kabil-i inkardır. Matbuat-ı Mevkute Enva-ı neşriyat meyanında mebahis-i fenniye ve ilmiyeye mahsus olan asar-ı mevkuteden nafi ve her sınıf halk için şamilü’l-fevaid bir şey göremiyoruz. Çünkü bu misillü mecmualar gazeteler gibi, daima havadis kovalamaya ve fikdanı halinde ihtira ve icad etmeye veyahut sem’-i ıttılaına vasıl olan bir hadiseyi istediği şekil ve surete tahvil ve esas ve mahiyetini tebdil etmeye mecbur olmaksızın her ferdi hem mütelezziz ve hem müstefid eyleyecek pek çok mesailden bahs eyleyebilir. Bu sebeple Avrupa akvam-ı garbiyesi meynanında resail-i mevkutenin haiz olduğu rağbet ve ehemmiyeti neşriyat-ı matbuadan hiçbirisi ihraz edememiş ve binaenaleyh bu yolda mecmualar bir çiftçiden bir alem-i … niye ve -eğer tabir caiz ise- ealiden edaniye kadar her sınıfın bezm-i istifadesine dühul ile her birinin bir gune tevsi’-i malumatına hizmet etmek hassasına malik bulunmuştur. Bir de ulum gazeteleriyle havadis gazeteleri beyninde bir fark olup, berikilerin kıymeti neşr olundukları ana münhasır ve bir faide-i zaideleri var ise o da fihrist-i şuunat hükmünde bulunmalarından ibaret olduğu halde asar-ı mevkutenin havi olduğu mebahis ve mesail güna gün hiçbir vakit eskimeyip daima meziyet-i ciyadeti haiz ve bu sebeple her zamanda ve herkes indinde ehemmiyet ve menfaati şüphesizdir. *Mecmua-i Ebuzziya, fi gurre-i zilkade 1397, no: 4
دركي، حر تفكّرڭ قلعه سي شهرتي فتحه قوشان بر آيدينلر اوردوسي. كيمي يان يولده قالاجق، كيمي يول دگيشديره جكدر بو آقينجيلرڭ. بلكه هيچ بري واراماياجقدر هدفه . كنج دوشونجه ، دركيلرده قنات چيرپار. ياساق بولگه طانيمايان بر تجسّس؛ طانيمايان، داها طوغريسي طانيمق ايسته مه ين. اڭ چاتيق قاشليلرنده بيله انساني كولومستن بر ”اعتماد نفس“، دنيانڭ كنديسيله باشلادعغني وهم ايدن بر صفوت وار. طمورجقلرڭ واعدكار غروري. بر شهرڭ ايچ صوقاقلري كبي محرم و صميميدرلر. دورڭ چهره سني ماقياژسز اولارق اونلرده بولورسڭز. موزه دن چوق آنتيقه جي دكّاني، مهمل و دربدر. كتاب، استقباله يوللانان مكتوب... سیموكين كیين هيجان، موميالانان تفكّر. كتاب و غزته ... بري زمانڭ طيشنده در، أوته كي ”آن“ڭ كنديسي. كتاب، برابر ياشار سزڭله ، برابر بويور. غزته ، اوقوننجه بيتر. كتاب فضله جدّي، غزته فضله صورومسز. درگي، حر تفكّرڭ قلعه سي. بلكه سرسري اما تازه و صيجاق بر تفكّر. كتاب، چوق دفعه تك انسانڭ اثري، تك دوشونجه نڭ يانقيسي؛ دركي بر ذكالر طوپليلغنڭ. بر نسلڭ وصيتنامه سيدر دركي؛ وصيتنامه سي، داها طوغريسي مساژي. قاپانان هر دركي، غائب ايديلن بر صواش، هزيمت ويا انتحار.“ ”بزده حزين بر قدري وار دركيلرڭ؛ چوغي بر موسم ياشار، چيچكلر كبي. اڭ طالعليلري بر نسله سسلنير. اسكي دركيلر، زيارتجيسي قالمايان بر مزارلق. آناختاري غائب اولمش بر چكمجه . صحيفه لرينه هانكي خاطره لر سيڭمش، هانكي اميدلر، هانكي هيجانلر كيزلنمش، مراق ايدن يوق. مجموعۀ فنون (١٨٦٣-١٨٦٥) تام بر مكتبدي، دييور طاڭ پيڭار. ”بو مجموعه بزده ، بيوك فرانسز آنسيكلوپه ديسنڭ اون سكزنجي عصرده كي رولني اوينار.“ نه غريب مقايسه ! فرانسز آنسيكلوپه ديسي، يوكسلن بر صنفڭ غوغا سلاحيدي. نصّلري دورمكدي آماچ؛ نصّلري، يعني كليسايي. مجموعۀ فنون، بر آووچ بوروقراتڭ ناشر افكاریدر؛ داها طوغريسي باتيدن ادخال ايديلن پوصه فكرلرڭ سركيلنديگي بر ميدان. نه ملّتي تمثيل ايدر نه اجتماعي بر صنفي. بونڭله برابر، دوشونجه تاريخمزڭ بر صحيفه سيدر؛ بدبخت ويا بختيار بر صحيفه سي. هانكيمزده قولكسييوني وار؟ دركيلر، ايكنجي مشروطيتده بر خطابت كرسيسيدي، خطابت كرسيسي ويا بايراق. آلتين چاغلري يڭي حرفلرڭ قبولي ايله صوڭه ايردي. اسكي اوقويوجيلريني غائب ايتديلر، يڭي اوقويوجي نسللري يتيشنجه يه قدر دولتدن يارديم بكله مك زورنده قالديلر. جمهوريت اينته ليژانسيياسنڭ اڭ عاجل وظيفه سي، ماضي يي تصفيه و حالي تقويه يدي. تقرير سكون قانوندن ١٩٤٠’لره قدر، دركيلريمز هيچ بر ”آشيری دوشونجه یه داها طوغريسي دوشونجه يه ير ويرمزلر.“ ”صوڭره ، زمان زمان چيغلقلر دويولور، تك پارتي دورينڭ كثيف و قسوتلي هواسني طاغيتمه يه چاليشان چيغلقلر. نهايت پوليتيقه ، هفته لق غوغا دركيلرينه كورولمه مش بر علاقه صاغلار. و بو هاي هوي ايچنده ، سسي بوس بتون قيصيلان ادبيات، برقاچ زواللي دركينڭ صولوق صحيفه لري آراسنده نباتي بر حيات ياشار.“ Şöhreti fethe koşan bir aydınlar ordusu. Kimi yan yolda kalacak, kimi yol değiştirecektir bu akıncıların. Belki hiçbiri varamayacaktır hedefe. Genç düşünce, dergilerde kanat çırpar. Yasak bölge tanımayan bir tecessüs; tanımayan, daha doğrusu tanımak istemeyen. En çatık kaşlılarında bile insanı gülümseten bir “itimâd-ı nefs”, dünyanın kendisiyle başladığını vehmeden bir saffet var. Tomurcukların vaitkâr gururu. Bir şehrin iç sokakları gibi mahrem ve samimidirler. Devrin çehresini makyajsız olarak onlarda bulursunuz. Müzeden çok antikacı dükkânı, mühmel ve derbeder. Kitap, istikbale yollanan mektup... smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür. Kitap ve gazete... biri zamanın dışındadır, öteki “an”ın kendisi. Kitap, beraber yaşar sizinle, beraber büyür. Gazete, okununca biter. Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnâmesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar.” “Bizde hazin bir kaderi var dergilerin; çoğu bir mevsim yaşar, çiçekler gibi. En talihlileri bir nesle seslenir. Eski dergiler, ziyaretçisi kalmayan bir mezarlık. Anahtarı kaybolmuş bir çekmece. Sayfalarına hangi hatıralar sinmiş, hangi ümitler, hangi heyecanlar gizlenmiş, merak eden yok. Mecmua-i Fünûn (1863-1865) tam bir mektepti, diyor Tanpınar. “Bu mecmua bizde, Büyük Fransız Ansiklopedisi’nin on sekizinci asırdaki rolünü oynar.” Ne garip mukayese! Fransız Ansiklopedisi, yükselen bir sınıfın kavga silâhıydı. Nassları devirmekti amaç; nassları, yani kiliseyi. Mecmua-i Fünûn, bir avuç bürokratın nâşir-i efkârıdır; daha doğrusu Batı’dan ithal edilen posa fikirlerin sergilendiği bir meydan. Ne milleti temsil eder ne içtimâi bir sınıfı. Bununla beraber, düşünce tarihimizin bir sayfasıdır; bedbaht veya bahtiyar bir sayfası. Hangimizde koleksiyonu var? Dergiler, İkinci Meşrutiyet’te bir hitabet kürsüsüydü, hitabet kürsüsü veya bayrak. Altın çağları yeni harflerin kabulü ile sona erdi. Eski okuyucularını kaybettiler, yeni okuyucu nesilleri yetişinceye kadar devletten yardım beklemek zorunda kaldılar. Cumhuriyet intelijansiyasının en âcil vazifesi, maziyi tasfiye ve hâli takviyeydi. Takrir-i Sükûn Kanunu’ndan 1940’lara kadar, dergilerimiz hiçbir “aşırı düşünceye daha doğrusu düşünceye yer vermezler.” “Sonra, zaman zaman çığlıklar duyulur, tek parti devrinin kesif ve kasvetli havasını dağıtmaya çalışan çığlıklar. Nihayet politika, haftalık kavga dergilerine görülmemiş bir alâka sağlar. Ve bu hayhuy içinde, sesi büsbütün kısılan edebiyat, birkaç zavallı derginin soluk sayfaları arasında nebatî bir hayat yaşar.” Cemil Meriç *Cemil Meriç, Bu Ülke, s. 127
ادیبلر ادبلي اولملي اي غزته جيلر! ادیبلر ادبلي اولملي؛ هم ده ادب اسلاميه ايله متأدّب اولملي. و اونلرڭ سوزلري، قلب عمومئ مشترك ملّتدن بيطرفانه چيقملي. و مطبوعات نظامنامه سني، وجدانڭزده كي حسّ ديانت و نيت خالصه تنظيم ايتملي. حالبوكه ، سز ايكي قياس فاسدله ، يعني طشره يي استانبوله و استانبولي آوروپه يه قياس ايدرك افكار عموميه يي باتاقلغه دوشورديڭز. و شخصي غرضلري و فكر انتقامي اويانديرديڭز. زيرا، الفبا اوقومايان چوجغه فلسفۀ طبيعيه درسي ويريلمز. و اركگه تياتروجي قاري لباسي ياقيشماز. و آوروپه نڭ حسّياتي، استانبولده تطبيق اولونماز. اقوامڭ اختلافي، مكانلرڭ و اقطارڭ تخالفي، زمانلرڭ و عصرلرڭ اختلافي كبيدر. بريسنڭ لباسي، أوته كينڭ اندامنه كلمز. ديمك فرانسز بيوك اختلالي، بزه تمامًا حركت دستوري اولاماز. ياڭليشلق، تطبيق نظريات و مقتضاي حالي دوشونمه مكدن چيقار. Ey gazeteciler! Edipler edepli olmalı; hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli. Hâlbuki, siz iki kıyâs-ı fâsidle, yani taşrayı İstanbul’a ve İstanbul’u Avrupa’ya kıyas ederek efkâr-ı umumiyeyi bataklığa düşürdünüz. Ve şahsî garazları ve fikr-i intikamı uyandırdınız. Zira, elifba okumayan çocuğa felsefe-i tabiiye dersi verilmez. Ve erkeğe tiyatrocu karı libası yakışmaz. Ve Avrupa’nın hissiyatı, İstanbul’da tatbik olunmaz. Akvâmın ihtilâfı, mekânların ve aktârın tehâlüfü, zamanların ve asırların ihtilâfı gibidir. Birisinin libası, ötekinin endamına gelmez. Demek Fransız büyük ihtilâli, bize tamamen hareket düsturu olamaz. Yanlışlık, tatbik-i nazariyat ve muktezâ-yı hâli düşünmemekten çıkar. *(Said Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, 1327)
Köşe Penceresi يعني حياتي ويرن اودر. و حياتي رزق ايله ادامه ايدن ده اودر. و لوازمات حياتي احضار ايدن، يينه اودر. و حياتڭ عالي غايه لري، اوڭا عائددر. و مهم نتيجه لري، اوڭا باقار. يوزده طقسان طقوز ميوه سي، اونڭدر. Yani hayatı veren odur. Ve hayatı rızık ile idâme eden de odur. Ve levâzımât-ı hayâtı ihzâr eden, yine odur. Ve hayatın âlî gayeleri, ona âittir. Ve mühim neticeleri, ona bakar. Yüzde doksan dokuz meyvesi, onundur. (Osmanlıca Beş Risale, s. 14-15) 1. Beyit اولمك درلمك امر اله ایدوكن بلورشول كمسنك كه فهمله طبع سلیمی وار Ölmek dirilmek emr-i ilah idügin bilürŞol kimsenin ki fehm ile tab’-ı selîmi var Hayali(5) * Selim akla ve tam bir anlayışa sahip olanın hali bir başka! Ancak onlar bilir tam bir teslimiyetle (sebeplerden geçerek): hem ölmenin hem dirilmenin Allah’ın emriyle olduğunu. 2. Beyit وصلك بكا حیات ویرر فرقتك مماتسبحان خالقى خَلَقَ المْوت والحیات Vaslın bana hayât verir firkatin mematSübhâne Hâlikî halaka’l-mevte ve’l-hayât(*) Fuzuli(4) * Bak ne diyor kavuşmayı hayat, ayrılığı ölüm gören: Ölümü ve hayatı yaratan Allah, bütün noksanlardan münezzehtir. * (*): Mülk, 2 3. Beyit نوبهار ایرشدی و كتدی شتاكیف یحیی الأرض بعد موتها Nev-bahâr irişdi vü gitdi şitâKeyfe yuhyi’l-arza ba’de mevtihâ (*) Baki(3) * İlkbaharın eriştiğini görüp de kışı uğurlayanın haline bak: “Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor?” hakikati gönül kulağında yankılanmakta. Yeşilliğin kalemiyle zemine yazılan bu suali okumakta. Hem rahmet eserlerini tefekkür etmekte. Yuhyi isminin tecelli ettiği tüm dirilişlerde aynı hakikati görme saadeti… Ne yüce! * (*): Rum, 50 4. Beyit حق كفیل اولدی قولك رزقنه خلق ایله مدنبونی فكر ایتمه ین اندیشه فردایه دوشر Hak kefîl oldu kulun rızkına halk eylemedenBunu fikr etmeyen endîşeyi ferdâya düşer Beliğ(7) * “Ağılda oğlak doğsa ovada otu biter.” anlayışıyla Hayy u kayyumu görebilmek, vazifesiyle meşgul olmak: Büyük bahtiyarlık… Gelecek endişesinden azade olmak… * Ferdâ: (fa) Yarın, gelecek 5. Beyit يار الندن ای محبّی بر قدح نوش ایلینخضر الندن كر اولورسه اب حیوان استمز Yâr elinden Ey Muhibbî bir kadeh nûş eyleyenHızır elinden ger olursa âb-ı hayvân istemez Kanuni Sultan Süleyman(6) * Hızır’ın elinden de olsa hayat suyunu isteyen, sevgili elinden bir kadeh yudumla sen! Bırak bütün yükünü O’na (cc)bırak, bak hayat sefinen nasıl da istikamete çıkar. Hayat-ı bakiyeyi temin eder. Ne gam! 6. Beyit منبع آب حیات ایدی سوزیمطلع نور الٓهیدی اوزی Menba‘-ı âb-ı hayât idi söziMatla‘-ı nûr-ı İlâhidi özi Mehmed Necib(8) * Ab-ı hayat da ne ki! (Her isim olduğu gibi “hayat veren” manasındaki ismin de azami tecelli ettiği) Senin (asm) sözlerinin ta kendisidir hayat suyu... Aynı özünün Allah’ın nurunun kaynağı olduğu gibi. 7. Beyit كرچه أنواع لطف حق چوقدرطول عمر كه و لیك یوق بدلیفخر عالم دیدیكه ویر بكا عمرما علمتَ الْحَیَوة خیراً لی Gerçi envâ’ı lütf-ı Hakķ çokdurTûl-ı ‘ömrüñ velîk yok bedeliFahr-i ‘âlem didi ki vir bana ‘ömrMâ ‘alimte’l-hayâte ħayran lî Okçuzade(2) * Şükür! Hakkın lütfu çok. Uzun bir hayat yaşamak da benzersiz lütuflardan ama her bir istemenin de ölçüsü dengesi var. İşte en güzel hayata sahip olanın (asm) duası: (Hayat) benim için hayırlıysa beni yaşat. Kaynakça BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2014), Beş Risale, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât Ahsenü’l-Hadis, Okçuzade Mehmed Efendi, Sivas Ziya Bey Kütüphanesi, Sivas Yazma, No: 73 (v. 27A) Divan-ı Baki, Süleymaniye Yazma Eser, Ayasofya, No: 3887 (v.30B) Divan-ı Fuzûlî, Milli Kütüphane, Yazmalar, No: FB267 (v. 12B) Divan-ı Hayali, Konya Yazma Eserler Bölge Müdürlüğü, Bölge Yazma Eserler, No: 3447 (v.149A) Divan-ı Muhibbi, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, No: TY01976 (v.105B) Hayati İnanç. (2020, Nisan 5). Allah rızka kefil, imana değil [Video]. YouTube. https://www.youtube.com/watch?v=K4BALrKRMQw&t=32s (Eserin Milli Kütüphane Yz. FB. 268 kayıtlı tek nüshasında eksik varaklar bulunması nedeniyle beytin orijinal imlasına ulaşılamamıştır.) Nazire-i Hilye-i Hakani, Necib Efendi, Süleymaniye Yazma Eser, Hacı Mahmud Efendi, No: 3784 (v.9B) http://katalog.istanbul.edu.tr/ https://kulliyat.risale.online/ http://lugatim.com/ https://portal.yek.gov.tr/
اعمار مجلسلري تنظيمات فرماننڭ ١٨٣٩ سنه سنده اعلان ايديلمه سندن صوڭره عثمانلي بوروقراسيسنده كوكلي دگيشيملر اولمشدر. بعض دولت قوروملرينڭ اسملري و ياپيلري دگيشديريلمشدر. بعض صورونلرڭ چوزومي ايچون ايسه يڭي قوروملر تشكّل ايتديريلمشدر. بونلرڭ آراسنده ١٨٤٥ سنه سندن اعتبارًا قورولمه يه باشلانان اعمار مجلسلريني صايابيليرز. اعمار مجلسلري كچيجي اولارق قورولمقده و قورولدقلري بولكه ده ياشانان صورونلرڭ تثبيت ايديله رك استانبوله ايلتيلمه سني صاغلامقده يديلر. بو سايه ده داها چوق انسانڭ صيقينتيلري و دردلري ديڭلنه بيله جك و چوزوم بولونابيله جكدي. استانبولده ٢٤ مارت ١٨٣٨ تاريخنده قورولان مجلس والا، تنظيمات فرماننڭ اويغولانوب اويغولانمديغني قونترول ايده جك بر شكلده ١٨٣٩ سنه سنده يڭيدن ياپيلاندیريلمشدر. ايشته اعمار مجلسلري ده بو مجلس والايه باغلي اولارق فعاليتلريني دوام ايتديرمكده يديلر. اعمار مجلسلرندن بريسي سلطان عبدالمجيدڭ امريله بصره متصرّفي منيب پاشا باشقانلغنده ايراقده قورولمشدر. بو مجلس واسطه سيله استانبوله ايلتيلن صورونلر قيصه زمانده چوزولمه يه چاليشيلييوردي. مثلا بونلردن بريسي بصره نڭ بنی مالك عشيرتي اشقياسندن قورتاريلمسي و آسايشڭ صاغلانمسيدي. بر ديگر چوزومه قاووشديرولمەيە چاليشيلان صورون ايسه فرات نهرينڭ ايكي ياقه سنده كي تارله لرڭ، هنديه سدينڭ باغلانمايوب ترك ايديلمسي يوزندن ياشادقلري صوسزلقدي. بو صورونڭ چوزومنڭ بر آن أوڭجه صاغلانمه سنڭ كركليلگي بغداد واليسي احمد توفيق پاشا امضالي و ١٢ ايلول ١٨٦١ تاريخلي يازي (٧٦٠/٣-١) ايله صدارته بيلديريلمشدر. Tanzimat Fermanı’nın 1839 senesinde ilan edilmesinden sonra Osmanlı bürokrasisinde köklü değişimler olmuştur. Bazı devlet kurumlarının isimleri ve yapıları değiştirilmiştir. Bazı sorunların çözümü için ise yeni kurumlar teşekkül ettirilmiştir. Bunların arasında 1845 senesinden itibaren kurulmaya başlanan İmar Meclislerini sayabiliriz. İmar Meclisleri geçici olarak kurulmakta ve kuruldukları bölgede yaşanan sorunların tespit edilerek İstanbul’a iletilmesini sağlamaktaydılar. Bu sayede daha çok insanın sıkıntıları ve dertleri dinlenebilecek ve çözüm bulunabilecekti. İstanbul’da 24 Mart 1838 tarihinde kurulan Meclis-i Vâlâ, Tanzimat Fermanı’nın uygulanıp uygulanmadığını kontrol edecek bir şekilde 1839 senesinde yeniden yapılandırılmıştır. İşte İmar Meclisleri de bu Meclis-i Vâlâ’ya bağlı olarak faaliyetlerini devam ettirmekteydiler. İmar meclislerinden birisi Sultan Abdülmecid’in emriyle Basra Mutasarrıfı Münîb Paşa başkanlığında Irak’ta kurulmuştur. Bu meclis vasıtasıyla İstanbul’a iletilen sorunlar kısa zamanda çözülmeye çalışılıyordu. Mesela bunlardan birisi Basra’nın Ben-i Malik Aşireti eşkıyasından kurtarılması ve asayişin sağlanmasıydı. Bir diğer çözüme kavuşturulmaya çalışılan sorun ise Fırat Nehri’nin iki yakasındaki tarlaların, Hindiye Seddi’nin bağlanmayıp terk edilmesi yüzünden yaşadıkları susuzluktu. Bu sorunun çözümünün bir an önce sağlanmasının gerekliliği Bağdad Valisi Ahmed Tevfik Paşa imzalı ve 12 Eylül 1861 tarihli yazı (BOA, MVL, 760/3-1) ile Sadâret’e bildirilmiştir. Transkripsiyonu: Belge no: BOA, MVL, 760/3-1 Tarih: Hicrî 7 Rebiulevvel 1278 (Miladî 12 Eylül 1861) (1)Hû (2)Makâm-ı muallâ-yı sadâret-uzmâya (3)Numara 16 (4)Ma’rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki (5)Bağdad eyaletinin istihsâl-i esbâb-ı ma’mûriye ve ıslâhâtı hakkında Basra Mutasarrıfı saâdetlû Münîb Paşa’nın riyâsetinde ve saâdetlû Atâ Beyefendinin ilâveten me’mûriyeti tahtında olarak (6)a’zâsı erbâb-ı ma’lûmâttan mürekkeb olmak üzere teşkîli muktezâ-yı emr u fermân-ı hazret-i Padişahîden bulunan meclis-i imârın paşa-yı mûmâ-ileyhin Bağdad’a vürûdunda îcâbât-ı (7)lâzımesine teşebbüs olunacağı fî 5 Zilhicce sene 1277 tarihiyle cevâben makâm-ı muallâ-yı vekâletpenâhîlerine takdîm olunan arîza-i kemterânemde arz ve inhâ olunmuşidi Basra havâlisinde tahaddüs eden Ben-i Malik (8)aşâiri eşkıyâsının gâilesi mukaddem ve muahhar bir tafsîl arz ve beyân olunduğu üzere sâye-i muvaffakiyetvâye-i hazret-i şâhânede külliyen bertaraf olarak Allahü’l-hamd ve’l-minne Basra havâlisinin (9)asayişi istihsâl ve istikmâl olunmasıyla paşa-yı mûmâ-ileyh bu kere Bağdad’a muvâsalat etmiş olduğundan iktizâ-yı irâde-i seniyeye tevfîkan meclis-i mezkûr teşkîl olunarak eyâlet-i merkûmenin birinci derecede (10)cümle-i i’mârâtının esâsîsi Hindiye seddinin bend ve istihkâmı kaziyesi olup çünkü sedd-i mezkûrun inhidamından dolayı Nehr-i Fırat bütün bütün Hindiye mukâtaasına cârî olarak nehr-i mezbûrun (11)iki yakasında bulunan birçok mukâtaât-ı cesîme susuzluktan harâb olup bedelâtı sene-be-sene tenâkus etmekte olduğuna ve sedd-i mezkûr bir müddet daha bağlanmayıp terk olunsa Divaniye ve Semave (12)Kaymakamlıkları dâhilinde bulunan mukâtaât kâmilen zirâattan hâlî kalarak bunca vâridât-ı hazîne kaybedilmiş olacağından başka ahali-i meskûne ve gayr-ı meskûnesi dahî bi’z-zarûr (13)susuzluğa dayanamayarak öteye beriye dağılacağı ve sed ve bendi takdîrinde ise mukâtaât-ı mezkûre vâridât-ı hâliyesinin iz’âf-ı muzâafı hâsıl olacağı müsellem kibâr ve sıgâr idüğüne (14)ve sedd-i mezkûr mukaddemleri bi’d-defaât bağlanmış ve nice nice akçeler sarf olunmuş iken nehr-i mezbûrun Hindiye mukâtaasına pek şiddetli cereyân etmesinde dolayı dayanamayıp her (15)def’asında müteâkiben kırılmış olacağı cihetle başlıca tutularak bend ve istihkâmıyla devâm ve istikrârı meclisçe arîz ve amîk lede’l-müzâkere Hindiye nehrinin sed ve bendiyle münâsib (16)mahallinden tuğla ve kireçten rıhtım yapılarak kapılar vaz’ olunduğu ve nehr-i mezkûrun mevsim-i feyezânında aralık aralık işbu kapılar açılarak menfez verildiği hâlde hem şiddet-i (17)cereyânının kuvveti alınmasıyla ve hem de mukâtaa-i mezkûre arazisinin zirâatten hâlî kalmasıyla beraber yapılacak seddin devâm ve bekâsı hâsıl olacağı tahattur olunmuş ve bu sûret-i (18)erbâb-ı vukûf ve ma’lûmât tarafından dahî tasdîk kılınmış ise de bir kere re’ye’l-ayn müşâhede olunmak ve ba’dehû icrâ-yı îcâbâtına teşebbüs ve ibtidâr kılınmak üzere derkâr olan ma’lûmâtları (19)cihetle a’zâ-yı meclis-i mezkûrdan müftî-i sâbık fazîletlû Hacı Mehmed Emin Efendi ve a’zâ-yı meclis-i kebîrden siyâdetlû Nakîb Efendi ile fütüvvetlû Abdüllatif Ağa refâkatlerinde bulunduğu hâlde (20)mûmâ-ileyhimâ Münîb Paşa ve Atâ Beyefendinin azîmetleri tasvîb olunarak mûmâ-ileyhim tarih-i arîza-i kemterânemden çend gün mukaddem Hindiye cânibine azîmet etmiş ve Dicle şattının (21)iki tarafında vâki’ olup pek çok senelerden beri zirâattan hâlî ve harâbe olan Şâdî ve Sırriye ve bunlara mümâsil enhâr-ı cesîme-i metrûkeye bazı aşâyirin celb ve terğîbiyle (22)iskân ettirilerek enhâr-ı mezkûrenin emr-i i’mârına mübâderet olunması dahî cereyân eden müzâkerât-ı îcâbından olmasıyla bunun için Şammer Tuga aşiretinin şeyhi ve ihtiyârları (23)Bağdad’a celb ile müzâkerât-ı îcâbiye derdest-i icrâ olup bi-mennihî Teâlâ mûmâ-ileyhimin Bağdad’a avdetlerinde sûret-i hâl bi’l-etrâf bâ-mazbata ve inhâ olunacağı misillü meclis-i mezkûr (24)masâlihinin gün be-gün ilerletilmesiyle sâye-i ma’mûriyet-vâye-i hazret-i Padişahîde eyâlet-i merkûmenin esbâb-ı ma’mûriyetine leyl ü nehârında vüs’-i iktidâr olacağı derkâr bulunmuş olacağı muhât-ı ilm-i âlem-ârâ-yı vekâletpenâhîleri (25)buyuruldukda ol-bâbda ve herhâlde emr u fermân-ı hazret-i men lehü’l-emrindir fî 7 Rebiulevvel sene 1278 (26)Bende Müşîr-i Ordu-yı Irak ve Vali-i Bağdad (27)Ahmed Tevfîk
Kuruluşundan itibaren asıl gayesini İslâmiyetʼin hâmîliği olarak ifade eden Osmanlı Devleti, bunu hem kanunlarda hem de uygulamalarda her fırsatta ortaya koymuştur. Doğu kültüründen Batı kültürüne eksen kaymasının başlangıcı kabul edilen Tanzimat Dönemiʼnde bile devletin bu temel harcı değişmemiş, mukaddesata hürmet devam etmiştir. Mesela 1876ʼda ilan edilen ve devletin ilk anayasası olan Kânûn-ı Esâsîʼnin 4. maddesi şu şekildedir: “Zât-ı hazret-i pâdişâhî hasbeʼl-hilâfe dîn-i İslâmʼın hâmîsi ve biʼl-cümle tebaʻa-i Osmâniyenin hükümdar ve pâdişâhıdır.” Görüldüğü üzere Osmanlı Devleti İslâmʼı yalnızca din ve hayat modeli şeklinde kabul etmemiş, aynı zamanda kendisini bu dînin koruyucusu ve savunucusu olarak görmüştür. Bunun temel sebebi, anayasada da belirtildiği üzere padişahın halifelik makamını deruhte etmesi, bu makamın gereği olarak da tüm Müslümanların sorumluluğunu ve liderliğini üzerinde taşımasıdır. Hâmîlik kavramı, hem ülke içinde hem de ülke dışında İslâmiyetʼe ve Müslümanlara maddi ya da manevi bir saldırı durumunda kullanılmıştır. Böyle bir durumda devlet, eğer uluslararası bir problem söz konusu ise ilk seçenek olarak diplomatik girişimlerde bulunmayı tercih etmiş, ülke içinde asayiş veya ahlakı ilgilendiren hususlarda ise kanuni uygulamaları devreye sokmuştur. Batıʼda İslâmi değerlere yapılan saldırılar, o dönem imkânlarına göre matbuat ve tiyatro vasıtasıyla yapılmış, özellikle basılı yayınlarda İslâm ahlakına aykırı yazı ve resimlerle her fırsatta kutsal değerlere hakaret edilmiştir. Osmanlı Devleti bunun için diplomatik tedbirleri uygulamaya almış, ayrıca bu muzır yayınların ülke topraklarına girişini yasaklamıştır. Ülke içinde mukaddesatı küçük gören ve ahlaki değerleri bozmaya çalışan girişimlere karşı da yine yayından kaldırma, soruşturma açma, hapis cezası verme gibi cezalar uygulanmıştır. Bu sayımızda kutsal değerlere ve ahlaka aykırı yapılan neşriyata karşı Osmanlı Devletiʼnin aldığı önlemlere ilişkin dört vesika paylaşıyoruz. VESİKA-1 Parisʼte basılan Gil Blas, Paris la Turquie ve La Lanterne gazetelerinin İslam adabına aykırı resimler ve milli ahlak ile dalga geçen makaleler içermesinden dolayı Osmanlı topraklarına girişinin önlenmesi hakkında Sadaretʼten Hariciye Nezaretine yazılan tezkire (5 Kasım 1891) Hüve Bâb-ı Âlî Dâire-i Sadâret-i Uzmâ Mektûbî Kalemi Aded 660 Hâriciye Nezâret-i Celîlesine (1) Devletlü efendim hazretleri, (2) Paris matbûʻâtından “Gil Blas”, “Paris la Turquie” ve “La Lanterne” nâm üç gazetede bâ-irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî memnûʻuʼl-intişâr baʻzı resimlerle âdâb-ı İslâmiye ve umûmiyeye mugâyir ve âdât-ı milliyeyi tezyîf eder yolda makâlâta tesâdüf edilmekte olduğuna ve bu misillü matbûʻâtın memâlik-i mahrûse-i (3) şâhânede tedâvül ve intişârı mazarratdan sâlim olamayacağına binâen bunlar ile emsâlinin memâlik-i mahrûse-i şâhâneye menʻ-i duhûlü lüzumu Maʻârif Nezâret-i Celîlesinden bâ-tezkire (4) bildirilmiş ve bunların menʻ-i duhûlü zımnında îcâb edenlere vesâyâ icrâ edilmiş olmakla nezâret-i celîlelerince ona göre îfâ-yı muktezâ-yı hâle himmet buyurulması siyâkında (5) tezkire-i senâverî terkîm kılındı efendim. (6) Fî 2 Rebîʻüʼl-âhir sene 1309 ve fî 24 Teşrîn-i Evvel sene 1307 (7) Sadr-ı Aʻzam Cevâd VESİKA-2 Parisʼte basılan Petit Journal gazetesinin İslam dinine hakaretlerle dolu olan nüshasının memlekete girişinin yasaklanması ve satıştan kaldırılması hakkında Sadaretʼten Dahiliye Nezaretine yazılan tezkire (21 Haziran 1893) Hüve Bâb-ı Âlî Dâire-i Sadâret-i Uzmâ Mektûbî Kalemi Aded 824 Dâhiliye Nezâret-i Celîlesine (1) Devletlü efendim hazretleri, (2) Parisʼte tabʻ ve neşr olunup memâlik-i şâhâneye ve husûsan Dersaʻâdetʼe külliyet üzere idhâl edilmekte olan musavver Petit Journal gazetesinin 11 Haziran sene 93 târîhli nüshasında münderic (3) Zehrâ sernâmeli bir makâle-i edebiye diyânet-i İslâmiye hakkında hakâret-âmîz bulunmasına ve mezkûr gazetenin yerli evrâk-ı havâdis misillü sokaklarda satılması mûcib-i mahâzîr olacağına mebnî işbu (4) gazetenin baʻde-ezîn ol sûretle beyʻ ve fürûhtunun tedâbîr-i müessire ittihâzıyla katʻiyen menʻi ve memâlik-i ecnebiyeden gelen evrâk-ı havâdis hakkında sansür meʼmûrları tarafından bir kat daha takayyüdât (5) icrâsı ile makâlât ve fotoğraf-ı muzırrayı hâvî nüshalarının memâlik-i şâhâneye menʻ-i idhâline be-gâyet iʻtinâ olunması Hâriciye Nezâret-i Celîlesinin işʻârı üzerine îcâb eden devâire (6) tavsiye ve işʻâr edilmiş olmakla nezâret-i celîlelerince dahi îcâbının îfâsına himmet buyurulması siyâkında tezkire-i senâverî terkîm kılındı efendim. (7) Fî 7 Ziʼl-hicce sene 310 / Fî 9 Haziran sene 309 (8) Sadr-ı Aʻzam ve Yâver-i Ekrem Cevâd VESİKA-3 İkdam Gazetesi'nde çıkacağı ilan olunan “Rehber-i İzdivac” adlı neşriyatın umumi adabı ve gençlerin ahlâkını bozacağından hakkında soruşturma açılması hakkında Dâhiliye Nezaretinden Matbuat Müdürlüğüne yazılan müzekkire (28 Mayıs 1922) Dâhiliye Nezâreti Emniyet-i Umûmiye Müdîriyeti Matbûʻâtʼa Târîh-i tebyîzi: 28 Mayıs sene 38 Müzekkire (1) Bugünkü İkdâm gazetesinin üçüncü sahîfesinde (Rehber-i İzdivâc) (2) nâmıyla (3) bir eser neşr olunacağından bâhis iʻlânın bir sûreti aynen ve merbûtan irsâl kılındı. (4) Bu eserin açık ve gizli musâhabeleri (5) ihtivâ edeceği ve muʻâmele-i zevciyeyi tasvîr ve birçok fotoğraf ve (6) eşkâlleriyle teşrîh eylemekte olduğu iʻlân edilmekte (7) olup âdâb-ı umûmiyeye mugâyir ve gençlerin (8) fesâd-ı ahlâkını mûcib olacak böyle bir eserin (9) neşrine müsâʻade edilmesi katʻiyen şâyân-ı tecvîz olamayacağından mürettib ve müellifi hakkında tahkîkât (10) icrâ ve Matbûʻât Kânûnu ahkâmına tevfîkan (11) taʻkîbât-ı kânûniye îfâsı ricâsıyla işbu müzekkire (12) Matbûʻât Müdîriyet-i Umûmiyesine takdîm kılındı. VESİKA-4 İkdam Gazetesi'nde çıkacak olan “Rehber-i İzdivac” adlı neşriyatın ilan sayfasının sureti (28 Mayıs 1922) Hüve Bâb-ı Âlî Dâhiliye Nezâreti Emniyet-i Umûmiye Müdîriyeti (1) İkdâm gazetesinin 28 Mayıs 1338 târîhli ve 9052 numaralı (2) nüshasının üçüncü sahifesinden: (3) Sabırsızlıkla beklenilmekte olan: (4) Yeni, mükemmel, son (5) Rehber-i İzdivâc (6) Açık ve gizli musâhabeler (7) Yarından iʻtibâren intişâra başlıyor!.. Muʻâmele-i zevciyeyi tasvîr ve birçok fotoğraf ve eşkâlleriyle teşrîh (8) eylemekte bulunan bu fevkalâde eserin (1-2) formaları yarın neşr olunacaktır. (9) Her pazartesi iki forma bir arada çıkacaktır. Bayram ertesi haftada dört formaya kadar verilecektir. Kelimeler: Baʻde-ezîn: Bundan sonraBe-gâyet: Son dereceDevâir: Resmî dairelerHakâret-âmîz: Hakaretle karışıkÎfâ-yı muktezâ-yı hâl: Gerekli önlemin alınmasıMemâlik-i mahrûse: Korunmuş ülke, Osmanlı DevletiMemnûʻuʼl-intişâr: Dağıtımı yasaklanmış olanMenʻ-i duhûl: Girişin engellenmesiMerbûtan: EklenmişMûcib-i mahâzîr: Korkulacak şeyleri gerektirenMusâhabe: Karşılıklı sohbetMusavver: Resimli Münderic: İçeren, içinde bulunanMürettib: DizgiciMüzekkire: Resmî yazıSernâme: BaşlıkSiyâkında: KonusundaTakayyüdât: Dikkatli davranmalarTedâbîr-i müessire: Etkili tedbirlerTedâvül: Elden ele dolaşma, sirkülasyonTezkire-i senâverî: Vezire ait resmi yazıVesâyâ: Tavsiyeler
Bu sayımızdan itibaren harf ve kelime çalışmalarına başlıyoruz. Silik harflerin üzerinden geçerken dikkatle yazmaya ve acele etmemeye çalışalım. Elinizin alışması ve yazınızın güzelleşmesi için bu dikkat ve sabır önemli olacaktır.
Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir. Kültür Kültür, Batı’nın düşünce sefaletini belgeleyen kelimelerden biri: kaypak, karanlık, samimiyetsiz. Tarımdan idmana, balıkçılıktan medeniyete kadar akla gelen ve gelmeyen düzinelerce mana. Kelime değil, bukalemun. İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. İrfan kendini tanımakla başlar. Kendini tanımak, önyargıların köleliğinden kurtulmaktır, önyargıların ve yalanların. Kültür, irfana göre, katı, fakir ve tek buutlu. İrfan, insanı insan yapan vasıfların bütünü. Batı, kültürün vatanıdır. Doğu, irfanın. Ç Ö Z Ü M كولتور كولتور، باتينڭ دوشونجه سفالتنى بلكه له ين كلمه لردن بري: قايپاق، قراڭلق، صميميتسز. تاريمدن ادمانه ، باليقجيلقدن مدنيته قدر عقله كلن و كلمه ين دوزينه لرجه معنا. كلمه دگل، بوقلمون. عرفان، دوشونجه نڭ بتون قطبلريني قوجاقلايان بر كلمه . عرفان كنديني طانيمقله باشلار. كنديني طانيمق، أوڭيارغيلرڭ كوله لگندن قورتولمقدر، أوڭيارغيلرڭ و يالانلرڭ. كولتور، عرفانه كوره ، قاتي، فقير و تك بعدلي. عرفان، انساني انسان ياپان وصفلرڭ بتوني. باتي، كولتورڭ وطنيدر. طوغو، عرفانڭ.
Transkripsiyon Bâb-ı Sâlis Ahlât Beyânındadır. Kaçan gıdâ dâhil-i bedene nâzil ve hulkūmdan miʻdeye vâsıl ola, miʻdede bir kuvvet vardır ki, gıdâyı tālib ve anı miʻdeye câzibdir. Bu kuvvet bedenin cemîʻ-i eczâ ve cümle aʻzāsında vardır. Pes gıdâyı miʻdeden kebede ve kebedden cümle aʻzāya iletür. Bu kuvvete kuvvet-i câzibe dirler. Ve gıdâ bu mevziʻde aʻnî miʻdede bir mikdâr eğlenmek gerekdir ki kuvvet-i hâzıme hazm amelin işleye. Ve illâ gıdâ hazm olmadan bedenden cüz’ ve bedel-i mâ-yetehallel olmaz. Pes kuvvet gerekdir ki gıdâyı bu mahalde tamâm hazm olunca tuta, salıvirmeye. Bu kuvvete kuvvet-i mâsike dirler. Ve bu kuvvet-i mâsike gıdâyı imsâk iderken bir kuvvet dahi vardır ki, gıdâyı hazm eyler. Aʻnî sūret-i ûlâsından çıkarub cüz’-i beden olmağa münâsib sūrete koyar. Bu kuvvete kuvvet-i hâzıme dirler ve fiʻline hazm dirler. Ve gıdânın her cüz’ü hazm olunub bedenden cüz’ olmağa sālih değildir. Belki latīfi hazm olub galîzi ve kesîfi fazla olub bedenden hārice defʻ olmak gerekdir ki, bedene zarar-ı küllî olmaya. Pes ol ki fazla idi hārice defʻ eyler. Ana kuvvet-i dâfiʻa dirler. Sadeleştirme Üçüncü Bab: Hıltları Beyan Eder (Ahlat başlığı altında, hıltlar besine dönüşürken vücutta aktif olan kuvvetler incelenmiştir. Bedenin maddesel olarak işlevinde üç ana kuvvet vardır: beslenme, büyüme, üreme kuvvetleri. Aşağıda geçen dört kuvvet, beslenme kuvvetinin fiilleridir.) Bir gıda bedene girip boğazdan geçtiğinde mide o gıdayı kendisine doğru çeker. Buna câzibe kuvveti (çekici kuvvet) denilir. Bu kuvvet vücudun her tarafında vardır ve gıdayı ilk başta mideden karaciğere, ardından karaciğerden tüm organlara iletir. Mideye alınan gıda, sindirilmek ve bedenin bir parçası olmak için sindirim bitene kadar tutulur. Bu kuvvete mâsike kuvveti (tutucu kuvvet) denilir. Bu kuvvet gıdayı tutarken gıda midede sindirilir. Yani gıdanın ilk formundan çıkarılarak kana karışabilir kıvama getirilir ve bedenin bir parçası olması sağlanır. Bu kuvvete hâzıme kuvveti (sindirici kuvvet) denir. Ancak gıdanın her parçası sindirilmeye elverişli değildir. Vücuda faydalı olan ve sindirilebilen kısmı alınır, kalan ağır ve atık maddeler ise bedene zarar vermemesi için dışarı atılır. Bu kısmı dışarı çıkaran kuvvete de dâfia kuvveti (itici kuvvet) denilir. (Kaynak: Emir Çelebi, Enmûzecüʼt-Tıbb, T-7043, 24b)
Seyyid Nizam Haziresinden Kitabe Eyyüb Ağa’nın oğlu Diyâr-ı garbde kalan Merhûm ve mağfûr Emîn Ağanın Rûhiçûn el-Fâtiha Sene 1225 Kelimeler: Mağfûr: Allah tarafından günahları bağışlanan veya günahlarının bağışlanması için Cenâbıhakk’a duâ edilen (ölmüş kimse).Mağfur olmak: Allah tarafından affedilmek, bağışlanmak Mağfûrun-leh: Allah tarafından bağışlanmış, affa erişmiş olan, mağfur Üsküdar Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi Kelimeler: Himem: Himmetler, Yardımlar, İhsanlar.Cûşiş: Coşkunluk, coşma, galeyan, cûşRe’fet: Merhamet etme, acıma, esirgemeTeşnegân: Susamışlar, susayanlarRevân: Yürüyen, giden, akan, su gibi akıp gidenRevân Olmak: Yola koyulmak, gitmekAtâ: Cömertçe verme, ihsan, bağışCûy: Akarsu, ırmak, çay, dereCâri: Yürürlükte olan, geçerli, geçmekte olan, akanŞâdân: Sevinçli, mesrur, şâd.Dûşîze: El değmemiş (genç kız), bâkirePâkîze: Temiz, pak, hâlis, hakîkî, gerçek, latif, güzel.Tıfl: Küçük çocuk, teşmil, toy, tecrübesiz kimse.Gonce: Henüz açılmamış çiçek, tomurcukGülzâr: Gül bahçesi, gülşen, gülistanCinân: CennetlerŞâdâb: Suya kanmış, sulu, terütâze, tarâvetli.Cûyân: Arayıcı, arayan, isteyen (kimse)İkbâl: 1. Tâlih ve baht açıklığı, mutluluk, saâdet. Karşıtı; 2. Parlak ve yüksek mevki; 3. İstek, arzu [Daha çok yiyecek içecek hakkında kullanılır]; 4. Yüzünü döndürme, birine, bir şeye meyletme, teveccüh etme; 5. Osmanlı sarayında pâdişahlara zevce olmaya aday kız, odalık.Lik: LâkinTa’miye: Ebcet hesâbıyle düşürülen târihlerde hesâbı doldurmak için çıkarılacak veya eklenecek sayıları işâret etmeCûd: İnsanlara ihtiyaçlarını bildirmelerine meydan vermeden lutufta, ihsanda bulunma, el açıklığı, cömertlik
Feth-i Kelam Çok şükür maarif fikri memleketimizde bir derece şayi’ oldu. Çok şükür ümid-i istikbalimiz olan efkâr-ı umumide parlak parlak tasavvurlar büyük büyük arzular peyda olmaya ve hele gençlerimizde maarifperverlik istidadı görünmeye başladı. Bu istidad ve meyelan devlete ve millete muktedir olduğu derecede hizmet etmeye başladı. Vicdan ne azametli sultandır Vicdan öyle bir sultandır ki taht-ı tasarrufuna geçirdiği iklimi hem mamur ve âbâdân hem gıbta-bahş-ı memalik ve büldan eder. Vicdan, insana gayet nurani ve ruhani bir kuvvet-i müfekkire ve mümeyyize ihsan buyurmuştur ki bu hassa-i giran-baha ile nev’-i insan hem mümtaz hayvan (canlı) hem halife-i cihan olmuştur. Her bar görmekte olduğumuz bunca bedayi’ bunca kemalat vicdan saikasıyla meydana konmuştur. Vicdan menba-ı vahdetten nebe’an eylediği cihetle atşan-ı ittihadı reyyan eder. İmdad-ı ilahiden ümid eder ve halkın efkâr-ı terakki-cûyânesinden intizar eyleriz ki mir’atımız erbab-ı basair ellerinde mazhar-ı rağbet olur ve biz de mazhar-ı şevk olarak Mir’at-ı Vatan’ı peyderpey arz etmekte isbat-ı sebat eyleriz. Allah cümleyi men sebete nebete sırrına mazhar eylesin. Amin. Ve hüve’l-mu’in. Hüsnü İnsanı hayvandan tefrik eden şey akıl ve izan ve kuvve-i natıka ve lisandır. Akıl dedim de hatırıma bir şey geldi. Akıl ne demektir? Aklın Türkçesi zihin insanın bir sıfatıdır ki onunla hayır ve şerri ve nef’ ve zararı temyiz eder. Akıl, nefsi-i insanın rahatıdır. İnsan ise bittab’ rahata meyyal olduğundan ebna-yı beşer rahat-ı nefsi aklında aramalıdır. Tenbel Pirinci ayıklamak bir işten değil. Fakat bu da merakıma el vermiyor. Çünkü ben şimdi bu pirinci önüme koyup da birer birer ayıklayacak olsam ister istemez hatırıma gelecektir ki birtakım fukara değil pirinç bulgurun bile büzünü göremiyorlar. Şimdi biz pirinci bulmuşuz da ayıklamasını düşünüyoruz. Latife Humk ve belahetle meşhur Cühâ* bir gün çarşıya çıkıp bir çuval un alır ve bir hamala yükleterek evlerine götürmesini tembih eder. Çarşının bir kalabalık mahalline gelince Cüha hamalı gaib eder. Ve bir müddetten sonra mezkûr hamala sokakta rast gelir. Ama hamal beni görmesin deyu bir tarafa gizlenir. Cüha’nın bu haline vakıf olanlar, “Canım Cüha, işte hamal buradan geçiyor tutup da unu isteseniz ya niçin gizleniyorsun?” dediklerinde, “Siz bilmezsiniz şimdi o beni görecek olursa hamallık parasını ister” deyu cevap verir. * Cüha: Nasreddin hoca Fıkra Vaktiyle herifin biri çarşıda gezerken yolunu balık pazarına uğratmış ve orada satılmakta olan balığın birini her nasılsa çalıp paltosunun içine almış ve kimse görmemiş zu’muyla serbestçe oradan geçer gider. Halbuki paltosu kısa olma münasebetiyle balığın kuyruğu meydanda gibi görünüyordu. Meğer o tarafta dolaşan sârikin biri bunu görmesiyle hemen balığı çalmış olan zatın yanına gelir şu dersi verir. “Yahu bundan böyle balık çalmak istedi(ği)niz vakit ya uzunca bir palto giymeli yahud balığın küçüğünü çalmaya gayret etmelisin.”
اورته كوي (بيوك مجيديه ) جامعي عثمانلي دونمنده ياپيلان جامعلر، ياپديران كيشينڭ آديله آڭيليردي. بونلردن بري بشيك طاشده ، دڭز كنارنده ، ظريف معماريسيله دقّت چكن بيوك مجيديه جامعيدر. مجيديه يعني مجيدڭ جامعي، سلطان عبدالمجيد طرفندن ١٨٥٣ ييلنده معمار نيغوغوس باليانه ياپديريلمشدر. بيوك مجيديه جامعي، اورته كوي اسكله ميداننڭ قوزي اوجنده ير آلمقده در. خلق آراسنده اورته كوي جامعي اولارق آڭيلير. جامعڭ اڭ أونملي أوزللكلرندن بري، معماري آچيدن فرانسز و ايتاليان سرايلرنده قوللانيلان نه ئو باروق معماريسي طرزنده ياپيلمش اولمسي. بو معماري طرزڭ طيش جبهه يه ياڭسيمسي، يوغون طاش قبارتمه سوسله مه لرينڭ اولمسيله در. طيش كورونوشي و قونومي ايله ’بوغازڭ اينجيسي‘ عنواننى آلمشدر. جامعڭ آنا عبادت يرينيڭ ياڭي صيره پادشاهڭ ديڭلنمسي ايچون ياپيلان بر خنكار قصري موجوددر. بو سببله كه اورته كوي جامعي ده سلاطين يعني پادشاه جامعلرندندر. اورته كوي جامعنڭ خنكار قصري، ياپینڭ عبادت بولومي ايله أولچو اولارق بربرينه اشيت ياپيلمشدر. جامعڭ مناره لري ده خنكار قصرندن يوكسلير. يعني قصر، مناره نڭ قاعده سي اولارق قوللانيلمشدر. جامع ايچنده كي اللّٰه لفظي، حضرت محمّد (ص ع و) ڭ و ايلك درت خليفه نڭ اسملري، بالذّات سلطان عبدالمجيد خان طرفندن يازيلمشدر. بوغاز ايچي سيلوئتنده عادتا اينجي كبي پارلايان اورته كوي جامعي، ياپيلديغي تاريخدن اعتبارًا پادشاهلرڭ جمعه سلاملغنه كلديگي جامعلر آراسنده ير آلمشدر. جامع، اشسز قونوميله و انشا طرزيله استانبولڭ معماري ميراثنڭ ياپي طاشلرندن بريدر. Osmanlı döneminde yapılan camiiler, yaptıran kişinin adıyla anılırdı. Bunlardan biri Beşiktaş’ta, deniz kenarında, zarif mimarisiyle dikkat çeken Büyük Mecidiye Camiidir. Mecidiye yani Mecid’in camisi, Sultan Abdülmecid tarafından 1853 yılında Mimar Nigoğos Balyan’a yaptırılmıştır. Büyük Mecidiye Camii, Ortaköy İskele Meydanı’nın kuzey ucunda yer almaktadır. Halk arasında Ortaköy Camii olarak anılır. Camiinin en önemli özelliklerinden biri, mimari açıdan Fransız ve İtalyan saraylarında kullanılan Neo Barok mimarisi tarzında yapılmış olması. Bu mimari tarzın dış cepheye yansıması, yoğun taş kabartma süslemelerinin olmasıyladır. Dış görünüşü ve konumu ile ‘Boğazın incisi’ unvanını almıştır. Caminin ana ibadet yerinin yanı sıra padişahın dinlenmesi için yapılan bir hünkâr kasrı mevcuttur. Bu sebeple ki Ortaköy camii de selatin yani padişah camilerindendir. Ortaköy camiinin hünkâr kasrı, yapının ibadet bölümü ile ölçü olarak birbirine eşit yapılmıştır. Caminin minareleri de hünkâr kasrından yükselir. Yani kasır, minarenin kaidesi olarak kullanılmıştır. Camii içindeki Allah lafzı, Hz. Muhammed (sav)’in ve ilk dört halifenin isimleri, bizzat Sultan Abdülmecid Han tarafından yazılmıştır. Boğaziçi siluetinde adeta inci gibi parlayan Ortaköy camii, yapıldığı tarihten itibaren padişahların cuma selamlığına geldiği camiler arasında yer almıştır. Cami, eşsiz konumuyla ve inşa tarzıyla İstanbul’un mimari mirasının yapıtaşlarından biridir.
وظيفه طاغيليمي اسملري آشاغيده كي شكلده شيفره لنمش آژانلر ايچون يڭي بر وظيفه چيقمشدر. وظيفه طاغيليمي بيوكدن كوچگه طوغري اولمسي كركمكده در. فقط طاغيتيمله مأمور اولان كيشي يڭي اولديغندن أوڭنه قونولان شيفره يي چوزمكده زورلانييور، اوڭا يارديم ايده بيلير، آشاغيده اسملري بولونان آژانلري بيوكدن كوچگه طوغري صيره لايابيليرميسڭز؟ قوطولره دنك كلن حرفلرله شيفره يي چوزيكز. ١- آت فاره دن بيوك، مايموندن كوچكدر. ٢- مايمون كديدن ده فيلدن ده بيوكدر. ٣- آت كديدن كوچكدر. ٤- فاره فيلدن بيوكدر. Ç Ö Z Ü M